LOZAN-1

ANTLAŞMALAR ÇALIŞMA GRUBU

· 33 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1Enes Anaş

1Erdem Kaya

2Mehmet Emin Dağtekin

3Muhammed Arif Doğan*

⁴Muhammed Yusuf İptaş

⁵Taha Erdoğan

⁶Yusuf Asan

  1. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi (Mezun)
  3. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  4. Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi
  5. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
  6. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi

*İletişim: mariff.dogan@gmail.com

İçindekiler

ULUSLARARASI İLİŞKİLER

İngiltere

93 Harbi’nde İngiltere’nin Osmanlı’ya karşı Rusya’yı desteklemesiyle İngiliz-Türk  ilişkileri gerilmeye başlamış ve 1914’te Osmanlı’nın parasını peşin olarak ödediği gemilerin teslim edilmemesiyle kopma noktasına gelmiştir. Bu gerilim iki devletin 5 Kasım 1914’te düşman olarak savaşa girmesiyle zirveye ulaşmış, savaş sonrası İngiltere’nin yeni sorunlarla ve ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalmasıyla yumuşama dönemine girmiştir.

1920-1922 yılları arasında İngiltere, İrlanda sorunu ile başa çıkmaya çalışmış, bir takım siyasi karışıklıklar ve hükümet değişiklikleriyle mücadele etmiştir. Anlaşmanın imzalanmasının bu döneme denk gelmesi, daha fazla problem istemeyen İngiltere’nin Lozan sürecinde barış yanlısı bir politika izlemesine sebep olmuş, dolayısıyla Türk tarafı açısından avantaj teşkil etmiştir. Yine bu dönem Türk-Yunan savaşında Hintli Müslümanların olayları yakından takip ettiğini gören İngiliz Genelkurmayı, olası bir savaş durumunda kendi sömürgeleriyle problem yaşamalarının da söz konusu olabileceğini görmüş, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu bağları kullanarak sömürgeleri İngilizlere karşı kışkırtmaması da İngilizlerin Türkiye’ye daha ılımlı yaklaşmasını sağlamıştır. 

Tüm bu durumlarda görüleceği üzere İngiltere için konferanstaki tek hedef bir an evvel diploması yoluyla barışın tesis edilmesi olmuştur.

Ermeniler

Osmanlı Devleti içinde yaşadıkları dönemde “Sadık Millet” olarak adlandırılan Ermeni halkı 19. yüzyılın başlarında Avrupalı devletlerin güdümünde milliyetçilik akımına kapılmış, çeşitli dernek ve cemiyetlerin kurulması ve Patrikhane’nin bu işe karıştırılması ile Türk düşmanlığı ve Ermeni milliyetçiliği ateşlenmiştir.Rus Devleti’nin de kendi menfaatleri doğrultusunda Kilikya bölgesindeki Ermenileri Ortodoks mezhebine bağlamasıyla Türk-Ermeni milletleri arasında gerilim kaçınılmaz olmuştur. Ermeni çetelerinin yer yer ayaklanarak toplumda huzursuzluk çıkarması ve sivil halkı öldürmesi sonucunda bazı Ermeniler bulundukları yerlerden göç ettirilmiştir.              

Lozan Barış Konferansı’nın toplanacağı kesinleşince bu konferansa Ermeni Heyeti’nin de katılması için Ermeni Cumhuriyeti Heyeti Reis Vekili Hadisyan tarafından Fransa,İngiltere, İtalya hükümetlerine 18 Kasım 1922 tarihinde bir mektup gönderilmiştir. Bu mektupta Yakın Doğu meselesi görüşülürken Ermeni sorunun da gündeme geleceği belirtilmekte ve Sevr Antlaşması’nda kendilerine verilen “Büyük Ermenistan” taahhütleri hatırlatılmaktadır.

Balkan Devletleri

Balkan coğrafyasında birçok milletin bir arada yaşaması o dönemde yayılmakta olan milliyetçilik akımından etkilenmelerine ve isyan etmelerine neden olmuştur. Dünya Savaşı haricinde bu coğrafyada yakın tarihte iki Balkan Savaşı yaşanmıştır.

Birinci Balkan Harbi Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ ne savaş açmasıyla başlamış, ardından Sırbistan ve Bulgaristan’ın, daha sonra da Yunanistan’ın Osmanlı’ya karşı savaş ilan etmesiyle savaş geniş bir alana yayılmıştır. Bu savaşlarda mağlup olarak Balkanları kaybeden Osmanlı, düşman devletlerin kendi aralarında çıkar çatışmasına girmesini fırsat bilerek Kırklareli ve Edirne’yi geri almayı başarmıştır.Bu çatışmalar Yunanistan ve Türkiye arasında daha sonra da devam etmiş, Eylül 1922’de Yunanlıların Küçük Asya Felaketi olarak nitelendirdiği Türk zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu yenilgi sonrasında ordu mensuplarının başlattığı ihtilal Atina’ya ulaşmış, Kral Konstantin tahttan çekilmiş ve meclis istifa etmiştir. Yenilgi sonrası Anadolu’dan Yunanistan’a Hristiyan göçü başlamıştır. 

İki ülke arasındaki ilişkiler Mudanya Mütarekesi kapsamında Paris notasıyla şekil almıştır. Bu notayla çatışmalara son verilmesi, Trakya’da bir hat tesis edilerek Yunan kıtalarının bu hattın gerisine çekilmesi ve idarenin Türklere teslim edilmesi gibi ayrıntılar düzenlenmiştir. 

Fransa 

1920’den sonra Türkiye ile yakınlaşan Fransa Ağustos-Eylül 1922’de Türkiye’nin zaferini kendi zaferiymiş gibi benimsemiştir. Ancak Kasım 1922’den itibaren tam aksi tavır takınmaya başlamış ve bu durum Fransa’nın Lozan’daki izleyeceği yolu göstermiştir. Bu tavır değişikliği birkaç sebebe bağlanmıştır. Bunlar; 

-İngiliz basının Türkiye hakkında yaptığı yabancı düşmanı propagandasının etkisinde kalmaları

-Versay antlaşmasındaki tazminatları ödememekte direnen Almanya’yı ikna etmek için İngiliz desteğinin alınmak istenmesi 

-İngiltere başkanlığında bulunan Lloyd George’un yerine Bonar Law’ın, Yunanistan’da Konstantin yerine eski lider Venizelos’un gelmesinin Fransız menfaatlerine uygun düşmesidir. 

İtalya

İtalya Lozan öncesi ideolojik bir değişiklik geçirmiş, Mussolini liderliğindeki Faşist Parti 1922’de yönetime el koymuştur. Yeni yönetim sosyalizm ve liberalizme karşı milliyetçi ve devletçi bir tutum sergileyerek döneme ayak uydurmaya çalışmış, kendi ideolojisini kabul ettirmek için diğer ülkelerle görüşmeler yapmıştır. 

MÜZAKERE SÜRECİ

Lozan konferansı, dünya savaşından bu yana sürmekte olan savaşı sonlandırma amacıyla ilgili taraf ülkeler 20 Kasım 1922’de Lozan’da toplanmıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıklarının çıkması üzerine 4 Şubat 1923’te konferans kesilmiş ve taraflar ülkesine dönmüştür. Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923’te tekrar başlamış, 24 Temmuz 1923’e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Görüşmelerin birinci ve ikinci aşamasında bazı ülkeleri farklı isimler temsil etmiştir. Türk heyetini İsmet Paşa önderliğinde Dr. Rıza Nur, Hasan Saka ve birçok danışman ve sekreter temsil etmiştir.

Batı Trakya

Balkanlarda yitirilen topraklar ve yabancı yönetim altında bırakılmak zorunda kalınan Türk azınlıkların durumu, Lozan Konferansının 22 Kasım 1922 tarihli oturumunda başkanlığını Lord Curzon‘un yaptığı Arazi ve Askerlik İşleri Komisyonunda görüşülmeye  başlanmıştır.

İsmet Paşa, Doğu Trakya için 1913’te karar verilen sınırın korunmasını ve Batı Trakya için de halkoyuna başvurulmasını istemiştir. 

