ŞEHZADELER ŞEHRİ AMASYA

İSLAM ŞEHİR ESTETİĞİ ÇALIŞMA GRUBU

· 23 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1Aysel Bozkurt

2 Betül Büşra Benek *

3 Ebru Bürkük

³ İlknur Akça

4 Kübra Nur Altıntaş

5 Leyla Dönder

6 Hacer Nur Çeri

  1. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
  2. Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  3. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
  4. Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi
  5. Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  6. Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi

* İletişim: b.benek65@gmail.com

İçindekiler

AMASYA COĞRAFYASI

Karadeniz coğrafi bölgesinin, Orta Karadeniz Bölümünde yer alan Amasya kuzeyden Samsun, doğudan ve güneyden Tokat, batıdan Çorum ve güneybatıdan Yozgat illeriyle komşudur.Şehrin Göynücek, Gümüşhacıköy, Hamamözü, Merzifon, Suluova ve Taşova adlı altı ilçesi bulunmaktadır.Amasya ve çevresinde genel olarak karasal iklim görülmektedir.En önemli ovaları Taşova, Suluova, ve Merzifon ovaları olan  Amasya’nın en önemli akarsuyu Yeşilırmak’tır.En eski devirlerden beri bağ ve bahçeleriyle ünlü olan Amasya’da genel olarak temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır.Ayrıca Kuzey Anadolu fay kuşağı üzerinde bulunan şehir, geçmiş zamanlarda birkaç tane yıkıcı deprem atlatmış olup yeniden onarılmıştır.

AMASYA TARİHİ

Amasya, içinde bulunduğu stratejik konumu sebebiyle tarih boyunca önemini korumuş olan bir şehirdir. Anadolu’nun en işlek caddesi üzerinde bulunan Amasya, tarihi ipek yolu üzerinde yer almış; Karadeniz kıyıları ile İç Anadolu’nun şark kısmı ve Mezopotamya arasında ulaşımı sağlamıştır. Amasya, ilk çağlardan günümüze kadar; Pontus Krallığına dini ve siyasi merkezlik yapmış, Roma döneminde eyalet merkezliği yapmış, Selçuklu sultanlarından yerel beyliklere ve Osmanlı şehzadelerine kadar birçok yönetici sınıfın gözdesi olmuştur. Amasya’nın geçmişi Neolotik (yeni taş) ve Kalkolotik (Bakır) dönemlere kadar uzanmaktadır.

Bu stratejik önemden dolayı Anadolu’da uzun süre faaliyet göstermek isteyen devletler bu şehri ele geçirmek istemiştir. Amasya’yı elde eden devletler Karadeniz limanlarına açılan yolları denetim altında tutulabilmiştir. Hititler, Firigler, Kimmerler, İskitler, Medler, Persler, Pontus Krallığı, Roma ve Bizans hakimiyeti altına girmiş olan  Amasya; Pontus krallığının başkenti olarak yaklaşık 250 yıl boyunca gelişmiştir. Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırlarını güvence altına almak isteyen İmparator Jules Sezar, Zela (Zile) kalesi önlerine geldiğinde kendisini karşılayan Pontus kralı Fernak’ı M.Ö. 47 yılında yapılan savaşta mağlup etmiş Zela ile birlikte Amasya’da Romalıların eline geçmiştir.Roma egemenliği altında Pontus ülkesi ve Kapadokya birleştirilerek vilayet oluşturulmuş ve bu vilayetin merkezide Amasya olmuştur.M.S. 395 yılına kadar Roma idaresinde kalan Amasya bundan sonra Roma İmparatorluğunun doğu kolu olan Bizans İmparatorluğu sınırları içerisinde kalmıştır.Amasya, IV. yüzyıldan itibaren İmparator Marsiyannus tarafından Piskoposluk makamı yapılarak Hristiyanlığın yayılmasında önemli bir merkez haline getirilmiştir.Yaklaşık olarak  500  yıl kadar Romalıların idaresi altında varlığını sürdürmekle beraber kısa süreli de olsa miladın altıncı yüzyılında Acem Şah’ı Hüsrevi Perviz, Anadolu’yu ele geçirmiş ve Amasya bir süre İranlıların yani Sasani İmparatorluğunun idaresi altına girmiştir.

