ROMA’NIN SİLİNMEYEN YÜZÜ: İTALYA

CİHANNÜMA ÇALIŞMA GRUBU

· 26 dk okuma süresi >

YAZARLAR

¹Awab Mohammed*

2Elif İpek

3Hatice Hilal Polat

4Sena Araz

5Sinem Erkış

  1. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  3. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  4. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  5. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Odyoloji Bölümü

*İletişim: awab9010@gmail.com

İTALYA’NIN JEOPOLİTİK İNCELEMESİ

Coğrafi Konum

İtalya yüzölçümü (301.302 km2 ) olan bir Güney Avrupa ülkesidir. Kuzeyde Fransa, İsviçre, Avusturya ve Slovenya’ya komşu olup bu sınırlar Alp Dağları doruk çizgisi tarafından doğal olarak tanımlanmıştır. Ülkenin güney kısmı çizme biçimindeki İtalyan Yarımadası ve Akdeniz’in en geniş iki adası olan Sicilya ve Sardinya ile birlikte yaklaşık 68 küçük adadan oluşur. Doğusunda Adriyatik denizi batısında ise Tiren denizi bulunmaktadır. Ayrıca kendi toprakları içerisinde bulunan iki bağımsız ülke ile de sınırı vardır. Bu ülkelerden biri Katolik mezhebinin dini başkenti olan, Roma içerisindeki Vatikan Devleti; diğeri de Avrupa’nın yaşayan en eski cumhuriyeti olan ve Floransa’nın 100 km. kadar batısında yer alan San Marino Cumhuriyeti’dir.

Fiziki Özellikler

Genelde dağlık bir ülke olan İtalya’nın kuzeyinde, bir bölümü komşu ülkelere taşan sarp ve yüksek dağ sistemlerinden Alp dağları batı-doğu doğrultusunda bir yay çizerken uzunluğu 1200 kilometreyi aşan Apenin sıradağları kuzeyden güneye doğru yarımada boyunca bir omurga gibi uzanır ve Messina Boğaz’ından sonra Sicilya’da devam eder. Kuzey İtalya boyunca uzanan Dolomit dağları, Alp dağlarının bir parçasıdır ve “Bolzano” adlı bölgede bulunmaktadır.

Ülkede son yüzyılda aktif olmuş üç yanardağ bulunmaktadır. Etna (3340m.), Stromboli (924m) ve Vezüv (1279m).

Ülkede bulunan nehirler genelde kısadır. İtalyan’ın en uzun nehri, Po nehri, doğuda bulunan Adriyatik Denizi’ne dökülür. Drenaj havzası (70.091 km2) kaplayarak İtalya’nın en geniş ve en verimli ovası olan Po ovasını (50.000 km2) oluşturur. 

İtalya’da yaklaşık 1.500 göl vardır. Bunların çoğu hidroelektrik santralleri için kullanılan küçük Alp gölleridir. İtalyan göllerinin büyüklük ve önem bakımından en göze çarpanları ise Garda, Maggiore ve Como gölleridir. İtalya’nın kuzeyinde, Milano çevresinde bulunmaktadırlar. Yarı Akdeniz iklimine sahip olup, çevrelerinde zeytin ve narenciye ağaçları bulunmaktadır. 

İtalya’da ayrıca gözenekli kayaların bir sonucu olarak su sistemlerinin yeraltına aktığı, yer altı akarsuları, düdenler ve göllerin oluşturduğu önemli alanlar vardır. Bunlar genelde mağaralarla bağlantılı halde bulunurlar. En ünlü örneği güney İtalya’daki Puglia bölgesindeki Castella’dır.

İtalya’nın üç tarafı denizlerle çevrilidir.Bunlar; Kuzeybatıda Ligurya denizi, güneybatıda Tiren denizi, güney ve güneydoğuda İyonya denizi ve doğuda Adriyatik denizidir. Akdeniz’deki en büyük iki ada olan Sicilya ve Sardinya, İtalya’nın bir parçasıdır. Sicilya, aktif volkanlar ve depremlerle Akdeniz’in en büyük adasıdır. Sardinya, temelde okyanustan yükselen dağlardır. Aynı zamanda başka birçok ada grubu da mevcuttur.

İtalya’nın boğazları, coğrafî ayrım bir yana, iki kıyının da İtalya’ya ait olup olmamasına göre bir ayrıma tâbi tutulabilecektir: Her iki kıyısı da İtalya’ya ait boğazlar:Messina Boğazı, Piambioni Boğazı ve Sicilya Boğazı.Tek kıyısı İtalya’ya ait boğazlar: Bonifacio Boğazı (Korsika Adası/Fransa), Korsika Boğazı (Fransa), Malta Boğazı (Malta) ve Otranto Boğazı (Arnavutluk).

İklim

İtalya ılıman kuşakta yer almaktadır. Ülkenin genelinde yazları sıcak ve kurak; kışları serin ve yağışlı olan Akdeniz iklimi hakim olsa da iklim değerleri İtalya’nın kuzeyinden güneyine doğru önemli ölçüde değişmektedir.

En kuzeyde olan Alp bölgesinde kışlar çok soğuk ve sert geçer, karasal dağ iklimi hakimdir. Po vadisinin iç kesimleri doğu kıyılarına göre yazları daha sıcak, kışları daha şiddetli geçirir. Güney İtalya’da ve adalarda kışlar hiçbir zaman sert değildir. İlkbahar ve sonbahar sıcaklıkları, İtalya’nın diğer bölgelerinde yaz aylarında ulaşılan sıcaklıklarla benzerlik göstermektedir. Ülkenin batı kısmını oluşturan Tiren kıyıları doğu kısmını oluşturan Adriyatik kıyılarından daha sıcak ve daha nemlidir. Calabria, Sicilya, Sardinya bölgesi Akdeniz ile çevrili dağlık bölgelerdir bu nedenle daha kuzeydeki İtalyan anakarasının yüksek bölgelerinden daha yüksek sıcaklıklara sahiptirler. 

Tarım

Ülkenin peyzajı nedeniyle kuzey bölgelerde daha yoğun ve büyük üretim; güney bölgelerde ve dağlık alanlarda ise küçük üretim daha yaygındır. Uzunlamasına ve çoğunlukla dağlık bir araziye sahip olunması sebebiyle ve ayrıca kuzeyden güneye doğru büyük ölçüde değişen iklimle tarımda çok çeşitli mahsuller elde edilmektedir. İtalya’nın kuzey kesiminde mısır, pirinç, şeker pancarı, soya fasulyesi, et, meyve ve süt ürünleri üretilirken güney kesiminde seralar, buğday, üzüm bağları ve narenciye bulunmaktadır.

