KANT’IN AHLAK YASASINDAN NAZİZMİN IRK KANUNUNA: ALMANYA

CİHANNÜMA ÇALIŞMA GRUBU

· 27 dk okuma süresi >

YAZARLAR

¹ Awab Alneamy

Muhammed Adil Alsaeedi

Elif İpek

Hatice Hilal Polat

Muhammed Yusuf Baykal*

Sinem Erkış

  1. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  3. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  4. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  5. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
  6. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Odyoloji Bölümü

*İletişim: muhammedyusufbaykal@gmail.com

İçindekiler

ALMAN EĞİTİMİ

Almanya aydınlanma çağının ardından Avrupa’nın en gözde eğitim merkezlerinden biri haline gelmiştir. Fizikten matematiğe, felsefeden tıbba birçok alanda dünyaca ünlü isimler barındıran Alman toplumu eğitime yaklaşımı açısından özgün bir yapı olmuştur.

Almanya’da özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda görülen akademik rekabet kayda değerdir. Bu dönemin profesörleri birbiriyle rekabet içerisinde ve etraflarına öğrenci toplama çabası içerisinde olmuşlardır. Bu durum onların gelişimini tıpkı ilkçağ Yunanda olduğu gibi olumlu yönde etkilemiştir. Bu dönemde üniversiteler kendine has bir mülke ve özerkliğe sahip olmuştur.

Almanya’da küçük yaşta verilen dil eğitimi matematik ve doğa bilimlerinden daha öncelikli olarak görülmüştür. Bunun temelinde ise matematik ve cebirin çocuklardaki hayal gücünü ve farklı düşünmeyi yok ettiği fikri etkili olmuştur. Bu bağlamda özgür düşünce, dili öğrenmek ve onu kullanmak ile ilişkilendirilmiş, matematiksel hesaplarınsa belli kurallara olan sıkı bağlılıklarıyla düşünceye getirdiği sınırlandırmalara vurgu yapılmıştır.

ALMAN FELSEFESİ

Germen kökenli halklarda teorik felsefenin latin kökenlilere kıyasla daha geniş bir yer bulması Alman felsefesinin göze çarpan bir özelliği olmuştur. Büyük bir medeniyet inşa eden Romalılar genel anlamda metafizikçi değillerdi. Romalılar tarafından uygarlaştırılan uluslar da benzer özellikler sergileyerek pratik olmayana karşı olan ilgisizliği sürdürmüşlerdir. Bu durum Alman felsefesinde daha farklıdır. Alman felsefesinde metafizik konulara olan ilgi kendini Leibniz ve Kant’ın ahlak felsefelerinde Nietzche’nin nihilizminde göstermektedir. Bu durum Alman filozofların düşünsel hayatlarında Platon’dan etkilendiklerini düşündürmekle beraber Hint mistisizmine kadar uzanabilecek doğu felsefesini akıllara getirmiştir.

Gottfried Wilhelm Leibniz

17. yüzyılda yaşamış bir filozof olan Leibniz aynı zamanda matematik alanına yaptığı önemli katkılarla bilinmektedir. Leibniz Almanya’nın dindar bir filozofu olarak tarihe geçmiştir. Fakat metafizik üzerine olan düşüncelerini matematiksel muhakemeler üzerinde kurma çabası dönemin yazarları tarafından onu bir tür çıkmaza soktuğu yönünde yorumlanmıştır.

Immanuel Kant

Kant yazdığı kitaplarla ve ortaya koyduğu “kategorik buyruk” ve “evrensel ahlak yasası” gibi kavramlarla ahlak felsefesine damgasını vurmuş bir Alman filozoftur. Ahlaki eylemlerin Kant’ın evrensel yasasına olan uygunluğunu ölçmek basittir ve Kant tarafından eğer eylemde birincil olarak yasaya uymayı ve ahlaklı olmayı hedefliyorsan ahlaklısındır şeklinde ifade edilmiştir. Kant kategorik buyruk kavramını da benzer bir şekilde koşulsuz uyulması gereken olarak tanımlamıştır.

Arthur Schopenhauer

Schopenhauer 19. Yüzyılın en önemli Alman filozoflarındandır. Kötümserliğin filozofu olarak da bilinmektedir. Schopenhauer Budizm üzerine düşünen ilk batılı filozof olmuştur. Kendisi 17 yaşındayken yazdığı mektupta tıpkı Buda’nın gözlemlediği şekilde insanların sürekli acı çektiğini ve bu acının kaynağını bulmanın gerekliliğini belirtmiştir. Tasarımsal Dünya ve İstenç Olarak Dünya adlı eserinde istencin insan eylemlerinin önemli bir yönlendiricisi olarak belirtmiştir.

Friedrich Nietzsche

Aynı zamanda dilbilimci olan Nietzsche Alman düşünce tarihinin seyrine olan büyük etkisiyle bilinmiştir. Nietzsche kendinden önce gelen filozofların genel bir eleştirmeni olarak göze çarparken kendi ortaya koyduğu fikirlerle içinde yaşadığı ulusu derinden etkilemiştir. Alman metafizikçilerini “İyinin ve Kötünün Ötesinde” isimli eserinde eleştirmiş, onları kendi inançlarını düşünsel yollarla ulaşılmış hakikatler gibi göstermekle suçlamıştır.

Nietzsche “Böyle Buyurdu Zerdüşt” isimli eserinde İran’ın eski bir dini figürü olan Zerdüşt üzerinden kendi fikirlerini felsefi roman şeklinde aktarmış ve benzerine rastlanmamış bir yazın biçimini ortaya koymuştur. 

ALMAN EDEBİYATI

Alman edebiyatı, Orta Avrupa’da yaşayan Almanca konuşan toplulukların edebi yaratısıdır. Alman edebiyatının diğer Avrupa edebiyatlarına göre farklı olmasının sebeplerinden biri, Almanca konuşan toplulukların bir başkentinin olmamasıdır. Daha doğrusu, Almanya uzun süre ayrılıklar ve bölünmeler yaşamıştır. Bu tip bölünmeler, 1600`lerdeki din savaşları boyunca ve 1900`lerin ortasında başlayan Soğuk Savaş döneminde sıklıkla yaşanmıştır.

Erken Alman Edebiyatı

MS.1000 yıllarında Germen kabileleri şimdiki Almanya’ya kuzey Avrupa üzerinden göç etmişlerdir. Bu kabileler, nesilden nesile, besteledikleri baladları ve hikayeleri anlatmışlardır. O zamanlarda manastırlar eğitim ve edebiyatın merkezi olmuşlardır. Rahipler, İncil ve Hristiyan efsaneleri üzerine kurdukları şiir ve hikayeleri yaymışlardır. Rahip Otfrid , Von Weissenburg, adıyla bilinen ilk Alman yazardır. 

Birinci Altın Çağ (1150-1250)

Alman destanları Birinci Altın Çağ’da ki ana edebi ürünlerdir. Bunların en ünlüsü 12000 dizelik intikam, ihanet ve sadakati anlatan büyük olasılıkla Passau, Avusturya`da yazılan Nibelungların Şarkıları (Nibelungenlied)`dir.