Amasya, Emeviler döneminde birkaç defa Müslümanların eline geçmiştir. İlk Emevi halifesi olan Muaviye zamanında İstanbul kuşatması nedeniyle, Muaviye’nin komutanları tarafından ele geçirilmiş olmasına rağmen; kuşatmanın başarısız olması nedeniyle kısa bir süre sonra Bizans hakimiyetine tekrardan alınmıştır. Abbasiler döneminde Abbasi hükümdarları olan Harun Reşit ve Mutasım dönemlerinde İslam ordularının eline geçmiş olsa da her seferinde Bizans kuvvetleri Amasya’yı tekrar ele geçirmişlerdir.

1071 Malazgirt zaferinden sonra Bizans imparatorluğunun barış şartlarını kabul etmemesi üzerine Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan, komutanlarına Anadolu’nun fethi emrini vermiştir. Danişmend Gazi ve onun komutanlarından birisi olan ve “Amasya Fatihi” diye anılan “İltekin Gazi” 14 Şa’ban 467 yani miladi 04 Nisan 1075 tarihinin Berat gecesinde, Amasya’yı Bizans elinden alıp fethederek burayı Türk yurdu haline getirmiştir Melik Danişmend Ahmed Gazi, Amasya şehrini ve kalesini fethettikten sonra  Amasya’daki birçok kilise camiye çevrilmiştir.Amasya’ya yerleşen Melik Danişmend Ahmed Gazi burada saray ve binalar yaptırıp fetihlerine devam etmiştir.

Danişmendlilerde taht kavgaları yaşanması üzerine Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesut 1143 yılında Amasya’yı almıştır. Böylece Amasya ve yönetimi Anadolu Selçuklu Devleti’nin hakimiyetine geçmiştir. Amasya, Anadolu Selçukluları döneminde birkaç şiddetli deprem geçirmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad harab olan şehri yeniden onarmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad’ın 1237 yılında ölümünden sonra onun yerine Selçuklu tahtına geçirilen II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Babailer isyanı diye tarihe geçen isyana ev sahipliği yapmıştır.                                                       

XIV. yüzyıl başlarında Anadolu Selçuklu Devletinin sona ermesinden sonra onun idaresindeki yerler fiilen İlhanlı devletinin idaresine geçmiş ve Anadolu kıtası İlhanlılar tarafından tayin edilen umumi valiler ile idare edilmeye başlanmıştır. İlhanlı Devleti döneminde de Amasya şehri, siyasi ve kültürel olarak önemini korumaya ve muhafaza etmeye devam etmiştir. Başlangıçta Anadolu genel valisi Timurtaş’a bağlı olarak, uçlarda yaşayan Türkmen beylerinin, İlhanlı devlet idaresine bağlanması için görevlendirilmiş olan Alaaddin Eretna Bey, meydana gelen gelişmeler neticesinde Eratnalılar adıyla tarihe geçmiş olan devletini kurup bağımsız olma imkanına kavuşmuştur. Böylece Amasya’da Eretnalılar’ın hakimiyetine girmiştir.

Amasya 1386  yılında ise kendi isteği ile Osmanlı hakimiyetine girerek devletin bir eyaleti olmuş ve Amasya da eyalet merkezi olarak kalmıştır. Eyaletin ilk valisi olan Yıldırım Bayezid, I.Kosova Savaşı’na gittiğinde şehrin idaresini eski sahibi Fahreddin Ahmed Bey’e bırakmıştır. Bunu fırsat bilen Kadı Burhaneddin, Amasya’ya kadar ilerleyerek Fahreddin Ahmed Bey’i Kaleye sıkıştırmıştır. Sultan Murad’ın Kosova Savaşı’nda şehid edilmesi üzerine padişah olan Yıldırım Bayezid tekrar Amasya’ya kadar gelmiş ve bunun üzerine Kadı Burhaneddin geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Amasya 1386 yılından 1568 yılına kadar Osmanlı Şehzadeleri’nin yetiştirilmesi görevini üstlenmiştir. Amasya kurulduğundan beri daima kral, şehzade, beylerbeyi ve eyalet valisi gibi devletin en üst düzeydeki yöneticilerinin görev yaptığı bir şehir olduğundan bir zamanlar  “Kasru’l- Selatin” ünvanı ile de anılmıştır.

AMASYA KUŞ BAKIŞI

Amasya tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri ile beraber kalbimize nakşeden bir şehir olma özelliğine sahiptir. Bu bölümde Amasya’ya kuş bakışı bakıp, önemli yapılarına ve var olan mirasına kısa özellikleriyle değinmiş olacağız.