Turizm

Turizm endüstrisi hem ulusal hem de uluslararası himaye altında gelişmiştir. Roma, Floransa, Venedik ve Napoli gibi büyük kültür merkezleri dışında en popüler yerler, kıyı tatil köyleri ve adaları veya kuzeydeki Alp tepeleri ve gölleridir. Ligurian ve Amalfi rivieraları, kuzey Adriyatik kıyısı, Tiren Denizi’ndeki küçük adalar (Elba, Capri ve Ischia), Sardinya’nın Zümrüt Sahili, Sicilya, Gran Paradiso Milli Parkı ve Dolomitler, Abruzzo Ulusal Parkı bunlara örnek bazı lokasyonlardır.

Ekonomik Yapı

IMF 2011 yılı verilerine göre İtalya dünyanın 8., Avrupa’nın 4. büyük ekonomisidir. Avrupa Birliği’nin kurucu üyesi olan İtalya, aynı zamanda ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Kanada ve Japonya ile birlikte G7 adı verilen sanayileşmiş ülkeler grubuna dahildir.

İtalya ekonomisinde imalat sektörü çok güçlüdür. Ana sanayiler arasında otomotiv, gemi yapımı, kimyasallar, mobilya, giyim ve tekstil, deri eşya ve ayakkabı, gıda prosesi, seramik ürünler, parçalar ve makineleri sayılabilir. İtalyan ekonomisinin bir diğer gücü ise “sanayi bölgeleri” olarak adlandırılan ve aynı sektörde, her biri üretim aşamalarının başka bir dalında uzmanlaşmış birçok firmanın sıkı ekonomik ilişkiler içerisinde bir arada bulunduğu alanların gelişimidir. Bugün İtalya’da 200’den fazla sanayi bölgesi mevcuttur.

2017 yılında dünyanın en çok ihracat yapan 9. ve ithalat gerçekleştiren 10. ülkesi olmuştur. İtalya’nın başlıca ticaret ortakları; Almanya, Fransa, ABD, İspanya, Çin Halk Cumhuriyeti, Hollanda ve İngiltere’dir. Ülkenin ihracatında en önde gelen ticaret ortağı ABD iken ithalatında da Çin birinci sırada yer almaktadır. İtalya’nın ihracatına bakıldığında başlıca ihracat kalemleri; makine ve ulaşım araçları, kimyevi ürünler, tekstil, rafine petrolden elde edilen ürünler ve otomobil ve motorlu araç aksesuarlarıdır. Bunun yanında gıda ve içecek, tekstil, seramik gibi İtalyan küçük ve orta ölçekli işletmelerinin belkemiğini oluşturan emek isteyen ürünler de İtalya’nın ihracatında önemli yer tutmaktadır. Ülkenin başlıca ithalat kalemleri ise ulaşım araçları, ham petrol, kimyevi ürünler, değerli metaller ve doğal gazdır.

Nüfus

14. yüzyılın ortalarında yaşanan veba, yarımadanın nüfusunu önemli ölçüde azaltmıştır. 17. yüzyılın başında ise uzun nüfus artış dönemi sona ermiştir. 18. yüzyılın başlarından 1860’lardaki birleşmeye kadar, Napolyon Savaşları sırasında kesintiye uğramasına rağmen, hafif ve istikrarlı bir büyüme yaşanmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar yüksek göç seviyelerine rağmen nüfus iki katından fazla artmıştır. İlginç bir şekilde, doğal nüfus artışı, ikisi arasında açık bir nedensel ilişki olmamasına rağmen, en yüksek göçün yaşandığı on yıllar boyunca sıklıkla en yüksek seviyededir.

Genel olarak, doğum oranı ve ortalama aile büyüklüğü İtalya’nın güneyinde kuzeyde olduğundan daha yüksektir, ancak Molise  Basilicata ve Calabria’daki nüfuslar devam eden göç yoluyla azalmaktadır. Gelişmiş tıbbi bakım ve daha genç nüfusun bir sonucu olarak, ölüm oranı güneyde kuzeydekinden biraz daha düşüktür; bazı kuzey bölgelerinde, özellikle Ligurya ‘da nüfus azalmaktadır çünkü doğum oranı ölüm oranından daha hızlı düşmektedir. Bir bütün olarak ülke için yaşam beklentisi 82 yaşına kadar yükselmiştir. Bu durumun sebebi daha yüksek beslenme, sağlık ve tıbbi standartlarının oluşmasıdır.

25 Ekim 2020 tarihinden itibaren İtalya’da nüfus 60.433.453 olarak belirlenmiştir. İtalya’da nüfus yoğunluğu Km2 başına 206’dır. Ortanca yaş ise 47.3 yıldır.

İTALYA’YA HRİSTİYANLIĞIN GELİŞİ

Hristiyan olan ve Hristiyanlığı devlet himayesine alan ilk Roma imparatoru Konstantinos olmuştur. 306’da imparator ilân edilen Konstantin, 313 yılında yayınladığı Milan fermanı ile topraklarında yaşayan hristiyanlara hürriyet vermiştir. Konstantin’in Hristiyanlığı niçin tercih ettiği bilinmemektedir. Bir rivayete göre 312’de Maxentius ile yaptığı savaştan önce gördüğü bir rüyada Îsâ ona bu savaştan galip çıkacağını müjdelemiştir. Kilise, onun Hristiyanlığı seçmesindeki en önemli faktör olarak bu rüyayı kabul etmiştir. Bununla birlikte İstanbul’u Yeni Roma ilân eden Konstantin’in, topraklarında hızla yayılan ve güçlü bir hale gelen hristiyan nüfusunu siyasî hedefleri için kullanma niyeti taşıdığı ihtimali göz ardı edilemez. Çünkü 4. yüzyılda Güney Avrupa’nın, Anadolu’nun ve Kuzey Afrika’nın büyük bir kısmı hristiyan olmuştur. Öte yandan bu yüzyıldan itibaren kuzeyden güneye doğru inmeye başlayan Germenik kabilelerin tehdidi, imparatorluğu birleştirecek bir güçle önlenmiştir ve bu noktada putperestliğe savaş açan Hristiyanlığın önemi tartışılmaz  olmuştur. İmparatorluğun doğu sınırını teşkil eden Ermeniler arasında Büyük Gregory’nin sürdürdüğü faaliyetlerle hristiyan nüfusu hızla artmıştır; Ermeni Kralı Tridates de Hristiyanlığı ilk kabul eden kral olmuştur. Konstantin’in Hristiyanlığı himayesine alması ile birlikte imparatorluğa doğudan gelen tehdit bir müddet için ertelenmiştir. Konstantin İstanbul’u Doğu Roma İmparatorluğu’nun başşehri yapınca İstanbul da önemli kilise merkezleri arasına girmiştir.

