MONDROS MÜTAREKESİ – 1

ANTLAŞMALAR ÇALIŞMA GRUBU

· 24 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1Muhammed Arif Doğan*

2İbrahim Üstüntay

2Ahmet Topçuoğlu

3Yusuf Asan

  1. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Tıp Fakültesi
  3. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi

*İletişim: mariff.dogan@gmail.com

İçindekiler

ULUSLARARASI İLİŞKİLER

Mondros Antlaşması, Osmanlı adına 1. Dünya savaşının sonunu getiren antlaşmadır. Bu yüzden Mondros mütarekesinin imzalanmasında etkisi olan ülkelerle Osmanlı Devleti arasındaki ilişkileri anlayabilmek için 1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde bu ülkelerle ne durumda olduğumuzu incelememiz gerekir.

1. Osmanlı – İtalya İlişkileri

20. Yüzyılın başları, 1. Dünya Savaşı’nın saflarının belirlenmeye başladığı, savaşların ve gerginliklerin yoğunlaştığı bir dönemdir. Osmanlı da 1910’lu yıllarda, birinci dünya savaşının hemen öncesinde 3 farklı savaşla uğraşmıştır. Bunlardan biri de İtalya ile yapılan Trablusgarp Savaşıdır.

İtalya, diğer Avrupa devletlerine göre siyasi birliğini daha geç sağlamış ve siyasi birliklerini sağladıklarında Mısır İngiltere tarafından, Tunus ise Fransa tarafından çoktan işgal edilmiştir. İtalya sömürgecilik faaliyetlerinde geri kalmamak ve ekonomik gelir kapısı elde etmek adına Osmanlı’nın Afrika’daki son toprağı olan Trablusgarp’a saldırmıştır. 

29 Ekim 1911 ve 15 Ekim 1912 arasında Osmanlı ve İtalya arasında Trablusgarp Savaşları yaşanmıştır. İtalya; savaşa yardım gönderemeyen Osmanlı devletini burada mağlup etmesine rağmen örgütlenen yerel halk direnişlerinin ve küçük Türk birliklerinin ani gece baskınları sebebiyle iç kesimlerde hakimiyet kuramamış ve kıyı kesimlerde sıkışıp kalmıştır. Bu sebeple düğümü çözmek adına savaşı diğer Osmanlı topraklarına yönlendirmişler; 12 adalar, Rodos adası gibi yerleri ele geçirip Beyrut şehrini topa tutmuşlardır. Beyrut Hristiyanlar için önemli bir yere sahiptir. İtalya, Batının Osmanlı’ya ateşkes için baskı yapmasını sağlamak amacıyla bu şehri bombalamıştır. Çanakkale Boğazı’nı geçmek için de bir saldırı düzenlemişse de ağır ateş altında kalıp geri dönmek durumunda kalmışlardır. Savaş bu şekilde kilitlenmişken Balkan savaşları patlak vermiştir. Ege denizindeki İtalyan donanması Osmanlı’nın balkanlara yardım göndermesini engellediğinden Osmanlı Devleti mağlubiyeti kabul etmek durumunda kalmış ve devletler arasında Uşi antlaşması imzalanmıştır (15 Ekim 1912). Uşi Antlaşmasına göre 12 ada Osmanlı’ya bırakılmıştır. Fakat Osmanlı Devleti; Balkan savaşlarında adayı Yunanistan’a karşı kaybetme korkusuyla, savaş sonrası teslim almak koşuluyla 12 adayı İtalya himayesine bırakmıştır. Fakat savaş sonrasında İtalya, adaları Osmanlı’ya vermediği gibi Yunanistan’a hibe etmiştir. Lozan Antlaşması ile birlikte Türkler adalar üzerindeki tüm haklarından vazgeçmiştir.

Trablusgarp savaşı uçakların kullanım alanının genişlemesi sebebiyle de Dünya tarihinde de önemli bir yere sahiptir. Dünya’da ilk kez uçaklara bomba yüklenmiş ve Dünya’daki ilk hava saldırısı gerçekleştirilmiştir. Ayrıca günümüzde de devam eden, savaş esnasında havadan bildiri atarak bölge halkını manipüle etme geleneği yine bu savaşta başlamıştır. Atılan ilk bildirilerde şöyle yazmaktadır: “Trabluslu Araplar’a: Bizimle gelmek için ne bekliyorsunuz? Camilerinizde ibadet etmek arzusunu duymuyor musunuz? Ailelerinizle sakin yaşamak istemiyor musunuz? Bizim de kitabımız var, biz de namuslu ve dindarız. İtalya, babanızdır. Çünkü Memleketimiz, anneniz Trablus’la evlenmiştir”. 

2. Osmanlı-Balkan Devletleri İlişkileri

Bulgaristan ve Sırbistan Krallıkları, Rusya arabuluculuğunda Osmanlı’ya karşı birleştirilmiş, Osmanlı’yı Balkanlardan atma isteği olan Yunanistan ve Karadağ Krallıkları da daha sonra bu ittifaka katılmıştır. Saldırmak için aradıkları fırsat, Osmanlı-İtalya savaşıyla doğmuş ve 8 Ekim 1912’de 1. Balkan Savaşı patlak vermiştir. Savaş, Anadolu’daki birlikler buraya kaydırılana kadar sona ermiştir. Çünkü Osmanlı, Balkanlarda bir savaş çıkması ihtimalini göz ardı etmiş ve o bölgeye büyük bir askeri birlik yerleştirmemiştir. Hatta bölgedeki devletçiklerin silahlanmasına dahi, Osmanlı’ya karşı kullanamayacakları düşünüldüğünden göz yumulmuştur. 30 Mayıs 1913’e gelindiğinde savaş Balkan devletlerinin galibiyetiyle sonuçlanmış ve Osmanlı Devleti Balkanlardan tamamen çıkarılmıştır.