AMASYA KALESİ

Amasya il merkezinin kuzeyini kaplayan Harşena Dağı üzerindedir. Kalede sarnıçlar, su depoları, Osmanlı dönemine ait hamam kalıntıları, kayaya oyulmuş Pontus Kral mezarları bulunur. Kale; içeri şehir (Hatuniye Mahallesi), Kızlar Sarayı ve Yukarı Kale (Harşena) olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır.

Tablo 1: Amasyadaki Mimari Eserler

Aynalı Mağara Kral kaya mezarlarının en iyi işlenmiş ve tamam-
lanmış olanıdır. Şehir merkezine 3 km uzaklıkta
yer almaktadır
Burmalı Cami2. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yaptırılmıştır.Mimari açıdan bakıldığında, kıble duvarlarına
dikey uzanan üç nefli plana sahiptir.
Büyük Ağa
Medresesi
Sultan II. Bayezid’ in kapı ağası Hüseyin Ağa
tarafından 1488 yılında yaptırılmıştır. Sekizgen
plan şeması görülür Medrese, Amasya’ da en
yüksek derecede eğitim ve öğretimin yapıldığı yer
olmuştur
Çilehane CamiYakup Paşa tarafından 1413 yılında yaptırılmıştır.
Mescit, türbe ve çile hücrelerinden oluşmakta olup
aynı zamanda Halveti Tekkesidir.
Ferhat Su
Kanalı
Kentin su ihtiyacını karşılamak için Helenistik
dönemde yapılmıştır. 75 cm genişliğinde, 18 km
uzunluğundadır.
Fethiye CamiEski bir Bizans kilisesinden camiye çevrilmiştir.
Kilisenin 7. yy.’da Bizans İmparatoru Phocas’ın kızı
Helena tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır.
Danişmendliler Döneminde Fetih Gazi bu büyük
kiliseyi camiye çevirtmiş ve ismini Fethiye Camii
olarak koymuştur.İlk halinde minaresi bulunmayan camiye 1883 yılında İncezade Hacı Mehmet tarafından bir minare eklenmiştirCami, kilisenin apsis kısmında kuruludur
Gök Medrese
Camisi ve
Türbesi
Seyfettin Torumtay tarafından yaptırılmıştır Cami,
medrese ve mezar odası ile kapalı bir külliye
şeklindedir. Yanındaki kümbet mavi renkte
çinilerle süslendiğinden Gök medrese denilmiştir.
Anadolu’ da eyvan biçimli portalı olan sayılı cami-
lerdendir
Gümüşhacıköy CamiKiliseden camiye çevrilmiştir. Tavanında restoras-
yon sırasında Hz İsa ve dört havarisinin figürleri
bulunmuştur
Kral Kaya
Mezarları
Helenistik dönemde, Amasya’yı başkent olarak
kullanan Pontus Krallarına aittir. Yeşilırmak Vadisi boyunca 21 mezar olduğu bilinmektedir. Bazı
dönemlerde hapishane ve cezalandırma mekanı
olarak da kullanılmıştır.
Merzifon Kara Mustafa Paşa
Cami
Kara Mustafa Paşa tarafından 1666 yılında yaptırıl-mıştır. Şadırvanın tavanındaki kalem işi süslemelerde 3 yerin resmedildiğine inanılır: Bunlar İstanbul, Amasya ve Viyana’dır.
Sabuncuoğlu Şe- rafettin Tıp ve Cerrahi Tarihi Müzesiİlhanlı dönemi izleri olan tek eserdir. Anadolu
Selçuklu mimarisinin orijinal sütun başlıkları olan
geometrik yaprak tezyinatlı ve mukarnaslı sütun
başlıkları kullanılmıştır Sadece Amasya
Bimarhane’sine mahsus özellik olarak kapı kilit
taşında diz çökmüş vaziyette insan kabartması
mevcuttur. Müzikle tedavi yapılan ilk hastanedir
Sultan II. Bayezid Külliyesi Cami, medrese, imaret ve şadırvandan oluşmakta- dır. Mimarı Şemseddin Ahmet’ dir. Evliya Çelebi
Amasya’ da bulunan on medreseden en süslü ve en
bakımlısı olarak anlatmıştır.

BURMALI CAMİ

Amasya kent merkezine bağlı Dere Mahallesinde bulunan XIII. yüzyıla ait kabul edilen cami ve türbedir. Bugünkü Bakırcılar Çarşısı arkasında yer alır. Burmalı Minare Camii, kapısı üstünde bulunan kitabesine göre Selçuklu Sultanı Keykubad oğlu Gıyaseddin ll. Keyhusrev zamanında (1237- 1246) onun emirlerinden Ferruh Bey tarafından yaptırılmıştır.

