YAZARLAR
¹ İlknur AKÇA*
¹ Ebru BÜRKÜK
¹ Sinemnur TOKDEMİR
¹ Seher Beyza MAHMUT
² Ayşenur YILMAZ
² Sena ALKAZAK
² Hacer Nur ÇERİ
- Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
- Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
*iletişim: ilknurakca58@gmail.com
İçindekiler
BAĞDAT TARİHİ
Miladi 1258 yılında Moğol istilasına kadar en güzel günlerini yaşamıştır ve Abbasilerin hilafet merkezi olarak kurulmuştur. Aslında Abbasilerin kendileri için uygun bir başkent arayışından doğmuştur. Abbasi halifeleri hem hükümranlıklarını eski çekişmelerin gölgesinden korumak hem de ticaret yollarının üzerinde bulunan bölgeden istifade etmek için bugün Bağdat olarak bildiğimiz şehri seçmişlerdir ve şehir planlarının ikinci halife Mansur’un hilafete geçmesinden sonra 755’ te çizildiği belirtilmiştir. Dicle’nin doğu tarafına kurulan bu topraklar, Antikçağdan beri Mezopotamya’da kurulan birçok şehir gibi daire formunda tasarlanmıştır ve bu plan üzerine şehir gelişmiştir.
9. ve 10. yüzyılda Müslümanların en büyük şehri ve en önemli ilim merkezi haline gelen Bağdat, Modern çağda Avrupa’da ortaya çıkan bilimlerin Antik çağ ile irtibatını sağlayan köprü özelliği görmüştür. Müslümanların fethettikleri bölgelerdeki ilmi ve edebiyatı Arapçaya tercüme etmeleri için Beytü’l-hikme yani Hikmet Evi kurulmuştur ve zamanla büyük bir kütüphaneye dönüşmüştür. Farsça, Yunanca, Süryanice, Latince gibi dillerde tercüme edilmiştir.
İlk iki üç asrını görkemli bir şekilde Abbasi idaresinde yaşayan şehir daha sonra büyük ölçüde Büyük Selçukluların himayesinde kalmıştır. 1258 yılındaki felaketten sonra büyük otorite boşluğu ortaya çıkmıştır. Bağdat şehri önce İlhanlıların daha sonra Moğol hanedanı Celayirlilerin idaresinde kalmıştır. Şehircilik bakımından çok zayıf olan Akkoyunlu ve Karakoyunlu hükümetleri devrinde Bağdat; Dicle taşkınından kaynaklı baskınlar, güvenlik problemleri ve bakımsızlıklarla karşı karşıya kalmıştır. Şehrin nüfusu büyük ölçüde azalmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman 1534’ de şehre girmiştir. Makbul İbrahim Paşa’nın emriyle askere yağma yaptırılmadan teslim alınmış vaziyetteydi. Kanuni, İmam-ı Azam’ın mezarını buldurup türbe yaptırdığı; çevresine de cami ve medrese inşa ettirdiği bilinmektedir. Osmanlılar açısından da bütün Müslümanlar gibi kıymeti bilinen mühim bir şehir olmuştur ve Bağdat’a sahip olmak Osmanlılar için yeryüzünün sultanı olmak anlamına gelmektedir.
1623 yılından 1638 yılına kadar yaklaşık on beş yıllık bir süre şehir Osmanlı hakimiyetinden çıkmıştır. Sebebi17.yüzyıl başı Osmanlı sarayı içi oldukça çalkantılı geçmesidir. 1618’de tahta çıkan Genç Osman, 1622’de yeniçeriler tarafından öldürülmüştü. 1638’de otoriteyi annesinden kendi uhdesine alan 4. Murad, Bağdat’a sefere çıkıp fethederek Bağdat Fatihi unvanını elde etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı idaresinde kalan Bağdat, 1704’ten itibaren Osmanlı Merkez idaresinin zayıflamasıyla kölemen valiler dönemini yaşamıştır.