Batı topraklarında kuzeyden gelen Got istilâları Piskopos Ulfilas’ın (ö. 381) sayesinde önlenmiş ve Gotlar’ın büyük bir kısmı da hristiyan olmuştur. Ulfilas, Kitâb-ı Mukaddes’i Gotça’ya çevirerek Gotça’yı yazı dili haline getirmiştir. Bu gelişmelerden hareketle, IV. yüzyılda Konstantin’den başlamak üzere Roma imparatorlarının Hıristiyanlık’ta pragmatik olarak kullanabilecekleri bir güç buldukları tahmin edilebilir. Bununla birlikte kilise geleneğinin kabul ettiği üzere Konstantin’in samimi yönelişinin de dikkate alınması gerekmektedir.

Hristiyanlığı Roma Devleti’nin resmî dini olarak tanıyan ilk imparator I. Theodosios olmuştur. Aynı kurumlaşma eğilimi torunu II. Theodosios döneminde de sürmüştür. Konstantin’den başlayarak II. Theodosios’un 450’deki ölümüne kadar geçen sürede çok sayıda Hristiyan mezhebe karşı mücadeleler ana meseleyi teşkil etmiştir. Konstantin’den Papa I. Gregory’ye (590) kadar geçen süre Hristiyanlığın hızla yayılmaya başladığı bir dönem olarak bilinmektedir. Bu süreç aynı zamanda, çoğu mezhep çatışmalarına yönelik Hristiyanlık içi birtakım gelişmelerin de habercisi olmuştur.

Barbar akınları sonucunda imparatorluğun batı topraklarının tehlikeye girmesi üzerine 4. yüzyıldan itibaren Roma’nın Doğu ve Batı olarak iki ana coğrafyaya ayrılması bir anlamda Hristiyanlığın kaderini de belirlemiştir. Bu tarihten sonra Batı’daki Hristiyanlık Latin kökenine bağlı kalıp Avrupa coğrafyasını şekillendirmiştir. Doğu Hristiyanlığı ise İstanbul merkez olmak üzere Grek mirasına sahip çıkarak Anadolu coğrafyasındaki Hristiyanlığı oluşturmuştur. 4. yüzyıl aynı zamanda, devlet himayesinden faydalanan mahallî kiliselerin entelektüel açıdan gelişmesine ve mezhep kavgalarına yol açacak hizipleşmelere de kaynaklık etmiştir.

6. yüzyıla gelindiğinde Avrupa Hristiyanlığı’nın kaderi açısından son derece önemli bir dizi olay yaşanmıştır. III. yüzyıldan beri zaman zaman kuzeyden gelen barbar kabileleri 5. yüzyılda Roma’yı yıkmışlar ve Hristiyanlığın yetki merkezinin dağılmasına sebep olmuşlardır. Bununla birlikte kilisenin yeni merkezler bulma ve kendini koruma amacıyla barbar kabileleri hıristiyanlaştırma çabaları, misyonerliğin kuzeydeki işgalci halklar arasına kaymasına yol açmıştır. Sonuçta V. yüzyıldan itibaren kuzeyli kabileler hızla hristiyan olmuştur. Böylece hristiyan nüfusun çok az olduğu kuzey topraklarında üç ulus(Keltler, Alman kökenli Frank kabileleri ve İngilizler) Hristiyanlıkla tanışmıştır. Öte yandan aynı dönemde Kuzey Afrika’daki Berberî kabileleri de hristiyan olmuştur.

Kilisenin bundan böyle siyasî bir güce sahip olması ve topraklarını genişletmesi yalnızca hristiyan etkisinin yayılması olarak değerlendirilmemelidir. Bu coğrafî gelişme ve iç problemlere paralel olarak kilisenin bazı hukukî müesseselerin temelini attığı da görülmüştür. Kilise tarihinde ciddi anlamda etkin olacak bu kurumların başında, özellikle heretik sayılan gruplara karşı bir tedbir niteliğindeki engizisyon mahkemeleri gelmektedir. Engizisyon mahkemeleri her ne kadar Ortaçağ’dan itibaren yaygınlaştıysa da Hristiyanlığın erken dönemlerinde karşı fikirleri sindirici bir güç olarak sıkça kullanılmıştır. 19. yüzyıla kadar varlığını sürdüren bu kurumun yanında sapkınlığı önlemek amacıyla işletilmeye başlanan bir başka cezalandırma sistemi ise aforozdur. Sapkınlığı kiliseden tamamen silmeyi amaç edinen aforoz, cemaatten sürekli ya da belli bir müddet için dışlanmayı gerektirmiştir. Erken dönemlerde temeli atılan aforoz cezası Ortaçağ’da katı bir şekilde sürmüştür.

İTALYA KRALLIĞI (1861-1922) (Regno d’Italia)

İtalya Krallığı, 1861 yılında İtalya’nın birleşmesinden 1946 yılında İtalyan Cumhuriyeti’nin ilanına kadar devam etmiş bir krallıktır. İtalya Krallığı, Roma İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra kurulmuş, bütün İtalya yarımadasını kapsayan ilk devlet olmuştur.

İtalya’nın Birleşmesi (Risorgimento)

İtalya’nın Birleşmesi (Diriliş ya da Yeniden doğuş) 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında İtalya yarımadasında bulunan devletleri tek bir çatı altında birleştirmeyi amaçlayan siyasi ve sosyal harekettir. Birçok kaynağa göre süreç 1815’te Viyana Kongresi’yle ve Napolyon’un hükümdarlığının son bulmasıyla başlamış ve 1871’de Roma’nın İtalya Krallığı’nın başkenti olmasıyla son bulmuştur. Bazı kaynaklar da sürecin İtalya Krallığı’nın I. Dünya Savaşı sonrası Saint-Germain Antlaşması’nın imzalanmasıyla sona erdiğini söylemiştir.

1789 Fransız İhtilâli’nin ardından Napolyon Bonapart 1796’da İtalya seferini düzenlemiş ve asırlar sonra şehir devletleri millî ve siyasî bütünlük içinde birleştirilmiştir. Napolyon 1802’de İtalya Cumhuriyeti’ni kurunca buranın ilk devlet başkanı olmuş, 1804’te ise krallığa dönüştürdüğü ülkede kendisini imparator ilân etmiştir. 1806’da İki Sicilya kralı ilân ettiği oğlu Joseph Napolyon 1808’de İspanya kralı olunca yerine kayınbiraderi Joachim Murat geçmiştir. Fransa hâkimiyetinde İtalya birbirinden bağımsız Napoli Krallığı, Sardinya Krallığı ve papalık devletleri olmak üzere üç devletten ibarettir. Napolyon’un Fransa’daki rejiminin 1814’te çökmesi ve Avusturya karşısında güç kaybetmesi üzerine İtalya tekrar Avusturyalıların hâkimiyetine geçmiştir.