Savaşın ardından sıra toprakları paylaşmaya gelmiş ama devletler bu konuda mutabık kalamamışlardır. Bulgaristan’ın daha fazla toprak almasını kabul etmeyen Yunanistan, Karadağ, Sırbistan ve 1. Balkan Savaşlarına katılmayan Romanya, Bulgaristan’a savaş ilan etmiş ve böylece 2. Balkan Savaşları başlamıştır. Bulgarların üst üste mağlup olmalarını ve Doğu Trakya’daki birliklerini batıya kaydırmalarını fırsat bilen Osmanlı da kaybettiği toprakları almak için saldırmış ve Midye-Enez çizgisini aşarak, Edirne ve Kırklareli’yi geri almıştır. Aynı zamanda bu savaştan sonra kaybedilen topraklardaki devletlerle, orada bırakılan Türklerin haklarını koruyacak antlaşmalar imzalanmıştır. 29 Haziran 1913’te başlayan 2. Balkan Savaşları da 10 Ağustos 1913’te sonlanmış ve böylece Osmanlı’nın batı sınırları çizilmiştir.

3. Osmanlı-İngiltere İlişkileri

20. Yüzyılın ilk yıllarında Fransa ve Rusya ittifak kurmuştur. Güçlenen Almanya’ya karşı blok oluşturmak isteyen İngiltere, 1904 yılında imzalanan Birleşik Krallık- Fransa Dostluk Antlaşması ile bu ittifaka dahil olmuştur. Böylece Birinci Dünya Savaşı’nın ilk bloğu olan üçlü itilaf bloğu oluşmuş, savaşın safları belirginleşmeye başlamıştır.

Osmanlı Devleti, savaşta tarafsız kalamayacağını hissetmiş ve bu yüzden ittifak kurmak için devletlerle görüşmeye başlamıştır. İlk ittifak görüşmeleri, yakın zamana kadar Rusya’ya karşı Osmanlı’yı koruyan, İngiltere ile yapılmıştır. 

29 Ekim 1911’de o dönem Maliye Bakanı olan Cavid Bey, İngiliz Donanma Bakanlığı Birinci Lordu Winston Churchill’e iki ülkenin ittifak yapması konusunda bir teklifte bulunmuştur. Bu sırada 31 Ekim 1911’de Londra Büyükelçisi Tevfik Paşa da Hariciye Nezareti’nden aldığı talimat doğrultusunda İngiliz Dışişleri Bakanlığı Daimi Müsteşarı Sir Arthur Nicholson’a ittifak teklifini götürmüştür. 2 Kasım 1911 tarihinde bu teklife cevap veren Dışişleri Bakanı Grey, Osmanlı Devleti’ne dostça duygularını izhar ettirdikten sonra, İtalya ile Osmanlı Devleti arasında devam eden savaşta İngiltere’nin kesin bir tarafsızlık politikası izleyeceğini bildirmiş, Churchill de aynı sebeple ittifak görüşmelerinin mümkün olmadığını 19 Kasım 1911’de Cavid Bey’e iletmiştir..

Haziran 1913’te bu teklif yinelense de yine kabul görmemiş ve Osmanlı Devleti bu üçlü ittifaka katılmak arzusundan vazgeçmek durumunda kalmıştır.. 

Osmanlı kamuoyunu İngiltere aleyhine kışkırtan en önemli hadise ise İngiliz tersanelerinde yapılan ve teslim edilmek üzere olan “Sultan Osman ve Reşadiye dretnotları”na 3 Ağustos 1914’te İngilizlerin el koymasıdır. Çünkü bu 2 gemi Karadeniz’de Ruslara karşı üstünlük sağlamak için önem arz etmektedir. Zaten gemilere el konulması da Rusların İngiliz hükümetine yaptığı baskıdan kaynaklanmaktadır.

Bütün bu gelişmeler Osmanlı Devleti’ni Almanya bloğuna itmiştir. İngiltere de bunun farkında olarak savaşa dahil olmadan Osmanlı’ya yönelik askeri tedbir ve hazırlıklara başlamıştır. Bu bağlanma denizler ablukaya alınmış ve girip çıkan tüm Türk gemilerine İngiliz Donanmaları tarafından arama yapılacağı ilan edilmiştir. 

Daha sonra yaşanan gelişmeler sonucunda da İngiltere 5 Kasım 1914’te Osmanlı’ya savaş ilan etmiştir.

4. Osmanlı-Rusya İlişkileri

Osmanlı- Rusya arasındaki ilişki ve görüşmeler, tüm görüşmeler arasında en garip ve karmaşığıdır. Osmanlı son dönemlerinde Rusya ile hep savaş içerisinde olmuş ve bu savaşta Fransa ile İngiltere hep Osmanlı’nın hamisi olarak boğazları Ruslar’dan korumaya çalışmışlardı. Bu üçlünün (Fransa, İngiltere ve Rusya) ittifak olması ise “hasta adam”ın ölüme terk edilişi anlamına gelmekte olduğundan Osmanlı’yı savaşa dahil eden hamle olmuştur. Tarafsız kalmanın imkansız olduğunu anlayan Osmanlı devleti hangi tarafta yer alacağını düşünmeye başlamıştır.

2 Ağustos 1914’e kadar Rusya ve Osmanlı ittifak kurmak için herhangi bir görüşme yapmamıştır. 2 Ağustos, Almanya ile yapılan gizli anlaşma sonrası Osmanlı’nın savaşta taraf olduğu tarihtir. Bu sebeple önem arz etmektedir. Yine aynı gün ülke genelinde umumi seferberlik ilan edilmiş, Rusya ise bu kararın kendilerine yönelik olduğunu düşünerek rahatsız olmuştur. Çünkü o dönem Rusya’nın İstanbul’a saldırmayı planladığı konuşulmaktadır. Tüm bunlar yüzünden Ruslar, İstanbul Büyükelçisi Giers’ı sadrazam ile görüşmeye göndermiştir. Giers, üçlü ittifakın iddia ettiği gibi, Rusların boğazlara saldırması için gereken 200,000 askeri ayıramayacağını belirterek bu iddianın asılsız olduğunu ve seferberlik ilanına gerek olmadığını söylemiştir. Sadrazam Said Halim Paşa ise tarafsız devletlerde ilan edilen seferberlikler sonrası kamuoyunda oluşan baskı yüzünden tedbir amaçlı bu kararın alındığını söylemiş, hatta Balkanlar’da da her ihtimale karşı 150,000 asker bulundurmayı düşündüklerini iletmiştir. Bununla beraber ellerine şans geçmesi halinde Bulgaristan’ın eline geçen toprakları geri almaktan da çekinmeyeceklerini ifade etmiştir. Rusların nüfuz alanına saldırılabileceğinin söylenmesi, artık tüm kartların açıldığını gösterir.