Bağdat Lozan Antlaşmasına kadar Türkiye’ye bağlı kalsa da 1921’den itibaren İngilizlerin himayesiyle kurulan Irak devletinin başşehri oldu. Tarih boyunca Moğol ve Şii saldırılarıyla büyük felaketler geçiren şehir; en son 2003’te ABD ordusunun gelişi ile de aynı felaketleri yaşamıştır. ABD ordusu 2012 yılında çekilmiştir. Geride ise binlerce mülteci ve mezhep çatışmalarına dalmış bir Bağdat kalmıştır.
BAĞDAT ŞEHİR PLANI
Abbâsî Halifesi Ebu Cafer el-Mansur (754-775) tarafından 762 yılında inşasına başlanılan ve bir yıl sonra hilâfet merkezi ilân edilen Bağdat şehri, 766 yılında Abbâsî Devleti’nin başkenti oldu. Bu devleti sembolize eden, sağlamlığı ve yerleşim planı ile büyük bir kaleyi andıran şehir, Abbâsîlerin yıkılışına kadar hem hilâfet hem de devlet merkezi olarak önemini korudu. Yeni başkent için arayışlara başlayan Halife El-Mansur; küçük köylerin olduğu, ara sıra panayırların kurulduğu, Mezopotamya’nın verimli topraklarında, Dicle’nin hemen kıyısında, Fırat’a ise çok yakın bir konumda bir yer seçmiştir ve inşa edeceği şehir için çalışmalara koyulmuştur. Bizzat kendisinin başını çektiği dört mimardan oluşan bir ekiple şehrin planını çizmeye başlamıştır. Şehir, merkezinin her taraftan eşit uzaklıkta olacağı tam daire üzerine kurgulanacaktır. Böylece diğer şehirlere göre kontrolünün ve korunmasının daha kolay olacağı düşünülür. El-Mansur’un bu kararına, geometrinin kurucusu sayılan Öklid’e hayranlığının etkisi de iddia edilmektedir.
Plana göre, iç içe üç daireden oluşan şehirde birbirini dik kesen ve şehri dört eşit parçaya bölen iki ana cadde vardır. Caddelerin başlarına ise simgesel 4 kapı yerleştirilmiştir: Güneybatıda Küfe kapısı, Güneydoğuda Basra kapısı, Kuzeybatıda Suriye kapısı ve Kuzeydoğuda Horasan kapısıdır. Çapı 2 km olarak düşünülen şehirde, en dış çepere 30 metre yüksekliğinde ve 44 metre genişliğinde surlar yapılması planlanır. Ayrıca bu surun dışında savunma amaçlı geniş bir hendek kazılması da düşünülür. Şehri boydan boya kesen ana caddeler üzerine çeşitli dükkânlar ve çarşılar kurulması planlanır. Şehirde ekonominin ve sosyal hayatın kalbi burasıdır. (Şekil 1 ). Böylece bu dört ana caddeyle kesişen sokaklarla şehirdeki diğer yerleşim alanlarına erişim imkânı sağlanır. Devasa bir kaleyi andıran şehrin merkezine büyük bir camii, onun hemen yanına da Halifenin sarayı yerleştirilmiştir. Halifenin sarayının çevresine, yani plandaki en küçük daireye ise hanedanlığın diğer üyeleri için köşkler ve çeşitli askeri ve idari binalar yerleştirilir.
Bu planın inşası için, imparatorluğun her köşesinden binlerce mimar, mühendis, marangoz, demirci, inşaat ustası ve düz işçi ile inşaatta kullanılacak tonlarca ağırlıkta hammadde Bağdat’a getirilir. Öyle ki, Bağdat’ın inşasında toplamda 100.000 kişinin çalıştığı ve 500.000’den fazla tuğlanın kullanıldığı bildirilir. Bu kadar malzemenin lojistiğinde Dicle’nin fonksiyonu ise haliyle yadsınamaz derecede mühimdir.
