SÜRGÜNDEN VAAT EDİLMİŞ TOPRAKLARA: İSRAİL

CİHANNÜMA ÇALIŞMA GRUBU

· 29 dk okuma süresi >

YAZARLAR

¹Awab Alneamy

2Muhammed Adil Alsaeedi

3Elif İpek

4Hatice Hilal Polat*

5Muhammed Yusuf Baykal

6Sinem Erkış

  1. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  3. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  4. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  5. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
  6. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Odyoloji Bölümü

*İletişim:haticehilalpolat@gmail.com

ESKİ İSRAİL

Mısır Dönemi

İsrail kabileleri, eski Yahudi halkının geleneksel bölümleridir. İsraili oluşturan on iki kabile Hz.Yakup(as)’ın torunlarının soyundan gelir ve Yakup(as)’ın diğer adı ‘İsrail’ olduğu için onlara ‘İsrailoğulları’ denmektedir. Bu on iki kabile şunlardır: Reuben, Simeon, Yahuda, Issachar, Zebulun, Benjamin, Dan, Naftali, Gad, Asher, Ephraim ve Manasseh.

Bu 12 kabilenin hikayesi, Hz. Yakup(as) ve ailesinin 70 kişi olarak Mısır’a gitmesiyle başlamıştır. Mısır‘da İsrailliler verimli ve üretken yapılarıyla dikkat çekerler, hızlıca çoğalır, yayılırlar ve orada “İsrailli” sıfatını alırlar. Hz.Yusuf’un ­(Hz. Yakup’un oğullarından biri, Mısır firavununun yardımcısıydı ) ölümünün ardından, firavun İsraillilere ağır görevler vererek onları ezmiştir.

Filistin Dönemi

Yahudi kaynaklarında geçtiğine göre ‘Tanrı İbrahim’le, İshak’la ve Yakup’la olan antlaşmasını hatırlar, kendisini Musa’ya duyurur ve İsraillileri Mısır’dan kurtarır. Mısır’dan çıkanların sayısı ise 600.000 askerlik çağındaki erkek olmak üzere toplam 2 milyon kişidir. Kur’an-ı Kerim’de ise bu olay Hz.Musa’nın (as) İsrailoğullarıyla beraber Kızıldenizi yararak Eriha’ya gittikleri, Eriha halkıyla savaşmak zorunda kalınca Hz.Musa(as)’ı yalnız bıraktıkları ve bu yüzden Tih Çölünde 40 yıl dolaştıkları şeklinde anlatılmıştır. Sonrasında Hz. Musa(as) Allah tarafından Tur-i Sina’ya davet edilmiştir. Sina Dağı’nda, İsrail ulusuna, yasalar ve düzenlemeler Tevrat aracılığı ile bildirilmiş, ardından Tanrı ile olan antlaşmaları ‘On Emir’ olarak onaylanmıştır. Bu ‘On Emir’ ‘Ahid Sandığı’na konulmuş ve bu sandık yüzyıllar sonra Kral Bahtünnasr döneminde kaybolmuştur. Musa’nın önderliğinde İsrailoğulları çölde 40 yıl dolaştıktan sonra, on iki kabile Joshua(Hz.Yuşa) komutasında Kenan topraklarına girmiştir. İsrail kavimleri bölgeye ulaştıklarında burada belli bir kültüre sahip yerleşik kavimlere rastlamışlardır. Bu kavimler Kenanlılar, Gibonlular ve Filistîlerdir. 

Hz.Yuşa döneminde Eriha, Nablus ve Şam’ı fethetmişlerdir. Bu toprakları fethettikten sonra, her kabileye yerleşmeleri için ayrı bir bölge tahsis edilmiştir. Bu yerleşim döneminde ve sonrasında, kabileler arasında önceden belirlenmiş bir liderlik anlayışı yoktur, ancak çeşitli krizler, kabileleri düşmanlara karşı işbirliği içinde hareket etmeye zorlamıştır. Askeri baskılar sonucunda MÖ 1020’de ilk Yahudi kralı olarak Talut(Saul) başa geçmiştir. Talut sonrasında İsrailoğullarından bir ordu kurarak Filistin üzerine yürümüş, Filistin’de Amalika kavmiyle karşı karşıya gelmiştir. Amalika kavminin başı olan Calut’u Hz. Davut’un öldürmesi üzerine halk arasında Hz.Davut saygın bir yer kazanmıştır. Zamanla onun kazanmış olduğu saygıyı kıskanan Talut, onu öldürmeye kalkmış ancak başarılı olamamıştır. Amalika kavmi ile ikinci kez girdiği mücadelede bu sefer Talut, Amalika kavmi tarafından öldürülmüştür. Yerine oğlu geçmiş ancak Yehuda kabilesi Hz. Davud’un kral olmasını önermiştir. Sonrasında meydana gelen mücadeleyi kazanan Hz. Davud, MÖ 1004-965 tarihleri arasında on iki İbrani kabilesini tek bir krallıkta toplamış, Kudüs’ü fethederek bu şehri ilk Yahudi devletinin başkenti yapmış ve burada 33 yıl hüküm sürmüştür. Hz. Davud’un ardından başlayan oğlu Hz. Süleyman dönemi krallığın altın çağı olmuştur. Sınırların Suriye, Lübnan ve Ürdün’ün bir kısmına uzandığı bu dönemde Hz. Süleyman, başta Mısır olmak üzere bazı devletlerle anlaşmalar yapmış ve Kudüs’te kendi ismi ile anılacak olan Süleyman Mabedi’ni inşa ettirmiştir.

Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra, kabileler bir kez daha toprak ve siyasi hatlar bakımından birbirinden ayrılmış, iki ayrı Yahudi devletinden biri kuzeyde İsrail kabilesinden on tanesini içine alan ve başkenti Samaria (Samariye veya Nablus) olan İsrail Krallığı adını almış, diğeri güneyde Davud’un soyundan gelen Yahuda ve Benyamin kabilelerinin yönetiminde olan, Kudüs şehrine sahip Yahuda (Juda) Krallıkları olarak kurulmuştur. Bu iki krallık 200 yıldan fazla ayrı devlet olarak varlıklarını sürdürmüştür.

Babile Sürgün

Asurlular MÖ 722’de İsrail’i fethetmişler ve İsrail’deki on kabilenin tümünü dağılmaya zorlamışlardır. Bu işgal İsraillileri tarihten kalıcı olarak silmiş; bunlara “İsrail’in on kayıp kabilesi” denmiştir. Merkezi Kudüs olan Yahuda Krallığı ise İsrail’den daha uzun ömürlü olmuştur. Kral Uziyah’la en parlak dönemini yaşayan Yahuda Krallığı, MÖ 587’de Babil kralı Bahtunnasr (Nabukadnezar) tarafından yerle bir edilmiş, bu dönemde Süleyman Mabedi yıkılmış ve İsrailoğulları kitleler hâlinde Mezopotamya’ya sürülmüştür. Yahudilerin sürgün edilişleri diasporanın (yayılış) başlangıcı olmuştur. Bu sürgünün ardından Yahudilik dini bir anlayış dışında bir yaşam tarzı haline gelmiştir. Babilliler nüfusun büyük kısmı tek bir yere toplamış, böylece Yahudiler ayrı bir topluluk kurmanın yanında din ve kimliklerini koruma  imkanı bulmuşlardır. İsrailoğulları artık yurtlarına dönmenin ancak bütün dünyanın onların Tanrısını benimsemesi ile gerçekleşebileceğine inanmaya başlamışlardır. 