Giers. 5 Ağustos 1914’te, hükümetine çektiği bir telgrafta, Enver Paşa ile yaptığı bir görüşmeden bahseder. Buna göre, Enver Paşa Osmanlı seferberliğinin Ruslara karşı olmadığını, Osmanlı ve Rus ordularının Balkanlar’da birlikte hareket edebileceğini ve son olarak Osmanlı ordusundaki Alman subaylarının Ruslarla gerçekleştirilecek bir işbirliği sonrasında hemen gönderilebileceğini söylemiştir. Almanya ile 2 Ağustos 1914’te imzalanmış bir ittifak anlaşmasına rağmen bu teklifin yapılmış olması, Enver Paşa’nın Ruslara karşı vakit kazanmak, en azından gerilimi hemen tırmandırmamak için yaptığı şahsi bir manevra olarak görünmektedir. Ruslar’ın da benzer bir amaç doğrultusunda hareket ettikleri Giers ile hükümeti arasındaki yazışmalarda açıkça görülmektedir. Nitekim, 6 Ağustos’da Giers’e cevap veren Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, herhangi bir sorumluluk üstlenmemek şartıyla, en azından vakit kazanmak için, Enver Paşa ile görüşmelere devam edilmesi talimatını vermiştir.

Fakat Giers, Enver Paşa’nın teklifinin ciddi olduğunu düşünmektedir ve bu teklifin reddedilmesinin kati surette Osmanlı’nın Almanya safına iletilmesine sebep olacağını düşündüğünden teklifin kabul edilmesi için Rus tarafına baskı yapmıştır. Ama Sazanov, Osmanlı ile ittifak olmalarının kendilerine hiçbir şey kazandırmayacağını, boğazlar ve İstanbul’un ele geçirilmesi için Osmanlı ile karşı saflarda yer almaları gerektiğini söylemiştir. Büyükelçi Giers bu zamana kadar Osmanlı-Rus ittifakını savunurken, bu zamandan sonra Enver Paşa gibi o da oyalama taktiğine başlamıştır. Babıali’nin oyalanmasının sebebi Sazanov’un bu dönemde Petersburg’daki İngiltere ve Fransa büyükelçileriyle Boğazlar meselesini görüşüyor olmasıdır. Nitekim İngiliz Hükümeti, Osmanlıların Alman savaş gemileri Goeben ye Breslau’nun Boğazlardan geçmesine izin vermesinden sonra, Ruslara Boğazları bırakmaya razı olduklarını bildirmiştir. İngiltere’nin bu konudaki onayı, Petersburg’daki İngiliz Büyükelçisi tarafından 1 Şubat 1915’de de resmi olarak Sazanov’a iletilmiştir.

Rusların boğazları bu kadar istemesinin ana sebeplerinden biri de ekonomik çıkarlardır. 1908-1912 arasında Rus ticaretinin %37’si boğazlar üzerinden gerçekleşmiş ve 1912-1913’te boğazların kapatılması Rus ticaretine büyük darbe vurmuştu. Rusya’nın en büyük korkusu Osmanlı’nın çökerek boğazların istenilmeyen bir devlet tarafından ele geçirilmesiydi. Fakat Rusya’nın elinden hiçbir şey gelmiyordu çünkü yeterli donanma gücüne sahip değildi. Gereken donanma ise o sırada inşaat halindeydi ve 1918’de hazır olacaktı. O yüzden çıkması Osmanlı’nın çöküşü 1918’e kadar ertelenmeli ve Babıali o zamana kadar oyalanmalıydı. 

Tüm bu oyalama siyasetinin ardından 29 Ekim 1914’te Osmanlı, Sivastopol’u bombalayarak fiilen savaşa girmiştir.

5. Osmanlı-Fransa İlişkileri

Dünya Savaşının saflarının belirlendiği dönemde Fransa Cumhurbaşkanı Poincare Fransız savunmasını güçlendirme, Avrupa’daki mevcut dengeyi koruma ve üçlü itilafı güçlendirme politikaları yürütmekte idi. 1870 yılında Prusya’ya karşı ağır bir yenilgi alan Fransa, yeni yeni toparlanıyor ama Almanya’ya hala güvenmiyordu. . Üçlü itilaf içerisinde Osmanlı’ya en yakın devlet Fransa’ydı. Çünkü Fransa Rusya ile ittifak olsa bile, Osmanlı yıkılırsa Rusya’nın durmayarak Fransız sömürgelerine saldırabileceğinden endişeliydi. 

Dünya Savaşının safları belirlenirken Osmanlı-Fransa ilişkileri Cemal Paşa’nın girişimleri üzerinden devam ediyordu. Cemal Paşa, Fransa ile müttefik olmak için “Türkiye-Fransa Dostluk Cemiyeti” kurmuş ve Fransız hükümeti tarafından tanışmak üzere 1914 Temmuzunda Fransa’ya davet edilmişti. 

Fransa’da planlanan ziyaretler yapıldıktan sonra, Dışişleri bürokratlarından Margerie ile yapılan görüşme sırasında Cemal Paşa, ondan Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasındaki Adalar meselesinin halledilmesini ve sonra Osmanlı Devletini mevcut ittifak içine alarak, Rusya’dan gelebilecek darbelere karşı korunmasını istemişti. Margerie, Adalar meselesinin çözümü için Cemal Paşa’nın teklifini makul bulmuş, ancak ittifak konusunda Fransa’nın tek başına yapabileceği bir şey olmadığını, bunu müttefikleriyle de müzakere etmeleri gerektiğini ileri sürmüştü. Bu gelişmeler yaşanırken Rusya’ya yapılacak bir seyahatin telaşında olan Dışişleri Bakanı Viviani, Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’ne herhangi bir taahhüt vermek istememiş ve Cemal Paşa’ya gösterişli ağırlamalar eşliğinde madalya vermekten ileri gitmemiştir.

6. Osmanlı-Almanya İlişkileri

Almanya’nın o dönemdeki İstanbul Büyükelçisi Wangenheim Osmanlı’nın ittifak devletlerine alınmaması gerektiğini, çünkü Rusya’ya harekat düzenleyebilecek askeri kapasitelerinin olmadığını düşünmüştür. Ona göre Osmanlı hangi tarafta savaşa girerse girsin müttefiklerine yük olacaktır ve Osmanlı’ya önerilebilecek en makul şey tarafsız kalmasıdır. Fakat 2. Wilhelm, Balkanlarda Rusya’ya karşı bir ittifak olması gerektiğini düşündüğünden Osmanlı’nın üçlü ittifakla müttefik olmasına sıcak bakmıştır. 