Cami 1590’da zelzeleden zarar görmüş, 1602’de yanmış, ancak Müeyyedzade Piri Çelebi mabedi ihya ettirerek bir ahşap minare yaptırmıştır. Evliya Çelebi 1646’ya doğru Amasya’yı ziyaret ettiğinde gördüğü ahşap çatılı minaresi de ahşap “hücre içindeki tabutlarında bittamam endamlarıyla duran birçok kadidler” olan Mahkeme Camiinden bahseder. Bu caminin Burmalı Camii olduğu sanılmaktadır.  Cami 1730’da tekrar yandığında da Hacı Ahmed Efendi tarafından yeniden tamir ettirilerek taştan bir minare yaptırılmıştır. Bu tamirden az sonra 1734’te Hıfzızade Hacı Osman Faik Efendi camiye bitişik türbenin üst katını kütüphane haline getirmiş, fakat sonraları buradaki kitaplar dağılmıştır.

Burmalı Minare Camii uzun süre terkedilerek harap olmaya bırakılmış, 1930lu yıllarda da Ziraat Bankası’nın tarım aletleri ambarı olarak kullanılmıştır. 1962’de esaslı surette tamir edildiği gibi minaresi tamamlanmış, ihya edilerek ibadete açılmıştır. 1974 yılında ise kubbeleri bakırla kaplanmıştır.

Resim 1: Burmalı Camii

Burmalı Minare Camii kıble istikametinde uzanan dikdörtgen bir esasa göre yapılan erken devir eserlerindendir. Orta eksen üzerinde peşpeşe sıralanan kiremit örtülü üç kubbeye sahiptir. Örme payelere oturan kemerlerle ayrılan bu bölmeler dışında üç taraftan daha dar mekanlar ortadaki nefi çerçeveler. Giriş cephesinin daha itinalı bir işçilikle kesme taştan yapılmasına karşılık diğer cepheler moloz taşlardan örülmüştür. Burmalı Minare Camii plan bakımından, Amasya’daki Torumtay Camii ile Divriği Ulucamii gibi eserlerde uygulanan plan tipinin daha küçük ve sade bir örneğidir. Girişin bulunduğu duvarda açılan bir kapı bitişik türbenin üst katına geçit verdiği gibi buradan bir merdivenle de girişin hemen içindeki bölümün üstündeki mahfile çıkılır. Burmalı Minare Camii’nde önemli bir mimari süsleme yoktur. Yalnız evvelce ahşap bir sundurma ile korunduğu kiriş deliklerinden anlaşılan giriş cephesinde taş kapının sivri kemeri kabartma oyma bir süsleme ile çerçevelenmiştir. Ayrıca mihrapta lacivert çinilerden bir çerçeve görülür. Bunun tepesinde dikdörtgen bir çerçeve içinde “amel-i Muhammed b. Mahmud el-Errani” yazısı okunmuştur. Ancak bu şahsın caminin mimarı mı, sadece mihrabın yapıcısı mı, yoksa çinileri yapan usta mı olduğu anlaşılamamıştır.

Minare eski Selçuklu kümbetlerinde olduğu gibi köşeleri üçgen pahlı, kesme taştan bir kürsü üzerinde yükselir. Pabuç kısmında uçları aşağıya dönük sivri kabartmalar halinde başlayan yarım yuvarlak çubuklar ve aralarındaki yivler bütün gövdede helezonlu biçimde bükülerek şerefe çıkmasına kadar yükselir. Petek kısmı da daha ince çubuklu ve burmalıdır. Sonraları yıkılan bu petek kısmı son tamirde tamamlanmış, üstüne de kurşun kaplı ahşap külah konulmuştur.

GÖK MEDRESE

Şehrin merkezinde yer alan Gökmedrese, hem mimarisi hem de işlevi  konusunda diğer medreselerden farklılık göstermektedir. Günümüzde camii olarak kullanılan eserin fonksiyonu ve tarihlendirmesi konusunda araştırmacılar arasında görüş birliğine varılamamıştır. Bazı araştırmacılar eserin zaviyeli bir camii, bazıları ise medrese olduğunu söylemektedir. Hatta eserin bir rasathane (gök bilimleri medresesi) olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. Eserin inşa kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir.                           