1796-1814 yılları arasında İtalya’daki etkinliğini sürdüren Fransa egemenliği, siyasi açıdan iki döneme ayrılır: Birinci evrede Napolyon, yarımada üstünde yıkılan eski devletçikler yerine; yeni bazı cumhuriyetler kurmuştur. İkinci evrede ise kurduğu bu cumhuriyetleri krallıklara çevirerek asıl amacını gerçekleştirmiştir.

26 Mayıs 1805’te Napolyon İtalya Krallığı tacını giydiğinde, yarımadada üç krallık kurmuştur:

1-Tyrhenienne Krallığı,

2-İtalya Krallığı,

3-Napoli Krallığı.

İleriki yıllarda Napolyon’un düşüşüyle bu krallıklar da sona ermiştir. Napolyon’un üvey oğlu olan Eugene’den sonra İtalya kralı olan Prens Beauharnais ise, konumunu koruyabilmek için Avusturya ile ateşkes imzalamak zorunda kalmıştır. Fakat halkın isyanı neticesinde İtalya’dan kaçmaya mecbur olmuştur. Böylece sahipsiz kalan Venedik ve Milano bölgeleri Avusturya’nın egemenliği altına girmiştir.

Viyana Kongresi

Napolyon savaşları yüzünden bozulan Avrupa’nın siyasal durumunu düzeltmek ve Avrupa’nın gelecekte alacağı durumu belirtmek ve saptamak amacıyla tüm Avrupa Devletleri Viyana’da büyük bir kongre toplamışlardır. Kongreyi dört büyük devlet, yani İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya yönetmiştir. Kongreye Avusturya Başbakanı Prens Meternich başkanlık etmiştir. Viyana Kongresi İtalya’nın Fransız işgalinden önce yöneten hanedanlara geri verilmesini öngörmüştür. Çünkü parçalanmış bir İtalya, kongrenin içerik amacına tıpatıp uymuştur. Ayrıca İtalya’nın denetlenmesi görevini de Avusturya üstlenmiştir. Bu parçalı yapı içinde kongre kararlarıyla kurulan önemli bazı krallıklar ortaya çıkmıştır. Bunlar Piyemonte (Sardinya) Krallığı, Toscana, Modena, Parma Dükalıkları, Lukas Prensliği, Kilise Devleti ve Napoli (iki Sicilya) krallığıdır. Fakat diğer bir gerçek, Fransız İhtilalinden sonra İtalya’da giderek yerleşen ulusçuluk ve liberalizm fikirleri olmuştur. İşte Viyana Kongresi’nde alınan kararlar da, bu fikirleri tetikleyen unsurlardır. Böylece İtalya’da ulusal birlik kurma çalışmaları başlamıştır. Ancak 1815’ten sonraki süreçte, bu birliğin oluşmasına engel teşkil eden iki önemli unsur bulunmaktadır. Bunlardan ilki Avusturya idi ve İtalya’nın kuzeyindeki hakimiyet alanları oldukça fazlaydı. İkinci engel ise kilise yoluyla bütün İtalya’ya, devlet olarak da politik yolla Orta İtalya’ya egemen olan Papalık idi. Ayrıca bu iki büyük engel dışında, Sicilya Krallığını elinde tutan İspanyollar ve yarımada üzerinde hala nüfuz sahibi olan Fransa devletleri de olumsuz faktörlerden olmuştur. Fakat bu sırada bazı gizli dernekler İtalya’nın birleşmesi için çalışmaya başlamışlardır. Bu dernekler Carbonaria örgütü ve Masonluk örgütü olmuştur.

1815 yılında toplanan Viyana Kongresi’nin yarattığı dış baskılar ve bunun yanında Avusturya’nın devam eden denetimi, içte de birliğe giden yolu etkilemiştir. Ortaya çıkan birçok farklı görüş sebebiyle İtalya, bu yolda çeşitli aşamalardan geçerek; hedefini 1860 yılında gerçekleştirebilmiştir. Bütün yarımadanın bu birliğe dahil olması ise ancak 1871 senesinde olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı

İtalya, Osmanlı Devletinden sonra savaşa katılan ikinci tarafsız devlet olmuştur. Avusturya’nın Sırbistan’a savaş ilanı sonucu Almanya ve Avusturya, İtilaf Devletleri ile savaşa tutuşunca İtalya, 3 Ağustos’ta tarafsızlığını ilan etmiştir. Fakat, bunu yaparken, bir yandan Almanya’ya, kendisinin de müttefiklerinin yanında savaşabileceğini söylemiş, öte yandan da, 4 Ağustostan itibaren Rusya nezdinde teşebbüse geçip, toprak isteklerinin onlar tarafından kabul edilmesine karşılık İtilaf Devletleriyle birlikte savaşmayı teklif etmiştir. Gerçekte İtalya’nın isteği, kim kendisine fazla toprak vaat ederse onun yanında savaşa katılmak olmuştur. İtalya ilk teşebbüsünü İtilaf Devletleri nezdinde yapmıştır. Ağustos ayının ortalarından itibaren bir yandan Rusya, İngiltere ve Fransa arasında görüşmeler başlamıştır. İtilaf Devletleri İtalya’ya, Trieste, Trentino ve Arnavutluk’ta Valona bölgesini verebileceklerini bildirmişlerdir. Bunun karşılığında da İtalya hemen savaşa katılacakmış, fakat İtalya’nın, savaşa girmek için, İtilaf Devletlerinden askeri yardım da istemesi görüşmelerin kesilmesine sebep olmuştur.

İtilaf Devletleri ile İtalya arasında görüşmeler durunca, İtalya bu sefer Avusturya’ya dönmüş ve onunla anlaşmak istemiştir. Almanya da, Avusturya’nın İtalya ile anlaşmasını istemiştir. Almanya’nın aracılığı ile Avusturya-İtalya görüşmeleri 1915 Ocak ayının ortasında başlamıştır. İtalya Avusturya’ dan çok şeyler istemiştir. Avusturya istediği toprakları İtalya’ya vermeyi kabul etmiş ama savaş bittikten sonra İtalya’ya geçeceğini söylemiştir. Halbuki İtalya hemen istemiştir. Avusturya bunu kabul etmeyince, pazarlık görüşmeleri kesilmiştir.