BAĞDAT ŞEHRİNİN KURULUŞU
Müneccimler şehrin kuruluşu için en uğurlu gün olarak 30 Temmuz 762’yi önerdiği ve önerilen günde Halife El-Mansur sembolik ilk tuğlayı koyduğu ve şehrin inşası başladığı rivayet edilir. 755 yılında planı tamamlanan, 762 yılında inşaatı başlayan El-Mansur’un ‘daire şehri’ 766 yılında tamamlanır. Bu koca imparatorluğa başkentlik yapacak şehir tamamlanmış ve sıra şehre bir isim konulmasına gelmiştir ve bu isim sanılanın aksine Bağdat değildir. Evet, panayırların kurulduğu küçük küçük yerleşimlerin olduğu bu yere, yerliler ‘Tanrı’nın armağanı’ anlamına gelen, Hammurabi kanunlarında geçen Bağdat demektedir. Ancak Halife El-Mansur kurduğu bu yeni şehre, bölgenin eski adı olan Bağdat’ı değil, Kuran’da ‘cennet’ manasında kullanılan ‘dârüsselâm’ kelimesinden esinlenerek “Medînetüsselâm” adını vermiştir; (huzur, barış) şehri). Zaman içerisinde imparatorlukla beraber başkent Medînetüsselâm, bilinen adıyla Bağdat ekonomik, bilimsel ve kültürel olarak da gelişmiştir.
Yerliler ‘Tanrı’nın armağanı’ anlamındaki Bağdat ismini kullanırken Halife El-Mansur Buraya barış şehri anlamına gelen “Medinetüsselam” demiştir (bu spot metinde yer almayacak)
Şehir bölgenin en önemli çekim merkezi olurken dünyanın farklı yerlerinden tüccarların, bilim insanlarının, sanatçıların uğrak yeri haline gelmiştir. Dönemin Bağdat’ında her türlü ticaret ve zanaat kolu için müstakil pazar yerleri, çarşılar ve çok çeşitli medrese, ibadet yeri, kütüphane ve hamamlar bulunmaktaydı. İçinden geçen Dicle ve onun kanallarında yüzlerce tekneyle mal taşınan ve bu kanallara kurulu köprüleriyle şehir adeta yaşayan bir organizma olmuştur. Ayrıca şehirde, her türlü etnik ve dini grup için dini ve sosyal mekânlar tasarlandığı bildirilmektedir. Örneğin, şehirde 40 bin Yahudi’nin yaşadığı ve Yahudilere ait 10 okulun olduğu aktarılır. Abbâsî halifesi Harun Reşid’in kurdurduğu kütüphane, antik çağdaki İskenderiye kütüphanesinden sonra kurulan en büyük kütüphane olarak öne çıkarken, ilerleyen yıllarda kurulan dünyadaki en eski üniversitelerden biri olan el-Mustansiriye de dikkat çeken diğer bir eser olmuştur. Yine bir diğer önemli gelişme de içinde Hint felsefesinin, Ortadoğu ve Yunan felsefesiyle buluşturulduğu “Bilgelik Evi”nin kuruluşudur. Bu üç dildeki eserlerin tercümeleri bu ‘Ev’de yapılmış ve buradan Endülüs İspanya’sına oradan da Avrupa’ya ulaştırılmıştır. Ayrıca bu dönemde kurulan medreseleri, Martin Luther’in Avrupa’daki Ortaçağ üniversitelerinin öncülü olarak gördüğü iddia edilmektedir.
Ancak; Abbasilerin ilk büyük mimari eseri olan ve Bağdat adıyla bilinen “yuvarlak şehir”den geriye hiçbir şey kalmamıştır. Bir merkezin çevresinde oluşturulmuş ve etrafı kapalı bir plana göre yapılmış bu şehrin büyüme olanağı olamamıştır. Bu yüzden halifeler kısa bir süre sonra Samarra’ya göç etmişlerdir ve orayı devasa bir yerleşim yeri haline getirmişlerdir (şehir Dicle boyunca 25 km uzanıyordu), ama yaklaşık yirmi yıl sonra orayı da terk etmişlerdir.
ABBASİLER DÖNEMİNDE BAĞDAT
Abbasi Hanedanlığının liderleri, günümüzde Irak’ın başkenti olan Bağdat’ı kurmuştur. Bağdat, imparatorluğun başkenti olarak Şam’ı gölgede bırakacak ve yerine geçecekti. Hem Dicle hem de Fırat nehirlerine yakın olduğundan, büyük bir nüfusu besleyecek besin üretimi için ideal bir bölgeydi.