Filistine Dönüş

Yahudilerin Bâbil esareti yaklaşık 70 yıl sürmüştür. Bu süre sonunda Pers Hükümdarı Keyhüsrev MÖ 538’de Bâbil’i ele geçirip Bâbil Krallığı’na son vererek sürgündeki Yahudilerin yurtlarına dönmelerine izin vermiş, böylelikle Yahudiler Filistin topraklarına ilk dönüşü gerçekleştirmişlerdir. Pers Hükümdarı II. Dara zamanında özerk bir yönetime kavuşan Yahudiler, Kudüs’te Babilliler tarafından yıkılan tapınağın yerine MÖ 515’te ikinci bir tapınak inşa etmişlerdir.

Roma İstilası ve Sonrası

Bölge daha sonra sırasıyla Büyük İskender, Ptolemaioslar ve Suriye’deki Selevkosların eline geçmiştir. Filistin topraklarının daha sonraki istilacıları ise Romalılar olmuştur. MÖ 63 yılında başlayan süreç MS 70’te tam bir yıkıma dönüşmüş; Romalı General Titus, Kudüs’ü yerle bir ederek Yahudileri bölgeden sürmüştür. Roma döneminde Hz. İsa’nın Filistin’in Nasıra kasabasında doğumu ve mücadele süreci de söz konusudur. Fakat Hz. İsa’nın getirdikleri kendisinden çok sonra, 312 yılında, Roma tarafından kabul edilmiş ve Filistin yeniden dinî açıdan önem kazanmıştır. 395 yılında Roma İmparatorluğu tüm dünyayı etkileyen büyük bir kırılma yaşamış ve Doğu (Bizans) ile Batı Roma olarak ikiye ayrılmış, Filistin Bizans toprakları içerisinde kalmıştır. Fakat bölge İslamiyet’in zuhur ettiği dönemlerde bu kez Sasani istilasına uğramış ve birkaç sene sonra Kudüs’te yeniden büyük bir kıyım yaşanmıştır. 629 yılında ise bölge tekrar Bizans hâkimiyeti altına girmiştir. Sonrasında sırasıyla önce Arapların, sonra Haçlıların ve13.yüzyılda Memluk’lerin eline geçmiş, 1516’dan 1917’ye kadarsa Osmanlı Hakimiyetinde kalmıştır.

Süleyman Mabedi

Süleyman Tapınağı, Tevrat’a göre, Kudüs’teki ilk Yahudi tapınağıdır. Hz. Süleyman’ın (as) inşa ettirdiği, Yahudilerin Bet ha-mikdaş (Kutsal Ev) dedikleri tapınak, Hz. Süleyman(as) tarafından yapıldığı için “Süleyman Mabedi” olarak bilinmektedir.

MÖ 1000 yıllarında Hz. Davud(as) Kudüs’ü fethettiğinde şehri imar ederek burasını Yahudi toplumunun başkenti yapmıştır. Kitab-ı Mukaddes’e göre Tanrı tarafından akasya ağacından yapılması emredilen ve içinde Allah ile İsrailoğulları arasındaki ahdin sembolü ‘On Emir’in saklandığı Ahit Sandığı’nın korunacağı ve Tanrı’nın evi olarak kabul edilecek görkemli bir mabed yapmak istemiştir. Ancak Tevrat’a göre Tanrı tarafından kendisinin bu mabedi yapması uygun görülmemiş, Peygamber Natan’da bunu kendisine bildirmiştir. Tanrı’nın isteğine uyan Davud(as) bu mabedi yapmamış ancak mabedin yapılacağı yeri belirlediği gibi mabedin yapılması için kaynaklar hazırlamış ve mabedin ayrıntılı planını da oğlu Hz.Süleyman(as)’a vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de ise Ahid Sandığı ‘tâbût’ olarak Bakara Suresi 248. ayette geçmektedir.

Hz.Süleyman(as) hükümdarlığının 4.yılında, MÖ 964 dolaylarında mabedin inşasına başlamıştır. MÖ 957 yılında tapınağın inşası tamamlanmış, ancak tapınağın etrafında bulunan kraliyet sarayı ve diğer kraliyet binalarının tam bir kompleks haline gelmesi otuz yıl kadar zaman almıştır. Genel görüşe göre Süleyman Mabedi, Kudüs’teki Haram-i Şerif’in bulunduğu dağ sırtının orta bölümünde yer alan Kubbet-üs-Sahra’nın olduğu yere inşa edilmiştir. Dönemin mimarisine göre Süleyman Mabedi; “Kutsallar Kutsalı”, “Kutsal Yer” ve mabedi kutsal olmayan yerden ayırmak için yapılmış olan “Eyvan” olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Ahit Sandığı, “Kutsallar Kutsalı” olarak adlandırılan bölümde saklanmıştır. Yahudi terminolojisine göre, Süleyman’ın yaptığı mabed, “Birinci Mabed” olarak nitelendirilmektedir.

Süleyman Mabedi neden önemli?

Tapınak, Yahudi halkının sözde üstünlük ve egemenliğinin işareti olarak yorumlanmış, Hz. Süleyman’a verilmiş olan büyük güç, iktidar ve mülkü sembolize etmiştir. Kutsal mekanın ayakta kalan tek duvarının Ağlama Duvarı’na dönüştürülmüş olması da Yahudilerin bu mabedin yıkık olmasından dolayı duydukları hüznün ifadesidir. İslam terminolojisinde ise ‘Burak Duvarı’ olarak geçen bu duvar, son peygamber Hz.Muhammed(sav)’in miraca yükselmeden önce bir cennet biniti olan ‘Burak’ı bağladığı duvardır. 

Yahudiler, bekledikleri Mesih’in Hz. Süleyman soyundan olacağına ve yeniden inşa edilecek olan Tapınaktan dünyayı yöneteceğine inanmışlardır ve Mesih’le birlikte aynı Hz. Süleyman dönemindeki gibi bir hakimiyet ve güç elde etmek istemişlerdir. 

Bu konu hakkında Allah  Kur’an’da şöyle der: “Onlar (Yahudiler), Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular.” (Bakara, 102)

SİYONİZM

Siyonizm, Filistin dışındaki bütün Yahudileri Arz-ı Mevud’da (vaad edilmiş topraklar) toplamak ve sonra da Süleyman Mabedini Siyon Dağı üzerinde yeniden inşa etmek idealidir şeklinde tanımlanabilir. Siyonizm teriminin kökü olan Siyon sözcüğü, İlk Çağdan beri Kudüs anlamına gelmektedir. Yahudilerin ilk kutsal tapınaklarının MÖ 587’de Babilliler tarafından yıkılıp, Yahudilerin Babil’e sürgün edilmesinden sonra Siyon, yurtlarından kovularak Babil’e sürgün edilen Yahudi halkının Filistin’e dönme arzu ve özlemi anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Haham Moshe Nahman (1194-1270) İsrail topraklarına yerleşmenin dini bir görev olduğunu hatta bu topraklara yerleşmenin Tevrat’ta bulunan bütün farzlara eşit olduğunu belirtmiştir.

Siyonizm, Musevileri Filistin’e yerleştirmek amacı güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasi parti olarak da tanımlanır. Bu terim kısa süre içinde Yahudi çevrelerce benimsenmiş ve Yahudi milliyetçiler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. 