Wangenheim, Liman von Sanders’in “Bana tahsis edilecek 5 Osmanlı kolordusunun yenemeyeceği hiçbir kuvvet bulunmamaktadır” demesine de güvenerek Osmanlı ordularının Alman kumandanlar tarafından yönetilmek suretiyle savaşta faydalı olacağına ikna olmuştur.

28 Temmuz 1914’te Sadrazam Said Paşa Wangenheim’ı çağırarak, Osmanlı’nın üçlü ittifak ile anlaşma yapmak istediğini bildirmiştir. Teklifi kabul eden Almanya, anlaşmanın 5 maddesini şöyle talep etmiştir:

  1. Her iki devlet de Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasında cereyan eden çatışmada kesin tarafsızlıklarını muhafaza edecekler.
  2. Eğer Rusya savaşa askeri müdahalede bulunur ve Almanya’nın Avusturya-Macaristan’a yardım etme durumu oluşursa, Türkiye de savaşa girecek. 
  3. Almanya savaş durumunda Türkiye’nin askeri heyetini üstlenecek. Böylece Türkiye bu askeri heyetle komutayı güvenli bir şekilde yürütecek.
  4. Almanya Rusya’ya karşı Türkiye’nin mevcut toprak bütünlüğünü garanti edecek.
  5. Bu anlaşma Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasındaki mevcut ihtilaf ve bundan doğabilecek uluslararası durumlar için geçerlidir. Eğer bu durum Rusya ile Almanya arasında bir savaşa sebebiyet vermezse, başka hiçbir şarta gerek kalmadan geçersiz olur.

Osmanlı, 5. Maddeyi anlaşmanın geçerlilik süresi açısından sıkıntılı bularak kabul etmemiş, bunun üzerine 5. Madde Liman von Sanders’in Osmanlı ordusundaki görevinin biteceği 1918 yılı sonuna kadar geçerli olacak şekilde revize edilmiştir. Bu şartlar altında 28 Temmuz 1914’te başlayan görüşmeler 2 Ağustos 1914’te sonuçlanmış ve ittifak anlaşması imzalanmıştır.

Alman Şansölyesi Bethmann Hollweg Osmanlı ile yapılacak ittifak anlaşmasına tereddüt gösterse de genelkurmay başkanı ve II. Wilhelm’in itirazları üzerine ikna olmuştur.

Anlaşmanın imzalanmasıyla aynı gün Osmanlı’da seferberlik ilan edilmiştir. İttifak anlaşması ve seferberlik ilanı hükümetçe görüşülmemiş, gerekli parayı bulmakla görevli olan maliye nazırına haber verilmemiş, hatta padişahın iradesi dahi alınmamıştır. İttifak anlaşması ve seferberlik ilanı gerekli mercilere danışılmadığı ve haber verilmediği gibi, aynı gün meclisi mebusan da kapatılmıştır. 

4 Ağustos 1914’te Cezayir’de Fransız ordusunun sevkiyatını engellemek için görev icra eden Amiral Wilhelm Souchon Osmanlı ile anlaşma imzalandığını haber veren ve Goeben ve Breslau’nun derhal İstanbul’a gitmesini emreden bir telgraf ulaşmıştır.. Bu arada Almanlarla ittifak anlaşması yapılmıştı, fakat Osmanlı heyeti bazı ek taahhütler istemekteydi. 6 Ağustos 1914’te Sadrazam’a ulaştırılan ek taahhütler şöyleydi: Almanya kapitülasyonların kaldırılmasına muvafakat edecekti, savaş esnasında kaybedilecek Osmanlı topraklarının geri alınmasından önce barış yapmayacaktı, Yunanistan savaşa girerse ve Türkiye tarafından mağlup edilirse adaların Osmanlı Devleti’ne geri verilmesi için müdahil olacaktı, savaş sonrasında Rusya’daki Müslümanlarla irtibat kurabilmek için sınır ayarlamasını sağlayacaktı ve Osmanlı Devleti’nin savaş tazminatı alması için çaba gösterecekti. Almanya da ittifak antlaşmasını imzalarken Osmanlı Devleti’nden sadece Boğazlar’ı tutmasını ve sınırlarını savunmasını beklemiyordu. Aynı zamanda Mısır’ı geri alması, İran’ı kurtarması, Trans-Kafkasya’da bağımsız devletlerin kurulabilmesi için gerekli hazırlığı yapması, Afganistan yoluyla Hindistan’ı tehdit etmesi ve nihayet Avrupa’daki savaşa da aktif olarak yardım etmesi istenmekteydi.

Goeben ve Breaslau’nun Osmanlı Karasularına girmesi İtilaf devletlerinin tepkisini çekmiş, Rusya gemilere baskın hazırlığı yapmaya başlamıştı. Osmanlı, Halil Bey’in fikriyle bu gemilerin Almanya’dan satın alındığını ve komutasına da Souchon’un getirildiğini duyurdu. Böylece savaş 2,5 ay daha ertelenmiş oldu.

Enver Paşa 24 Ekim’de Amiral Bouchon’a yazılı olarak şu talimatı verir: “Türk donanması Karadeniz’de üstünlüğü elde etmelidir. Rus donanmasını arayınız ve bulduğunuzda savaş ilan etmeden saldırınız.”  Bu arada Bahriye Nazırı Cemal Paşa da geminin süvarilerine, verilecek emirlerin kendi emirleri gibiymişçesine itaat edilmesini bildiren yazılı bir talimatname verir. Donanma limandan ayrıldıktan sonra şu ”umumi harekat emirleri” gelir: “…2. Amaç: Bütün güçle Rusya’ya savaş açın. Böylece ilk etapta Rus deniz gücünü imha edin. İkinci olarak savaşın gidişi için önemli Rus şehirlerini tahrip edin….3. icra: Saldırı mümkün olduğunca farklı noktalardan ve sürpriz olmalıdır. Sancak gemisi “Yavuz Sultan Selim” (Goeben) Sivastopol’a, “Midilli” (Breslau) Novorossisk’e, “Hamidiye” Kırım’ın güney sahillerine, MadIung da Odessa’ya saldırsın. 4. Gün şafakla birlikte emredilen yerlere saldırı yapılsın”. Görüldüğü gibi Souchon, Osmanlı idarelerine sormadan saldırarak bir oldubittiye sebep olmamış, Enver Paşa ve Cemal Paşa’nın (Bahriye Nazırı) emirleri doğrultusunda hareket etmiştir. 