Abbasi halifeliğinin yükseliş devrinde Mezopotamya’da muhteşem şehirler kurulmuştur. İkinci halife Mansur’un planını bizzat çizerek kurdurduğu Bağdat şehrinden bugüne, geçmişinin parlak devrini hatırlatan hiçbir şey kalmamıştır. Moğol istilası sırasında şehrin tamamen harap olması, sonra da üstüne yeni Bağdat’ın inşa edilmesi, ilk Bağdat şehrini efsane diyarı haline getirmiştir.
Kaynaklardan öğrenildiğine göre Bağdat, savunmaya çok elverişli olduğu için Eski Çağ’dan beri Mezopotamya, Anadolu ve İran’da uygulanan dairevi planda kurulmuş ve etrafı çift surla çevrilmiştir. Yuvarlak kulelerle takviye edilen surların tuğladan örüldüğü, şehrin kuvvetle tahkim edilmiş dört büyük kapısının bulunduğu ve bu kapıların yakınında muhafızları için binalar yapıldığı bilinmektedir. Şehrin ortasında Kubbetül-hadra adıyla anılan Halife Mansur’un sarayı ile bitişiğine inşa ettirdiği cami bulunuyordu.
Abbasiler Bağdat’ı, Emevi Hanedanı hakimiyeti ele geçirmeden önce Perslerin kurduğu yol ağlarını ve ticaret yollarını koruyarak sıfırdan inşa etmiştir. Bağdat, stratejik olarak Asya ve Avrupa arasında yer alıyordu. Bu sayede, iki kıta arasında karayoluyla yapılan ticaret için başlıca bölge olmuştu. Bağdat aracılığıyla ticareti yapılan ürünlerden bazıları fildişi, sabun, bal ve elmastı. Bağdat’taki insanlar ipek, cam, çini ve kağıt üretiyor ve ihraç ediyordu. Şehrin merkezi konumu ve canlı ticaret kültürü, fikir alışverişini de mümkün kılıyordu. (Şekil 2) Bağdat, bilginler de dahil olmak üzere birçok insanı sınırlarında yaşamaya çekiyordu. Bu yeni inşa edimiş şehirde yaşamanın nasıl bir his olduğunu anlamak için, Arap tarihçi ve biyografi yazarı Yakut el Hamevî’nin onuncu yüzyıl Bağdat’ını anlattığı şu alıntıyı okuyabilirsiniz:
‘’Bağdat şehri, Dicle’nin sağ ve sol kıyılarında on dokuz kilometre çapında iki geniş yarım daire çizmişti. Parklar, bahçeler, villalar, güzel gezi alanları, zengin pazarlar, iyi inşa edilmiş camiiler ve hamamlarla bezeli banliyöler; nehrin iki tarafında geniş bir alana uzanıyordu. Zenginlik zamanlarında, Bağdat’ın nüfusu iki [milyon]u geçmişti! Halifenin sarayı, geniş bir parkın ortasındaydı; yanında, vahşi hayvanların barındırıldığı bir hayvanat bahçesi ve kuşhane bulunuyordu. Saray, bahçelerle donatılmıştı ve muhteşem bitkiler, çiçekler, ağaçlar ve heykellerle çevrelenmiş su depoları ve çeşmelerle süslenmişti. Nehrin bu tarafında büyük soyluların sarayları yer alıyordu. En az yirmi metre genişliğinde devasa caddeler, şehrin bir ucundan diğer ucuna uzanıyor; şehri her birinin bir yönetici ya da denetleyici tarafından kontrol edildiği bloklara ya da çeyreklere bölüyordu. Bu yönetici ve denetleyiciler; şehrin temizliğiyle, sağlıkla ve halkın rahatıyla ilgileniyordu. ‘’ (Hamevi; Bağdat’ta Bilgi Arayışı: Beyt’ül Hikme)