1915 Mart’ının ortalarından itibaren Müttefiklerin Çanakkale cephesini açmaya teşebbüs etmeleri, bu sefer İtalya’yı tekrar müttefikler tarafına yöneltmiştir. İtalya, İngiltere ve Fransa’nın İstanbul ve Boğazları Rusya’ya vereceğini ve Osmanlı İmparatorluğu topraklarını paylaşmakta olduklarını da haber almıştı. İtalya’nın İtilaf Devletleri ile yaptığı bu seferki görüşmeler, başarı ile sonuçlanmıştır.

İtalya 20 Mayıs 1915’te Avusturya’ya savaş ilan etmiştir. Çanakkale muharebelerinin şiddetlendiği sırada yani 1915 Ağustosunda, Almanya ile Osmanlı Devletine de savaş ilan etmeyi düşünmüştür. İtalya esas itibariyle Avusturya’ya karşı savaş açmakla beraber, ne 1915 yılında ne de bundan sonraki yıllarda başarılı bir savaş yapmamıştır. Yalnız, Avusturya ile savaşa tutuşmakla, Avusturya’ya yeni bir cephe açtırmış ve dolayısıyla Avusturya’nın diğer cephelerindeki durumunu zayıflatmıştır.

İtalya’nın ısrarları üzerine, üç devlet arasında 19-21 Nisan 1917 de Si. Jean de Maurienne’ de görüşmeler yapılmış ve sonunda şu kararlara varılmıştır: İtalya 1916’da İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılmış olan anlaşmaları kabul etmiştir. Buna karşılık Mersin hariç, Antalya, Konya, Aydın ve İzmir bölgeleri İtalya’ya verilmiştir. İngiltere ve Fransa İzmir’de birer serbest liman kurabilecekler, İtalya da Mersin, İskenderun, Hayfa ve Akka’da serbest limana sahip olacakmış ama bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi Rusya’nın da onaylamasına bağlı tutulmuştur. Geçici Hükümet iktidardan düşünceye kadar bunu onaylamamıştır. Bu olay, barış konferansında İtalya ile müttefiklerin arasını bozmuştur.

İtalya’yı da ilgilendiren 381 maddelik Saint Germain barış antlaşması, 10 Eylül 1919’da imzalanmıştır. Fakat Paris barış konferansının ilk günlerinden itibaren İtalya için tam bir hayal kırıklığı olmuştur. 1915 Londra Anlaşmasını Başkan Wilson tanımamıştır. 1917 Anlaşmasını ise, Rusya tasdik etmediği için, Müttefikleri yürürlüğe koymamıştır. 1915 Anlaşması ile kendisine Alman sömürgelerinden pay vaad edildiği halde, sömürgelerin dağıtımında İtalya’ya hiçbir şey verilmemiştir.

İTALYAN FAŞİZMİ

Faşizm, 1922 yılında, İtalya’da Ulusal Faşist Parti’nin iktidara gelmesinden II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan dönemde İtalyan milliyetçiliğine dayanan diktatörlük rejiminin resmi adıdır. İtalyan Faşizmi aynı zamanda lider yani “Duçe Mussolini”ye dayanan, saldırgan milliyetçiliği içeren totaliter ve popülist tarzda bir yönetim biçimidir.

Lideri Benito Mussolini gençlik yıllarında aşırı sosyalizm yanlısıyken zamanla fikirlerinde keskin bir dönüş yaşamış ve sosyalizmin karşıtı olan faşizmi benimsemiştir. Mussolini fikirleri ve yaptıklarıyla Hitler’i de etkilemiştir.

Kendisini Duçe (lider) olarak adlandıran Mussolini’ye göre Duçe, hem devletin hem ordunun başı hem de İtalyan halkının şefkatli babasıdır. Mussolini’nin liderlik inşasında Roma İmparatorluğu’nun izleri açık bir şekilde görülmüştür. Roma’nın eski ihtişamlı günlerine tekrar dönmeyi vaad ederek İtalyan halkını etkilemeye çalışmıştır. Bu izler Mussolini’nin beden diline, davranışlarına ve aldığı kararlara yansımış hatta Mussolini İtalyan kamuoyuna “Yeni Sezar” olarak sunulmuştur.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Faşizm kavramı iki savaş arası dönemde Avrupa’da yükselen diktatörlük rejimlerini nitelemek için kullanılmıştır. Ayrıca II. Dünya Savaşından sonra demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi evrensel değerleri benimsemediği düşünülen bütün rejim, örgütsel yapılanma veya fikir akımlarını içerecek genişlikte bir kavram, bir gerilik söylemi olarak kullanılmıştır.

İtalyan Faşizmi, akıldan ziyade inanç ve duygulara hitap ederek eyleme dökülen bir ideolojidir. Mitleri, sembolleri, ritüelleri, marş ve sloganları yoğun bir şekilde kullanmış ve ideolojik temeli zayıf da olsa kitleleri harekete geçirerek kendisine çekebilmiştir. Faşizmde demokrasiye yer yoktur, demokrasinin toplumda anarşinin doğmasına sebep olacağı düşünülmektedir. Önemli olan toplumsal disiplinin sağlanması ve insanların istenilen biçimde yönlendirilebilmesidir. Bu minvalde devlet aşırı derecede kutsanmış ve totaliter rejimlerin ayırt edici bir özelliği olarak devlete bağlı bir insan tipi oluşturulmaya çalışılmıştır. Tüm eğitim ve propaganda olanakları da bu amaç doğrultusunda kullanılmıştır. Öte yandan, İtalyan Faşizminin bir diğer temel özelliği de bütün totaliter rejimlerde olduğu gibi tek partili düzene dayanmasıdır. Ekonomik yapı korporasyonlar olarak anılan sektörlere bölünmüş ve bu sektörlerin devletin katı otoritesi altında hareket etmesi sağlanmıştır.

Faşist İtalya özellikle gençleri ve onların heyecanlarını kullanarak iktidarını her türlü tehdide karşı korumuştur. Gençlik yapılanması olan ‘Kara Gömlekliler’ İtalya’da faşizmin karşıtı olan herkese ve her şeye karşı gerekirse şiddete başvurmaktan hiç çekinmemiştir. O dönem meşhur olan ve propoganda amaçlı çokça kullanılan ‘Giovinezza’ yani ‘Gençlik’ marşı da Mussolini ve faşizmin gençleri ne derece etkilediğini açıkça göstermiştir.