Gök Medrese, ismini firuze renkli çinileri ve giriş bölümünde olduğu ileri sürülen medresesinden almıştır. Eserin banisinin, II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Amasya valisi olan Seyfeddin Torumtay olduğu günümüze ulaşan Torumtay vakfiyesinden anlaşılmakta, ancak kitabesi günümüze ulaşamadığı için inşa tarihi kesin olarak bilinememektedir. Torumtay vakfiyesinden yola çıkarak eser bazı araştırmacılar tarafından H.665 (M.1266-67) yılına tarihlendirilmektedir. Meyilli bir arazi üzerine kuzey-güney doğrultuda inşa edilen eserin kuzey doğu cephesinde bir türbe yer almaktadır. Caminin harim kısmı sekiz adet ayak tarafından taşınan sivri kemerlerle üç sahına ayrılmıştır. Sahınların üzeri on iki adet kubbe ve değişik formlardaki üç adet tonozla örtülüdür. Tonozların düzgün olmayan formu ve üst örtüdeki çeşitlilik, üst örtü elemanlarının farklı yıllarda yapılan onarımlarla değiştirildiğini göstermektedir.

Günümüzde de bu kubbenin hemen altında sekiz kollu yıldız formunda ve ortasında tahliye deliği bulunan bir tür mimari öğenin yer alması burada, iç avlulu camilerde gördüğümüz şekilde, üzeri fenerli bir şadırvanın yer aldığını düşündürmektedir. Camiinin kuzey cephede yer alan taç kapısından başka doğu cephede de bir kapısı bulunmaktadır. Geometrik motiflerle bezenmiş bir bordür ile çerçeve içerisine alınan mihrabın mukarnaslı bir kavsarası vardır. Harimin kuzeydoğu tarafında bulunan türbe iki bölümlü olup, ilk bölümü eyvan şeklinde düzenlenmiştir. Eyvan kemerinin aynası firuze ve mor renkli çinilerle bezenmiştir. Kemer karnı ise çini ve sırsız tuğlalarla yapılmış baklava dilimi motifleriyle bezenmiştir Eyvanın arka kısmında bulunan kare formundaki açıklık ile türbenin ikinci kısmına geçilir. Burada yer alan yedi adet sandukanın kime ait olduğu bilinmemektedir. Bu mekânın üstü iç kısımda kubbe, dış kısımda ise yüksek sekizgen kasnaklı bir külah ile örtülmüştür.

Eserin kuzey cephesi, taç kapı ve yanlarda yer alan pencerelerle üç bölüme ayrılmıştır. Yanlarda ise dairevi formlarda yapılmış birer adet köşe kulesi vardır. Yapının bu simetrisini kuzeydoğu cepheye eklenen türbe bozmaktadır. Doğu cephede de bir adet payanda bulunmaktadır. Eserin kuzey cephesinin orta kısmında yer alan taç kapısı, eyvan şeklinde düzenlenmiştir.

Eyvanın iç kısmı da üç kademeli sivri kemer formunda düzenlenmiştir. Bu bordürlerden en dışta bulunanı zencirek motifi ile bezenmiş, ikincisi sade bırakılmış, üçüncüsüne ise geometrik motifler yapılmıştır. Kapının iki yanında üzeri geometrik motiflerle bezenmiş sütunceler yer almaktadır. Camiinin harim kısmına ise basık yuvarlak kemerli bir kapıdan girilmektedir. Taç kapının iki yanında yer alan pencereler simetrik yapılmıştır. Üzeri geometrik motiflerle bezenmiş bir bordür tarafından dikdörtgen çerçeve içerisine alınan bu pencereler, mukarnas kavsaralıdır.

Eserin kuzeydoğu cephesine eklenmiş olan türbe, kare planlıdır ve alt katı mumyalık olarak düzenlenmiştir. Türbenin kuzey cephesinde, merdivenlerle çıkılan, sivri kemerli küçük bir kapısı vardır.Bu kapı ile günümüzde türbenin çatısına çıkılmaktadır.