Abbasi Halifeleri Harun Reşid ve kendisinden sonra gelen oğlu Memun, Bağdat’ta bilime adanmış bir merkez olan Beyt’ül Hikme’yi (Bilgelik Evi) kurmuştur. 813 ile 833 yılları arasında Memun’un hakimiyeti altında Beyt’ül Hikme daha fazla kullanılmaya başlanmış ve saygınlığı artmıştır. Memun; ünlü bilginleri Beyt’ül Hikme’ye getirmek için oldukça çaba sarf etmiştir. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler burada barış içinde işbirliği yapmıştı ve birlikte çalışmıştır. (Şekil 3) Burada kitapların korunduğu hücreler, müellif, mütercim, kâtip, müstensih ve mücellitler için ayrılan odalar ve bir de okuma salonu bulunuyordu. Buna göre Beytülhikme’nin kadrosu, “sâhibü Beytülhikme” unvanıyla anılan bir müdür, müellifler ve mütercimler, bunların emrinde çalışan kâtipler, yazılan kitapları çoğaltan müstensihler, verrâklar ve mücellitlerden oluşmaktaydı. 500 yıldan fazla İslâm ilim dünyasına kaynak teşkil eden bu merkez 1258’de Hülâgû tarafından yakılıp yıkılmıştır.
Abbasiler Döneminde Mimariye Bir Örnek: Uhaydir Sarayı (Kasrü’l-Uhaydir)
Abbasiler’in inşa ettirdikleri eski Bağdat ve Rakka şehirlerinde bulunan yapılar hakkındaki bilgilerimiz daha çok edebi ve tarihi kaynaklara dayanmaktadır. Fakat ayakta kalabilen yapılar onların muhteşem mimarilerini tanıtacak durumdadır. Bağdat’ın 120 km. güneybatısında yer alan Uhaydir Sarayı bu devrin saray mimarisini tanıtabilecek ilk eserdir. Halife Mansur’un amcası İsa b. Musa tarafından 161 (778) yılında yaptırılmış olduğu kabul edilmektedir.
OSMANLI DÖNEMİ BAĞDAT
Kanuni Sultan Süleyman lrakeyn Seferinde Tebriz’i fethedip Irak’a yürümüş, 24 Cemaziyülevvel 941’de (1 Aralık 1534) şehre girmiştir. Bağdat’ta kaldığı dört ay içinde Safeviler tarafından yapımına başlanan ve yarım kalmış olan camiyi tamamlattığı gibi Abdülkadir-i Geylani’nin cami ve türbesi için zengin vakıflar kurdurmuş; İmam-ı Azam’ın mezarını buldurup burada türbe, cami ve medrese inşa ettirmiştir. (Şekil-4) Ayrıca Azamiye Kalesi’ni yaptırmıştır.
Bağdat’ta Türk Devrine ait diğer bazı camiler ise şöyledir:
- Zümrüt Hatun Cami : Bağdat’ta 12.yy sonlarında yaptırılmış, Selçuklulardan kalan en eski minareye sahiptir. (Şekil-5)
- Kumrulu Mescidi : 1228 yılında yaptırılan cami Abbasiler zamanında Dicle taşkını sebebiyle harap olmuş sonraki yüzyıllarda pek çok defa tamir edilmiştir. İlk yapıdan yalnız minaresi günümüze gelebilmiştir.
- Akuli Cami : 1327 yılında yapılan ve adını bitişiğindeki türbede yatan İmam Akuli’den alan cami 1683’te Mehmet Paşa, 1760’ta Süleyman Paşa, 1763’te Vali Ömer Paşa, 1902’de Sultan II. Abdulhamit, 1928 de Irak Vakıflarınca onarım görmüştür. (Şekil-6)
- Sultan Ali Cami : Bağdat’ın önemli yapılarından biri olan Sultan Ali Cami’nin ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1965’te Osmanlılar zamanında avlunun etrafına Rufai tekkesi hücreleri eklenmiştir. (Şekil-7)
- Murat Paşa (Muradiye) Cami : Bağdat Valisi Murat Paşa tarafından 1567–1570 yıllarında yaptırılmıştır.