İtalyan Faşizmi müttefiki olan Alman Nazizmiyle fazlaca benzer özelliklere sahiptir. İki model de totaliter rejimlerin iyi birer örneğidir. İkisinin de ilk hedefi I. Dünya Savaşı’ndaki düzenlemelerin revize edilmesiydi. Öte yandan, iki rejimde de kapitalist sistemin koyulaştırılarak devlet kontrolüne tabi kılınmış bir versiyonu oluşturulmuştur. Bu iki hareketin de dayandığı ideolojik altyapı pozitivizm ve materyalizm karşıtlığında gelişmiştir ve romantik bir niteliğe sahiptir. İkisinin de ütopik bir gelecek kurgusu vardır. Ayrıca iki hareket de siyasete şüpheci bir bakış açısıyla yaklaşmış, kendilerini partiler üstü bir konuma yerleştirmiştir. İtalyan Faşizmi de tıpkı Nazizm gibi karizmatik lider tipini içermiş ve güçlü bir liderin varlığına dayanan bir yönetim şeklini ortaya koymuştur. Bununla birlikte, tıpkı nazizm gibi faşizmin de savaşlarla dolu bir siyasi geçmişi vardır. Fakat bu noktada Avrupa’da yeni düzen kurma yolunda bütün bir Avrasya’yı yaşam alanı olarak belirleyen ve bu yönde hareket eden Alman Nazizmi, İtalyan Faşizmi’ne göre daha ihtiraslı bir siyasi projeye sahiptir.

1980 sonrası dönemde Avrupa’da ortaya çıkan bazı akımlar için “faşizm” ya da “neo-faşizm” kavramları kullanılmıştır. Aşırı milliyetçi söylemleri kullanan, bu milliyetçi söylemlerini etnik temele dayandıran ve ırkçı olarak nitelendirilen bu akımlar çoğu kez göçmenlere karşı düşmanlıkları ile gündeme gelmiştir. Özellikle işsizlik gibi sorunların sebebi olarak göçmenleri görmüş ve kültürel farklılığı ön plana çıkarmışlardır. Yine, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, “az gelişmiş” ve “gelişmekte olan” şeklinde isimlendirilen Avrupa dışındaki bazı ülkelerde (Arjantin, Şili, Irak gibi) ortaya çıkan baskıcı rejimler için de “faşizm” ya da “neo-faşizm” kavramları kullanılmıştır.  

Faşist İtalya (1922-1946)

Faşist Diktatörlük Altında İtalya

Benito Mussolini, İtalya’da 1921 yılında kurulan Ulusal Faşist Parti’nin liderliğini yapmaktaydı. Mussolini ve destekçileri aşırı sağ bir çizgi içerisinde, İtalya’nın Faşizm ideolojisi temelinde yönetilmesini desteklemiştir. İtalya’daki egemen güçler Mussolini’nin faşist hareketinin yükselen Komünizm’e karşı gelebileceğini düşünmüştür. Nitekim kapital sahipleri ve liberaller, İtalya’da Rusya’daki gibi sosyalist bir devrimin patlak vermesinden korkmuştur. Bu açıdan Mussolini’nin Faşizmi’ne göz yumulmuştur. İlerleyen süreçte hızla güç kazanan faşistler, 1922 yılında gerçekleştirdikleri Roma Yürüyüşü ile Mussolini’nin başbakan olarak atanmasını sağlamıştırlar.

Mussolini 29 Ekim 1922’de 39 yaşındayken, ülke tarihinin en genç başbakanı olmuştur. Bu tarih, İtalya’da Mussolini’nin faşist diktatörlüğünün başlangıcı olmuş ve bu yönetim 1943’e kadar kesintisiz devam etmiştir.

Mussolini öncelikle seçim kanununu değiştirmiş ve yeni kanunun çizdiği çerçevede yapılan seçimlerde oy oranını arttırarak iktidarını sağlamlaştırmıştır. Mussolini, başbakan olduktan sonra İtalya’daki diğer bütün partileri kapattırmıştır. Zaman içerisinde Faşizm ideolojisi, İtalya’da tamamen egemen hale gelmiştir.

İtalya’nın bir polis devleti haline gelmesini sağlamıştır. Basın özgürlüğü ortadan kaldırılmış, kitapların ve süreli yayınların yoğun biçimde sansürlenmesi uygulamasına geçilmiştir. Devletin faşistleştirilmesi sürecinde, 1925 yılının başından 1926 yılının sonuna kadar çeşitli yasalar çıkarılmıştır.

Mussolini, parlamentodan bağımsız sadece Kral’a karşı sorumlu bir lider konumuna gelmiştir. Öte yandan, yasalarda yapılan değişikliklerle bürokrasiye faşist bir kimlik kazandırılmış, yurt dışına göç yasaklanmış, öncesinde göç edenler ise vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Bunlardan başka, faşist rejime karşı suç işleyenleri yargılamak için özel bir mahkeme kurulmuş ve bu suçlular idama mahkum edilmiştir.

Kasım 1926’ya gelindiğinde ise İtalya’da totaliter rejimin temelleri, halkçı, sosyalist, liberal ve komünist 124 milletvekilinin milletvekilliklerinin topluca iptal edilmesiyle iyice pekiştirilmiştir.

İktidarının ilk birkaç senesi içinde Mussolini sendikaları kaldırmış, grevleri yasaklamış ve sosyalist akımları tamamıyla bastırmaya yönelik adımlar atmıştır. Öte yandan, içeriğini faşist düşünceler uyarınca değiştirerek her seviyedeki eğitimi de doğrudan denetimi altına almıştır. Mussolini’nin amacı faşist rejimi sağlamlaştırmak, güçlü, otoriter bir devlet yaratmak ve topluma bütün alanlarda nüfuz ederek İtalyan halkını ve olası muhalefet odaklarını kontrol altında tutmak olmuştur. Fakat diğer taraftan, Mussolini uyguladığı bazı devletçi ekonomi politikalarıyla tarımın ve sanayinin canlanmasını, İtalya’da işsizliğin azalmasını sağlamıştır. Bu ekonomik iyileşme durumu da şüphesiz ki, bir yandan halk kitleleri arasında faşizme karşı sempatiyi arttırırken bir yandan da Mussolini’nin popülaritesinin daha da artmasına neden olmuştur.

Mussolini’nin dış politikada stratejisi pasifist anti-emperyalizm yerine saldırgan bir milliyetçilik anlayışına dayanmıştır.

Faşist İtalya’nın Dış Politikası

Mussolini, iktidarı döneminde saldırgan bir dış politika izledi. Nitekim, Mussolini’nin amacı İtalya’yı Roma İmparatorluğu’nun eski ihtişamına ulaştırmaktı. Mussolini dış politikada öncelikle Fiume konusu ile ilgilenmiştir.  İktidara geçince fazla beklemeden bu meseleyle ilgili Yugoslavya’ya baskı yapmaya başlamıştır. Ocak 1924’te yapılan Roma Antlaşması’yla Baroş Limanı Yugoslavya’da kalacak şekilde Fiume’nin İtalya’ya katılması sağlanmıştır.