Kahramanlar ve asıl gerçekleri anlatan Romans ise, bu dönemdeki başka bir ana edebi yazın biçimidir. Antik edebiyatın başyapıtları olarak sayılan önemli romanslar Wolfram von Eschenbach`in Parzival`i (1200-1210), Gottfried von Strassburg`un Tristan ve Izolde`sidir (13. yüzyıl başları).

Altın Çağlar Arası (1250-1750)

1250`den 1600`e kadar ki bu dönem Alman şehirlerine artan ticari büyüme ve zenginlik getirmiş ve yeni bir ekonomik-sosyal sınıf olan Orta-sınıf ortaya çıkmıştır. Orta-sınıf kültürel liderliği ele geçirmiştir. Destanlar, şövalyeliğin düşüşünü anlatmaktaydılar. Pratik dersleri öğretmek için fabllar önem kazanmış ki bunlar satirik destan Tilki Reynard (1487)’da gözlemlenmiştir.

1517`de başlayan Reform hareketi, Alman kültür ve yaşamında etkili bir değişim başlatmıştır. Reformdan etkilenen edebiyatın çoğu dinsel yazınlar ve bildirgelerdir. Reform lideri Martin Luther, İncil`i Saksonya Almancası`na çevirmiştir. Luther`in 1534’te bitirdiği İncil çevirisi, Alman edebiyatının en etkileyici olaylarından biri olmuştur. İncil’in Kral James versiyonu İngiliz yazarları ne kadar etkilemişse, Luther`in Almanca versiyonu da Alman yazarları o derece etkilemiştir. Bu çevirisinin yanı sıra Luther daha birçok dini ve politik metinler yazmıştır.

İkinci Altın Çağ (1750-1830)

Germen dünyasında “Alimler Çağı” olarak bilinir. Diğer Avrupa yazarlarının ötesinde, Alman yazarlar sanatı eğitime giden bir yol olarak görmüştür. Büyük Alman dramatisti Friedrich Schiller, görüşlerini sanatın kişiyi ve toplumu değiştirme gücüyle ifade eden Mektup Serilerinde İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine (1795)`de belirtmiştir. Aynı ruhla Immanuel Kant da modern estetiğin kuruluş yazını olarak kabul gören Yargılamanın Kritiği (1790)`nde bu şekilde davranmıştır.

Neden Çağı (Aydınlanma)

Neden Çağı ya da Aydınlanma, gerçeği anlamanın en iyi yolunun nedenleri kullanma ve sorgulama olduğuna vurgu yapan tarihsel dönemdir. Aydınlanmış reformların ruhu Alman edebiyatının milli gururu yükselttiği gibi onu Fransız etkisinden de çıkarmıştır.

Nazi Döneminde Edebiyat

Adolf Hitler`in Nazi Partisi Almanya`daki iktidarı 1933`te ele geçirir geçirmez ahlaksız ve siyaseten güvenilmez buldukları ekspresyonistleri yargılamaya girişmiştir. 

Hitler`in Üçüncü Reich`ı (1933-1945) bitmek tükenmek bilmeyen propagandanın yanında çok az değerli edebi eser üretebilmiştir. Özellikle bu dönemde Leo Weisgerber düşünceleri en çok tutulan ve Nazilerce yüceltilen dil bilimci ve edebiyatçıdır. Bertolt Brecht ve Thomas Mann gibi önemli yazarlar ABD`ye göç etmiş ve Almanca yazmaya orada devam etmişlerdir. Diğerleri ise yakalanmış ve toplama kamplarında katledilmişlerdir.

Savaş Sonrası Alman Edebiyatı (1945-1990)

İkinci Dünya Savaşı`ndan sonra, Alman edebiyatı ana olarak savaşla yerle bir edilen Almanya`nın psikolojik travmalarla dolu yaşamı ile ilgilenmiştir. Bu dönem, “Trümmerliteratur” (Enkaz edebiyatı) olarak isimlendirilmiştir. Dönemin en önde gelen Alman yazarları Heinrich Böll ve Günter Grass`tır. Savaş sonrası edebiyat, Almanya’nın Nazi tarihiyle yüzleşmek için çaba sarf etmiştir. Savaştan sonra Almanya, Doğu Almanya ve Batı Almanya olmak üzere iki devlete bölünmüştür. Doğu Alman edebiyatı, Batı`dakinden farklı olmuştur. Doğu yazarları genelde sosyalist bakış açısına sahip olmuş ve Batının değerlerini eleştirmişlerdir.

Günümüz Alman Edebiyatı

1989`da, toplum baskısı nedeniyle Doğu Alman hükümeti çökmüş ve 1990`da Doğu ve Batı Almanya tekrar birleşmiştir. Birleşmeden sonra eski Doğu Alman yazarları otobiyografiler, romanlar ve denemelerle geçmişleriyle hesaplaşma içine girmiştirler.

ALMANYA’DA ŞENLİKLER VE GELENEKLER

Karnaval

“Faşing” ya da “Karnaval” özellikle Ren bölgesinde olmak üzere Almanya’nın katolik kesimlerinde kutlanan eski bir gelenektir. Almanların “beşinci mevsim“ diye nitelendirdikleri Faşing dönemi 11.11. günü, saat 11.11’de başlar.

Delilik Günleri

“Küllü Çarşamba” öncesindeki altı gün Almanya’da “delilik günleri” olarak adlandırılır. Asıl faşing kutlamaları bu günlerde yapılır. “İsli” Cuma gününün böyle anılmasının nedeni, çocukların yüzlerine is sürmeleridir, ancak bu günde kutlamalar fazla olmaz. 

Paskalya

Hristiyanların en önemli dini bayramı Paskalya´dır. Paskalya´da İsa’nın dirilişi anılmaktadır. Paskalya Bayramı Perşembe´den Pazartesi gününe kadar kutlanır: Yeşil Perşembe olarak adlandırılan günde, kiliselerde gece ayinleri düzenlenir ve bu vesileyle İsa’nın 12 havarisi ile yediği son akşam yemeği hatırlanır. 

Geleneksel Ekim Şenliği

Almanya’nın Bavyera eyaletinin Münih kentinde her yıl Eylül ayının son günleri ve Ekim ayının ilk günlerinde düzenlenen, 2 hafta süren bir festivaldir. Batı ve Doğu Almanya‘nın birleşmesinden sonra festivalin programı değiştirilmiş ve eğer Ekim ayının ilk Pazarı ayın 1’ine ya da 2’sine denk geliyorsa festivalin süresi ayın 3’üne yani Almanya Birleşme Günü kutlamalarına uzatılmaktadır.

Noel

Noel, her yıl 25 Aralık tarihinde İsa’nın doğumunun kutlandığı Hristiyan bayramıdır. 

3 Ekim

Üç Ekim Batı ve Doğu Almanya’nın 1990 yılında resmi antlaşma yaparak birleştikleri gündür.

ALMAN MUTFAĞI

Bratkartoffeln

Bratkartoffeln patates içeren yemeklerin en lezzetlilerinden biridir. Bratkartoffeln haşlanmış patateslerin dilimlenerek, pastırma ve soğanla karıştırılmasıyla birlikte yapılmaktadır.