BAĞDAT’IN TAHRİBATI
Bağdat; kuruluşundan itibaren birçok istilaya, iç savaşa ve tahribata şahitlik ettiği için zamanla mimari yapısında değişiklikler görülmüş, sık sık yeni baştan inşa edilmiştir. Bağdat’ın yapısında önemli değişiklikler yapan olaylardan birisi Halife Emin ile Me’mun arasındaki iktidar mücadelesi olmuştur. Bu mücadeleden ötürü şehir büyük zarar görmüştür. Tarihçi Taberi bu mücadelelerden ötürü Bağdat’ın eski ihtişamlı yapısının kaybolduğunu, şehrin büyük bir harabeye dönüştüğünü söylemiştir. 9. yüzyılın son çeyreğinden itibaren görülen seller, yangınlar ve kıtlık Bağdat’ın yapısında olumsuz etkiler meydana getirmiştir. Bu afetlerden ötürü şehirdeki ticari ve kültürel hava bozulmuştur. Bağdat’ın gerek kültürel havasını gerek mimari yapısını köklü tahribata uğratan en mühim olay Moğol istilasıdır.
MOĞOL İSTİLASI
Bağdat, Moğolların istilasından en fazla etkilenen şehirlerden birisidir. Cengiz Han’ın torunlarından olan Hülagu öncülüğündeki Moğol güçleri, 1258 yılında Bağdat’ı kuşatmıştır. Barış görüşmelerinden olumlu netice çıkmayınca Abbasi halifesi Müsta’sım devlet erkanıyla birlikte Moğollara teslim olmak zorunda kalmıştır. Bağdat’ı işgal eden Moğollar, yaklaşık 500 yıllık kültürel birikimi tahrip etmişlerdir. Kütüphaneler, medreseler, saraylar tahrip edilmiş, binlerce cilt kitap yakılmış, yüzlerce siyaset ve bilim adamı idam edilmiştir. Bu istila sırasında yüzlerce yıldan beri ilim adamlarının yetişmesine hizmet eden Beytü’l-hikme Hülagu tarafından yaktırılmıştır. Moğolların Bağdat’ı istila edip buradaki kültürel eserleri yağmalamaları, yüz binlerce Müslüman’ı öldürmeleri yalnızca Bağdat’ta oluşan kültür ve medeniyeti tahrip etmekle kalmamış, neticeleri itibariyle bütün İslâm dünyasını etkilemiştir. Zira hilafetin merkezi olan Bağdat talan edilmiş, halife öldürülmüş, yüz binlerce ilmi eser yakılmış ve Dicle nehrine atılmıştır. Bu olaylar zinciri İslâm kültür ve medeniyetinde durağanlığın ortaya çıkmasını ve siyasi istikrarsızlığı doğurmuştur.
TİMUR İSTİLASI VE İSTİLADAN SONRA BAĞDAT
Bağdat’ta önemli yıkıma neden olan diğer bir olay Timur istilasıdır. 1393 yılında Timur Bağdat’ı işgal etmiş ve şehirdeki yüzlerce binayı tahrip ettirmiştir. Bu olay Bağdat’ın kültürel yapısına indirilen ikinci darbedir. Timur’un tahribatından sonra Bağdat buraya kısa süreli hakim olan Ahmed Celayir tarafından yeni baştan inşa edilmeye çalışılmışsa da eski görünümüne ve önemine kavuşturulamamıştır.