İtalya’nın dış politikada güç kullanımına başvurduğu ikinci ülke Yunanistan’dır. Yunanistan-Arnavutluk arasındaki sınır meseleleriyle ilgilenmek için kurulan uluslararası komisyondaki İtalya temsilcisi General Enrico Tellini ve üç asistanının Yanya’da Ağustos 1923’te öldürülmesi İtalya ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin bir anda gerilmesine sebep olmuştur. İtalya, bu durum karşısında, Yunanistan’dan 50 milyon liret tazminat ve suçluların cezalandırılmasını istemiştir. Yunanistan’ın tüm çabalarına karşın suçluları yakalayamaması üzerine ise Yunanistan’ın Korfu Adası İtalya tarafından işgal edilmiştir. Bu işgal, bölge devletlerinde korku ve huzursuzluğa sebep olmuş olsa da, Milletler Cemiyeti’nin Yunanistan’ı diplomatik düzeyde özür dilemeye ve İtalya’nın talep ettiği 50 milyon liretlik tazminatı ödemeye zorlamasıyla İtalyan güçleri adayı terk etmiştir.

Yugoslavya ile Yunanistan’ı endişeye sevk eden bir diğer konu ise, İtalya’nın Arnavutluk üzerindeki etkisini iyice artırması durumu olmuştur. İtalya Aralık 1922’de, eski başbakanlardan Ahmet Zogu’nun Arnavutluk’ta iktidarı ele geçirmesine yardımcı olmuştur. Özellikle 1929 Büyük Bunalımı’nı takip eden yıllarda Arnavutluk, İtalyan desteğine tam anlamıyla muhtaç hale gelmiştir. 27 Kasım 1926’da İtalya ile Arnavutluk arasında bir Dostluk ve Güvenlik Paktı imzalanmıştır. Fakat Yugoslavya bu anlaşmaya büyük tepki göstermiş ve Arnavutluk’un Yugoslavya sınırları içindeki Arnavutlarla ilgilenmesi üzerine, Kasım 1927’de Fransa ile imzaladığı bir Dostluk ve İttifak Antlaşması ile İtalya-Arnavutluk Antlaşması’na cevap vermiştir.

Mussolini’nin Doğu Akdeniz ve Anadolu’yu da kendi etki alanı içinde görmesi, Türkiye’de de Faşist İtalyan yönetimine yönelik güçlü bir tehdit algılamasının doğmasına yol açmıştır. 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan Balkan Antantı da, bu devletlerin esas olarak İtalyan tehdidine karşı korunma yönelimlerinden kaynaklanmıştır.

Balkanlar’daki faaliyetlerinden sonra Mussolini dikkatini bu kez Afrika kıtasına çevirmiştir. 1896 yılında topraklarına katmaya çalıştığı fakat elde edemediği Habeşistan’la tekrar ilgilenmeye başlamıştır. Habeşistan-Somali sınırındaki küçük çaplı silahlı çatışmaları bahane eden İtalya Ekim 1935’te Habeşistan’ın Adowa ve Adigrat şehirlerini bombalayarak Habeşistan’ı istila etmeye başlamıştır. İtalya’nın bu saldırısı karşısında Milletler Cemiyeti İtalya’yı saldırgan taraf olarak belirlemiş ve bu ülkeye yönelik birtakım zorlama tedbirlerinin alınmasına karar vermiştir. Savaşa devam eden İtalya, Habeşistan’ın beklenenden iyi direnmesine karşın, üstün teknolojik silahlarının hatta yer yer zehirli gaz kullanımına başvurmasının sayesinde işgali tamamlayabilmiştir. Mayıs 1936’da İtalya Habeşistan’ı bütünüyle topraklarına kattığını ilan etmiştir.

İtalya’nın, Akdeniz’de etkili bir deniz kuvveti olma vasfıyla, aktif politikalar izlemeye başlaması ve bu bölgeyi doğal yayılma alanı olarak değerlendiriyor görüntüsü vermesi Fransa’da hoş karşılanmamıştır. Fransa ile İtalya arasındaki rekabetin artması ise, İtalya’nın Fransa’ya karşı Almanya’ya yakınlaşması sonucunu doğurmuştur

Bu arada Mussolini Batı Avrupa’ya yönelik de yönetim anlayışına uygun politikalar geliştirmiş ve uygulamıştır. 1936 İspanya’daki kanlı bir iç savaşta Mussolini faşist Franco’yu gerek asker gerekse de askeri mühimmat göndererek etkili biçimde desteklemiştir.

İtalya, Habeşistan üzerindeki politikası sebebiyle kendisini protesto eden ve bazı yaptırımlara giden Milletler Cemiyeti’nden 1937 yılında ayrılmış ve aynı yıl Almanya ve Japonya arasında bir yıl önce kurulmuş bulunan Anti-Komintern Pakt’a katılmıştır. Devam eden süreçte, önce 1939’un Nisan ayında Arnavutluk’u işgal eden İtalya, ardından Almanya ve İtalya, 22 Mayıs 1939’da Mihver ittifakını askerî hükümlerle resmî hâle getiren Çelik Pakt’ı imzaladı.

2. Dünya Savaşında İtalya

Mussolini, İtalya ve Almanya arasında ilişkilerin geliştirilmesi için büyük çaba harcamıştır. Nihayetinde iki ülke arasında “Mihver Paktı” adı verilen bir işbirliği gelişmiştir. Buna karşın 2. Dünya Savaşı’nın ilk yılında tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Fakat Nazi Almanyası’nın Avrupa’daki başarılarının etkisiyle İtalya, 1940 yılının Haziran’ında Müttefiklere savaş ilan etmiştir. İtalya’nın 2. Dünya Savaşı’na katılmasındaki en önemli neden, Akdeniz’de İtalyan nüfuzunun artması ve Müttefikler’in Akdeniz’den çıkarılması olmuştur.

İtalya’nın 10 Haziran 1940’ta resmen savaşa girmesi İngiltere’yi Akdeniz’de ve Kuzey Afrika’da zor durumda bırakacaktır. İtalya, savaşın başlarında bölgede ilerleme kaydetmesine karşın, İngiltere’nin karşı taarruza geçmesi ve savaşın gittikçe hız kazanmasıyla birlikte güç kaybetmeye başlamıştır. Adolf Hitler yönetiminden aldığı destekle işgal ettiği bölgelerde bir süre daha direnebilen İtalya, 1941 yılının Mayıs ayında Kuzey Afrika’da İngiltere tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmıştır. Öte yandan İtalya, Balkanlar’da da umduğunu elde edememiştir. İtalya, Ekim 1940’ta Yunanistan’a verdiği bir ültimatomla bu ülkeden bazı toprakların kendisine verilmesini istemiş, istekleri reddedilince de saldırıya geçmiştir. Ancak, saldırıya hızlı başlamasına rağmen, Yunan birlikleri karşı saldırıya geçince İtalya bu cephede de mağlup olmuştur ve Yunan birliklerinin Arnavutluk’a girmesiyle Adriyatik’e doğru çekilmek zorunda kalmıştır.