Karadeniz’deki saldırının ardından İtilaf devletleri bunu hemen savaş sebebi saymamış, Alman askerler ülkeden çıkarılırsa olayın telafi edileceğini duyurmuşlardır. Fakat Almanlar’ı ülkeden çıkarmayı kimse istememektedir. Bunun mümkün olmadığını bildirmeleri üzerine Osmanlı fiilen savaşa dahil olmuştur. 

Bu olaylar olur olmaz İngiltere Mısır’ın bağımsızlığını ilan ettiğini ve Kıbrıs’ın ilhak edildiğini ilan etmiş, bu iki toprak oldu-bittiyle elimizden çıkmıştır.

Sonuç

Bu başlığı incelerken 2 önemli sonuç elde ettik. Birincisi: Osmanlı’nın son döneminde; hükümet ve meclis olmasına rağmen bu organların herhangi bir işlevleri olmamış, padişah dahi işlevsiz hale gelmiştir. Ülkeler arası ilişkiler kişi bazlı ilerlemeye başlamış ve diğer devletler de buna alışmış ve garipsememiştir. Öyle ki Dünya Savaşına katılmak gibi kritik bir kararda bile ittifak görüşmeleri padişaha, meclise ve bakanlara haber verilmeden gerçekleştirilmiş ve hatta Almanya ile ittifak da yine bu organlardan bağımsız kurulmuştur.

İkinci çıkarımımız ise şudur: Birçok kişi Osmanlı’nın savaşa girmediğini, bir oldubitti ile savaşa sokulduğunu iddia etmekte ve bunu Osmanlı’ya kurulmuş bir kumpas olarak görmektedir. Bu kişiler Enver Paşa’nın Babıali’den bağımsız olarak ülkeyi savaşa sokan bir savaş meraklısı olduğu iddia ediyor veya Almanya’nın Osmanlı’yı savaşa sokmak için Rus şehirlerini bombaladığını savunmaktadır. Fakat aslında Osmanlı, tüm devletlerin kendi topraklarına göz diktiğini ve kendisini savunamayacağını anlamış ve bu yüzden “bitaraf olan bertaraf olur” düsturuyla başta İngiltere olmak üzere bütün ülkelerle görüşmüştür. İttifak kapılarının kapanması Osmanlı’yı doğal olarak Almanya safına itmiştir. Yani Almanya ile ittifak antlaşması bir oldubittinin değil, bir mecburiyetin sonucudur. Enver Paşa’nın Babıali’den bağımsız hareket etmekte olduğu doğru olmakla birlikte, bu kişiye veya konuya bağlı olmaksızın devletin tüm kademelerinde yaşanmaktadır. Ortada hükümet, meclis yahut saltanat ismen olsa da fiilen kalmamış, bu da kişileri şahsi ilişkilerini kullanarak çözüm aramaya yöneltmiştir. Enver Paşa’nın Almanya ile ittifak yapmakta hevesli olduğu görüşü ise gerçeği yansıtmamaktadır. Zira önce tüm seçenekler denenmiş, Almanya’ya mecbur kalınca Enver Paşa’nın bağlantıları kullanılarak Almanya ile ittifak görüşmeleri gerçekleştirilmiştir. Almanya’nın Osmanlı’yı savaşa sokmak için Rus şehirlerini bombaladığı ise en kati suretle yalanlanabilecek olan bilgidir. Osmanlı-Almanya başlığında da anlattığımız gibi bu bombalama Almanya ile yaptığımız gizli ittifak anlaşmasına binaen savaşa resmen girmek için atılmış bir adımdır. Bu saldırı Cemal Bey ve Enver Paşa’nın bilgileri ve emirleri doğrultusunda, savaş ilan etmeden önce Rus donanmasını tahrip etmek amacıyla beklenmeyen bir anda gerçekleştirilmiştir ve herhangi bir oldu-bitti söz konusu değildir.

Gizli Anlaşmalar

1. İstanbul Anlaşması

1915 senesinin Mart ayında hazırlanan bu belgeye göre savaş sonunda Rusya, Trakya, İzmit ve Marmara bölgesini ve İstanbul’u alacaktı. Marmara Denizi’ndeki adalar, Rusya’ya ilhak edilecekti. İmroz, Bozcaada’nın kaderi de Rusya’ya danışılmadan tayin edilmeyecekti. Osmanlı Devleti’nin sınırları içindeki Orta Doğu ülkeleri, İngilizler ve Fransızlar aralarında paylaşacaklardı. İtalya henüz bu dönemde, Müttefiklerin yanında yer almadığı için antlaşmada ona pay ayrılmamıştı. İskenderun Körfezi ve Toroslor’a kadar Kilikya dâhil olmak üzere Suriye Fransa‘ya ilhak edildi. Arabistan konusu ele alındı ve kral ilan edilen Hüseyin ile bağımsızlık ve egemenlik hakları tanındı.