Eserin doğu cephesinde yer alan eyvan, çinilerle bezenmiştir. Bu eyvandan türbeye geçişi sağlayan açıklık orijinal görülmemektedir. Eserin en ilgi çeken özelliği eyvan şeklinde tasarlanmış olan taç kapısıdır. Eserde çoğunlukla geometrik bezemenin kullanılmış olması dikkati çekmektedir. Bitkisel bezemeler sadece rozet bezemelerinde, pencere bordürlerinde, sütunce gövdesi ve başlıklarında karşımıza çıkmaktadır. Eserde görülen diğer bir bezeme öğesi ise çini ve sırlı tuğlalardır.  Esere dair tek kitabe, günümüzde Amasya Arkeoloji Müzesi’nde bulunan ahşap kapısının kitabesidir. Burada sülüs hat ile yazılmış “Min Amel’i Abu’s Silm el-Neccar” yani “marangoz Abu’s Silm (Selim)’in eseri” yazmaktadır.

Resim 2:  Sekizgen yapısıyla ilgi çeken ve halen faaliyette olan: Büyükağa Medresesi

II. BAYEZİD KÜLLİYESİ

II. Bayezid Külliyesi 1481-1486 yılları arasında, Amasya Valisi Şehzade Ahmet tarafından babası Sultan II. Bayezid adına yaptırılmıştır. Cami cümle kapısı üstünde ve iki yan duvarında bulunan üç parçalı inşa kitabesine göre Receb 891’de (Temmuz 1486) tamamlanmıştır. Bu sülüs yazılı kitabeler Ali b. Mezid adında bir hattat tarafından yazılmıştır. Cami, medrese, imaret, türbe, şadırvan, muvakkithane ve çeşmeden oluşan bir külliye olarak Yeşilırmak’ın kenarına yaptırılan yapı grubunun  mimarı Şemseddin Ahmet’tir. Tasarımın en erken aşamasından itibaren bir arada tasarlandığı görülmektedir. Daha sonra caminin güneydoğu köşesine Şehzade Ahmet’in küçük yaşta ölen oğlu Şehzade Osman adına yaptırılan türbe ilave edilmiştir.

A) Camii

Yaklaşık 160 X 120 m. ölçüsünde bir sahayı kaplayan bir dış avlunun ortasındadır. Caminin ayrıca bir iç avlusu yoktur.Cami beş kubbeli bir cemaat yeri ile geniş bir kemerle birbirine bağlanan arka arkaya iki kubbeli mekân ve buraya açılan yan mekânlardan ibarettir. 15. yüzyılın son çeyreğinde yan mekânlı cami mimarisinin gelişmiş bir geçiş dönemi örneğidir.

Mihrap, minber ve taç kapısı genel olarak sade olup, beyaz mermerden özenli biçimde yapılmıştır. İhtişamlı taç kapısı, kitabesi, silmeleri ve zengin stalaktitleri (sarkıtları) ile zarif ve özenlidir. Ayrıca ahşap pencere ve kapı kanatları, 15. yy. ahşap kündekari tekniğinin en güzel örneklerindendir.  Caminin ihtişamlı taç kapısı üzerinde üç çerçeve içinde kapı nişinin mukarnaslı tepeliği bulunur, bunun altında ve çift renkli mermerlerden yapılan giriş kemerinin arasına kitabe yerleştirilmiştir. Kitabeleri Hattat Şeyh Hamdullah yazmıştır.  Ana mekândan, son cemaat yerine açılan mermer çerçeveli dört pencerenin alınlıklarında etrafları kalem işi nakışlarla bezenmiş lacivert zemin üzerine beyaz sülüs hatla çini yazılar yer alır.

Caminin harem kısmı birbirini takip eden geçişleri tromplarla sağlanmış kubbeli iki mekân ile yanlardaki üçer kubbeli kanatlardan meydana gelmiştir. Kıble bölümünü ise yaklaşık 15 m. çapında ikinci kubbe örter. Mihrap fazla süslü olmayıp mütevazi ölçüde ve mukarnaslıdır. Minber beyaz mermerdendir. İçinde sadeliğin hakim olmasına karşılık caminin ahşap kapı ve pencere kanatları işçilik bakımından çok üstün tezyinat ve kalitededir. Yan girişlerin kanatları yok olmuştur. Esas kapı kanatları geometrik bir desene göre geçmeli yapılmış, pirinç kuşakları ve kabaraları durmaktadır. Alt sıra pencere kapaklarının hepsinde aynı desenler uygulanmıştır. Bunların ekserisinde yukarı bölümlerinde ağaç oyma tekniğiyle işlenmiş yazılı panolar vardır. Ayrıca caminin halıları içinde oldukça değerli eski halılar bulunduğu söylenmektedir.

B) Şadırvan:

Avlu ortasında yer alan 12 kenarlı şadırvan, 12 sütunun taşıdığı, 12 yüzlü sivri piramit bir çatıyla örtülüdür.