1943 Temmuz ayına gelindiğinde ise İtalya açısından yolun sonu görünmüştür. Bu tarihte, İngiliz ve Amerikan birlikleri Husky Operayonu adını verdikleri bir plan neticesinde Sicilya’ya saldırınca Alman birlikleri hızla adaya İtalyan savunmasına yardıma gitmiştir. Sicilya’yı müttefikler ele geçirirken aynı ay müttefikler Roma’ya yaptığı hava saldırısı kentte büyük tahribat yaratmanın ötesinde savaşa zaten gönüllü olmayan halkın moralini bozarak savaşa daha az destek vermelerine sebep olmuştur. Mussolini aynı ay içinde Büyük Faşizm Konseyi tarafından devirilmiş, Kral III. Victor Emmanuel ile teslim olmaya sıcak bakan Mareşal Pietro Badoglio iktidarı ele geçirmiştir. Mussolini hapse atılmıştır ancak 12 Eylül 1943’te Hitler tarafından kurtarılarak Viyana’ya kaçırılmıştır. Mussolini bir süre sonra İtalya’ya dönmüş ve ülkenin kuzeyinde başkenti Salo olan yeni faşist devlet İtalya Sosyal Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Fakat çok fazla Alman tahakkümü altında kalmış, kukladan farklı bir rolü olmamıştır. Halkın güvenini yeniden kazanmak için başvurduğu girişimler de sonuç vermemiştir. Savaşın son yıllarına böylesi parçalanmış bir yapıda giren İtalya’nın yenilgisi de kaçınılmaz hale gelmiştir. Her ne kadar Almanlar Mussolini’yi kaçırdıktan sonra Roma’yı ele geçirip bir süre daha direniş göstermişseler de müttefik kuvvetler önce 1944’ün Haziran ayında Roma’ya girmiş, sonrasında 1945 yılının başlarında da Kuzey İtalya’yı ele geçirmişlerdir. Mussolini’nin savaşın Avrupa’da bitmesine kısa bir zaman kala, Nisan 1945’te İsviçre’ye kaçmaya çalışırken İtalyan komünistlerce yakalanıp öldürülmesiyle İtalya’da faşist yönetim tam olarak sona ermiştir.

İtalyan Başarısızlığının Sebepleri

Kötü Silahlar: Bu dönem İtalya’nın askeri-sanayi gücü İngiltere, Fransa ve Almanya ile kıyaslanamayacak denli düşük olmasının yanı sıra ihtiyaç duyulan malzemeleri üretmeye de hazır olamamıştır.

Zayıf Liderlik: Büyük askeri güçler arasında İtalya en kötü komuta düzeyine sahip olup, terfiler askeri yeterliliklere göre değil Mussolini’ye sadakat ölçüsünde gerçekleşmiştir. 

Motivasyon Eksikliği: Faşistler dışında İtalyan halkı savaşa ve Mussolini’nin Akdeniz’i fethetme hayallerine karşı ilgisiz kalmışlardır. Bir İtalyan savaş gazisinin savaş sonrasında kendilerini korkakça savaşmakla suçlayanlara karşı ‘İtalyanlar savaş kazanılsa bile her şeyin Almanya’nın eline geçeceğini görüyordu. Neden bir hiç için savaşalım ki? Bu korkaklık değil, akıllıca davranmaktı’ sözü İtalyan birliklerin cephedeki ruh hali göstermiştir.

KAYNAKÇA

  1. İtalya [Internet]. AB Türkiye. [cited 2020]. Available from: https://www.avrupa.info.tr/tr/italya-84 
  2. İtalya – TDV İslâm Ansiklopedisi [Internet]. TDV İslam Ansiklopedisi. [cited 2020Oct15]. Available from: https://islamansiklopedisi.org.tr/italya 
  3. Italy [Internet]. Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica, inc.; 2021 [cited 2021Jan15]. Available from: https://www.britannica.com/place/Italy 
  4. Çamyamaç A., İtalya’nın Boğazları, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,2017;8(1) URL:https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/279663
  5. Demirci K., Hıristiyanlık. URL: https://islamansiklopedisi.org.tr/hiristiyanlik
  6. Çelikçi A.S, Kakışım C. İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi. Muş Alparslan Üni̇versi̇tesi̇ Sosyal Bi̇li̇mler Dergisi ,2013;1(2):83-99.
  7. Çakı C., Nazi Almanya’sı Etkisindeki İtalyan Sosyal Cumhuriyetinin Propoganda Posterleri Üzerine İnceleme, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 2018; 11(2):252-272.
  8. Karaca M., İtalyan Propagandasında Kült Lider Olgusu: “Il Duce” Benıto Mussolini. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 2018;6(2):1203-1220.
  9. Çelikçi A., Kakışım C., İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi, Muş Alparslan Üni̇versi̇tesi̇ Sosyal Bi̇li̇mler Dergisi, 2013; 85-94
  10. Erdem D.F., ERDEM Ç., İtalya’da Faşizmin Yükselişi ve Antonio Gramsci’nin Faşizm Karşıtı Strateji ve Taktikleri,Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2016;111-14
  11. Öztürk Ö., İkinci Dünya Savaşı Sırasında İtalya, Özhan Öztürk Makaleleri, 2018
  12. Uçarol R. (1987), Siyasi Tarih Harp Akademileri Basımevi, 4. Basım, İstanbul
  13. Eyicil A.(1991), Siyasi Tarih, Ankara
  14. Armaoğlu F.(2016), 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi, Timaş Yayınları, 15. Baskı, İstanbul
  15. Toktamış A., Siyasi Tarih(Ortaçağdan On dokuzuncu Yüzyılın Sonlarına Dek), İstanbul
  16. Armaoğlu F.(1997), 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi (1789-1914), Türk Tarih Kurumu
  17. Schulze H.(2005), Avrupa’da Ulus Devlet, Literatür Yayıncılık, İstanbul
  18. Hobsbawm E.(2009), Sermaye Çağı, Dost Kitapevi, Ankara 
  19. Kissenger H.(2000), Diplomasi,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
  20. Toktamış A.(2009), Siyasal Tarih, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul
  21. Sönmezoğlu F.,Güneş H., Keleşoğlu E.(2009),Uluslararası İlişkilere Giriş, Der Yayınları, İstanbul
  22. Scalabrini J.B.(1994), 2.Risorgimento and the Strengthening of the Consciousness of Unity