Brezel

Almanya’da her pastanede brezel görmek mümkündür. Almanya’da bir çeşit simit olan Brezel atıştırmalık olarak tüketilebilmektedir. Bazı restoranlarda soğuk et ve peynir dilimleriyle birlikte servis edilir.

Rote Grütze

Rote Grütze, kuzey Almanya’da sıkça tüketilen hafif bir tatlıdır. Kırmızı meyveleri kremayla buluşturan ve isteğe bağlı olarak dondurmayla servis edilen bir lezzettir.

Rouladen

Rouladen, ince dilimlenmiş et ile sarılmış pastırma, soğan, hardal ve turşulardan oluşan bir karışımdır.

ALMANYA DİNİ İNANCI

1300 yıllık Hristiyan geleneği olan Almanya’da Hristiyanların sayısı azalmakla birlikte, din ülkenin kültürel mirasında yer edinmiştir. Hristiyanlık Almanya’daki en büyük dindir ve 4. yüzyılda ilk Germen kabilelerinin dine girmesiyle  modern Almanya bölgesinde yayılmaya başlamıştır. Bölge, 8. ve 9. yüzyıllarda Charlemagne döneminde tamamen Hristiyanlaşmıştır. Martin Luther tarafından 16. yüzyılda başlatılan reformdan sonra nüfusun önemli bir kısmı Katolik Kilisesi ile bir ayrılık yaşamış  ve başta Lutherans ve Kalvinistler olmak üzere Protestan olmuştur.

1871’de kurulduğunda, Almanya İmparatorluğu nüfusunun yaklaşık üçte ikisi Protestan, üçte biri de Roma Katolikleri olarak belirtilmiştir. Ülkede başka inançlar da var olmuş ancak bu iki inanca benzer demografik bir önem ve kültürel etki elde edememişlerdir. Holokost sırasında Almanya neredeyse tüm Yahudi azınlığı kaybetmiştir. Dini yapı 1945’i takip eden yıllarda yavaş yavaş değişmiş, Batı Almanya göç yoluyla çeşitlenmiş ve Doğu Almanya devlet politikaları (devletin ateizmi) yoluyla çoğunluk olarak dinsiz hale gelmiştir. Ülkedeki inanç yapısı 1990 yılında  Almanya’nın yeniden birleşmesinden sonra  dindarlıkta önemli bir düşüş yaşanırken ,  Protestan ve  Müslümanlarda artış ile çeşitlenmeye devam etmiştir. Almanya’daki dinin demografik özellikleri bölgeye ve genel olarak yaşa göre büyük ölçüde değişiklik göstermiştir.

Günümüzde Hristiyanlık Almanya’daki en büyük dindir ve Hristiyanların yüzdesi 2014 yılı için (% 61) ile 2008 yılı için CIA Dünya Factbook’a göre %68,9 ve 2010 yılı Amerikan Araştırma Merkezi istatistiklerine göre %70,8 olarak belirtilmiştir. 2011 yılında Almanya’daki nüfus sayımında Protestanlar %31,8 veya 25 milyon, Katolikler % 31,2 veya 24,5 milyonu oluşturmaktadır.Bu sırayı İslam dinini benimseyenler takip etmekte ve Müslümanların sayısı kendilerini Müslüman olarak ilan eden 2.1 ila 4 milyon kişi (yani% 2.6 ile% 5 arasında) arasında değişmektedir.Sonra Budizm ve Yahudiliğin yaklaşık 200.000 takipçiyle birlikte geldiği bilinmektedir. 2014 nüfus sayımına göre Almanların yaklaşık %33,5’i herhangi bir dine inanmıyor olarak kayda geçmiştir.

Almanya’da Hristiyan İnançları

Protestantizm

2011 yılında Almanya’nın nüfusuna göre, Protestanlar nüfusun % 31,8’ini veya 25 milyonunu (% 30,8’i Almanya’daki Evangelical Protestan Kilisesi’nin üyesi) oluşturuyor olarak belirtilmiş ve Almanya’daki Evangelical Protestan Kilisesi, dünyanın en büyük ulusal Protestan kurumlarından biri olarak görülmüştür.

Luthercilik

Lutheranizm, on altıncı yüzyılda Katolik Kilisesinde  reform hareketi yapmaya çalışan bir Agustus rahip olan Martin Luther tarafından kurulan Protestan bir doktrindir. İncil’i okumak, Lutheranism’de ki dini kutlamaların en belirgin tezahürüdür, çünkü Lutheranistler için inanç ve ahlakın gerçeklerinin otoritesini tanımlayan yegane unsur kitap olmuştur.

Lutherizm, Mesih’i tanrı  ve insanlık arasındaki tek şefaatçi olarak gören azizlerin şefaatine inanmakla birlikte ,arınmanın varlığına da inanmaktadırlar.Bu bağlamda  Lutheran Kilisesi ölüler için dua etmemektedir.

Katoliklik

Alman Katolik Kilisesi, Roma’daki Papa’nın ve Alman Piskoposluk Konferansı’nın ruhani liderliği altındaki dünya Katolik Kilisesi’nin bir parçasıdır. Katolik olarak kayıtlı olanlar için zorunlu kilise vergisi nedeniyle, Alman Katolik Kilisesi Avrupa’nın Katolik Kilisesi’nin en zengin kısmıdır ve kilise geliri 2010 yılında 9,2 milyar avroya ulaşmıştır. On altı Alman eyaletinden ikisi mutlak bir Katolik çoğunluğa sahiptir: Bavyera (% 51.2) ve Saarland (% 59.8). 

Ortodoks

Ortodokslar Almanya nüfusunun yaklaşık %1.3’ünü oluşturur. Almanya’nın en büyük Ortodoks Kilisesi, yaklaşık 570.000 kişilik Yunan Ortodoks Kilisesidir ve bunu  270.000 üyeli Rus Ortodoks Kilisesi,  150.000 üyeli Romen Ortodoks Kilisesi, 143.000 üyeli Ukrayna Ortodoks Kilisesi ve 130.000 üyeli Bulgar Ortodoks Kilisesi takip eder.

Günümüzde Protestanlık kuzeyde, Katoliklik güneyde ve batıda yoğunlaşırken, dine bağlı olmayan insanlar doğuda yoğunlaşmıştır. Almanya’nın kuzeydoğusu bölgesi çoğunlukla dindar olmamakla birlikte (% 70)  çoğu insan ateist veya agnostik yaşam biçimine sahiptir.

20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarındaki göçler Almanya’ya Ortodoks Hristiyanlık ve İslam da dahil olmak üzere yeni dinler getirmiştir. Ortodoks Hristiyanlık göç eden Yunanlılar, Sırplar, Ruslar, Romenler ve diğer topluluklar arasında yaygındır. Müslümanların çoğu Türk kökenli Sünniler ve Alevilerdir. Ancak az sayıda Şii Müslüman ve diğer mezheplerin de varlığı belirtilmiştir. Almanya Avrupa’nın en büyük üçüncü Yahudi nüfusuna sahiptir (Fransa ve İngiltere’den sonra).