Yunan tarafında Venizelos, Karaağaç’ın 1915 yılında Türkiye tarafından kendi rızasıyla Bulgaristan’a terk edildiğini, burada yapılacak bir halk oylamasının bölgenin Türk kontrolüne geçme ihtimali doğurmasının bile bölgedeki Hristiyan halkın göçüne sebep olacağını söyleyerek reddetmiştir. Sırp-Hırvat-Sloven temsilcisi Nintchitch ve Romanya delegesi Duca, Türk tarafının görüşlerine karşı çıkmışlar ve Yunanistan’ı desteklemişlerdir. 

Görüşmelerin devamında Türk tarafı Batı Trakya’daki dört büyük şehirdeki nüfus ve taşınmaz malların çok büyük çoğunlukla Türklere ait olduğunu rakamlarla ispat etmiş ve Wilson prensiplerine dayanarak Batı’da halk oylaması istemiştir. Curzon ise Wilson prensiplerinin başarısının tartışmalı olduğunu ve birçok yerde dünya barışına zarar verdiğini söylemiştir. Yani müttefikler Batı Trakya’daki Türk çoğunluğunu kabul etmekle beraber bu topraklarda halkoylamasına başvurulmasını reddetmiştir.

Boğazlar

Boğazlar meselesi, Lord Curzon’un başkanlık ettiği Askerlik ve Toprak Komisyonu’nda 4 Aralık 1922’de ele alınmıştır. Başta konferansa davet edilmeyen Sovyet Rusya, Türkiye ile temaslarda bulunarak boğazlar konusunda onlar gibi düşündüklerini ve birlikte hareket etmek için konferansa davet edilmeleri hususunda müttefiklere baskı yapılması gerektiğini söylemiştir. Nitekim Sovyet Rusya, Türkiye’nin ısrarı üzerine Ukrayna ve Gürcistan ile birlikte konferansın Boğazlar ile ilgili olan görüşmelerine davet edilmiştir. Buna ek olarak Bulgaristan ve Romanya konumları itibari ile İngilizler tarafından Boğazlar görüşmelerine dahil edilmiş, Amerika ise gözlemci olarak görüşmelere katılmıştır.

Karadeniz’deki İngiliz varlığı Rusları yüksek askeri harcamalar yapmaya itmiştir. Bu yüzden Ruslar, buradaki İngiliz tehdidini kaldırarak hem bu ekonomik yükten kurtulmak hem de Karadeniz’de baskın güç olmak istemiş, bu bağlamda da boğazların tamamen Türk devletinin kontrolüne bırakılmasını savunmuştur. 

Müttefikler boğazların askerden arındırılması ve denetim için Türkiye başkanlığında uluslararası bir komisyon kurulmasını teklif etmiştir. Ayrıca Panama ve Süveyş Kanallarında kullanılan serbest rejim modelinin boğazlar için de uygulanarak barış dönemlerinde ve Türkiye’nin bitaraf olduğu savaş dönemlerinde ticari ve savaş gemilerinin tamamen serbest geçişini, Türkiye’nin taraf olduğu savaş döneminde bu serbestinin sadece savaşa taraf olmayan ülkeler için geçerli olmasını önermişlerdir. 

Türk tarafı, müttefiklerin boğazlar hakkındaki teklifinin kabul edilmesini; askerden arındırılacak olan İstanbul ve Marmara’nın güvenliğinin kesin bir şekilde teminat altına alınması, boğazdan sadece küçük savaş gemilerinin geçişi, Karadeniz’de üs kuracak boyutta bir geçişin yasaklanması, tam ticaret serbestisi, Türklere bu bölgede tersane kurma izni, Marmara Denizini Çanakkale ve İstanbul boğazları ile birlikte tek bir boğaz olarak kabul eden anlayıştan vazgeçilerek Marmara ile Boğazların ayrı tutulması ve antlaşmanın sadece boğazları kapsaması gibi şartlara bağlamıştır. Bu istekler üzerine, Türkiye’nin Marmara kıyılarını müdafaa edebilmesi yönünden, Müttefiklerce bazı değişiklikler kabul edilmiştir. Ancak yapılan bu değişiklikleri yeterli bulmayan İsmet Paşa, başkentin, Marmara Denizi’nin ve Doğu Trakya’nın savunulmasının Boğazların savunulması ile sağlanabileceğini aktararak, Türkiye’nin, Boğazlarda savunma tedbirleri almasını sağlayacak biçimde, Müttefiklerin teklifinde değişiklik talebinde bulunmuştur. Curzon bu isteğe cevaben Sevr’de ordunun tamamen tasfiye edilmesi kararlaştırılmışken artık Türkiye’nin belirli düzeyde asker bulundurulmasının zaten kabul edildiğini, boğazlarda asker bulundurmaya gerek olmadığını söylemiştir. Bu cevap müttefiklerin Sevr’in hafifletilmiş halini kabul ettirmeyi amaçladığının açık itirafı niteliğinde olmuştur.

İsmet Paşa’nın ısrarcı tutumuna rağmen Müttefikler ikna edilememiş, 1 Şubat’ta görüşmelerin tıkanmasından sonra Türk heyetine verilen ültimatom niteliğindeki antlaşma taslağının Boğazlar hakkındaki hükümleri kabul edilerek anlaşmaya bağlanmıştır. Fakat bu taslakta yer alan diğer hükümler hakkında bir karara varılamamış, sonuç olarak da görüşmeler kesilmiştir.

Şimdiye kadar bahsettiklerimizden de anlaşılabileceği gibi, başta Türk heyeti Ruslarla birlikte hareket etmiş ve boğazlarda tam Türk hakimiyeti istenilmiştir. Fakat bunun gerçekleşmesi halinde Karadeniz’de Ruslarla baş başa kalacak olan Türkiye, ileride Rusların tekrar boğazlara yönelmesinin ihtimal dahilinde olacağını düşünmüş ve boğazların açıklığını kabul etmiştir. Buna karşılık boğazlardan geçecek savaş gemilerinin sınıfları ve sayıları sınırlandırılmak istenmiş, böylece hem Ruslarla baş başa kalma ihtimaline hem de Karadeniz’deki Türk egemenliğini tehdit edecek bir donanma birikmesi ihtimaline karşı önlem alınmaya çalışılmıştır. Türk heyeti görüşmeler ilerledikçe birlikte savunmak için Ruslarla anlaştığı boğazların kapalılık ilkesini terk etmiş ve bu durum Kurtuluş savaşından bu yana dost olduğumuz Ruslarla aramızın bozulmasına sebep olmuştur. Nitekim görüşleri dikkate alınmayan Çiçerin, boğazlar konusunun bu şekliyle kabul edilmesi halinde Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’ın antlaşmaya imza atmayacaklarını ve hükümlerine de uymayacaklarını belirtmiştir. 

4 Şubat 1923’te kesilen Lozan görüşmeleri 23 Nisan 1923’te tekrar toplanmıştır. En son yapılan görüşmelerde antlaşmaya imza atmayacaklarını belirten Sovyet Rusya görüşmelere davet edilmemiştir. Buna rağmen davet edilmek için temasları sürdüren Sovyet Rusya, Vorovsky başkanlığında bir heyeti hazır bulunması için Lozan’a göndermiştir. Yapılan görüşmelerde Boğazlar Sözleşmesine imza atılmadan Rusların konferansa dahil edilmeyeceği ısrarla belirtilmiş, Ruslar da bu sözleşmeye imza atmamakta diretmiştir. Bu durum taraflar arasında gerginliklere sebep olmuş, Rus heyetinin konferans dışı bırakılması için askeri önlemler alınmış ve Moskova’dan gelen postalara el konulmuştur. Gerginliğin yükselmesinin üzerine İsviçre Faşist örgütü Vorovsky’nin yanındakilerle birlikte Lozan’ı terk etmesini istemiş ve terk etmemesi durumunda zorla sınır dışı edileceğini vurgulamıştır. Gerginliğin had safhaya yükseldiği 10 Mayıs akşamında Vorovsky, Lozan’da kaldığı otelde şüpheli bir suikaste kurban gitmiştir.