Tevrat’a göre Yehova, kutsal toprakları kıyamete kadar İbrahim Peygamber ve onun ümmetine vermiştir. Bu inanç çerçevesinde Yahudiler için Siyon dedikleri Kudüs ve çevresine dönmek, kralları Süleyman tarafından yapılan kutsal mabetleri Beyt ha-Mikdaş/Beyt-i Makdis’i yeniden inşa etmek, daha sonra üstün Yahudi ırkını Nil’den Fırat’a ve nihayet bütün dünyaya ekonomik ve her türlü güç bakımından hâkim kılmak Tevrat’ın ana prensibini oluşturmaktadır.

Hristiyanlar açısından da Siyon dağı Hz. İsa’nın inişi açısından mukaddestir. Bu isimlendirme aynı zamanda Hristiyanların desteğini alma amaçlı da kullanılmıştır. Beklenen Mesih’in Siyon dağına ineceğine ve Rabbin yaşadığı yerin Siyon Dağı olduğuna inanmışlardır.

Dini Siyonizmin, Siyasi Siyonizme evrilmesi sırasında önde gelen bazı isimler vardır. Yahudah Alkalay ve Zwi Hirsch Kalischer gibi. Kalischer, 1836 gibi erken bir tarihte Rothschild ailesine zamanın Mısır ve Filistin valisi olan Kavalalı Mehmet Ali paşadan Kudüs’ün satın alınması için bir girişimde bulunmalarını rica etmiştir. Kraliçenin yakınlarından bir İngiliz Yahudisi olan Moses Montefeir ise bu devletin İngiltere himayesinde kurulması gerektiğine inanmış ve bu fikrini 1835 yılında açıklamıştır. 1827-1839 arası İngilizlerin yoğun çabasıyla Kudüs’teki Yahudi nüfusu 550’den 5500’e çıkmış ve Filistin çapında 10.000’i aşmıştır. 

Bir Yahudi devletinin kurulması fikrinin ilk nüvesi ise Boşnak bir Haham olan Yehuda Alkalay tarafından 1843’te ortaya atılmıştır. Alkalay’in iki temel çağrısı olmuştur; İbranicenin günlük dilde yeniden hayat bulması ve kutsal İsrail topraklarının yeniden fethi için diplomasi, satın alma ve kılıç kullanılmasıdır.

Hareketin Başlangıç Süresi

Batı Avrupa’da Fransız İhtilâli sonrasında farklı dinden olanların yasa önünde eşitliği fikri yayılmaya başlayınca bu coğrafyadaki yahudiler bir takım haklar elde ederek bulundukları toplumlara entegre olmuşlardır. Doğu Avrupa’da ve özellikle Çarlık Rusya’sındaki yahudiler içinse gerek devlet temelli baskılar gerekse hıristiyan toplum temelli çatışmalar artış göstermiştir. Bu sebeple bölgedeki yahudilerde tarihteki ilk temelli göç düşüncesi ve teşkilâtlanması filizlenmiştir. Böylece Filistin’e ilk önemli yahudi göçü gerçekleştirilerek dalgalar halinde devam edecek olan sistemli göç (aliyah) başlamıştır. Bu dönemde yahudiler arasında ağırlıklı göç hareketi Batı’ya ve Amerika’ya doğru olmuştur. Sistemli bir siyasî hareket olarak siyonizmin kurucusu Theodor Herzl’in 1890’larda tarih sahnesine çıktığı yıllarda Avusturyalı Nathan Birnbaum ilk defa siyonizm terimini ortaya atmış, Avrupa’da ve diğer yerlerdeki yahudiler arasında bu fikir hızla yayılmıştır. Dolayısıyla Herzl, siyonizmin teorisini kurup teşkilâtlandırırken kendi hareketini, üzerine kuracağı bir öncü hareketi ve belli ölçüde siyasî bilinçlenmeye ulaşmış bir kitleyi hazır bulmuştur.

Herzl’i, yahudi davasına eğilmeye ve yahudilere ait bir devlet fikrini işlediği Der Judenstaat (1896)(Yahudi Devleti) isimli kitabını yazmaya sevkeden olay Dreyfuss Davası’dır. Bu davada o günlerin Avrupa’sında gittikçe yayılan yahudi aleyhtarlığını gözlemleyen Herzl, yahudilerin genellikle dışlanmış azınlıklar olarak yaşadıkları ülkelerin toplumlarıyla kaynaşamayacağı düşüncesinden hareketle söz konusu kitabını kaleme almıştır. Herzl’in çabaları ve önderliğinde 29 Ağustos 1897’de Basel’de toplanan ilk Dünya Siyonist Kongresi ile Dünya Siyonist Teşkilâtı kurulmuştur. Herzl’in hâtıratında bu kongreyle ilgili söyledikleri önemlidir: “Ben Basel’de yahudi devletini tesis ettim. Bunu bugün yüksek sesle söylesem bütün dünyada bir kahkaha tûfanı kopar. Fakat bundan beş sene, belki elli sene sonra muhakkak herkes bunun böyle olduğunu anlayacaktır”. Dünya Siyonist Teşkilâtı, yerleşimci faaliyetleri yürütme yolunda en temel organ olma niteliğini o günden itibaren korumuştur.

***

Filistin’e Sistemli Yahudi Göçü (Aliyah)

Kelime anlamı “yükselme” olan aliyah, din etkisiyle geçici göçlerden farklı biçimde yahudilerin yurtsuz ve dağınık yaşadıkları yerlerden ata yurtları olan Filistin topraklarına (Eretz Yisrael) siyasî bilinçle ve kalıcı olarak yerleşmek üzere göç etmesidir. Bu çerçevede 1880’lerden II. Dünya Savaşı sonuna kadar süren beş ayrı göç dalgasından bahsedilmiştir. Buna göre 1882-1903 yılları arasında ağırlıklı olarak Rusya, Romanya ve Galiçya’dan 20-30.000 kişi, 1904-1914 arasında çoğunlukla Rusya’dan 35-40.000 kişi, 1919-1923 arasında Rusya, Polonya ve Romanya’dan aralarında İsrail’in gelecekteki siyasî önderlerinin de bulunduğu 35.000 kişi, 1924-1931 arasında özellikle Polonya’dan 88.000 kişi, 1932-1938 arasında Nazizm’in yükselişiyle bilhassa Orta Avrupa’dan 215.000 kişi göç etmiştir. Filistin’e sistemli siyonist göç ve yerleşimi gerçekleştirmek üzere Siyonist Teşkilâta paralel bir dizi başka kuruluş hayata geçirilmiştir. 1901’de siyonist devlet hedefine giden yolda önemli rol oynayacak Yahudi Millî Fonu oluşturulmuş, 1920’ye gelindiğinde fonun yan unsuru olarak Filistin Toprak Geliştirme Şirketi tesis edilmiştir. Bu tür kurumsal çabalarla Yahudiler için toprak edinilmeye çalışılmıştır. 

Balfour Bildirgesi

Amaçlarına ulaşmak için güçlü buldukları devletlerle ilişkiler geliştirmeye çalışan Yahudiler, Chaim Weizmann liderliğinde 1.Dünya Savaşı sırasında, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’yle yakın ilişkiler içinde olmuştur. Bu doğrultuda, ABD Başkanının da onamı alınarak, İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un 2 Kasım 1917’de Siyonist Dernekleri Federasyonu adına Lord Rotschild’a yazdığı mektup şeklindeki bildirge Filistin’de bir yahudi yurdu kurulmasına destek niteliğindedir. Bir yazarın çarpıcı tanımlamasıyla ‘bu bir ulusun ikinci bir ulusa üçüncü bir ulusun ülkesini ciddi biçimde vaad etmesi’ demektir. Ki o zaman Filistin, nüfusunun %90’ı Arap ve toprağının ancak %2’si yahudi mülkünde olan bir ülkedir. 