Bağdat 1410-1467 yılları arasında Karakoyunlular’ın eline geçmiş, daha sonra Akkoyunlular tarafından kontrol altına alınmıştır. Bu dönemde Bağdat kötü yönetim yüzünden zarar görmüş, birçok Bağdatlı şehri terk etmiştir. Bağdat’ın mimari yapısında büyük hasar meydana gelmiştir. Bağdat 1508 yılında Safevi hükümdarı Şah İsmail tarafından ele geçirilmiştir. Şehir Safevilerin hakimiyetinde iken Şah İsmail’in emriyle Ebu Hanife, Abdülkadir-i Geylani gibi İslâm büyüklerinin türbeleri harap edilmiş, Sünnilere ait birçok mimari yapı zarar görmüştür. Bağdat Osmanlılar ile İranlılar arasında uzun süren mücadelelere sahne olmuştur. Bu mücadelenin nedeni Bağdat’ın ticaret yolları üzerinde bulunması, elverişli iklim şartları ve önemli jeopolitik konumuydu. Osmanlılar Bağdat’ı ele geçirerek Basra’ya kadar olan toprakları kontrol altında tutmak, böylece ekonomisini güçlendirmek istiyordu. Tarihte Irakeyn Seferi olarak bilinen sefer sonucunda Bağdat Osmanlı Devleti’nin topraklarına dahil olmuştur (1534). 1555 yılında Amasya Muahedesi ile Bağdat’ın Osmanlı devletine ait olduğu hukuken onaylanmıştır. Bu tarihten itibaren Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler işgal edinceye kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış; 1921 yılında Irak’ın krallık haline gelmesiyle başkent olmuştur.
SON YÜZYILDA BAĞDAT
Bağdat, 20. yüzyılın başlarından itibaren hızlı bir şekilde gelişmiştir. 1921’de Bağımsız Irak Devleti’nin başkenti olan Bağdat, 1950’li yıllardan sonra artan petrol gelirleri sayesinde yeniden inşa edilmiş, şehre birçok yatırım yapılmış, sanayi tesisleri kurulmuştur.
Bağdat’ın önemli özelliklerinden birisi yüzlerce savaşa sahne olması ve bu savaşlar sonucunda şehrin tahrip edilmesidir. Şehirde savaşın yaptığı tahribata 20. yüzyılın son dönemlerinde de rastlanır. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin verdiği karar uyarınca; Amerika Birleşik Devletleri önderliğinde oluşturulan güç Bağdat’ın yollarını, köprülerini, sanayi tesislerini, su ve elektrik şebekelerini tahrip etmiş, binlerce Bağdatlının ölümüne neden olmuştur.
BAĞDAT’TA YERLEŞİM VE KONUT TİPOLOJİSİ
Bağdat’ta konut yerleşiminin şekillenmesinde farklı dini grupların etkili olduğu net bir şekilde görülmektedir. Şii Müslümanlar, El-Kazimiyah Türbesi; Sünni Müslümanlar, El-Azimiyah Türbesi çevresindeki konutlarda daha yoğun bir şekilde oturmaktadır. Rusafah Türbesi civarı da sadece Sünniler için değil Hristiyanlar ve Yahudilerin de yaşadığı bir yerdir. İlerleyen zamanla birlikte büyüyen ve savaş sonrasında da büyük yıkımlara uğrayan kentte bazı kentsel problemler de net bir şekilde görülmeye başlanmıştır. Ulaşım ağlarının yetersizliği, kentsel arazi kıtlığı, hizmetlerdeki eksiklikler başlıca problemlerdendir. Bu durum konut tercihlerinin dini unsurlar gözetilerek seçilmesinin yanı sıra; kamu hizmetlerine, servislere ve istihdama kolay ulaşımın da kolaylıkla sağlanacağı alanların tercih edilmesine sebep olmuştur.
Bağdat’taki geleneksel konutlar genelde 2 katlı ve müstakil olarak bilinmektedir. Hem İslam şehirciliği hem de Iraklılar için mahremiyet önemli bir unsurdur. Bu sebeple inşa edilen evler genellikle, bahçeli olmaktaydı. Bölgenin iklim koşulları sebebiyle de geleneksel konutların çatıları gece uyumaya müsaade edecek şekilde düz olmaktaydı. Betonarme inşaatlar başlamadan önce yumuşak tuğla ile yapılmakta ve bu materyal de yüksek katlı binaların yapılmasına müsaade etmemekteydi. Fakat gelişen teknikler ve malzemelerle birlikte farklı konut tipolojileri ortaya çıkmıştır. Gulick’in araştırmasına göre, Bağdat genelindeki konutlar için 4 farklı konut tipolojisi sayılabilir:
1) Geleneksel Konutlar: Bağdat şehir merkezinde çoğunlukla görülen konut tipidir. Toplam nüfusun yaklaşık % 5i bu tür yapılarda yaşamaktadır ve çoğunlukla düşük gelir grubudur.