Borçlar

Borçlar üzerine görüşmeler 27 Kasım 1922’de başlamıştır. İsmet Paşa, Osmanlı’dan kalan borçların imparatorluk topraklarından parça almış tüm devletler arasında bölüştürülmesi gerektiğini savunmuştur. Buna karşılık Venizelos, adaletli bir paylaşım için borçların paylaştırılacağı bölgelerde Osmanlı Devleti’nin yatırımının olup olmadığının incelenmesi gerektiğini söylemiştir. Görüşmeler sonucunda borçların paylaştırılması konusunda mutabık kalınmış fakat usuller ve ayrıntılar konusundaki anlaşmazlıklar tartışmaların oldukça uzamasına sebep olmuştur. 

Bu anlaşmazlıklardan biri borçların hesaplanmasıyla ilgilidir. Türk heyeti, Mondros Mütarekesine kadar (1918) alınmış tüm borçların paylaştırılması gerektiğini söylerken Müttefikler 1912 öncesindeki borçların paylaştırılmasını, sonrasındaki borçların tamamını Türkiye’nin ödemesini istemiştir. İlk görüşmelerde usuller hakkında geniş bir karara varılamamış, 1 Şubat’ta Türk heyetine verilen taslak metinde borçlar Türk heyetinin isteklerinin aksine 1912 öncesi ve sonrası olarak ayrılmıştır. İkinci dönem yapılan müzakerelerde de usuller konusundaki tartışmalar devam etmiş ve bu başlık en sona kalan ve en uzun tartışılan konu olmuştur. Bu konu hakkındaki görüşmeler 1931 yılında Paris’te yapılacak bir antlaşmaya kadar devam etmiştir.

Ege Adaları

Konferansın beşinci günü öğleden sonra Adalar görüşülmeye başlanmıştır. İsmet Paşa, Gökçeada, Bozcaada ve Semadirek Adaları başta olmak üzere Ege Adalarının Anadolu’nun tamamlayıcı parçaları olduğunu söylemiş, bu adaların Yunanlılara verilmesinin Türk tarafınca kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Bu adalardaki askeri varlığın Anadolu’nun güvenliğini tehdit ettiğini ve bu yüzden buraların silahsızlandırılması gerektiğini öne sürmüştür. Yani Türk heyetinin adalar konusundaki isteği; Gökçeada, Bozcaada ve Semadirek adalarının Türkiye’ye bırakılması ve diğer tüm adaların silahsızlandırılmasıdır.         

Buna karşılık Venizelos, çoğunluğu Rum halkından oluşan adaların Türklere verilmesinin Türkler için herhangi bir çıkar sağlamayacağını, hatta bunun misak-ı milli ile de örtüşmeyeceğini söylemiştir. Bu adaların askersizleştirilmesi konusunu Çanakkale’nin askersizleştirilmesinin de konuşulması şartıyla görüşmeyi kabul etiklerini, fakat bu adalarda Türk hakimiyetinin yeniden kurulmasını kabul etmeyeceklerini belirtmiştir. 

Curzon ise Gökçeada, Bozcaada ve Meis dışındaki tüm adaların zaten Uşi antlaşması ile İtalya’ya bırakıldığını söylemiştir. Bunun üzerine İsmet Paşa ve Rıza Nur tartışmayı diğer adalara da taşımış; Midilli, Limni, Sakız ve Nikeya’da bağımsız ve tarafsız yönetimler kurulmasını istemiştir. Müttefikler bu istekleri reddetmiş, sadece boğazlara yakın olan Gökçeada, Bozcaada ve Semadirek’in askersizleştirilmesinin konuşulabileceğini belirtmiştir.

Adalar konusunun ele alındığı ilk görüşmeler böylece sona ermiş, bu görüşmelerde Yunan işgali altındaki adalar hakkında görüşmeler yapılmış olup İtalyan işgalindeki Menteşe Adaları ile ilgili müzakere yapılmamıştır. Komisyon kararı gereğince kurulan alt komisyon üç günde çalışmalarını tamamlayarak 28 Kasım 1922’de raporunu hazırlamıştır ve 29 Kasım’da bu rapor üzerinden görüşmeler başlamıştır.

30 Ocak 1923’te Türk heyetine verilen antlaşma taslağında adalarla ilgili olarak, Gökçeada ve Bozcaada haricindeki diğer Boğazönü Adaları; Limni ve Semadirek ile Saruhan Adaları; Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya’nın askerden arındırılarak Yunanistan’a bırakılmasına dair hükümler yer almıştır. Türk Heyeti bu maddelerle birlikte 26 maddeye itiraz etmiş, taslak üzerinde anlaşma sağlanamayarak konferans yarıda kesilmiştir.Bu süreçte İsmet Paşa Ankara’ya dönmüş ve verilen taslak metni üzerine TBMM’de görüşmelere katılmıştır. Kabul edilmeyen maddeler hakkındaki düzeltme teklifleri müttefiklere iletilmiştir. Bu teklifte adalarla ilgili olarak Bozcaada yakınlarındaki Merkep Adaları’nın ve Anadolu sahillerine çok yakın olan Meis Adası’nın Türkiye’ye bırakılması istenmiştir. 

İkinci tur görüşmelerde adalar konusu Türk tarafının taslak metne cevap olarak gönderdiği mektup üzerinden ilerlemiştir. Yapılan görüşmelerde Merkep Adaları’nın Türkiye’ye bırakılması kabul edilmişken Meis Adası’nın Türkiye’ye bırakılamayacağı ifade edilmiştir. 

Haziranda yapılan görüşmelerden önce İtalyan Baş Delegesi Montanya, Meis’in Türkiye aleyhine kullanılmayacağına dair kesin teminat vermiş ve işgâl ettikleri Menteşe Adaları’nın Osmanlı borçlarından paylarına düşen kısmını bu adaları ele geçirdikleri tarihten itibaren yükleneceklerini taahhüt etmiştir. Böylece Türk Heyeti, İsmet Paşa’nın “Meis adası Anadolu’nun parçalarındandır. Ona malik olmak davamız meşru ve haklıdır. Fakat cihan sulhunun temini gayesi ile bu ada hakkındaki isteğimizden vazgeçiyoruz.” sözleri ile birlikte dünya barışının tesisini sağlamak için Meis adası ile ilgili talebini geri çekmek gibi çok ağır bir fedakârlığı kabul etmiştir.

Ermeni Meselesi

Lozan’da bir görüşme yapılacağı ve Türkler ile İtilâf Devletleri arasındaki sorunların kesin olarak çözümleneceğini haber alan Ermeniler, Lozan Konferansı’na yetkili üye olarak katılmak ve isteklerini kabul ettirebilmek amacıyla propaganda faaliyetleri başlatmışlar, Ermenilere dost olan bütün yabancı kuruluşların Ermeni tezini savunmaları için Lozan’a temsilci göndermelerini sağlamışlardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ise, Lozan’a gönderdiği Türk heyetine, bakanlar kurulunda kaleme alınan 14 maddelik talimatname vermiştir. Bu talimatnamenin birinci maddesinde “Ermeni yurdu söz konusu olamaz, olursa görüşmeler kesilir” ifadesi yer almıştır. 

Ermeniler, konferansın ilk günlerinde sundukları muhtırada, Türklerin 1.250.000 Ermeni’yi katlettikleri, 700.000 Ermeni’nin de çeşitli ülkelere göç etmek zorunda bırakıldığını iddia ederek, ABD başkanının hakemliğinde Ermeniler için bir alanın belirlenmesi, Erivan Cumhuriyeti’nin sınırlarının Doğu illerinden toprak katılarak genişletilmesi ve denizden çıkış için bir liman verilmesini istemişlerdir. Ayrıca Kilikya’nın da bu sınırlar içine alınması yönündeki isteklerini bir kez daha yinelemişlerdir. Ayrıca bu muhtırada, savaş sırasında tüm Ermeni milletinin İtilâf Devletleri’nin yanında savaştığını vurgulamak suretiyle bu devletlerin desteğini almaya çalışmışlardır.