Filistin’de İngiliz Mandası

Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesiyle birlikte ittifak devletlerince imzalanan gizli anlaşma Sykes-Picot açığa çıkmıştır. Ancak bu gizli anlaşmada İngiltere ve Fransa’nın bölüşeceği Ortadoğu topraklarında Filistin yer almamıştır. 1920 yılının Nisan ayında yapılan San Remo Konferansı ile Filistin üzerinde İngiliz manda yönetimi kabul edilmiş, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin aldığı kararla Filistin’deki İngiliz manda yönetiminin esasları belirlenmiştir. Bu esaslar temel olarak Filistin’de Araplarla Yahudiler arasında bir işbirliği sağlayarak manda yönetimini geliştirmek ve Filistin’i bağımsız bir devlet olarak hazırlamaktır. Ancak bu fiiliyatta hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Araplarla Yahudiler arasında çatışmalar meydana gelmeye başlamış, yahudiler ise Balfour deklarasyonunun aksine bir yurt edinmekten ziyade bir Yahudi Devleti oluşturma gayretine girmişlerdir. İngiliz mandası çatışmaları önlemede yetersiz kalmış, iki toplum arasındaki gerginlik tırmanmaya devam etmiştir. Sayıca az durumda olan Yahudiler, gün geçtikçe gelen göçlerle artmaya başlamış ve bu durum Arapların tepkisine yol açmıştır.

İngiliz hâkimiyeti dönemi, İsrail Devleti’nin ilanına gidilen süreçte Yahudilerin, bir devlet olarak ihtiyaç duyduğu birçok hususu elde ettikleri dönem olmuştur. 1922’de Yahudi Ajansı kurularak, Yahudilerin İngiliz manda yönetimi ve hatta uluslararası arenada diğer devletlerle bir aktör olarak temas kurması sağlanmıştır. Ayrıca yine bu dönemde İbranice; Arapça ve İngilizce gibi resmi dil olarak kabul edilmiştir. Yine bu dönem artan Yahudi nüfusuna bir tepki olarak Arap yeraltı örgütlenmelerinin oluşturulduğu, bu örgütlenmelere karşı oluşturulan Yahudi yeraltı silahlı teşkilatlarının da devreye girmesi ile Arap-Yahudi çatışmasının başladığı dönemdir.

Arap-Yahudi çatışmalarında Arap tarafında en fazla öne çıkan kişi Kudüs Müftüsü Hacı Emîn el-Hüseynî’dir. Ancak Filistin Arap liderliğinin en büyük hastalığı büyük aileler arasındaki rekabetler ve Filistin davasında bu rekabetlerden doğan görüş ayrılıklarıdır. Arapların bu dağınıklığına karşılık Dünya Siyonist Teşkilâtı ile Filistin’deki Yahudi Ajansı sıkı iş birliği içinde gayet sistemli ve tutarlı bir politika takip etmiştir. Bu politikanın neticesi olarak Filistin’de hem Yahudi nüfusunu hem Yahudi toprak mülkiyetini genişletmişlerdir. 

İngilizler Filistin’de, bir taraftan Balfour Bildirgesi ile Yahudilerle manda yönetimi arasında bir denge kurmaya, diğer taraftan da Araplarla Yahudiler arasında ilişki kurmaya çalışmışlardır ancak bunda pek başarılı olamamışlardır. Araplar bu ilişkileri, Yahudileri Filistin’de bir taraf olarak görmedikleri için reddetmişlerdir. Ancak İngilizler, misyonu gereği Yahudilere bir yurt tahsis etmeye devam etmişler ve Yahudilerin oradaki varlığını resmileştirmeye çalışmışlardır. Bu durum aynı zamanda Araplarla Manda yönetimi arasındaki çatışmanın temel sebebini oluşturmaktadır.

Araplar, bu Yahudi akınları karşısında ekonomik ve sosyal alanlarda fazla olmak üzere birçok sıkıntı yaşamaya başlamışlardır. Bu dönemde 1920, 1921 ve 1929 yılında üç büyük Arap ayaklanması meydana gelmiş, İngiliz Manda yönetimi bu ayaklanmaları askeri müdahalelerle durdurmaya çalışmış ancak bu ayaklanmaları bastırmak çok kanlı neticeler doğurmuştur. İngiliz askerleri de dahil üç taraftan da yüzlerce insan ölmüştür. 1920-1933 arası Arap-Yahudi çatışmaları ise mahalli çapta dağınık olmuştur. Sebebi Arap toplumunun Yahudiler gibi Filistin içinde sıkı bir örgütlenme oluşturamamasıdır.

1929 ayaklanmasından sonra İngiltere çözüme ilişkin arayışlara yönelmiştir. Bu bağlamda hukukçular ve iktisatçılar komitesini inceleme yapması ve rapor hazırlaması için Filistin’e göndermiştir. Rapor hazırlama işlemi üç ay sürmüş ve üç ay sonra rapor İngiltere’ye sunulmuştur. 1930 yılında Passfield Beyaz Kitabı, bu rapor doğrultusunda hazırlanmıştır. Sosyalist bir ekonomist olan Baron Passfield, Arapların maruz kaldığı acı durumu görmüş, Siyonizmi emperyalizme benzeten Passfield, yapılan Yahudi göçleri neticesinde ekonomik ve sosyal yaşamda problemlerin artacağını düşünmüştür. Yahudilere göç sınırlandırması ve toprak satışının da sınırlandırılması gerektiğini raporunda belirtmiştir. Oluşmuş olan mevcut durumda Arap-Yahudi işbirliğine dayanan bir yönetimi tavsiye etmiştir. Bu kitapta ayrıca Yahudilerin iyi bir örgütlenmeyle 1 milyon dönüm toprağa sahipken Arapların üçte birinin topraksız olduğu belirtilmiştir. Bölgeye yapılan Yahudi göçünün toprak yetersizliğine ve Araplarda işsizliğe neden olduğunu belirtmiştir. Yahudilere toprak satışının sınırlandırılmasını bundan dolayı savunmuştur. Passfield Beyaz Kitabı, İngilizlerin Arapların haklılığını kabul eden ve Arapların görüşlerini benimseyen tek belge olmuştur. Bu söz konusu rapor, Arapları son derece memnun etse de, Dünya Siyonist Teşkilatını ayağa kaldırmıştır. Protestoların şiddeti, İngilizleri geri adım atmaya zorlamış ve İngiliz Başbakanı McDonald, 13 Şubat 1931’de Weizmann’a bir mektup yazarak, İngiltere’nin 1917 Balfour Deklarasyonu ile benimsediği politikayı sürdürdüklerini belirtmiştir ve bu raporun Arapların nezdinde bir ehemmiyeti kalmamıştır.