C) Minareler:

Girişleri son cemaat yerinden olan minareler caminin iki köşesinde yükselir. Kare kaideler üzerinde bulunan minarelerden sağdaki kırmızı renkte kakmalarla zengin surette bezenmiştir. Başka hiçbir minarede görülmeyen bu süslemede, uçlarında zambak motifleri bulunan zikzak çizgiler hâkimdir. Soldaki minarenin eski Türk minare mimarisi geleneğine uygun olarak gövdesi kırmızı ve beyaz çubuklar halinde yapılmıştır. Şerefe çıkmaları mukarnaslıdır. Caminin son cemaat yerinde, minareye açılan kapı üzerinde sûfî geleneğinin sırlı harfi ‘vav’ yer alır.

D) Medrese Mektep:

Caminin batı yönünde “U” planlı medrese bulunur. Külliyeyi çevreleyen avlunun batı duvarına bitişik olarak inşa edilmiş olan medrese, ortada genişçe bir avlu, avlunun etrafında kubbeli revaklar ve bunların arkasındaki öğrenci hücrelerinden oluşur. Kuzeydeki giriş kapısının karşısında, sekizgen kasnaklı bir kubbeyle örtülü, kare planlı dersane vardır. Evliya Çelebi’nin Amasya’da bulunan on medreseden en süslü ve en bakımlısı olarak anlattığı Sultaniye Medresesi, 1922 yılından beri İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

Aşhane – imaretin yakınında olduğu bilinen mektep binası son yüzyıl içinde hiçbir izi kalmadan yıkılıp yok olmuştur.

E) İmaret:

“L” planlı İmaret caminin doğusundadır. İmaret’in dikdörtgen olan asıl mekânlarının üzeri tonozlarla örtülüdür. Bu mekânların önünde, İmaret’in camiye bakan yüzlerinde küçük kubbelerle örtülü revaklar bulunur. İmarethane’nin büyük dikdörtgen salonu bugün Maket Amasya Müzesi’ne ev sahipliği yapmaktadır.

F) Muvakkithane:

Caminin kuzeybatısında, Medrese’ye yakın bir yerde bulunan tek katlı, kare planlı küçük yapılı, güneşin konumuna göre namaz vakitlerinin belirlendiği XIX. yüzyılda yapılmış bir muvakkithane vardır. Kapısı üstünde beş beyitlik manzum kitabesinden bu yapının Hacı Hüseyin Zeki Efendi tarafından 1256’da (1840) inşa ettirildiği öğrenilmektedir. Önünde iki direğe dayanan bir sundurması olan esas bina dikdörtgen biçiminde “Tanzimat üslûbu’ndadır. Üstünü örten kırma ahşap çatı her cephede birer üçgen alınlıkla dışarı akseder. Muvakkithanenin duvarlarında çok zengin kalem işi nakışların bulunması bu küçük esere ayrı bir değer kazandırır. Çeşitli süs motiflerinden başka bu süslemede manzaralar, ağaçlar, bazı binalar görülür. Ayrıca nakışların arasında yakınındaki Beyazıt Camii’nin bir resmi de yer alır. Caminin önünde, şadırvanın iki yanında bulunan çınar ağaçları ise caminin inşaatı sırasında buraya dikilmişler, 500 yılı aşkın bir zamandır cami bahçesine gölgelerini düşürmektedir.

G) Şehzade Osman Türbesi:

Caminin güneydoğusunda, kıble duvarının hizasında kare planlı ve üstü kubbe ile örtülü bir türbe bulunmaktadır. Ön direğe dayanan ahşap bir girişe saçağı olan türbe kesme taş ve üç sıra tuğla hatıllar tekniğiyle inşa edilmiştr. Türbe, Sultan II. Bayezid’in oğullarından Şehzade Ahmed’in 1513’te Yavuz Selim tarafından öldürtülen oğlu Şehzade Osman Bey’in türbesi olarak kabul edilir. Ancak içinde bugün sanduka yoktur.