Otto Von Bismarck

Otto Von Bismarck modern Almanya’nın en önemli siyasi figürlerinden biri olmuştur. Bu önem, 1862’den 1890’a kadar Prusya bakanı cumhurbaşkanı ve emperyal şansölye olarak modern Alman devletinin yaratılması ve şekillendirilmesine olan  katkısından kaynaklanmıştır.Birleşik Diyete (Parlamento) yaptığı ilk konuşmasında şunları söylemiştir: “geçmiş gömüldü … hiçbir insan gücü onu hayata döndüremez.” Onu Gerlach grubunun siyasi arkadaşlarından ayıran adının daha sonra eş anlamlı hale geldiği “politik realizm” olmuştur. Onlar ilkel ve geleneğe bağlıyken, Bismarck pragmatikti. Onun için önemli olan somut çıkarlar ve onları savunma ya da tatmin etme gücü olmuştur.

ALMAN İMPARATORLUĞU

Prag Antlaşması, 23 Ağustos 1866’da Avusturya ve diğer Alman devletleriyle Yedi Hafta Savaşı’nı sonuçlandırmış ve hem Prusya’da hem de Almanya’nın daha geniş meselelerinde bir çözüm yolunu açmıştır. On yıldan fazla bir süredir kuzey Avrupa’daki güç dengesini tehdit eden Schleswig-Holstein sorunu, Schleswig ve Holstein’ın Prusya’ya bırakılması ile yeni bir boyut kazanmıştır.

Kuzey Almanya Konfederasyonu’nun Kuruluşu

Avusturya’nın belirleyici yenilgisiyle Prusya artık Almanya’daki tek güç olmuştur. Bismarck, III. Napolyon’a verilen, Main hattının (Main nehri) güneyindeki devletlerin “uluslararası bağımsız bir varlık”  olması gerektiği sözü ile sınırlandırılmıştır. Ayrıca birleşmiş bir Alman devletinde radikal duyguların alevlenme olasılığından da korkmuştur. Aslında, Bismarck hala Alman birleşmesini öncelikle dış politika sorunu olarak düşünmüş, ona göre Alman çıkarlarını en iyi şekilde korumanın yolu  yurtdışında tek ve birleşik bir güçle temsil edilebilmekti . Onun için Yedi Hafta Savaşı’ndan önceki dönemden tek fark, Prusya’nın Avusturya tarafından dengelenmesi yerine şimdi Prusya’nın egemen olmasıydı.

Federal anayasa 17 Nisan 1867’de Kuzey Alman Meclisi Reichstag tarafından kabul edilmiştir. Dört yıl sonra neredeyse hiç değişmeden Alman İmparatorluğu’nun anayasası haline gelmiştir. Bu anayasada iki ilke birbiriyle dengelenmiştir: Alman devletlerinin egemenliği ve Alman halkının ulusal birliği. 

Reichstag ise yasama faaliyetleri ile sınırlandırılmış  ve federal hükümetin faaliyetlerine müdahale edebileceği hükmü konulmamıştır. Ancak Federal Konsey (Bundesrat) kısa sürede tüm önemini yitirmiş ve Alman hükümeti, sanki Almanya tamamen liberal bir devletmiş gibi parlamenter çoğunluğa ihtiyaç duymuştur.

Fransız-Alman Savaşı 1870

Savaş belki de Bismarck tarafından planlanmamış olsa da, kesinlikle onun çıkarları ile örtüşüyordu.Mac-Mahon yönetimindeki ana Fransız ordusu ilk önce geri çekilmiştir ve daha sonra Metz’i rahatlatmak için Alman kuvvetlerinin kanadını geçmeye çalışmıştır. Bu ordu Sedan da kuşatılmış ve 2 Eylül’de teslim olmaya zorlanmıştır. 

28 Ocak 1871’de Paris teslim olmak zorunda kalmış ve son barış antlaşması 10 Mayıs’ta Frankfurt’ta imzalanmıştır. Fransa, Alsace ve Lorraine’ in çoğunu terk etmek zorunda kalmıştır, ayrıca beş milyar frank tazminat ödemek zorunda kalmış ve Almanlar bu miktar ödenene kadar Fransa’nın bir bölümünü işgal etmiştir.

İmparatorluğun Kuruluşu

Savaş sırasında, tüm Almanya’nın Avusturya dışında birleşmesi için müzakereler başlatılmıştır. Eylül 1870’te Prusya, Bavyera ve Württemberg birleşme koşullarını görüşmek üzere Münih’te bir araya gelmiştir. Bavyera başbakanı Otto von Bray-Steinburg herhangi bir birliğe karşı çıkmış ve Bavyera’ya özel muamele talep etmiştir. Bazı Bavyera dilekleri yerine getirilmiştir. Bavyera ve Württemberg kendi posta ve telgraf hizmetlerini sürdürmüş, bira ve brendi için vergi toplayabilmişlerdir. Bavyera da barış zamanında kendi ordusunu koruyabilecek şekilde anlaşılmıştır.Tüm Almanya’dan bir Reichstag seçilmiş ve bu Reichstag  Bavyera’ya imtiyazla 14 Nisan 1871’de “1867 Anayasası”nı kabul etmiş ve imparatorluk anayasası olarak ilan etmiştir.

I. Dünya Savaşı

Almanya yöneticileri Avusturya-Macaristan’ın yanında durmaya karar vermişlerdir.Ancak ilk başta bunun bir savaş kararı olduğunu takdir etmemişlerdir. Sağlam bir çizginin diğer güçlere yol göstereceğini varsaymışlardır.Almanya, Rusya hazır olmadan Fransa’yı yenmeyi tek zafer şansı olarak görmüştür. 

Almanya için, diğer savaşan ülkelerde olduğu gibi, I. Dünya Savaşı iki ayrı aşamaya girmiştir. Birincisi, 1916’ya kadar süren geleneksel bir savaş, İkinci aşama ise her iki tarafın varoluş mücadelesi verdiği bir savaş olarak görülmüştür. Almanlar kısa bir savaş planlamıştır ; Fransa altı hafta içinde, Rusya altı ay içinde istila edilecek ve İngiltere Avrupadan dışlanacaktı. Bu plan İlk Marne Savaşı’nda (Eylül 1914) felaketle karşılaşmış ve Moltke’nin Schlieffen Planı’ndaki başarısızlığı, Almanların umutlarını sabitledikleri Paris’i ele geçirmeyi kaçırdığı anlamına gelmiştir. Eylül 1914 ile 1917 yaz arasında herhangi bir zamanda, Almanlar statüko temelinde barış yaşayabilme şansına sahip olmuş ancak  Alman ordularının prestijini yok edeceği ve Alman endüstrisinin genişlemesini durduracağı düşünülerek böyle bir barış durumu  Almanya için imkansız olmuştur. Böyle bir durumun her şeyden önce,  siyasi bir devrime yol açacağı düşünülmüştür.