1933 yılında Almanya’da antisemitizm (yahudi karşıtlığı) söylemi ile Nazi Partisi’nin iktidara gelmesiyle, Almanya’yla yakınlaşmalarda olan ülkelerden Filistin’e Yahudi göçleri hızlanmış, bu durum 1933’ten sonra Arap-Yahudi çatışmalarının daha da şiddetlenmesine neden olmuştur. Bölgedeki olayların artmasına bir diğer sebep de Filistin’in bağımsızlığı ve İslami bir ülke olması için uğraşan imam ve hatip İzzeddin el-Kassam’ın İngilizler tarafından tutuklanıp hapse atılmasıdır. Hapisten çıktıktan sonra 27 Ekim 1935’te cihat ilan etmiştir. Bu durum İngiltere’yi rahatsız etmiş ve aynı yıl bölgede dolaşırken 500 İngiliz askeri tarafından kuşatılıp öldürülmüştür. İzzeddin el-Kassam Filistin’deyken müftü Hacı Emin el-Hüseyni’yle de tanışmış ancak onun fikirlerini benimsememiştir. Hacı Emin el-Hüseyni’nin fikir önderliğini yaptığı Filistin Kurtuluş Örgütü ve İzzeddin el-Kassam’ın manevi öncüsü olduğu HAMAS halen birbirlerine rakip olmaya devam etmektedirler.

Filistin’deki İngiliz Yüksek Komiserinin de Siyonist olması nedeni ile İngiliz manda yönetiminin Yahudiler lehine yanlı tutumu ve Siyonistlerin büyük önem verdiği Yahudi göçünün devam etmesi üzerine Filistinliler, 15 Nisan 1936 tarihinde, komşu Arap ülkelerinden Arap milliyetçilerinin de mücadeleye katılmak için geldiği, 3 yıl süren Büyük Arap Ayaklanmasını başlatmışlardır. 1936 ayaklanması Filistinlilerin örgütlü ilk başkaldırılarıdır. Bu ayaklanmanın üzerine İngilizler bölgeye bir heyet göndermiştir. Heyet raporu Araplarla Yahudilerin aynı devlet içinde yer almasının mümkün olmayacağını, Filistin topraklarını Arap, Yahudi ve Kudüs’ün İngiliz mandasında bulunan uluslararası bölümü olmak üzere üçe ayrılması gerektiğini içermektedir. Araplar buna karşı çıkarken, Siyonistler ilk etapta küçükte olsa bir devlete sahip olmak istediğinden kabul etmişlerdir.

Almanya’yla savaşma tehlikesinde bulunan İngiltere, sonrasında farklı bir politika yoluna giderek Arapları yanına çekecek bazı işlere girişmiştir. İngiltere’nin Sömürgeler Bakanı Arthur McDonald  tarafından “McDonald Beyaz Kitabı” adıyla Mayıs 1939 yılında resmi bir belge açıklanmıştır. Bu rapora göre on yıl içinde Filistin’de bağımsız bir Filistin Devleti kurulması planlanmıştır. Yahudilerin Filistin’e göçü sınırladırılacak ve kaçak göçler engellenecekti. Beş yıl içinde sadece 75.000 Yahudi’nin Filistin’e göçüne müsaade edilecekti. Bu rapor Arapları ikiye bölerken Yahudilerde şok etkisi yaratmıştır. Yahudiler bu raporu ‘kara kitap’ olarak adlandırmışlardır. Siyonistler için bir dönüm noktası olan bu gelişmeyle birlikte Siyonistler Manda rejiminin son bulması için eylemlerde bulunmaya başlamışlardır. Buna rağmen Yahudiler yine de 2. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin yanında savaşmaya devam etmişlerdir. Bunu Yahudi Ajansı Başkanı Ben Gurion şöyle açıklar: “Bu savaşta ortada son İngiliz kararı yokmuş gibi İngilizlerle birlikte savaşacağız ve savaş yokmuş gibi İngiliz kararıyla mücadele edeceğiz.” 

Savaşın bitmesiyle birlikte Yahudiler eski hamilerine düşman olmuş İngiltere’ye karşı silahlanmaya başlamışlardır. İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu yıkım nedeniyle ekonomik bir çöküntü yaşamakta olan ve bölgedeki şiddet olaylarını kontrol altına alamayan İngiltere, Arap-Yahudi meselesini Birleşmiş Milletler (BM) platformuna taşımayı tercih etmiştir. BM bu tarih itibari ile Filistin sorununu ele almıştır. Bunun üzerine BM Filistin sorununu çözmek için 11 üyeli BM Filistin Özel Komitesi (UNSCOP) oluşturmuştur. Komite sorunu çözmek için Filistin’de incelemeler yapmış, incelemeler sonucunda çoğunluk planı ve azınlık planı olmak üzere 2 tasarı hazırlanmıştır. Çoğunluğun desteklediği Taksim Planı, Filistin’de bağımsız bir Arap Devleti, Yahudi Devleti ve Kudüs’te BM gözetimi altında uluslararası bir bölge kurulmasını; azınlığın desteklediği diğer görüş ise bağımsızlık yerine Filistin’de Yahudi ve Arap topluluklarından oluşan, başkenti Kudüs olan federatif bir Filistin devletinin kurulmasını öngörüyordu. Çoğunluğun planı Yahudiler tarafından şartlı olumlu karşılanmış; Araplar ise çoğunluğun planını Filistin’in toprak bütünlüğünü parçaladığı, azınlık planını ise gizli bir şekilde bölücü amaçlar içerdiği için karşı çıkmışlardır. Arapların önerileri Filistin’deki bütün insanların ve azınlıkların haklarına saygı gösterecek demokratik bir devlet kurulması yönünde olmuştur.

27 Aralık 1947’de BM Genel Kurulu’nun yaptığı oylama sonucunda 10 çekimser, 13 ret ve 33 kabul oyu ile Filistin’de Taksim Planı kabul edilmiştir. 

Aslında Siyonistler de bu planı tüm yönleriyle kabul etmeseler de bu planı uzun süredir bekledikleri ve gerçekleştirmeye çalıştıkları bir Yahudi devletinin olması için bir adım olarak kabul etmişlerdir. Araplar bu planın uygulanmasını durdurmak için gerekirse savaşacaklarını ilan etmişlerdir. 

1948 Nisan-Mayıs aylarında daha da şiddetlenerek katliamlara dönüşen Arap-Yahudi çatışmalarında en önemli olay 9 Nisan 1948’de Irgun adlı radikal Yahudi örgütünün, ilerde İsrail Başbakanı olacak Menahem Begin’in öncülüğünde yapıtığı “Deir Yasin Katliamı”dır. Irgun örgütü Kudüs yakınlarında bulunan bir Arap köyü olan Deir Yasin’e baskın yaparak 254 kişiyi katletmiştir. Katliamın başında olan Begin “Eğer Deir Yasin zaferi olmasaydı bugün İsrail Devleti’de olmazdı” sözleriyle katliamın bir devlet politikası olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yeni katliam korkusu ile binlerce Filistinli Lübnan, Mısır ve Ürdün’e kaçmış; Necev, Celile ve Batı Kudüs Yahudilerin eline geçmiştir. Araplar da Deir Yasin Katliamını karşılıksız bırakmamış ve 13 Mayıs günü Kudüs’ün güneyinde bulunan Kfar Etzion Yahudi yerleşimindeki bütün Yahudileri (124) öldürmüştürler.

14 Mayıs 1948’de 30 yıllık İngiliz manda yönetimi son bulmuştur. İngiltere, manda rejiminin son bulmasıyla birlikte 15 Mayıs 1948’e kadar Filistin’deki bütün güçlerini çekeceğini açıklamış, 14 Mayıs 1948’de David Ben Gurion başkanlığında toplanan Musevi Ulusal Konseyi, İngiliz manda yönetiminin bitmesinden birkaç saat önce İsrail Devleti’nin bağımsızlığını ilan etmiştir. İsrail’in kuruluşu şu bildirge ile duyurulmuştur;

“İsrail toprağı Yahudi halkının doğum yeridir. Burada onların ruhları, dinleri ve ulusal kimlikleri oluştu. Burada onlar bağımsızlığa ulaştı, ulusal kültürleri ve evrensel değerleri oluştu. Burada onlar Bible’yi (Tevrat) armağan etti. Eretz-İsrail halkının doğum yeridir…

…Ilk Siyonist Kongresi…Yahudi halkının kendi ülkesinde ulusal diriliş hakkını ilan ettiler…

…Balfour Deklarasyonu ile tanındı…ve manda rejimi tarafından onaylandı.