2. Skyes-Picot Anlaşması

İngiliz Savaş Bakanlığı Bürokratı Mark Sykes ve Fransa Harbiye Nazırlığından François Georges Picot’un ismini taşıyan anlaşmadır. Osmanlı Asyası için Fransız- İngiliz görüşmeleri 21 Ekim 1915’de Londra’da başlamıştır. Görüşmeler 3 Ocak 1916’da sonuçlandı ve İngiltere-Fransa arasında Skyes Picot Anlaşması imzalanmıştır. Fransa ve İngiltere Hükümetleri Arap Devletlerini veya Arap Devletleri Konfederasyonunu himayelerine alacaklardı. İngiltere, Hayfa ve Akka limanlarını almaktaydı. Muhtıranın 9. maddesi Kızıl Deniz’in doğusundaki adaları, bağımsız Arap devletlerine bırakmaktaydı. Buchanon, Sazanof’a 11 Mart 1916 tarihli mektupta, Bitlis ve Gence’nin Rusya’ya verilmesi ve Erzurum dışında başka bir yer verilmemesi gerektiği öne sürülmekteydi. Sykes, Buchanon’a yazdığı mektupta, Ermeni ihtilafçılarının, Rus egemenliği altında olmaması gerektiğini savunmaktaydı. Sazanof Diyarbakır-Maraş, Samsat, Adana hattını istiyordu. Filistin’de de ancak kutsal yerlerde haklarını savunacaktı. Sykes ve Picot 1916 Mart’ında Rusya‘ya giderek Sazanof ile görüşmeler yaptılar. İngiltere ve Fransa’nın önergeleri kabul edilmesi üzerine, Rusya, İngiltere ve Fransa, 1916 Mart’ında Petrograd Protokolünü imzaladılar. Buna göre Rusya‘nın Sykes-Picot Antlaşmasını kabul etmesi karşılığı Boğazlara ek olarak, Trabzon’a kadar Doğu Karadeniz kıyıları ile Erzurum, Van, Bitlis verilecekti. İngiltere ve Fransa arasında 13-26 Nisan ve 10-23 Ekim 1916 tarihinde Sykes Picot antlaşması kesin şeklini aldı. Buna göre; Suriye kıyıları hariç Suriye-Musul-Ürdün‘ü kapsayan bir Arap devleti ya da Arap Devletleri Federasyonu kurulacaktı. Adana, Antakya bölgesi Suriye kıyıları ve Lübnan Fransa’ya, Musul hariç Irak İngiltere’ye bırakılacaktı. (Özkaya,1981) İngiliz Dışişleri, bu antlaşmayı yeterli bulmamış ve açıklamamıştır. Ruslar da Filistin ve Yahudi devleti konusunda karşı çıkmıştır. Bu nedele bu antlaşmada daha en başta anlaşma sağlanamamıştır.

*Sazanov: Rusya Dışişleri Bakanı

**Buchanan: Petrograd’daki İngiliz büyükelçi Sir George Buchanan 

3. Londra Anlaşması

İtalya’yı yanlarında savaşa sokmak isteyen İtilaf Devletleri’nin İtalya’ya vaat verdiği antlaşmadır. 26 Nisan 1915’de İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre:

1. İtalya 18 Ekim 1912 tarihinde Osmanlı İtalya arasında imzalanan Uşi Antlaşması ile geçici olmak kaydıyla ele geçirdiği On iki ada üzerinde egemen olacak

2. Asya toprakları paylaşılırken, İtalya’ da Antalya‘dan pay alacak, ancak son sınır İngiliz ve Fransız çıkarlarına göre saptanacaktır.

3. Savaşta Fransa, İngiltere ve Rusya, Asya Türkiye’sinin herhangi bir yerini işgal ederse Antalya, İtalya’ya bırakılacaktır.

4. Osmanlı Devleti‘nin Trablusgarp’taki hakları İtalya’ya verilecekti. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın saptadığı şekilde Arabistan ve Müslümanların kutsal yerlerinin bağımsız Müslüman yöneticilere bırakılmasını İtalya’da kabul etmiştir.

Antlaşmanın gereği olarak İtalya, 20 Mayıs 1915 tarihinde Avusturya’ya, Ağustos ayında ise Almanya ve Osmanlı’ya savaş ilan etmiştir. Fakat İtalya, Avusturya’ya yeni bir cephe açarak onları zayıflatmaktan başka bir şey yapamamıştır. İtilaf üçlüsü de 1916’da yapılan gizli antlaşmalardan İtalya’yı haberdar etmemiş fakat bunu sezen İtalya İtilaf devletlerine bu gizli antlaşmaların derhal açıklanmasını isteyen bir telgraf çekmiştir.  Bunun üzerine Müttefikler de, kesin bir anlaşmanın bahis konusu olmadığını, sadece Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılması hakkında bir fikir alış-verişi yapıldığı cevabını vermişlerdir. İkinci olarak İtalya, İngiltere ile Fransa’nın Orta Doğudaki faaliyetlerini de kıskanıyor ve Müttefikler tarafından girişilen her teşebbüse kendisinin de alınmasını istiyordu. Bu arada, özellikle, Anadolu’da Antalya ve Mersin ile İzmir’in kendisine kesin olarak bırakılmasını istiyordu. Nihayet Rusya’da Şubat (Mart) İhtilali’nin çıkması ve Çarlığın yıkılması İtalya’yı korkuttu. Çünkü Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasında Rusya başlıca rolü oynayacaktı. Bu sebeple, isteklerinin hepsini kaplayan yeni bir anlaşmanın yapılması için İngiltere ve Fransa üzerinde baskıda bulundu. Fransa, Antalya ile Mersin’in İtalya’ya bırakılmasını hiç istemiyordu. Fakat İtalya’nın ısrarları üzerine, üç devlet arasında 19-21 Nisan 1917 de Si. Jean de Maurienne’de görüşmeler yapıldı.

4. Saint Jean De Meurinne Anlaşması

İtalya vermiş olduğu notada: Antalya ile birlikte Aydın, İzmir ve Bursa illerinin güneyinin de kendisine bırakılmasını, Rusya’ya verilen Boğazlar bölgesinde İngiltere ve Fransa’ya tanınacak bütün hakların kendisine de verilmesini, Araplarla yapılacak ve Kızıldeniz ile ilgili olarak bütün görüşme ve anlaşmalara davet edilmesini bildirmişti.

Alınan kararlarsa şöyleydi: İtalya 1916 da İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılmış olan anlaşmaları kabul ediyordu. Buna karşılık Mersin hariç, Antalya, Konya, Aydın ve İzmir bölgeleri İtalya’ya veriliyordu. İngiltere ve Fransa İzmir’de birer serbest liman kurabileceklerdi. Keza İtalya da Mersin, İskenderun, Hayfa ve Akka’da serbest limana sahip olacaktı. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi Rusya’nın da onaylamasına bağlı tutulmuştu ki, Geçici Hükümet iktidardan düşünceye kadar bunu onaylamamıştır. Bu olay, barış konferansında İtalya ile müttefiklerin arasını bozmuştur.

5. Balfour Deklerasyonu

Balfour Deklarasyonu, İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında Dışişleri Bakanı Lord Balfour nezdinde, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını desteklediğini açıklamasıdır.