İsmet Paşanın Ermenilerle ilgili olarak Ankara’ya çekmiş olduğu ilk telgraf, konferansın başlamasından beş gün sonradır. İsmet Paşanın Heyet-i Vekile Riyasetine (Rauf Bey) çekmiş olduğu 25 Kasım 1922 tarihli telgrafta gerek İngilizlerin gerekse Amerikalıların, Türkiye’deki Ermenilerin kimlerle ve nasıl değiştirileceğini sordukları bildirilmiştir. Bu telgraftan, Rumlarda olduğu gibi Ermenilerle Türkler arasında da bir mübadelenin gündemde olduğu anlaşılmıştır. 

Heyet-i Vükela mübadeleye sıcak bakarken İsmet Paşa bunun gerekli olmadığını düşünmüştür. Nitekim bu konu Rauf Bey’in İsmet Paşaya konuyla ilgili çektiği bir telgrafa şöyle yansımıştır: “Şimdi aldığım Ermenilerin Ermenistan’daki Türklerle değiştirileceğine ilişkin görüş Heyet-i Vükelanın kararıdır. Şahsen zat-ı devletleriyle hemfikir idim ve bugün de hemfikirim. Bugün Heyet-i Vekile toplantısında tekrar ele alarak sonucunu derhal arz edeceğim”. Aynı gün yapılan toplantıdan sonra İsmet Paşanın Ermeni mübadelesinin reddedilmesi görüşü kabul edilmiş ve yeni bir telgrafla İsmet Paşaya bildirmiştir.

Lozan’da azınlıklarla ilgili resmî görüşmeler 12 Aralık 1922’de başlamıştır. Lord Curzon, Ermeniler için kuzeydoğu vilayetlerinden ve Çukurova’dan yurt istemiş, azınlıklarla ilgili isteklerini geniş bir genel af ilan edilmesi, bir bedel karşılığında askerlikten muaf tutulmaları ve gidiş-gelişlerin serbest bırakılması şeklinde 3 başlıkta sıralamıştır.

Amerikalı temsilciler de Ermenilerle ilgili oturumlarda Türk karşıtı bir tutum takınmıştır. Child’ın azınlıklarla ilgili olarak “Amerikalılar bu mesele uğrunda çok para sarf etmişlerdir. Yalnız bir komite 75 milyon dolar harcadı” şeklindeki sözleri Amerikalıların Ermeni sorunu ve azınlık konularıyla ilgili görüşlerini göstermesi açısından önemlidir.

İsmet Paşa, Türkiye içerisinden Ermenilere bir toprak verilmesinin mümkün olmadığını, hukuki konularda da Türk bütünlüğüne ve istiklaline halel verici ayrıcalıklar tanınmasının kabul edilmeyeceğini belirtmiştir.

Lord Curzon’un “Türkiye kadar büyük bir memlekette Ermenilere bir köşe bulunamaz mı?” şeklindeki sorusunu İsmet Paşa “Memleketleri Türkiye’den çok büyük devletler vardır, hem de bizden yeni ayrılan yerlerde çok geniş yerler vardır. Türk’e kalan ülke, hiç parçalanma kabul etmez bir bütündür. Doğu illerinde ve Kilikya’da Türk halkı yurtlarını yabancı istilasına karşı, hesapsız fedakârlıklarla savunmuşlardır. Yerlerini hiç kimseye vermezler” şeklindeki sözlerle cevaplandırmıştır. İsmet Paşa; Lord Curzon’un, “Kendi ellerinin temiz olduğu ve bu yüzden de Milletler Cemiyeti’nden korkularının olmadığına” dair sarf ettiği sözlere karşılık olarak, “Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’nden korkusunun olmadığını, asıl olarak hiçbir memlekete saldırmayan ve tahrip etmeyen Türklerin ellerinin temiz olduğunu” sert bir üslûpla dile getirmiş ve Milletler Cemiyeti’ne barışın imzalanmasından sonra girileceğini ifade etmiştir. İsmet Paşanın şiddetle karşı çıkması ve kararlı tutum karşısında Lord Curzon yumuşamış ve bunu diğer devletlerin temsilcileri takip etmiştir. İsmet Paşa’nın yapmış olduğu açıklamalardan tatmin olduklarını beyan eden İtilâf Devletleri temsilcileri konunun tali komisyona gönderilmesini kabul etmişlerdir.

“Ermeni yurdu” sorununun tali komisyonda ele alınması kabul edildikten sonra konu 23 Aralık 1922’de gündeme gelmiştir. Büyük tartışmaların yaşandığı görüşmelerden sonra, müttefikler tarafından yapılan öneriler, Türk heyeti temsilcisi Rıza Nur tarafından şiddetle reddedilmiştir. 24 Aralık’ta yapılan görüşmeler de hararetli geçmiş, müttefiklerin Ermeniler ve Ermeni Yurdu konusundaki görüşleri kabul edilmemiştir. Görüşmelerde ayrıca Ermeni heyetinin komisyonda dinlenmesi isteği de tartışmalara sebep olmuştur. Türk heyeti, “Ermeni heyetinin Ermenistan hükümeti tarafından vekâlete haiz olmadığı, eğer Türkiye azınlığı olarak toplanılacaksa bunu şiddetle protesto ettiğini…” söyleyerek, görüşmeleri terk etmiştir. Ermeni heyeti Türk tarafının bulunmadığı bu konuşmalarda söz alarak isteklerini sıralamıştır.

Tali komisyon Ermeni sorunuyla ilgili olan azınlıklar konusundaki son toplantısını, 6 Ocak 1923 tarihinde yapmıştır. Fransız temsilci Montagna ve İngiliz temsilci Sir Horace Rumbold’un “Ermeni yurdu” kurulması yönündeki isteklerini tekrar ettikleri konuşmalar sonrasında söz alan Rıza Nur; Ermenilere toprak verilmesinin konuşulmasına gelene kadar Mısır, Hindistan, Tunus, Cezayir, Fas gibi mazlum milletlerin özgürlüklerini teslim etmeleri gerektiğini söyleyerek İngiliz ve Fransız temsilcilerine cevaben sert bir konuşma yapmış ve oturumu bir kez daha terk etmiştir. 

Türk tarafının kesin tavrı karşısında Batılı devletlerin temsilcileri de zaten kendileri için hayatî bir önem taşımayan Ermeni Sorununda yumuşamışlar ve ısrarlarından vazgeçmişlerdir. Bu konuda İsmet Paşanın konuştuğu bir İngiliz yetkilinin “İsmet Paşa! Yıllarca çok şeyler söyledik, çok şeyler vaat ettik. Bütün dünyada çok taahhüt altına girdik. Şimdi bunlara son verirken, bu kadar merasim yapılmasını neden yadırgıyorsun?” şeklindeki sözleri Batılıların Ermeni sorununa bakışlarını ve bu sorunu ne kadar gündemde tutabileceklerini göstermesi açısından önemlidir.

Tali komisyonun raporunun İsmet Paşa ve Lord Curzon tarafından kabul edilmesinden sonra Lozan’da Ermeni konusu bir daha resmî görüşmelerde gündeme gelmemiş ve doğal olarak da antlaşmaya bu konuyla ilgili herhangi bir hüküm girmemiştir.

Lozan Barış Antlaşması’nda Ermeni sorununa değinilmemiş olduğundan hayal kırıklığına uğrayan Ermeni delegeleri, 2 Şubat 1923’te Lozan şehrini terk etmiştir. Lozan’dan ayrılırken konferansa katılan devletlere bir bildiri vermişler, dünya savaşı sırasında İtilaf devletlerinin yararına birçok operasyon düzenlediklerini, Kilikya’da, Filistin’de Türklere karşı direnerek İngilizleri koruduklarını, Bakü’yü savunarak Almanların petrole erişimini zorlaştırdıklarını, birçok Ermeni’yi de bu operasyonlarda kaybettiklerini belirtmişlerdir.