Marne’deki yenilgi yüksek komutada bir değişiklik getirmiştir. Almanların Marne’den geri çekilmesini takiben Helmuth von Moltke’nin , Kaiser’e “Majesteleri, savaşı kaybettik.” sözleri tarihe geçmiştir. Moltke’nin yerine Erich von Falkenhayn göreve gelmiştir. Falkenhayn bir stratejist olmaktan ziyade bir organizatördü ve Almanya’nın doğusundaki düşmanlarını kırarak batıda savunmaya devam etmeye karar vermiştir. Bu plan sınırlı amacı ile başarılı olmuştur. Batı Cephesindeki İngiliz-Fransız saldırıları  başarılı olmamış, bu arada Ruslar Galiçya’ dan sürülmüş ve  Polonya’nın ele geçirilmesi  için hazırlanılmıştır. 1915 sonbaharında Sırbistan istila edilmiş ve Bulgaristan’ın savaşa girmesiyle,  İttifak Devletleri Türkiye ve onun ötesinde Basra Körfezi’ne güvenli bir karayoluna sahip olmuştur. Osmanlı’nın Süveyş Kanalı’nı tehdit etme çabaları başarısızlığa uğramış ancak bu İtilaf Devletlerinin Çanakkale Boğazı’nı geçememesi ile dengelenmiştir. İtilaf Devletleri İtalya’yı savaşa sokmaktan büyük yarar sağlamıştır (Mayıs 1915).

Belirleyici değişiklik 29 Ağustos 1916’da William II’nin Falkenhayn’i görevden alması ve Paul von Hindenburg’u Erich Ludendorff ile genelkurmay başkanlığına ataması olmuştur . Hindenburg, Tannenberg’in galibi olarak biraz şöhret kazanmıştır. Almanlar için “zafer iradesi”ni sembolize etmiştir. Orta sınıf kökenli bir adam olan Ludendorff, daha geniş bir stratejik vizyona sahip olmuş ve bunu Almanya’nın  zafere ulaşabileceğine olan inatçı bir inançla birleştirmiştir.

Alman İmparatorluğu’nun Son Yılı

1917’de Ludendorff Müttefik saldırıyı Batı Cephesine yönlendirmiştir. Daha da önemlisi, Doğu Cephesindeki Rus kuvvetleri, özellikle Aleksandr Kerenski’nin Haziran Saldırısının (Temmuz 1917) başarısızlığı ve Kasım 1917’de Bolşevik devriminin başarısından sonra bölünmüştür. Bolşevikler, devrimlerini Alman işçilerine yayabileceklerine inanmışlardır. “Tazminat veya ilhak olmadan” bir barış yapmak istemişlerdir. Bu nedenle Brest-Litovsk’taki Alman yüksek komutanlığı ile müzakere etmişlerdir. Bolşeviklerin barış hesaplarının yanlış olduğu kanıtlanmıştır.

3 Mart 1918’de Bolşevikler, Rusya’nın 56.000.000 nüfusunu, demirinin yüzde 79’unu ve kömür üretiminin yüzde 89’unu kaybettiği Brest-Litovsk barış anlaşmasını imzalamışlardır. Bu ilhakçı antlaşmaya “barış kararı” için oy veren taraflar karşı çıkmamıştır.

Eylül sonunda Bulgaristan teslim olmuştur ve Avusturya-Macaristan’ın çöküşü yaklaşmıştır. 29 Eylül’de Ludendorff acil ateşkesin gerekli olduğunu ilan etmiştir. Ayrıca Müttefiklere yaklaşımı kolaylaştırmak için Almanya’nın bir gecede anayasal monarşi olmasını emretmiştir. Uzun zamandır liberal ve uluslararası bir uzlaştırıcı olarak  bir üne sahip olan Baden prensi Maximilian şansölye olmuştur (3 Ekim). Aynı gün, siyasi liderlere Ludendorff’un temsilcileri tarafından savaşın kaybedildiği söylenmiştir.

NAZİ ALMANYASI

Nazi Almanyası, Almanya’nın 1933 ile 1945 yılları arasında, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) idaresi altında, tek parti rejimine dayalı yönetim sistemiyle “Führer” unvanlı hükûmet (1933-45) ve devlet başkanı (1934-45) Adolf Hitler’in liderliğinde egemenlik sürdüğü döneme verilen isimdir.

Nazilerin iktidara yükselmesi, I. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’da kurulan parlamenter demokrasi Weimar Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmıştır. Adolf Hitler’in 30 Ocak 1933’te şansölye olarak atanmasından sonra, Nazi devleti kısa sürede Almanların temel haklarını kullanamadıkları bir rejim hâline gelmiştir. 28 Şubat 1933’te Reichstag’ta (Alman Parlamentosu) çıkan şüpheli bir yangının ardından, hükümet anayasal vatandaşlık haklarının kullanılmasını askıya alan kanun hükmünde bir kararname çıkarmış ve resmî kararnamelerin parlamentoda oylanmadan kabul edilebileceğini belirterek olağanüstü hal ilan etmiştir.

Nazi Almanyası, Alman tarihi içerisinde “Reich”ların üçüncüsüdür; bundan dolayı Üçüncü Reich ismiyle de nitelendirilmiştir. Üçüncü Reich 1933-1945 yılları arasında Almanya’da Nazi rejimine Nazilerce verilen ad olmuştur. Nazi öğretisinde Kutsal-Roma Germen imparatorluğu (962-1086) Birinci Reichdir. 1871’de Bismarck’ın önderliğinde Alman birliğinin sağlanması ile ortaya çıkan ve 1918’de II. Wilhelm’in tahttan inmesiyle son bulan Alman imparatorluğu II. Reich’tir. Üçüncü Reich’ın oluşumu, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi lideri Adolf Hitler’in Paul von Hindenburg tarafından şansölye olarak görevlendirilmesi ile başlamıştır. Hindenburg’un ölümüyle birlikte, cumhurbaşkanlığını ve şansölyeliği birleştiren Hitler, Führer unvanıyla Almanya’yı tek bir parti tarafından yönetilen bir biçime dönüştürmüştür. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın teslim olmasına kadar geçen zaman zarfını teşkil eden bu dönemin siyasal, sosyal ve ekonomik konularında gerçekleştirilen pek çok faaliyet nasyonal sosyalizmin etkisi altında gelişmiştir.

Hitler’in içişlerini ilgilendiren yasalarda ve Alman dış politikasında son sözü söyleme hakkı vardır. Üçüncü İmparatorluğun saldırgan nüfus politikası, “ırksal anlamda saf” kadınları doğurabildikleri kadar çok sayıda “Ari” çocuklar doğurması için teşvik etmiştir.Bu çerçevede Yahudiler ve Romanlar gibi “ırksal bağlamda aşağı” halklar bölgeden arındırılmalıydı. Nazi dış politikası en başından beri Sovyetler Birliği’ne karşı imha savaşı başlatmayı hedeflemiştir. Nazi rejiminin barış zamanı ise Alman halkını savaşa hazırlamakla geçmiştir. Söz konusu ideolojik savaş bağlamında, Naziler Holokost’u planlamış ve uygulamaya koymuştur. Her şeyden önce “ırksal bağlamda” düşman olarak kabul ettikleri Yahudilerin toplu cinayetini gerçekleştirmişlerdir.