…Biz halk konseyinin üyeleri… Eretz-İsrail’de İsrail Devleti olarak bilinecek Yahudi Devletinin kuruluşunu ilan ediyoruz…” 

İsrail Devleti’nin Doğuşu

İsrail,14 Mayıs 1948’de bağımsızlığını ilan etmeden 2 saat önce İngiltere Kudüs’ten çekildiğini duyurmuş; ilan ettikten 24 saatten kısa bir süre sonra da Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’ın düzenli orduları ülkeyi işgal etmiştir.

İsrail’in Bağımsızlık Savaşı olarak bilinen bu savaşta yeni kurulan ve yeterli donanımda olmayan İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), işgalcileri aralıklı mücadelerle 15 ay püskürtmüş ve 6.000’den fazla İsrailli hayatını kaybetmiştir (ülkenin Yahudi nüfusunun yaklaşık yüzde biri). Arap tarafının kaybı ise 12.000-15.000 civarındadır.

1949’un ilk aylarında, İsrail ile Arap ülkelerden her biri (İsrail ile müzakere etmeyi reddeden Irak hariç) arasında, BM’nin himayesinde doğrudan görüşmeler gerçekleştirilmiş ve bu görüşmeler ateşkes anlaşmalarıyla sonuçlanmıştır. Buna göre, Sahil Ovası, Celile ve tüm Negev İsrail’in egemenliğinde kalmış, Judea ve Samaria (Batı Şeria) Ürdün, Gazze Şeridi Mısır yönetimine girmiş ve Kudüs şehri bölünerek Eski şehir dahil doğu kısmını Ürdün, batı kısmını İsrail kontrol altına almıştır.

Yeni Devletin İnşası

Savaş bittikten sonra, İsrail, devleti inşa etmeye odaklanmıştır. İlk 120 sandalyeli Knesset (parlamento) meclisi, tüm seçmenlerin yaklaşık yüzde 85’inin oy kullandıkları ulusal seçimlerden (25 Ocak 1949) sonra işlemeye başlamıştır.

Başbakan ve Meclis başkanı ise İsrail’in devlet olma sürecinde liderlik eden iki kişi olmuştur. Yahudi Ajansı başkanı David Ben-Gurion ilk başbakan seçilmiş ve Dünya Siyonist Örgütü başkanı Chaim Weizmann, Knesset tarafından ilk başkan olarak seçilmiştir.11 Mayıs 1949’da ise İsrail, Birleşmiş Milletler’in 59. üyesi olarak yerini almıştır. İsrail’in ikinci on yılında ise (1958-68) Kudüs’te Knesset için kalıcı bir bina inşa edilmiştir.                                                                          

İsrail varoluşunun kalbinde yer alan ‘Diaspora koleksiyonu’ kavramına uygun olarak her Yahudi’ye ülkeye gelme hakkı tanımış ve girişte onlara vatandaşlıklarını vermiştir. Bağımsızlığın ilk dört ayında, başta Holokost mağdurları olmak üzere yaklaşık 50.000 Yahudi İsrail kıyılarına ulaşmıştır. 1951’in sonuna gelindiğinde 300.000’den fazlası Arap topraklarından mülteci olan toplam 687.000 erkek, kadın ve çocuk gelmiş ve Yahudi nüfusu katbekat artmaya devam etmiştir.

İlk on yılın sonuna doğru sanayi ihracatı, istihdam edilen kişi sayısıyla orantılı olarak dört kat artmıştır.

1956 Süveyş Krizi

1948 ateşkes anlaşmaları kalıcı bir barış yolunu açmayı başaramamış bilakis ilişkiler sürekli kopma noktasına gelmiştir. Cinayetler ve sabotaj artmış ve Sina yarımadası yavaş yavaş büyük bir Mısır askeri üssüne dönüştürülmüştür.

26 Temmuz 1956’da Mısır Başkanı Nasır, Süveyş Kanalı Şirketi’nin millileştirildiğini ve elde edilecek gelirin Assuan Barajı’nın yapımında kullanılacağını, ancak kanaldan geçişlerin yine 1888 İstanbul Sözleşmesi’ne uygun olarak süreceğini açıklamasıyla başlayan kriz, çatışmalar ve askeri görüşmelerle sürmüştür. 

Mısır, Suriye ve Ürdün tarafından üçlü bir askeri ittifakın imzalanması üzerine (Ekim 1956), İsrail’in varlığına yönelik yakın tehdit yoğunlaşmıştır. Sekiz günlük bir operasyon sonrasında İsrail, Süveyş Kanalı’nın 16 km doğusunda, Gazze Şeridi’ni ve tüm Sina Yarımadası’nı ele geçirmiştir.

Sonuç olarak, Asya ve Doğu Afrika ülkeleri ile ticaretin ve Basra Körfezi’nden petrol ithalatının gelişmesini sağlayan Tiran Boğazı İsrail’e açılmıştır. Birleşmiş Milletler Barış Gücü kurularak Gazze Şeridi’ne ve Sina Yarımadası’na yerleştirilmiştir. Birçok ülkenin katılımıyla oluşturulan bu güç “barış sağlanıncaya kadar Mısır ve İsrail’in savaşmasını engellemek” sorumluluğunu üstlenmiştir.

1967’ye kadar bölgede kalan Barış Gücü, bu tarihte çekilmiş ve hemen ardından Altı Gün Savaşı çıkmıştır.

1967 Altı Gün Savaşı

Arap devletleri Yahudi devletini ortadan kaldırmaya hazırlanırken, İsrail güneyde Mısır, doğuda Ürdün, kuzeyde Golan Tepeleri’nde Suriye kuvvetlerine karşı önleyici bir harekât başlatmıştır. (5 Haziran 1967’de).

Altı günlük bir savaştan sonra Yahudiye, Samaria, Gazze Şeridi, Sina Yarımadası ve  Golan Tepeleri ile yeni ateşkes hatları tanımlanmış, sonuç olarak, kuzey köyleri 19 yıllık sürekli topçu bombardımanına tanık olmuş ve İsrail’in Tiran Boğazı’nda hareket özgürlüğü garanti edilmiştir. 1949’dan beri İsrail ve Ürdün yönetimi altında bölünmüş bir şehir olan Kudüs’ün iki parçası birleştirilmiş ve İsrail yönetimi altına girmiştir.

Savaştan Barışa

Arapların İsrail’le barışı reddetme döngüsü, Mısır Cumhurbaşkanı Anwar Sadat’ın Kudüs’e (Kasım 1977) ziyareti ve ardından Mısır ve İsrail arasında Amerika himayesinde yapılan müzakerelerle kırılmıştır. Ortaya çıkan Camp David Anlaşmaları (Eylül 1978), Filistin’de özyönetim için ayrıntılı bir teklif de dahil olmak üzere Ortadoğu’da kapsamlı bir barış için bir çerçeve içerecek şekilde hazırlanmıştır.