Bu gelişmeden bir süre sonra konferans kesintiye uğramıştır. Diplomatik çabalar sonucunda 23 Nisan 1923’te başlayan ikinci dönem görüşmelerinde Ermeni sorunu resmî ya da gayr-i resmî yollardan hemen hemen hiç gündeme gelmemiştir. 

Kapitülasyonlar

Meclisin görüşmelere giden heyete verdiği talimatlarda kesin taviz verilmeyecek konulardan biri de kapitülasyonlardır. Müttefikler de kapitülasyonlar konusunda bazı değişiklikler yaparak sistemin devamını sağlamayı kararlaştırarak görüşmelere katılmıştır. 

Lozan Konferansı’nın en önemli konularından biri olan kapitülasyonlar meselesi, 2 Aralık 1922’de İtalyan baş delege Marki Garroni’nin başkanlığını yaptığı İkinci Komisyon’da ele alınmıştır. Müttefikler yaptıkları konuşmalarda kapitülasyonların geçmiş dönemlerin ihtiyaçlarını karşıladığını fakat çağdaş hukuk anlayışına uygun olmadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte Türkiye’nin yabancı sermayeye de ihtiyaç duyacağını, bu sebeple ismi ve özellikleri üzerinde çalışılarak yeni bir sistem oluşturulması gerektiğini belirtmişlerdir.

İsmet Paşa ise kapitülasyonların tamamen kaldırılmasının gerektiğini ve bu sistem yerine getirilecek hiçbir düzenlemenin kabul edilmeyeceğini, alt komisyonlardaki çalışmaların bu tutum çerçevesinde sürdürüleceğini belirtmiştir.

Alt komisyonun çalışmaları 7 Aralık günü İngiliz Heyeti’nden Sir Horace Rumbold’un başkanlığında başlamıştır. Bu görüşmelerde müttefikler mali kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etmiş fakat adli kapitülasyonları kabul ettirmek için baskı yapmıştır. İsmet Paşa 28 Aralık oturumunu özetleyerek Rauf Bey’e telgrafla göndermiş,Rauf Bey azınlıklar ve kapitülasyonlar konusunda herhangi bir fedakârlıkta bulunmanın imkânsız olduğunu, aksi takdirde askeri tedbirlere devam edileceğini İsmet Paşa’ya iletmiş, o da bu direktiften sonra katı tutumunu sergilemeye devam etmiştir.

27 Ocak 1923 günü yapılan toplantıda yargı dışındaki hususlarda anlaşmaya varılmıştır. İsmet Paşa yargılama konusundaki tutumlarının değişmeyeceğini, diğer hususlarda varılan anlaşmalardan memnun olduğunu belirtmiştir. Konuşmaların tıkanması üzerine müttefikler hazırladıkları taslak metinde kapitülasyonların kaldırılması kabul etmiş ancak Türk tarafı kabul etmemesine rağmen adli yargı usulü konusunda istedikleri güvenceyi bu metne eklemişlerdir.

2 Şubat günü İsmet Paşa taslağın 26 maddesine itiraz etmiştir. Bu maddelerin başında adli usul beyannamesi ve Musul meselesi gelmektedir. Garroni adli usul beyannamesinde İsmet Paşa’nın istediği yönde düzenlemeler yaparak orta yol aramıştır. Bu sebeple Curzon ve Bompard ile toplanarak iktisadi ve Musul meselelerinde bazı tavizler vermeye karar vermişlerdir.Curzon Musul meselesinde Türk Heyeti’nin kabulleneceği bir formül oluşturmuş  ancak adli ve mali konularda katı bir tutum benimsemiştir.Bu toplantının ardından 4 Şubat günü yapılan oturumda İsmet Paşa Musul meselesi hakkındaki önerileri kabul etmiş ancak mali ve adli alandaki yeni düzenlemeyi, dolayısıyla müttefiklerin sunduğu taslağı reddetmiştir. Curzon Londra’ya dönmek üzere tren garına gittiğinde, İtalyan delege Montaigne adli kapitülasyonlar üzerine son bir düzenlemeyi yetiştirmiş ve garda Curzon’un rızasını almıştır. Diğer yandan ABD delegesi Child ve Fransız delege Bompard’ın iktisadi meseleler hakkında öne sürdükleri teklifi İsmet Paşa kabul etmeyince, Curzon treni hareket ettirmiş, böylelikle Musul meselesi ve adli kapitülasyonlar üzerine anlaşma sağlanmış, ancak Fransa’yı ilgilendiren iktisadi meseleler yüzünden konferans kesilmiştir. 

23 Nisan’da ikinci kez konferans tören yapılmaksızın açılış konuşmalarıyla başlamıştır. Montaigne’in son anda sunduğu çözüm Montaigne formülü olarak adlandırılmıştır. Türk heyeti görüşmelerin bu formül üzerinden devam edeceğini düşünerek gitmiş fakat müttefikler konferanstan önce yaptıkları toplantıda Bompard’ın baskısıyla bu formülden vazgeçmişlerdir. Görüşmeler tekrar başladığında da bu konu hakkında uzun tartışmalar yapılmıştır. Montaigne 4 Şubat akşamı bu formülü İsmet Paşa’ya sunduğunu kabul etmiş, fakat teklif o akşam değil de ertesi gün kabul edildiği için geçerliliğinin düştüğünü iddia etmiştir. Diğer müttefik devletler de Montaigne’i destekleyen açıklamalar yapmıştır. İsmet Paşa bu meseleyi halledilmiş olarak gördüklerini, müttefikler nasıl halledilmiş meselelere tekrar dönmüyorsa kendilerinin de bu konuyu tekrar tartışmaya açmayacağını belirtmiştir.                                                  Sonuç olarak 4 Haziran oturumunda Türk egemenliğindeki yabancıların herhangi bir suç işlemeleri halinde Türk vatandaşlarıyla aynı cezaya çarptırılması gibi hükümleri içeren ve hemen hemen Montaigne Formülüne yakın hatta ondan da iyi içeriğe sahip yeni bir formül ele alınmıştır. Bu formül İsmet Paşa tarafından da kabul edilmiş olup uzun tartışmalardan sonra kapitülasyonlar meselesi de böylece çözümlenmiştir.

Musul

TBMM, konferansa giden heyete Irak sınırı ile ilgili olarak Süleymaniye, Musul ve Kerkük illerinin geri isteneceği, bundan başka bir durum ortaya çıkarsa hükümetten talimat alınacağı direktifi vermiştir. İngiliz heyeti de Lozan’a benzer direktifler alarak gelmiş, bu yüzden Türkiye-Irak sınırının oluşturulması sınırlar meselesinde en fazla tartışma yapılan alan olmuştur. Türk tarafı Musul meselesi hakkındaki tezini Türklerin ve Kürtlerin kardeş olduklarına ve Orta Asya’dan geldikleri üzerine temellendirmiştir. İsmet İnönü, Musul’u topraklarının bir parçası olarak gördüklerini ve konuyu ülke meselesi olarak ele aldıklarını konferansta belirtmiştir. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise Türk tarafının önerisini kabul etmemiştir. Musul meselesi esasında petrol çıkarları ile ilgilidir ve konferansta konu üzerinde (ilk dönemde iki olmak üzere) birkaç defa görüşme gerçekleştirilmiş ve hiçbirinde bir antlaşmaya varılamadığı için bu meselenin antlaşmanın imzasından 9 ay içinde İngiltere ve Türkiye arasında müzakere edilmesine, mesele yine çözülemezse sorunun çözümünde Milletler Cemiyeti’ne gidilmesine karar verilmiştir. 

Mübadele

20. Yüzyılın başlarında yaşanan krizler ile Türkiye ve Yunanistan arasında yoğun göçler yaşanmış, bu göçler bazı nüfus dengesizliklerine yol açmıştır. Bu dengesizliklerin çözülmesi için Lozan’da gündeme gelen noktalardan biri de iki ülke arasında geniş kapsamlı bir mübadele yapılması olmuştur. Konferans öncesinde Milletler Cemiyeti bu konuyu araştırmak ve çözüme yönelik bir rapor hazırlamak için Norveçli Dr. Friedtjof Nansen’i görevlendirmiştir. Görüşmeler de Nansen’in  hazırladığı bu rapor üzerinden sürdürülmüştür. 