II. Dünya Savaşı’nda Alman Ordusunun Uyguladığı Savaş Taktiği: Blitzkrieg

1939 ile 1942 yılları arasında Naziler Avrupa’yı çok seri bir şekilde işgal etmiştir. İki yıl gibi bir sürede kıtanın çok büyük bir bölümü ele geçirilmiştir. Dönemin şartlarına göre ortalama büyüklükte bir ülkenin çok kısa zamanda bu kadar geniş alana yayılmasının arkasında çok önemli bir neden yatıyordu: Blitzkrieg. Yıldırım savaşı olarak bilinen bu savaş taktiği Nazilerin kısa sürede çok hızlı bir şekilde yol almasını sağlamış ve onu Avrupa’nın en büyük savaş gücü haline getirmiştir.

Yıldırım savaşı taktiğini ilk ortaya atan kişi İngiliz yüzbaşı Sir Basil Llidell Hart olsa da onu geliştiren kişi Heinz Guderian olmuştur. Almanların en önemli isimlerinden birisi olan Guderian, Yıldırım Savaşı taktiğini en iyi uygulayan generallerden biri olmuştur.

  I. Dünya Savaşı sonunda imzalatılan Versailles Barış Antlaşması’nın ağır şartlarının Alman halkı üzerinde yaptığı psikolojik etkiyi iyi değerlendiren Adolf Hitler’in izlediği yayılmacı siyaset II. Dünya Savaşı’nın temel sebebini oluşturmuştur. Çok geniş bir alana yayılan savaş sadece Batı dünyasını değil İslâm coğrafyasını da şekillendiren bir önem taşımaktadır. Kuzey Afrika, Rusya, Balkanlar ve Ortadoğu’da yaşayan müslümanlar bu savaşın fiilî etkisini ağır şekilde hissetmişlerdir.     

Hitler’in yayılma siyaseti, Doğu Avrupa’nın geniş düzlüklerini yaşam alanı ilân ederek bu hedefe ulaşabilmek için Fransa ve İngiltere’yi etkisiz hale getirip Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ni ortadan kaldırma planlarıyla başlamıştır. Özellikle iktidara geldiği 1933’ten sonra bu amaca yönelik olarak statükoya meydan okuması karşısında İngiliz ve Fransız hükümetlerinin yatıştırmacı politikası Hitler’i daha da cesaretlendirmiştir. II. Dünya Savaşı’nda Almanya, İtalya ve Japonya’nın başını çektiği mihver blok karşısında İngiltere ve Fransa’nın öne çıktığı müttefik blok oluşmuştur. 22 Haziran 1941’de toprakları Alman işgaline uğrayınca Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği ve 7 Aralık’ta Japonya’nın Pearl Harbor saldırısıyla Amerika Birleşik Devletleri de müttefik bloka dahil olmuştur. Savaş Avrupa ve Pasifik olmak üzere temelde iki ayrı büyük cephede cereyan etmiştir. Bununla beraber Atlantik Okyanusu’ndaki U-bot (Alman denizaltısı) savaşlarıyla Avrupa cephesinden çok da bağımsız olmayan Kuzey Afrika’daki mücadeleler savaş içinde önemli bir yer işgal etmiştir. Müttefikler arasındaki işbirliğine karşılık mihver ülkeleri çoğu zaman birbirlerinden bağımsız olarak savaşmıştır.

Hitler’in 1 Eylül 1939’da Polonya’yı işgali ile II. Dünya Savaşı resmen başlamıştır. 31 Mart 1939’da Polonya’nın toprak bütünlüğünü garanti eden İngiltere ve Fransa da 3 Eylül’de Almanya’ya savaş ilân etmiştir. 23 Ağustos 1939’da Almanya ile imzaladığı Saldırmazlık Paktı ile bir ortaklık kuran Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği müttefiklere savaş ilân etmese de 17 Ekim 1939’da Polonya’nın doğu kısmına saldırarak savaşa dahil olmuştur. Polonya bir ay gibi kısa bir sürede yenilmiştir. 

Alman orduları Mayıs 1940’a kadar büyük bir askerî güçle karşılaşmamıştır. Hitler’in savaştaki temel hedeflerinden biri iki cepheli bir savaştan kaçınma esasına dayanan ve aslında I. Dünya Savaşı’nda şekillenen Schlieffen planını hayata geçirmek olmuştur. 

İkinci Dünya Savaşı’nın En Önemli Olayları

Britanya Savaşı; RAF, gelişmiş savunma sistemlerinin ve tepelere yerleştirdiği gönüllü gözcüleri yardımıyla, yenilmez kabul edilen Luftwaffe’yi kritik bir yenilgiye uğratmıştır. Britanya’ya bomba yağsa bile istila yaşanmamıştır.

Askeri tarihteki alınan en büyük risklerden biri, Japonya’nın Pearl Harbor’a yaptığı gözü pek saldırı olmuştur. Pasifik filosunu felce uğratan olay, ABD’yi savaşa sokmuştur.

Midway Muharebesi, savaşın en belirleyici deniz muharebesi olmuştur. Bir şifre çözücünün içgüdüsü ve tesadüfi gelişmeler, ABD’nin Midway’de Japon donanmasını yenilgiye uğratmasına yol açmıştır.

  Stalingrad Kuşatması: Hitler’in Sovyetler Birliği’ne düzenlediği Blitzkrieg, savaşın en kanlı muharebelerden birinin Naziler açısından sonun başlangıcı olduğu Stalingrad’da durmuştur. Hava şartlarına Alman ordusu hazırlıksız yakalanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini belirleyen en önemli askeri harekâtlardan biri olan Normandiya Çıkarması, 6 Haziran 1944’te Amerikan, İngiliz, Kanadalılardan oluşan müttefik güçler tarafından Alman işgali altındaki Fransa’nın kuzey sahiline yapılmıştır. Alman ordusu uzun zamandır beklediği bu çıkarmanın tam olarak hangi noktaya yapılacağı konusunda bir türlü yeterli istihbaratı alamamıştır. Zaten müttefik güçler sahte telsiz konuşmalarıyla, çıkarmanın yapılacağı yer konusunda sürekli olarak yanlış bilgiler vermiş, konuşmaları dinleyen Alman istihbaratçıları yanlış yönlendirmişlerdir. Omaha, Utah, Gold, Sword ve Juno plajlarına yapılan bu çıkarma harekâtıyla Alman savunması kırılmış ve müttefikler Fransa içlerine doğru ilerleyerek, Almanya’nın hâkimiyetine son vermişlerdir.

Bulge Muharebesi, Hitler’in Ardenler’ e umutsuz bir saldırıyla durumu tersine çevirme uğraşı, iki tarafta da büyük kayıplara yol açmış ve Almanya’nın son rezervlerini tüketmiştir.

Dresden Bombardımanı: Almanları teslim olmaya zorlayan Müttefiklerin Dresden şehrini bombalaması, binlerce sivili ölümüne ve tartışmalara neden olmuştur.

Buchenwald’ın Özgürleştirilmesi: Almanya’daki ABD askerleri, Buchenwald toplama kampını keşfetmiş ve müttefikler, Holokost’un gerçekliğini kabullenmeye başlamıştır.

Hiroşima: Uzun süreli kara savaşından kaçınmak için ABD’nin Japonya’ya karşı atom bombası kullanması daha önce görülmemiş bir tahribata neden olarak tarihin gidişatını değiştirmiştir.

2. DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA ALMANYA

2.Dünya savaşı sonunda 1945’te ABD, SSCB(Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) ve İngiltere’nin katıldığı Yalta ve Postdam konferansları ile Almanya’nın sınırları belirlenmiştir. Bu konferanslarda Almanya’nın demokratikleşmesi, Naziliğin bitirilmesi ve Almanya’nın askersizleştirilmesi ile birlikte Almanya 3 işgal ülkesine paylaştırılmıştır. Bu paylaşıma göre  Almanya’nın doğu bölgesi Sovyetler Birliği’nin, kuzeybatısı İngiltere’nin, güneybatısı ise Amerika Birleşik Devletleri ile Fransa’nın denetimine geçmiştir. Berlin şehri ise ayrıca işgal bölgelerine ayrılmıştır. 

1948’e kadar, işgal bölgeleri birleştirilmek suretiyle tek ve yeni bir Almanya kurma çabası sonuç vermemiş ve 23 Mayıs 1949’da daha ılımlı bir yol takip eden Batılı devletlerin(ABD,İngiltere ve Fransa) işgal bölgeleri birleştirilerek Almanya Federal Cumhuriyetine, Rusya’nın işgal bölgesi ise 7 Ekim 1949’da Almanya Demokratik Cumhuriyetine dönüştürülmüştür. Ve böylece Almanya, Batı ve Doğu Almanya olmak üzere ikiye ayrılmıştır. 

Almanya Federal Cumhuriyeti (1949-1990)

Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa’nın işgali altında bulunan on bir eyaletin federal bir siyasi çatı altında teşkilatlandırılması ile oluşan devlettir. Başkenti Bonn şehridir. 1955’te ABD, Birleşik Krallık ve Fransa Federal Almanya’nın tam egemenliğini tanımışlar ve yine aynı yıl Federal Almanya NATO’ya girmiştir. 

Almanya’nın bölünmesiyle kömür yataklarının hemen hemen tümü, linyit yataklarının nitelik bakımından en iyileri, hidroelektrik tesislerinin, demir sanayinin ve sanayinin en büyük payı Federal Cumhuriyet’te kalmış, sanayisini hızla yenilemiştir. Tarım alanında da çok büyük bir değişim olmamıştır. Potsdam’da kararlaştırılan toprak reformu birkaç büyük işletme dışında uygulanmamıştır. Federal Almanya’nın gelişmesinde katkısı olan bir diğer şey de Marshall Planıyla ABD’nin Almanya’ya yaptığı yardım ve bu yardımın Alman disipliniyle işlenerek çok büyük bir fırsata dönüştürülmesi olmuştur. 

Almanya Demokratik Cumhuriyeti (1949-1990)

II. Dünya Savaşı sonrasında SSCB tarafından bölgede kurulmuş sosyalist cumhuriyettir. 1954 yılında tam egemenliğini ilan etmiştir. Batı Almanya’ya kıyasla Doğu Almanya sanayinin ve dolaylı olarak da hayat standartlarının çok gerisinde kalmıştır. İşçilerin üretim hedeflerinin sürekli yükseltilmesi üzerine Batı Almanya’ya işçi göçleri de artmaya başlamış ve bunun üzerine 1952’de Doğu Almanya, Batı Almanya’yla olan sınırlarını kapatmıştır. Zamanla artan işçi grevleri, özgürlükçü hayat söylemleri, Batı Almanya’ya olan göçler üzerine 13 Ağustos 1961 gecesi Almanya Demokratik Cumhuriyeti tarafından Berlin Duvarı inşa edilmiştir. Duvar inşa edilip tel örgüler çekildikten sonra Doğu Almanya’dan kaçmayı ilk başaranlardan biri, bugün de heykeli bulunan, Doğu Almanya askeri Conrad Schumann olmuştur.     

Doğu Almanya’da halkın rejime karşı sokağa çıkmasının ardından 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı yıkılmıştır. Bununla beraber gelişen olaylar silsilesiyle Soğuk Savaş sona ermiş ve 3 Ekim 1990’da iki Almanya resmen birleşmiştir. 

ALMANYA’DA NEFRET SUÇLARI, IRKÇILIK VE İSLAMOFOBİ

Avrupa ülkeleri, II. Dünya Savaşı sonrasında kötü durumda olan altyapılarını geliştirmek ve ekonomilerini iyileştirmek için oldukça fazla iş gücüne ihtiyaç duymuşlardır. Bu amaç doğrultusunda; Türkiye, Yunanistan, Portekiz, İtalya ve Eski Yugoslavya vb. ülkelerden hem devlet hem de çeşitli özel girişimler aracılığıyla misafir işçi/göçmen kabul etmişlerdir. O yıllardan sonra geri dönmeyip kalan bu göçmenler, sonradan Neo-Nazist akımların mağdurları olmuşlardır. İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk olarak işgücü göçü almış ülkelerde başarılı olup sonrasında sembol haline gelmiş olan aşırı sağ ve ırkçı partiler, sonraki yıllarda bu ülkelerde giderek artan ‘göçmen’ düşmanlığının yükselen sesi olmuşlardır. Bu parti liderlerinin ortak hedefi işsizliğin ve sosyoekonomik sorunların sebebi olan bütün yabancı işçilerin ülkelerine geri gönderilmesi olmuştur. Bu partilerin günah keçisi olarak gördükleri yabancıların yerini zamanla daha spesifik bir grup olan müslümanlar almıştır. El Kaide gibi terör gruplarının 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere ve akabinde Madrid’te tren istasyonuna yaptığı bombalı terör saldırıları, Avrupa ülkelerindeki yabancı düşmanlığının İslam ve Müslümanlar üzerinde odaklanmasına sebep olmuştur.  

Almanya’da 2. Dünya Savaşından sonra eski komünist ülkelerden gelen nispeten az sayıdaki işçi Doğu Almanya’ya yerleştirilirken, 1960’lı yıllarda en üst seviyeye ulaşan ve Türkiye de dahil olmak üzere Güney Avrupa menşeili olanlar genellikle Batı Almanya’ya yönelmişlerdir.  1973 Petrol Krizinden sonra yaşanan toplumsal gerginlikler ve beklenen ekonomik durgunluk endişesi modern Almanya’nın kurulmasında büyük rol oynayan göçmen gruplara karşı yerel halkın tutum ve davranışlarında değişime sebep olmuştur. Aynı zamanda iki Almanya’nın birleşmesi ve Doğu Avrupa’dan Etnik Almanların dönüşü ‘öteki’ne duyulan nefret içerikli suçlarda hızla artışa neden olmuştur. Nitekim o dönemde suç türlerinin daha fazla ekonomik kaynaklı arka planının olduğunu gösteren çalışmalar da yapılmıştır. Bütün bu etkenler Almanya’da giderek kendine taraf bulan aşırı sağ ve ırkçı partilerin ön plana çıkmasına sebep olmuştur.