Chaim Weizmann önderliğindeki Siyonist hareket, Filistin’de bir Yahudi ülkesi kurulması için Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ve ABD hükümetleriyle sürekli bir ilişki içerisinde olmuştu. Nihayet bu doğrultuda yapılan görüşmeler 2 Kasım 1917’de sonuç vermiş ve İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour, Yahudi Lord Rothschild’e gönderdiği mektupta, hükümetinin Yahudi Siyonist isteklerini sempatiyle karşıladığını açıklamıştı. Bu mektuba göre İngiltere, Filistin’deki Yahudi olmayan toplumların medeni ve dinsel haklarına ve başka herhangi bir ülkedeki Yahudilerin yararlandıkları haklara ve siyasal statüye zarar verecek hiçbir şey yapılmaması koşuluyla, Yahudi halkı için Filistin’de ulusal bir yurt kurulması adına her türlü kolaylığın sağlayacağını ilan etmişti. Böylece, Balfour Deklarasyonu denilen bu mektupla, Filistin’ e, Yahudilere ulusal bir yurt kurmaları vaadinde bulunularak, bugüne dek sürecek olan sorunların temeli atılmıştır.

MÜZAKERE SÜRECİ

1. Dünya Savaşının sonlarına doğru Almanya’nın savaştan çekilmesi Osmanlı içinde olumsuz bir tablo oluşturmuş ve bu tablo savaş hükümetinin devrilmesine yol açmıştır. Yeni hükümeti kuran Ahmet İzzet Paşa savaştan en kısa sürede ve en az zararla çekilme taraftarıydı. Bu isteğini Ku’tül Amare savaşında esir düşen İngiliz General Townshend ile İngiliz hükümetine iletmiş ve ateşkes için müzakerelerin başlaması kararlaştırılmıştır.

İstanbul Hükümeti görüşmelere gitmeden önce heyete Türk heyetine 8 talimat vermiştir:

1. Boğazlar Yunan savaş gemileri hariç tüm savaş ve ticaret gemilerine açılabilir. Muhafazası Osmanlı askerinde olmalıdır ama İngilizler isterse kontrol amaçlı bir miktar asker bulundurabilir.

2. Asayiş için gerekli miktarın dışındaki askerler terhis edilecek ve yabancı askerler uygun vakitte memleketlerine gönderilecektir.

3. Mütarekenin imzalandığı güne kadar savaş görmemiş alanlara dokunulmayacaktır.

4. İtilaf devletleri ülkenin hiçbir toprağına asker sokmayacak, deniz ve kara hudutları içinde asayişten Osmanlı sorumlu olacaktır. Hükümet idaresine kati surette müdahale edilmeyecektir.

5. Karadeniz’i Almanlardan Osmanlı koruyacaktır. İngilizler ikna olmak için denetleyebilir. 

6. Mütareke sonrası ticaret serbestliği olmalıdır.

7. Mütarekeden sonra Almanya’dan borçlanmaya devam edilemeyeceği için İtilaf devletleri Osmanlı’ya ihtiyaç duyduğunda para yardımı yapmalıdır.

8. Milli gururu incitecek her türlü istek reddedilecektir.

Mütareke görüşmeleri 27 Ekim Pazar sabahı 09.30’da Limni Adası Mondros Limanında demir atmış olan Agamemnon Zırhlısı’nda başlamıştır. Türk heyetini temsilen Bahriye Nazırı Rauf Bey, Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey ve Askeri Danışman Yarbay Sadullah Bey ile sekreter Ali Bey; İtilaf devletlerini temsilen İngiliz hükümetinden (Görüşmelere İtilaf Devletlerini temsilen sadece İngiliz delegeler gönderilmiştir) Amiral Arthur Gough-Calthorpe, Tuğamiral M. Culme Seymour, Komodor Rudolf Burmester ile iki İngiliz deniz subayı görüşmelere katılmıştır. Rauf Bey sadece İngilizce, Reşat Hikmet Bey ve Sadullah Bey sadece Fransızca konuştukları için görüşmeler bazen Fransızca bazen İngilizce yürütülmüştür. İngiliz sekreterleri Fransızca bilmedikleri için Fransızca konuşulan bölümler kayda geçirilememiştir.

Türk heyeti mütareke görüşmelerine ellerinde hiçbir koz olmadan, mağlup ve harap bir devletin temsilcileri olarak gelmişlerdi. Bu durumu fark eden İngiliz heyeti görüşmelerde daha katı bir tutum sergiledi. İngiliz hükümeti önceden hazırladıkları ilk 4 maddenin imzalanmasını bile bir başarı olarak kabul etmekteyken; Osmanlı İmparatorluğu’nun ateşkese mecbur olduğunun anlaşılması, hazırlanan taslağın bazı değişikliklerle kabul olmasına sebep oldu. 

Görüşmelerin başlangıcında Amiral Calthorpe mütareke yapmak için, sundukları metnin ilk 4 maddesinde hiçbir değişiklik yapılamayacağını ve hükümetin bunlar üzerinde tartışma kabul etmeyeceğini kesin bir dille belirtmişti. Bu maddeler kabul edildiği takdirde diğer maddelerin müzakere edilebileceğini söylemişti. Görüşmelerde en çok 1. Madde tartışılmış ve Calthorpe’un diğer maddelerin tartışmaya açılabileceğini söylemiş olmasına rağmen, İngiliz delegelerinin ilk maddelerdeki sert tutumu yüzünden diğer maddelere yeteri kadar itiraz edilememiştir.

Görüşmeler

Türk heyeti 26 Ekim akşamı Agamemnon zırhlısında yerini almış ve 27 Ekim sabahında ilk oturum başlamıştır. İlk oturumda, daha sonraki oturumlarda da devam eden ve görüşmelerdeki en büyük yeri kaplayan boğazlar tartışılmıştır.

Osmanlı heyeti boğazların açılmasını kabul etmek ama muhafazasını kendi ellerinde tutmakla görevlendirilmişti. İngiliz heyeti ise Çanakkale ve İstanbul’daki İstihkamların İtilaf devletleri tarafından işgali ve boğazların tamamen İtilaf Devletleri’ne teslim edilmesi yönünde talimat almışlardı.