Nansen’in ilk çözüm teklifi, Yunanistan’daki Müslümanlarla, Anadolu’daki Ortodoksların isteğe bağlı olarak değiş tokuşudur. Ancak İstanbul’da yaşayan Rumların bu uygulamanın dışında tutulması görüşündedir.

Nansen’in bu görüşü, Türkiye tarafından uygun görülmemiştir. Sadece İstanbul’daki Rumların değişim dışı tutulmasının kabul edilemeyeceğini bildiren Türk heyeti, Batı Trakya Türklerinin de değişim dışı tutulmasını istemiştir. Bunun gerekçesi “Batı Trakya’daki Türklerin azınlık değil, çoğunluk olduğu, dolayısıyla çoğunluk olan bir kitlenin, bulunduğu yerden göçe zorlanmasının kabul edilemeyeceği” şeklinde açıklanmıştır.Buna karşılık Yunanistan özellikle Türk-Yunan Savaşı sonrasında Yunanistan topraklarında biriken nüfusa dikkat çekerek, ortaya çıkan yerleşim yeri ve barınma sorunlarını gündeme getirmiş ve bu sorunların önüne geçebilmek için 350.000 Türk’ün Anadolu’ya, Rumlardan boşalan yerlere gönderilmesini istemiştir.

İki ülkenin de itirazlarını dikkate alan Nansen, raporunu tekrar gözden geçirmiş ve yeni rapor azınlıklar meselesinin ele alındığı 1 Aralık 1922’de konferansta okunmuştur. Yeni raporda, mübadele uygulamasının göçmenler için çok iyi bir çözüm olacağı belirtilmiş ve göç meselesinin çözüme kavuşturulmaması halinde, harp sonrası ortaya çıkan ekonomik sıkıntıların daha da  artacağı vurgulanmıştır.

Görüşmeler sırasında Türk heyeti, İstanbul Rumlarının da mübadele kapsamına alınmasını sağlamaya çalışırken, Batı Trakya Türklerinin mübadele kapsamı dışında bırakılmasını istemiştir. Yunanistan ise, mübadelenin zorunlu değil, isteğe bağlı olmasını önermiştir.

Tartışmaların sonucunda 30 Ocak 1923 tarihinde Mübadele Sözleşmesi imzalanmıştır. Mübadeleye tabi tutulacak nüfusun sahip olduğu emlak konusunun ise ayrı bir komisyon tarafından ele alınması kararlaştırılmıştır. Başkanları tarafsız ülkelerden seçilen 11 alt komisyon çalışmalarıyla devam etmiştir.

Maddeler

Sınırlar

1-29. Maddeler bu konuyla ilgilidir.Bu maddeler arasında Türkiye’nin bütün sınırlarının çizilmesi meselesi açıklığa kavuşturulmuştur. Anlaşma olmayan alanlarda Sınır çizim Kurulları’nın oluşturulması kararlaştırılmıştır. Bu kurulların nasıl kurulacağı, finansman, belge gibi konuların tamamı ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Karadeniz’den Akdeniz’e kadar olan kesimin sınırları şu şekilde belirlenmiştir: Bulgaristan ile Rezvaya ağzından Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarının Meriç üzerinde kesiştiği noktaya dek ve Bulgaristan’nın günümüzdeki güney sınırı Yunanistan ile Bulgaristan sınırından Arda ve Meriç ırmaklarının birleştiği noktaya dek. Daha sonra Arda ve Meriç ırmaklarının ayrıntılarına yer verilmiştir.Suriye ile olan sınırımız Ankara antlaşmasındaki sınır kabul edilmiştir. Irak sınırımız ise Türkiye ve İngiltere arasında daha sonra kararlaştırılmak üzere ertelenmiştir.                                               

Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları’nın Yunanistan’a verilmesi ve silahsızlandırılması kararlaştırılmıştır. İmroz ve Bozcaada ve Tavşan Adaları Türkiye’ye bırakılmış, buralarda yaşayan Rumlara özellikle 14. madde ile can ve mal güvenliği verilmiştir. Ayrıca nüfus mübadelesinin bu halklara uygulanmayacağı kararlaştırılmıştır.Türkiye 12 Adayı İtalyanlara bırakmıştır ve bu adalar dahil sınırları dışında bulunan bütün yerlerin haklarından vazgeçtiğini tüm dünyaya ilan etmiştir.

Ayrı olarak Mısır ile ilgili hiçbir hakkının olmadığını Türkiye’nin kabul etmesi vurgulanmıştır. 20. madde ile Kıbrıs’ın ilhakı tanınmıştır ve 14. maddenin aksine burada yaşan tüm Türklerin ya İngiliz vatandaşlığına geçmesi ya da adayı terk etmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca İngiliz uyruğunu seçenlerin Türk uyruğunu yitireceği belirtilmiştir.Bunlara ek olarak Türkiye bu antlaşma ile Osmanlı’dan kopan tüm devletleri tanımış, ayrıca savaş sonrası ihtilal devletleri ile antlaşma imzalayan diğer devletleri de tanımayı kabul etmiştir ve Osmanlı’dan kopan bütün devletlerdeki tüm haklarında vazgeçmiştir.

28. maddede tüm kapitülasyonların kaldırılması taraflarca kabul edilmiştir.

Uyrukluk 

30-36. Maddeler bu konuyla ilgilidir.Türkiye’den ayrılan topraklarda yaşayan Türk uyruklular, bu topraklardaki devletlerin uyruğu olacaktır. Türk uyrukluğunu yitirip bulundukları devletlerin uyrukluğuna geçen kişiler iki yıl içerisinde tekrar Türk uyrukluğuna geçme hakkına sahiptir. Türkiye’den ayrılan topraklarda yaşayan ve bu topraklarda azınlık olan kişiler kendi halkının çoğunlukta olduğu devletlerin uyruğuna iki yıl içerisinde geçebilir. Maddeler gereğince seçme haklarını kullananlar 12 ay içerisinde konutlarını seçtikleri uyruklukların devlet topraklarına geçirmek zorundadır. Uyrukluk seçme hakkını kullanan kişiler önceden bulundukları devletlerdeki taşınmaz malları yine de ellerinde tutma hakkına sahip olacaklardır. Taşınabilir mallarını ise kendileriyle götürebileceklerdir.

Azınlıkların Korunması

37-45. Maddeler bu konuyla ilgilidir.Türkiye hükümeti; doğum, milliyet, dil, soy ya da din ayırt etmeksizin tüm halkının yaşam ve özgürlüklerini koruyacaktır. Toplumsal düzen ve genel ahlak ile bağdaşmazlık göstermeyen her din, mezhep ya da inanış özgürce yaşayacaktır. Gayrimüslim azınlıklar herkes için geçerli kurallar haricinde dolaşım ve göç özgürlüğünden bütünüyle yararlanacaktır. Türkiye’nin tüm halkı din ayırt etmeksizin yasa önünde eşit olacaktır. Din, inanç ya da mezhepten dolayı hiçbir yurttaşı herhangi bir haktan mahrum edilemeyecektir. Bu sebepler hiçbir şekilde memurluğa, yüksek derecedeki konumlara gelmesine veya herhangi bir mesleği yapmasına engel sayılamayacaktır. Yurttaşların ticaret, basın veya toplantılarda herhangi bir dili kullanmasına sınır koyulmayacaktır. Türkçeden başka bir dil konuşan yurttaşlara yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için kolaylık sağlanacaktır. Bu durum resmi dilin Türkçe oluşunu değiştirmeyecektir. Müslüman olmayan azınlıklar her türlü dinsel ve sosyal kurumları, okul ve benzeri eğitim kurumları kurma, yönetme, denetleme ve buralarda özgürce kendi dillerini kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma bakımından diğer tüm yurttaşlar ile eşit haklara sahip olacaktır. 