Avrupa Birliğinin birçok ülkesinde başarılı olan aşırı sağ ve populist partileri başarılı kılan nedenlerden biri de Batı toplumlarında son yıllarda iyice filizlenip büyümeye başlayan İslam düşmanlığıdır. İslam karşıtlığının veya İslamofobi’nin Avrupa’daki kökleri İslam dininin zuhuru ile başlamıştır. Nitekim Avrupalı ilk yazarlar tarafından İslamiyet’in ilk yıllarında Müslümanlar için etnik bir kimlik tanımı ön plana çıkarılmış ve “çadırda oturanlar” anlamında “serakanlar” denmiştir. Bu yolla Hristiyanların İslamiyete girmesini engellemeyi düşünmüşlerdir. İslamofobi bir duruş olarak çok eskiye dayanmakla birlikte modern sosyolojiye ait bir kavram olarak kullanımı oldukça yenidir. İslamofobik söylem şu temel iddiaları içermektedir: “İslam kültürleri tek tip ve değişime kapalıdır, diğer kültürlerden tamamen farklıdır. İslam batı kültüründen aşağı, barbar, irrasyonel,  ilkel ve cinsiyetçidir.İslam dini acımasızca tehlikeli ve tehditkârdır. Müslümanlar dini inançlarını siyasal ve askeri çıkarları için kullanırlar.” Nitekim Avrupa’da Müslümanlar tarafından işlenen şiddet içerikli bir tutum veya söz anında  tepki görüp bu tepki kısa sürede toplu kampanyalara dönüşürken Müslümanlara yönelik saldırılar ölümle dahi sonuçlansa yeteri kadar tepki görmemektedir. İslam ve müslümanların görsel ve yazılı medya ve politikacılar tarafından bilinçli bir şekilde sadece El Kaide ve DAEŞ gibi terör grupları ve onların yapmış oldukları vahşi katliamlar ile ilişkilendirilmesi İslamofobinin giderek büyümesine sebep olmuştur.

Köln’de 2014 yılının Ekim ayında organize edilen bir gösteride aşırı sağcılar beş bin civarında insanı sokağa çekmeyi başarmıştır. Agresifliği ile dikkat çeken göstericiler yüzünden gösteride çok sayıda güvenlik görevlisi hazır bulunmak zorunda kalmış ve 48 polis memuru göstericiler tarafından yaralanmıştır. Köln’de yapılan bu gösteriden sonra Dresden’de mutat bir şekilde haftalık benzer gösteriler düzenlenmeye başlanmış ve birkaç ay boyunca da devam etmiştir. Dresden’de yapılan gösterileri organize edenler kendilerini PEGİDA “Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes” yani “Batının İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar” olarak lanse etmişlerdir. Haftalık muntazam bir şekilde gerçekleştirilen bu yürüyüşler zamanla Dresdenle sınırlı kalmayıp Almanya’nın başka şehirlerine de sıçramıştır. En yoğun katılımların olduğu Ocak 2015’te Dresden’de yapılan gösterilere binlerce insanın dahil olduğu bilinmektedir.PEGİDA Batı toplumlarının İslamlaşmasının önüne geçmenin müslümanların Batıya göçlerinin engellenmesi ile gerçekleşebileceğini savunmuştur. PEGİDA’yı kısaca;  İslam  Göçmen ve  Yabancı düşmanı bir örgüt olarak tanımlayabiliriz.

Avrupalı müslümanlar da bu durumla baş edebilmek için “Avrupa İslamı” adında bir anlayışı öne sürmüşlerdir. Bu anlayış, İslam’ın Avrupalı Müslümanlar açısından modern değerlerle uyuşma noktalarına atıfta bulunarak yeni bir  kimlik zemini üzerinde kurulması sürecine işaret etmektedir. Avrupa’nın modern kültür değerlerini ve yaşayış biçimini benimsemiş liberal göçmen bireyler içinde de bu anlayış benimsenmiştir. Buna göre Müslümanların Avrupa’da İslam kimliğini orjinal mahiyeti ile yaşatabilmesi için İslamiyet’i hem kültürel köklerinden hem de bu köklerle irtibatı sağlayan kişi ve kurumların etkisinden kurtarması gerekmektedir. Mesela İngiltere’de gerçekten korunmuş olan şey, aslında  tam anlamıyla Asyalı etnik grup ya da Müslüman kimlik değil de İslam’ı yaşamanın Asyalı biçimidir.

KAYNAKÇA

  1. TEMURÇİN K, GÜRLEVİK D. Almanya’da suçun coğrafi açıklaması: suçluluk, göçmenlik ve mekânsallık. SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi 2018 Nisan;(43):16-45
  2. SOYTÜRK M. AfD örneğinde Almanya’da siyasi ırkçılık ve islamofobi. Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi 2018 Aralık;9(16):1442-1463
  3. DURSUN D. İslam Ansiklopedisi: Almanya-tarih. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı; 1989. 2 (510-520).
  4. SAYDAN A. Alman milletinin sosyalist devleti:Alman Demokratik Cumhuriyeti. İstanbul: TÜSTAV; 1969. 7-11
  5. Charles Calvert Bayley, Thomas Henry Elkins and Others, Germany Article, URL: https://www.britannica.com/place/Germany/Religion, May 10, 2020
  6. Religion In Germany,  URL: https://germanculture.com.ua/germany-facts/religion-in-germany/, May 10, 2020
  7. Germany and the Protestant Reformation, URL:https://www.german-way.com/history-and-culture/germany/religion-in-germany/ May 10, 2020
  8. Almanya neye inanıyor?, URL: https://www.deutschland.de/tr/node/5197 , May 10, 2020
  9. Encyclopædia Britannica, German Empire, URL: https://www.britannica.com/place/German-Empire, May 10, 2020
  10. Alman edebiyatı, URL: https://www.wikizero.com/tr/Alman_edebiyat%C4%B1 May 10, 2020
  11. AYTAÇ G, Yeni Alman Edebiyatı Tarihi, Ankara, Kasım 1992 (3. Basım); 11-13  
  12. Karnaval – Faşing, URL: https://tuerkei.diplo.de/tr-tr/themen/willkommen/01-buntes-treiben-in-deutschland/1793770 , May 10, 2020
  13. Paskalya, URL:https://tuerkei.diplo.de/tr-tr/themen/willkommen/03-osterbraeuche-in-deutschland/1793764, May 10, 2020
  14. Geleneksel Ekim Şenliği, URL: https://tuerkei.diplo.de/tr-tr/themen/willkommen/04-oktoberfest-in-muenchen/1793768, May 10, 2020 
  15. Almanya’ya Özel 10 Lezzet, URL: https://www.eagvs.com/blog/almanyaya-ozel-10-lezzet , May 10, 2020 
  16. Bernd Magnus, Friedrich Nietzsche Article Britannica Encyclopaedia, URL:https://www.britannica.com/biography/Friedrich-Nietzsche , May 10, 2020 
  17. Arthur Hübscher, Arthur Schopenhauer Encyclopædia Britannica, URL: https://www.britannica.com/biography/Arthur-Schopenhauer,  May 10, 2020 
  18. Friedrich Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, 7. Basım. İstanbul: İş Bankası Yayınları; 2019. p. 5-15
  19. Madame De Stael, Almanya Üzerine, İstanbul: İş Bankası Yayınları; 2017. p. 94-100
  20. Madame De Stael, Almanya Üzerine, İstanbul: İş Bankası Yayınları; 2017. p. 419-470