2) Geçici Konutlar: Şehir merkezinden dışarıya doğru 5 km’lik bir alanda görülürler. Devletin, ihtiyaç durumlarında sağladığı geçici konutlardır.
3) Bitişik ve Ayrık Nizam Konutlar: Şehir merkezinin çeperinde bulunan ve kent nüfusunun %40’ını barındıran konutlardır. Orta ve üst gelir grubu yaşamaktadır.
4) Apartmanlar: Şehrin konut politikası apartmanları sağlamak üzere evrilmiştir. Sosyal konutlar da apartmanlarla sağlanmaktadır. Merkezin dışında olup orta ve üst gelir grubunun yaşadığı konutlardır. Apartmanların kentte giderek artması, kentin gelenekleriyle uyuşmasa da tercih edilen konut politikası bu yöndedir. Tıpkı ülkemizdeki çok katlı apartmanlardan oluşan konut siteleri gibi, Bağdat’ta da bu durum yaygınlaşmaktadır. Şehirdeki ilginç politikalardan birine örnek olarak “Bismayah Şehir Projesi” verilebilir. Proje, Irak tarihinin ilk ve en büyük projesi olarak tanımlanmaktadır. 1830 hektarlık bir alan üzerine inşa edilmesi, 600,000 kişilik bir yerleşim alanı açması ve konutla birlikte başka kullanımları da barındırmasıyla yepyeni bir şehir vadetmektedir. Mimari tasarım, sosyal ayrışma açısından oldukça eleştirilebilecek bir proje olmasına rağmen savaş sonrasında insanlara şehirden uzak bir yaşam alanı sunduğu için tercih edilmektedir. (Şekil 8)
Sonuç olarak, Bağdat, kuruluşundan itibaren şahit olduğu olaylar ile bir anlamda İslâm tarihinin, kültür ve medeniyetinin özetini sunar. Bu talihsiz şehre önceleri barış, bilim, hikmet egemen iken zamanla siyasi mücadelelerden, kabile çatışmalarından, istilalardan, mezhep savaşlarından kaynaklanan kaos ve anarşi ortamı hakim olmuş ve Bağdat’ı neredeyse her yüzyılda bir savaş görülen bir şehir haline sokmuştur. Medinetüsselam (barış kenti) adıyla kurulan Bağdat, ismi ile müsemma olamamış, yüzlerce savaşa sahne olmuş, güzelliklerle beraber çirkinlikleri de bünyesinde barındırmıştır. Bağdat’ın makus talihi günümüzde de devam etmektedir. Bugün Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere tarafından işgal edilen ve doğal kaynaklarıyla sömürgeci devletlerin ilgisini çeken Bağdat tarihte belirtilen güzel günlerini aramaktadır.
KAYNAKÇA
- Al-Hasani, M. K. Urban Space Transformation in Old City of Baghdad, 2012
- Bismayah New City, http://www.bismayah.org
- Gulick, J. Baghdad: Portrait of a City IIM Physical and Cultural Change: Journal of the American Institute of Planners; 1967
- Küçükkürtül; M.R. Kubbelerin Gölgesinde İslam Şehirleri: Mostar Yayınları, s.204-209, 2013
- Abbâsî Hâkimiyeti Döneminde Bağdat’ın Sosyal Ve Ekonomik Hayatından Görünümler: Irak’ta gelenekselle modernin karışımı, http://www.mimdap.org/?p=45286
- Şen, A., Bağdat Şehri Üzerine Bir İnceleme
- https://tr.khanacademy.org/humanities/world-history/medieval-times/cross-cultural-diffusion-of-knowledge/a/the-golden-age-of-islam
- http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php/idno
- http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c01/c010051.pdf
- http://www.bbc.co.uk/turkish/indepth/story/2004/03/printable/040319_iraq_aniversary_0810nisan.shtml