Bu hükümler Türkiye Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden oluşan özel Komisyonlarda düzenlenecektir. Anlaşmazlık olursa, Türkiye Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Meclisi, birlikte, Avrupalı hukukçular arasından bir üst hakem atayacaktır. Müslüman olmayan azınlıklıkların kiliseleri, havraları, mezarlıkları ve öteki dinsel kurumları her türlü korunacaktır. Vakıf kurmalarında ve işletmelerinde gerekli destek verilecektir. Azınlıklar, inançlarına aykırı ve dinsel ayinlerini bozucu hiçbir işleme zorlanamayacaklardır. Hafta tatilleri gününde Mahkemelerde hazır bulunmaktan ya da herhangi bir yasal işlemin yapılmasından kaçınmaları nedeniyle, hiçbir hakları ortadan kalkmayacaktır. Bu azınlıklar, tüm Türk yurttaşlarının bağlı olduğu kamu düzeninin korunması bakımından konulan yükümlerden bağışık değillerdir. Yukarıda bahsedilen hükümler Milletler Cemiyeti güvencesi altındadır. Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar Yunanistan tarafından da, kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlıklar için tanınmıştır.

Osmanlı Devlet Borçları

46-57. Maddeler bu konuyla ilgilidir.Osmanlı Devleti ve Osmanlı Devletinden ayrılan devletlerin borçları belirlenmiş, bu borçların ödeme usulleri de ayrıca belirtilmiştir. Aşağıdaki tabloda devletlere düşen borç miktarları, toprak yüz ölçümlerine de oranlanarak gösterilmiştir.

Borçlar foto

Nedim Dikmen, “Osmanlı Dış Borçlarının Ekonomik ve Siyasi Sonuçları”, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:19 Eylül 2005 Sayı 21, s.152. (Makaledeki tabloya ek olarak yüzölçümleri ülkelere ait almanaklardan bulunmuş ve toplam rakamlara oranlamalar yazar tarafından gerçekleştirilmiştir.)

Çeşitli Hükümler 

58-63. Maddeler bu konuyla ilgilidir.Yunanistan dışındaki antlaşmayı imzalayan taraf devletler, 1 Ağustos 1914’ten bu antlaşma imzalanana kadar geçen süreçte yaşanan gerek savaş eylemleri gerekse el koyma, zorla alma gibi eylemlerinden dolayı ortaya çıkan kayıp ve zararları nedeniyle, alacakları her türlü para isteklerinden karşılıklı olarak vazgeçmişlerdir. 

Türkiye Devleti 1914 yılında Osmanlı Devleti tarafından parası ödenen ve İngilizler tarafından el konulan Sultan Osman ve Reşadiye zırhlılarının parasını istemekten vazgeçtiğini de kabul etmiştir.

Yunanistan savaş sırasında Anadolu’da yaptığı hareketlerden dolayı doğan zararı karşılamayı kabul etmiş ancak Türkiye Yunanistan’ın parasal durumunu göz önünde tutarak onarım konusunda Yunan Hükümetinden alacağı paradan vazgeçmiştir. 

Savaş sonucu Osmanlı Devletinden toprak alan devletler, Osmanlı Devleti’nin bu topraklar üzerindeki tüm taşınır ve taşınmaz mallarına, karşılık ödemeden sahip olacaklardır. Aynı zamanda taşınır ve taşınmaz mallar kapsamına, içinde vakıfların olduğu binalar da dahil edilmiştir.

Mallar, Haklar ve Çıkarlar 

65-72. Maddeler bu konuyla ilgilidir.29 Ekim 1914 öncesinde müttefik devletlerin uyruğundan olup da bu antlaşma ile birlikte Türkiye topraklarında kalacak olan kişilerin mal, hak ve çıkarları korunmuş, aynı şekilde Müttefik devletler toprağında kalan Türk uyruklu kişilerin de mal, hak ve çıkarları korunmuştur. Bu mal, hak ve çıkarlar sahiplerine geri verilmesi kararlaştırılmıştır.

Eğer ki yukarıda geçen haklar, bulunduğu devlet tarafından kullanılmış ise bu malların sahibi kişiler tespit edilebilirse, kişilere hakları tekrar devredilecektir.

Sözleşmeler ve Süre Aşımları 

73-83. Maddeler bu konuyla ilgilidir. Bu bölüme göre, bir sözleşmenin taraflarını oluşturan kişiler, aralarında ticaretin fiilen olanaksız bulunduğu ya da bu kişilerden birinin bağlı olduğu yasalar, Hükümet kararları ya da yönetmelikler ile ticaret yasaklandığı ya da yasalara aykırı bir nitelik aldığı günden başlayarak düşman sayılacaktır. Sonradan düşman olan taraflar arasında önceden yapılmış olup aşağıdaki gösterilen türdeki sözleşmeler yürürlükte kalacaktır. 

  • Taşınmaz malların satışına ilişkin sözleşmeler
  • Özel kişiler arasında yapılmış kira sözleşmeleri
  • Özel kişiler arasında yapılan maden, orman ya da tarım topraklarının işletilmesine ilişkin sözleşmeler
  • İpotek sözleşmeleri
  • Ortaklık kurucu sözleşmeleri
  • Gerçek kişiler ya da ortaklıklar ile devlet, iller, belediye vb. tüzel kişiler arasında yapılan sözleşmeler
  • Aile hukukuna ilişkin sözleşmeler
  • Bağışlara ya da kazandırmalara ilişkin sözleşmeler

Bunlar dışında kalanlar sözleşmeler (Ayrıcalık sözleşmeleri hariç) sonradan düşman olan devletlerin düşman sayıldıkları günden itibaren geçersiz sayılacaktır. Savaş esnasında ödeme veya bildirme zamanları geçmiş senetler geçersiz sayılmayacak, bunların yapılması için 3 ay süre verilecektir. Bu hükümler Japonya ile Türkiye arasında uygulanmayacak ve bu hükümlere konu olan sorunlar adı geçen, iki ülkenin her birinde yerel yasaları uyarınca çözümlenecektir.

Sınaî, Edebi ve Güzel Sanatlar Mülkiyeti

86-91. Maddeler bu konuyla ilgilidir.Sınaî, edebi ve güzel sanatlar, mülkiyet hakları antlaşmanın yürürlülüğe konulması gününden itibaren mülkiyet haklarından savaş durumunun başladığı sırada yararlanmış olan kişilerin yararına yeniden tanınacak veya geri verilecektir. Bunun gibi eğer savaş çıkmasaydı savaş sürecinde elde edilebilecek hakları söz konusun haklara sahip kişilerin yararına tanınacaktır. Geri verilecek hakları zedelemeden savaş sırasında devletlerin azınlık topluluklar için uyguladığı işlemler bütünüyle geçerli olacaktır. Savaştan önce edinilmiş olan ve savaş çıkmasaydı edinilmesi olağan olan mülkiyet haklarlı ile ilgili hak sahipleri her işlemi ve formaliteyi ceza olmaksızın yapacak ve her devletin yasalarının gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirecektir. Bu işlemler için onlara en az 1 yıl süre tanınacaktır.Savaş esnasında tanınması gereken sınaî, edebi ya da güzel sanatlar mülkiyet haklarını çiğnemiş gibi sayılabilen eylemler nedeniyle kimseye bir dava açılmayacak ve hiçbir istemde bulunulmayacaktır. Müttefik devlet uyrukları ve Osmanlı uyrukları arasında savaş durumundan önce yapılmış lisans sözleşmeleri savaş durumu gününden itibaren ortadan kaldırılmış sayılacaktır.

Karma Hakem Mahkemesi

92-98. Maddeler bu konuyla ilgilidir. Herhangi bir konu ile ilgili düşülen anlaşmazlıkta Karma hakem mahkemeleri kurulması kararlaştırılmıştır. Bu heyetin mevzu bahis konunun ilgilendirdiği iki ülke arasında antlaşmayı sağlamak üzere kurulması kararlaştırılmıştır. Anlaşmazlığa düşen tarafların birer ve bağımsız heyetin seçeceği bir temsilci olmak üzere toplam 3 üyeden oluşan bir heyet kurulacaktır. Heyetteki çoğunluğun kararının kabul edileceği kararlaştırılmıştır.