26 Mart 1979’da İsrail ve Mısır Washington DC’de bir barış anlaşması imzalamış ve aralarındaki 30 yıllık savaş durumunu sona erdirmişlerdir. Antlaşma şartlarına uygun olarak, İsrail Sina yarımadasından çekilmiş ve karşılıklı tanınan uluslararası sınırlar için eski ateşkes hatları ve ateşkes anlaşmaları değişmiştir.

1991 Madrid Barış Konferansı’nın ardından Ürdün ve İsrail arasındaki üç yıllık müzakereler, Ürdün Haşimi Kralı Hüseyin ile Başbakan Yitzhak Rabin (Temmuz 1994) tarafından yapılan açıklamayla sona ermiştir. Ürdün-İsrail barış anlaşması, 26 Ekim 1994 tarihinde Amerikan Başkanı Bill Clinton’un huzurunda Arava sınır kapısında imzalanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi Soykırımı: HOLOKOST

Holokost sözcüğü Yunanca ‘bütün’ anlamına gelen ‘holos’ ve ‘yanık’ anlamına gelen ‘kaustos’ sözcüklerinden köken almıştır; Nazilerin II. Dünya Savaşı’nda, 6 milyon civarında Yahudi’ye yaptığı sistematik soykırımın tercih edilen adı olmuştur.

Nazizm

Almanya Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmış, savaşın bütün zayiatlarından Almanya sorumlu tutulmuş; savaşın sonunda imzalanan barış antlaşması ‘Versay’, Alman ekonomisine büyük zorluklar yüklemiştir. 

Bu durumu kaldıramayan Alman ekonomisi yüksek oranda işsizliğin de etkisiyle büyük bir çöküş yaşamıştır. 1923’te Alman hiperenflasyonu olarak bilinen Alman parasının değer kaybetmesi halk üzerinde ilerleyen dönemde gözlemlenecek değişikliklere sebep olmuştur. Bu değişiklikler arasında en belirgini halkın radikal görüşlere daha yatkın hale gelmesi olarak belirtilmiştir. 

Bu dönemde Almanya’da yükselmekte olan görüşlerden biri de Nasyonel Sosyalizm’dir. Köken olarak Nazizm; militarist Prusya felsefesine ve Nietzche’nin übermensch (üst insan) görüşüne dayandırılmakta olsa da bu siyasi akımın en belirgin temelleri Adolf Hitler tarafından Mein Kampf(Kavgam) kitabında atılmıştır.

Nazizmin temel hedefleri Hitler tarafından bu kitapta şu şekilde belirtilmiştir:

  • Bölgesel genişleme 
  • Üstün Aryan ırkını saflaştırma
  • Yahudileri yok etme

Bu hedefler doğrultusunda 1933 Nazi iktidarından başlamak üzere İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Avrupa’da Anti-Semitizm’de artış gözlenmiş, Holokost ise bu artışın zirve noktasını oluşturmuştur.

Savaş Öncesi Durum

Naziler 1935’te Nürnberg’deki yıllık parti toplantısında, Nazi ideolojisine hâkim birçok ırkçı teoriyi kurumsallaştıran yeni kanunlar açıklamıştır. Yasalar, Alman Yahudilerini Reich vatandaşlığından dışlamış ve onlara “Alman ya da Alman kanıyla ilişkili” kişilerle evlenmeyi ya da cinsel ilişki kurmayı yasaklamıştır. Bu yasalara bağlı ikincil yönetmeliklerle, Yahudiler haklarından mahrum edilerek, birçok politik haktan yoksun bırakılmıştır. Bu kanunlar tarihe “Nürnberg Yasaları” olarak geçmiştir. Nürnberg Yasaları artan antisemitizmin bir tecellisi olmuş, Almanların Yahudilere olan tavrının ilerleyen süreçte nasıl olacağını göstermiştir.

9 Kasım 1938 gecesi, tüm Reich’ta Yahudilere karşı bir şiddet hareketi başlamıştır. Bu hareket Paris’te bir Alman yetkilisinin Yahudi bir genç tarafından öldürülmesi sonucu Almanların öfkesiyle planlanmadan ortaya çıkmış gibi görünmüştü fakat Alman propaganda bakanı Joseph Goebbels ve diğer Naziler tarafından özenle organize edilmiştir. İki gün içinde, polis ve itfaiye öylece durup seyrederken, 250’nin üzerinde sinagog yakılmış, 7.000’den fazla Yahudi işletmesi yıkılmış ve yağmalanmış, onlarca Yahudi öldürülmüş, Yahudi mezarlıkları, hastaneleri, okulları ve evleri yağmalanmıştır. Mağaza vitrinlerinin kırılan ve sokaklara yayılan camlarından dolayı, bu pogromlar Kristallnacht “Kristal Gece” adıyla tarihe geçmiştir. Kristallnacht Yahudi düşmanlığının nasıl fiiliyata dönüşebildiğini tüm dünyaya göstermiş, artan Yahudi mülteci sorununu farklı bir boyuta taşımıştır.

1933 ve 1941 arasında Naziler, 525.000 Alman Yahudi’si için hayatı zorlaştırarak Almanya’yı terk etmek zorunda bırakmış ve bu yolla Almanya’yı judenrein (Yahudilerden arınmış) yapmaya çalışmıştır. 1938’de yaklaşık 150.000 Alman Yahudi’si çoktan ayrılmış ancak Almanya, Mart 1938’de Avusturya’yı ilhak ettikten sonra, 185.000 Yahudi daha Nazi yönetimi altına girmiştir.

Temmuz 1938’in başlarında, 32 ülkeden delegeler ve bir dizi sivil toplum kuruluşu, Cenevre Gölü’ndeki Fransız Evian beldesinde bir araya gelmiş, amaçlarını Yahudi mülteciler için olan göç kanunlarını değiştirmek olarak belirtmişlerdir. Ancak Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere de dahil olmak üzere çoğu ülke, daha fazla mülteciye izin vermemek için mazeretler sunmuş, sadece Dominik Cumhuriyeti ek mültecileri kabul etmeyi onaylamıştır. Bu durum ilerleyen süreçte bir Nazi propagandasına dönüşmüş ve Hitler tarafından Yahudileri kimsenin istemediği yönünde yorumlanmıştır.

Savaş ve Soykırım

İkinci Dünya Savaşı, 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgali ile başlamış ve 1945’e kadar sürmüştür. Bu süreçte Naziler, kıta Avrupası’nın büyük bir kısmını işgal etmiş ve 9 milyon Avrupa Yahudi’sinin kaderini belirleyebilecek duruma gelmişlerdir.

Almanlar işgal ettikleri bölgelerde kontrolü kolaylaştıracaklarını düşündükleri gettolar oluşturmuş, Yahudi ve Romen halklarını buralarda toplamışlardır. Alman belgelerinde ve getto girişlerindeki tabelalarda, Naziler genellikle “Jüdischer Wohnbezirk “veya “Wohngebiet der Juden” olarak adlandırmış ve her ikisi de Yahudi Mahallesi olarak tercüme edilmiştir. Holokost tarihçileri tarafından açık gettolar, kapalı gettolar, iş, transit ve yıkım gettoları dahil olmak üzere birçok farklı tipi tanımlanmıştır.