Türk heyeti, hazırladıkları taslak maddeyi okuyan İngiliz heyetine, onlara boğazlardan serbest geçiş hakkını tanıyacaklarını fakat boğazların yönetiminin Osmanlı’da kalmasını istediklerini iletti. İngiliz heyeti ülkenin istikrarı konusunda endişeleri olduğunu, hükümet değiştiğinde savaş yanlısı kişilerin yönetime gelmeyeceğinin bir garantisi olmadığını ve boğazlardan emin olmak için boğazların tamamen devrini istediklerini belirttiler. Israrlara rağmen bir yanıt alınamayınca ortak bir komite kurulması ve boğazların birlikte yönetilmesi teklif edildi fakat İngilizler hükümetlerinin bunu kabul etmeyeceğini söylediler. Türk heyeti, İngilizleri ortak yönetime ikna edebilmek için işgalin milleti ayaklandırabileceği konusunda uyarı yaptı. Chaltorpe, o bölgenin savaş başladığından beri Almanların kontrolünde olduğunu, Almanlar ve İngilizler’in yönetimi arasında halk için bir farklılık olacağını düşünmediğini söyledi. Rauf Bey’in ısrarı üzerine Chaltorpe kamuoyu düşüncesini bu kadar önemsememeleri gerektiğini ve barış istiyorlarsa bu şartı kabul etmek zorunda olduğunu söyledi. Bunun üstüne Rauf Bey, bahsi geçen işgal hareketine hangi devletlerin katılacağını sormuş ve Chaltorpe da Amerika ve Japonya hariç tüm itilaf devletlerinin bu işgal hareketine katılacağını tahmin ettiğini söylemişti. Rauf Bey, Yunan ve İtalyan güçlerinin Osmanlı topraklarını işgalinin ülke çapında bir devrim başlatacağını ve bu devrimin hükümeti bile devirebileceğini iddia etmiş, Yunanlıların boğazdan savaş gemisiyle geçtiğini görmektense ülkesinin savaşmayı tercih edeceğini iletmişti. Bu çıkışın üzerine Chaltorpe, boğazlarda tüm İtilaf Devletlerinin bulunması gerektiğini ama en azından istihkamların sadece İngiliz güçleri tarafından işgalini teklif etmiştir. Türk heyetinin Yunan ve İtalyanların boğaza girmesinin de ayaklanma için yeterli bir sebep olduğunu söylemesi görüşmeleri tıkamış ve her iki taraf da hükümetleriyle görüşmek maksadıyla oturuma ara vermiştir.

Hükümetlerle görüşülmesinin ardından Chaltorpe istihkamların işgalinde sadece Fransız ve İngiliz kuvvetlerinin bulunmasını kabul etmiştir. Türk heyeti bu işgal kuvvetlerinde, milli onuru korumak adına bir miktar Türk askerin de bulunmasını talep etmiştir. Diğer tüm şartların kayıtsız şartsız kabul edilmesi şartıyla bu talep kabul edilmiş, Yunan ve İtalyan gemilerinin mümkün mertebe boğaza gelişinin engelleneceği, çok gerekli olduğu durumlarda da halkın görmeyeceği şekilde gece saatlerinde geçirileceği taahhüt edilmiştir.

Diğer maddeler tartışılırken de Türk heyeti, böyle ağır şartları İstanbul’a danışmadan kabul etmek istememiş fakat telgraf hatlarındaki problemler yüzünden iletişimde aksaklıklar yaşanmıştır. Bu aksaklık görüşmelerin sık sık kesilmesine sebep olmuş ve hatta görüşmelerin ikinci gününde İstanbul’a ulaşılamadığı için oturum yapılmamıştır. 

Yine görüşmelerin tıkandığı bir noktada Chaltorpe, burada iki milletin birbiriyle yaptığı savaşın söz konusu olduğunu, tüccarlar gibi uzun uzun pazarlıklar yapmanın doğru olmadığını söylemiş ve o gün akşam 21.00’a kadar Türk heyetine mühlet vermiştir. Süre dolduğunda hala İstanbul’dan cevap alınmazsa anlaşmayı bu şekliyle kabul etmeleri gerektiğini, aksi takdirde İngiltere’nin görüşmelerden çekileceğini belirtmiştir. Türk heyeti son ana kadar İstanbul’a ulaşmaya çalışsa da muvaffak olamamış ve Mondros Mütarekesi 4 günde yapılan 5 oturumun sonunda 30 Ekim saat 21.40’ta imzalanmıştır. 

KAYNAKÇA

  1. Tolga B, “Mondros Mütarekesi Görüşmelerine İlişkin İngiliz Kayıtları ve Görüşmelerle İlgili Değerlendirmeler”; Çağdaş Türkiye Tarihi Arşatırmaları Dergisi, XVIII/Özel Sayı, Sayfa 5-71, 2018
  2. İsmail K, “I. Dünya Savaşı’nın İlk Gizli Anlaşması: İstanbul ve Boğazlar’ın Rus Çarlığı’na Bırakılması”; Journal Bilig, Sayı 89, Sayfa 1-27, 2019
  3. Bayram S. “Birinci Dünya Savaşı Öncesinde Osmanlı Devleti’nin Büyük Güçlerle Yaptığı İttifak Görüşmeleri ve Savaşa Girmesi”; Türklük Araştırmaları Dergisi, Sayı 18, Sayfa 165-193, 2005
  4. Prof. Nihat Erim, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Mondros Mütarekenamesi, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1953), 519-524
  5. Mahmut A, “Mondros Mütarekesinin İmzalanma Süreci ve Mütareke Tutanaklarında Boğazlar Konusu”; Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı 21, Sayfa 273-310, 2019
  6. Tolga B, “İngiliz Belgeleriyle Mondros Mütarekesi ve Ermeni Sorunu”; Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 55, Sayfa 63-136, 2016
  7. Selçuk U, “İngiltere’nin Mondros Mütarekesi’nin 24. Maddesini Uygulamaya Yönelik Bir Girişimi: Yarbay Kİling Olayı”; Atatürk Dergisi, Sayı 4, Sayfa 59-75, 2005
  8. Zekeriya T, “30 Ekim 1918 Tarihli Mondros Ateşkes Antlaşmasına Göre Türk Ordusunun Kuruluş ve Kadrosuna Bir Bakış”; Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı 11, Sayfa 615-632, 2000
  9. https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-82555/mondros-mutarekesi-ateskes-anlasmasi.html