Ulaşım İletişim Ağları 

101-114. Maddeler bu konuyla ilgilidir.Bu hükümler kapsamında Türkiye Barselona Konferansı kararlarını kabul etmiştir. Sınırları dışında kalan tüm demiryolları ve telgraf kabloları gibi iletişim veya ulaşım materyallerinden vazgeçmiş ve ilgili devletlere bırakmıştır, bırakırken de tahrip etmeyeceğine dair güvence vermiştir. 113. madde ile Türkiye’deki yabancı postaneler kaldırılmıştır.

Sağlık İşleri 

114-118. Maddeler bu konuyla ilgilidir.İstanbul Sağlık İşleri Yüksek Kurulu (Conseil Supérieur de Santé de Constantinople) kaldırılmıştır. Türkiye’nin kıyıları ve sınırlarından sağlık örgütüyle Türk yönetimi görevlidir. Koşulları hakça olacak tek düzen bir sağlık tarifesi, millet ayırt etmeden tüm gemilere ve yabancı devlet uyrukluklarına da uygulanacaktır. Türkiye, açıkta kalmış olan eski sağlık memurlarının zarar giderim haklarına, eski memurlarının ve onların yerine geçen hak sahiplerinin kazanılmış öteki tüm haklarına saygı gösterecektir.                                                                                                                                          Türkiye ile Mekke’de Hac ödevinin, Kudüs ziyaretinin ve Hicaz Demiryollarının korunmasında ilgili bulunun Devletler, uluslararası Sağlık Sözleşmelerinin hükümleri uyarınca, özel önlemler alacaklardır. Uygulamada eksiksiz bir tekdüzen sağlamak amacıyla, bu devletler ile Türkiye, Hac ve ziyaretlere ilişkin Sağlık Eşgüdüm Komisyonu kuracaklardır. Bu Komisyonla Türkiye Sağlık Daireleri ve Mısır Deniz ve Karantina Sağlık Kurulu temsil edilecektir. Bu Komisyon, toprakları üzerinde toplanacağı devletin önceden iznini alacaktır.

Savaş Tutsakları 

119-123. Maddeler bu konuyla ilgilidir.Antlaşmayı imzalayan taraflar, tüm savaş esirlerini malları ile birlikte serbest bırakmayı kabul etmiştir. Esirlerin geçimi için harcanan paraların ödenmesinden de karşılıklı olarak da vazgeçilmiştir.

Mezarlıklar

124-136. Maddeler bu konuyla ilgilidir.29 Ekim 1914’ten itibaren herhangi bir şekilde (esirken, savaşta vs.) ölmüş askerlerin, mezarlarına ya da toplu ceset çukurlarına dikilecek anıtlara saygı gösterilecek ve bakımları yapılacaktır. Ölen askerlerin kimlikleri tespit edilecek, gerekli görülürse ceset nakli için imkân tanınacaktır. Türkiye Hükümeti, Britanya İmparatorluğu, İtalya ve Fransa Hükümetlerinin askerlerinin öldüğü, mezar ya da ceset çukurlarını ve adlarına dikilmiş anıt bulunan arsaları, o devlete ayrı ayrı ve süresiz olarak bırakmayı kabul etmiştir. Ayrıca bu kapsama girecek olan Anzak (Arıburnu) konumu özellikle belirtilmiştir. Bu mezarlık arsalarının da kara ve deniz gücü için ya da siyasi olarak kullanılmayacağı belirtilmiştir.

Yukarıda bahsi geçen mezarlıkların güvenliği, Britanya, Fransa ve İtalya hükümetlerince kendi uyruklarından atayacakları bekçiler ile sağlanacaktır.

Genel Hükümler 

137-143. Maddeler bu konuyla ilgilidir. Antlaşmanın yürürlüğe konulmasına dek İstanbul’u işgal eden devlet uyrukluklarının, yabancıların ya da Türk uyrukluklarının hakları, malları, çıkarları ve her birinin Türk makamları ile olan ilişkileri hakkında devlet makamlarınca ya da onlarla anlaşarak alınmış kararlar geçerli sayılacaktır. Bu nedenle adı geçen devletler aleyhine hiçbir istem ileri sürülemeyecektir.

Türkiye ve Türkiye’den ayrılan topraklardaki devletler arasında arşivler, sicil defterleri, planlar, senetler ve öteki belgelerin ülkeleri ilgilendirme durumuna göre alışverişi veya iadesi yapılacaktır.

Yargısal konularda antlaşmanın yürürlüğe konulmasına dek Türkiye’de İstanbul’u işgal eden devletlerin yargıçları ya da mahkemelerince ve Karma Yargı Komisyonunca Türkiye’de verilen kararlar ve emirler önlemlerle birlikte geçerli olacaktır.

Antlaşma olanaklı olduğunca kısa bir süre içinde onaylanacaktır. Onay belgeleri Paris’e sunulup saklanacaktır. Fransa Hükümeti onay belgelerinin sunuş tutanaklarının, aslına uygun, birer örneğini tüm imzacı devletlere verecektir. Asıl antlaşma metni ise Fransız Cumhuriyeti arşivlerinde saklanacaktır.

KAYNAKÇA

KAYNAKÇA

  1. Saygı, T. (2015). Lozan Antlaşması’nda Musul sorunu ve Hatay meselesi. Yalova Sosyal Bilimler Dergisi5(10), 157-174.
  2. Sükan, B. T. D., & Oğuz, G. Y. (2017). Fransız kaynaklarına göre Lozan Barış Konferansı’nda Fransa (Doctoraldissertation, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü).
  3. Burak, D. M. Lozan’da Ermeni Meselesi Tartışmaları. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi21(62), 545-568.
  4. İnce, F. (2013). Lozan Barış Antlaşması ve Ege Adaları.
  5. Öksüz, H. Lozan’da Batı Trakya Sorunu.
  6. Uzun, H. (2013). Türk Heyeti’nin Lozan’a gidişi ve Lozan Konferans’ ı öncesinde Avrupa’daki faaliyetleri (5 Kasım 1922–20 Kasım 1922).
  7. Boy, A., & Başarır, M. (2020). Lozan Görüşmelerinde Boğazlar Meselesi (İngiltere Türkiye ve Rusya). HistoryStudies (13094688)12(2).
  8. Ertan, T. F. (2016). Sevr ve Lozan Antlaşmaları hakkında karşılaştırmalı bir değerlendirme.
  9. Uygur, F. Lozan Barış Antlaşması’na Dair Fransız Meclis Zabıtlarında İtirazlar ve İtiraflar. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, (65), 147-180.,
  10. Cevizliler, E., & Akbulut, S. Lozan Barış Konferansı’nda Kapitülasyonlar Meselesi ve İsmet Paşa. Atatürk Dergisi8(2), 161-193.
  11. Budak, M. (1996). TBMM Gizli Celse Zabıtlarına Göre Lozan Konferansı ve İskenderun Sancağı. İlmî Araştırmalar, (2), 39-46.
  12. Özdemir, A. U. (2013). Lozan’da başarıyı ölçmek: konular bazında bir değerlendirme.
  13. Özlü, H. Lozan Görüşmeleri sürecinde Türkiye’nin Trakya ve Boğazlara yönelik aldığı askerî önlemler.
  14. Versan, R. Yirmibirinci Yüzyıla Giderken Lozan. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası56(1-4), 185-206.
  15. Köse, I., & Öksüz, H. Amiral Bristol’ün Günlük ve Raporlarında İlk Tur Lozan Müzakereleri.
  16. Apaydın, C. Lozan Barış Konferansı Sürecinde İtalyanların Müzakerelere Yaklaşımı. Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları17(33), 147-174.
  17. Aşçı H. B. (2016) Lozan Barış Antlaşması’nda Osmanlı Borçları Meselesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 5(6), 1649-1666
  18. Ökte, S. K. Lozan Barış Konferansı Sürecinde İç ve Dış Kamuoyu Oluşturmaya Yönelik Faaliyetler 
  19. http://sam.baskent.edu.tr/belge/Lozan_TR.pdf