“Yahudi sorununun son çözümü veya nihai çözüm” (Endlösung der Judenfrage), II. Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin soykırımı için bir Nazi planı olarak tarihe geçmiştir. “Yahudi sorununun nihai çözümü”, Avrupa kıtasıyla sınırlı olmayan, ulaşılabilen tüm Yahudilerin öldürülmesi için yapılacak soykırımın resmi kod adı olmuştur.  Alman işgali altındaki Avrupa genelinde başlayan bu kasıtlı ve sistematik soykırım politikası, Ocak 1942’de Berlin yakınlarında düzenlenen Wannsee Konferansı’nda Nazi liderliği tarafından prosedürel ve jeopolitik olarak formüle edilmiş ve Holokost’ta zirveye ulaşmıştır. Polonyalı Yahudiler’ in %90’ı  ve Avrupa Yahudi nüfusunun üçte ikisi bu politika sonucu hayatını kaybetmiştir.

“Nihai Çözüm”ü (Yahudi soykırımı ya da kitle imhası) kolaylaştırmak adına, Naziler Yahudi nüfusunun en yüksek olduğu Polonya’da imha kampları kurmuştur. İmha kampları katliamın etkili bir şekilde gerçekleştirilmesi için tasarlanmıştır. İmha kamplarının ilki, Chelmno, Aralık 1941’de kurulmuş, Chelmno’da Yahudiler ve Romanlar mobil gaz arabalarında öldürülmüştür. 1942’de Naziler Generalgouvernement (işgal edilen Polonya topraklarının iç kısmı) Yahudilerini sistematik olarak öldürebilmek için Belzec, Sobibor ve Treblinka‘da imha kampları kurmuştur. 

Naziler öldürme verimini artırmak ve öldürme sürecini failler açısından gayri şahsî hale getirmek için gaz odalarını (içeridekileri öldürmek için zehirli gazla dolu odaları) inşa etmişlerdir. Auschwitz kompleksinde bulunan Birkenau imha kampında dört tane gaz odası olduğu belirtilmiştir. Kampa yapılan sürgünler en yüksek seviyeye ulaşırken, 6.000 kadar Yahudi her gün gaz odasında zehirlenerek öldürüldüğü kayıtlara geçmiştir. 

Nazi işgali altındaki topraklarda yaşayan Yahudiler, işgal edilmiş Polonya’daki ölüm merkezlerine giden yolculuklarında önce Hollanda’daki Westerbork’a ya da Fransa’daki Drancy geçici kampına sürülmüşlerdir. Geçici kamplar genellikle imha kampından önceki son durak olmuştur. 

Milyonlarca insan farklı türlerdeki Nazi kamplarında hapsedilerek kendilerine kötü muamele edilmiştir. SS (Schutzstaffel, Silahlı Kuvvetler) idaresinde, Almanlar ve işbirlikçilerinin yalnızca imha kamplarında üç milyondan fazla Yahudiyi öldürdüğü belirtilmiştir. Nazi kamplarında tutuklu olanların çok küçük bir bölümü sağ kalmayı başarmıştır.

Bu planlı uygulanan soykırım ise tarihe “Holokost” olarak geçmiştir.

Günümüze Yansımalar

Uluslararası Holokost’u Anma Günü, İkinci Dünya Savaşı döneminde gerçekleşen Holokost trajedisini anan, uluslararası bir anma günü olmuş ve ocak ayının 27’si olarak belirlenmiştir. Nazi rejimi ve işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilen, 6 milyon Yahudi ve diğer 11 milyon insanın hayatına mal olan soykırımın anılması planlanmıştır.

1 Kasım 2005 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 42. Genel kurul toplantısında, 60/7 numaralı çözüm önergesi oy çokluğuyla geçirilmiş ve bu anma günü resmen tanınmıştır. Bu çözüm önergesi, ilk olarak 24 Ocak 2005 tarihinde, Nazi toplama kamplarının serbest bırakıldığı günün 60. yıl dönümünde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na iletilmiştir. 

Sinemada “The Schindlers’ List” ve” The Pianist” gibi birçok filme konu olan holokost insanlığın büyük utancı olarak insanlık tarihindeki yerini almıştır.

KAYNAKÇA

  1. Encyclopædia Britannica, NazismArticle, January 09, 2020, URL: https://www.britannica.com/event/Nazism  March 16, 2020
  2. Peter John Heather, Lawrence G. Duggan and Others, Germany Article  (Years of Crisis 1920-23), March 11, 2020, URL: https://www.britannica.com/place/Germany  March 16, 2020
  3. Michael Berenbaum, Holocaust Article, January 14, 2020, URL: https://www.britannica.com/event/Holocaust  March 16, 2020
  4. United States Holocaust Memorial Museum, “Jews in Prewar Germany”,  URL: https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/jews-in-prewar-germany,  March 16, 2020
  5. United States Holocaust Memorial Museum, “The “Final Solution”, URL: https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/the-final-solution?parent=en%2F11148 , March 16, 2020 
  6. Israel Ministry of Foreign Affairs,”History The State Of İsrael”. 2013, URL: https://mfa.gov.il/mfa/aboutisrael/history/pages/history-%20the%20state%20of%20israel.aspx , March 29,2020
  7. Office of the Historian,”Creation of Israel 1948”, URL: https://history.state.gov/milestones/1945-1952/creation-israel ,March 29,2020
  8. Encyclopædia Britannica, “Establishment of Israel The war of 1948”, URL: https://www.britannica.com/place/Israel/Establishment-of-Israel,March 29,2020
  9. Encyclopædia Judaica, “The Twelve Tribes of İsrael”. 2008, URL: https://www.jewishvirtuallibrary.org/the-twelve-tribes-of-israel, March 29,2020
  10. Encyclopædia Judaica,”The Two Kingdoms of İsrael”. 2008, URL: https://www.jewishvirtuallibrary.org/the-two-kingdoms-of-israel, March 29,2020
  11. Öke MK. Siyonizm ve Filistin Sorunu. 7.baskı: İstanbul; Timaş Yayınları; 2018
  12. Turan Ö, Düşman Kardeşler (Siyonizm, İsrail ve Filistin Direnişi). 2.baskı: İstanbul; Hida yayıncılık; 2018
  13. Johnson P, Yahudi Tarihi, Çev. Filiz Orman. 2.baskı: İstanbul: Pozitif Yayınları;2002
  14. Kara İ, HAMAS: Bir Direnişin Perde Arkası. İstanbul: RA Yayıncılık; 2006.
  15. Besalel Y,  Yahudi Tarihi. İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın Yayın;2001
  16. BİSAV, Filistin Çıkmazdan Çözüme, “Küresel Bölgesel Dengeler ve Ortadoğu Barış Süreci”, Davutoğlu A. İstanbul; Küre Yayınları; 2003 
  17. Kutluay Y, Siyonizm ve Türkiye. Bilge Karınca Yayınları: İstanbul; 2010
  18. Karaman ML, Siyonizm, c:37. s.329-335; TDV İslam Ansiklopedisi: İstanbul;2009
  19. Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an tefsiri, URL: https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/109/102-103-ayet-tefsiri, March 29, 2020
  20. Cevdet A, Peygamberler ve Halifeler Tarihi, c:1, s.12-30; Akit Yayınları: İstanbul; 1997
  21. Özkartal F. 2016; URL: https://www.ilimvemedeniyet.com/israil-devletinin-kurulusunda-ingilterenin-tarihsel-rolu.html, March 29,2020
  22. Köşker Aİ. 2018; URL: https://www.ilimvemedeniyet.com/yahudi-toplumu-liderlik-ve-kurumlar.html, March 29, 2020 
  23. Kızıloğlu S. İsrail devletinin kuruluşuna kadar geçen süreçte yahudiler ve siyonizmin gelişimi. Sosyal Bilimler Dergisi 2012 Jan; 2(1): 35-64