KRALKAYA MEZARLARI

Harşena Dağı’nın güney eteğine oyulmuş kireç taşı yığını olarak da adlandırılabilecek Kralkaya mezarları, antik çağ yazarı Strabon’un kayda aldığına göre Mitridat Krallığı zamanında krallar adına yapılmıştır. Kapısız olması hakkında iki farklı görüş vardır. İlki mezarlar tavaf edilebilsin diye arka kısmı boş şekilde ve kapısız olduğu yönündedir. İkincisi ise kayalardan sızan suların hava ile temasını sağlayarak mezar odasının korunması yönündedir ki bu akla daha uygundur. Mezar odasına çıkmayı kolaylaştıran bir taş merdiven bulunmamaktadır. Mezarların kendilerinden çok nehre kadar vardığı söylenen tüneller ilgi çekicidir. Kralkaya mezarları tarih boyunca gerek cezalandırma ve sürgün yeri gerekse Hristiyan keşişlerin inzivaya çekildiği mekân olarak kullanılmıştır.

Kızlar sarayı üstünde yer alan üçlü mezar sağdan sola sırasıyla I. Mitridat, oğlu Ariobarzon ve II. Mitridat’a aittir. Bu mezarlardan en büyüğü kral Farnakes’e ait olmakla birlikte, en iyi işlenmiş olanı ise Aynalı Mağara’dır.

AMASYA BEDESTENİ

1483’te II. Bayezid’in kapı ağalarından Hüseyin Ağa vakıflara gelir sağlaması düşüncesiyle yaptırmıştır. 1668’te olan depremde büyük hasar görmüştür. 1865 yılında Amasya mutasarrıfı Ziya Bey’in imar çalışmalarından nasibini almış, kubbelerin üzerindeki kurşun kaplama ayrılmış ve kubbeler ortadan kaldırılmıştır. Yeşilırmak’a bakan kısmı yıkılmış yerine İşhanı inşa edilmiştir. Günümüzdeki hali 1971 Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılmıştır.

AMASYA KÖPRÜLERİ VE YALIBOYU EVLERİ

Amasya’da temel olarak beş köprüden bahsedebiliriz. Bunlar; Kunç (Kuş), İltekin Gazi (Çağlayan), İstasyon, Magdenüs, Alçak ve Hükümet Köprüleridir. Bu köprülerden İstasyon, Magdenüs, Alçak ve Hükümet Köprüleri ayrıca yalıboyu evlerini yer aldığı alanı tanımlayan yalıboyu köprüleridir.

Kunç Köprüsü; Selçuklu hükümdarı Sultan Mesud’un kızı Hundi Hatun tarafından yaptırılmıştır. Tamamen kesme taştan oluşur. Üç büyük ayak üzerindeki geniş kemer açıklığı en büyük özelliğidir.

İltekin Gazi Köprüsü, Amasya il merkezine 5 km uzaktadır. 1076 yılında Danişmend emirlerinden İltekin Gazi tarafından, daha önce orada bulunan bir köprü temel alınarak yaptırılmıştır. Yapıldığı dönemde, Amasya’nın kuşatılması için gerekli olan askeri gücün ulaşımını kolaylaştırmak amaçlanmıştır. Tamamı kesme taşlardan oluşur. 1984 yılında, aslına uygun olarak restore edilmiştir.

İstasyon Köprüsü, Selçuklu döneminde Sultan Mesud tarafından 1145 yılında yaptırılmıştır. Araçlarında geçiş amaçlı kullandığı köprünün en büyük kemer açıklığı 10 metredir. 1824 yılındaki ırmak taşkınında büyük hasar gören köprü 1828’de yenilenmiştir. 1940 yılında tekrar esaslı bir onarımdan geçmiştir.

Resim 4: Amasya Yalıboyu Evler

Halk dilinde “Maydonoz, Madenüs” olarak da bilinen Magdenüs Köprüsü, Mevlevi Tacibeyzade Sadi Çelebinin kızı Fatma Hatun tarafında 1485 yılında yaptırıldığı ileri sürülmüştür. Ama Roma Dönemi öncesinde yaptırılmış olması daha olasıdır. Çünkü geçmişte iç kaleye açılan kapılardan biri bu köprü ile bağlantılıdır. Ahşap bir köprü olduğu için defalarca sel sularına maruz kalmış ve zarar görmüştür. 1968 yılında meydana gelen ırmak taşkınında sele kapılarak yıkılmış, yerine beton ayaklı ve demir gövdeli yeni bir köprü yapılmıştır.  Alçak Köprü Roma Dönemi’nde (Pontus Krallığı, MÖ 323) inşa edilmiştir. Nehrin zamanla yükselmesi sonucu köprü kemerleri aşağıda kalmıştır. Osmanlı döneminde Amasya valiliği yapan Ziya Paşa tarafından 1865’te köprü kemerleri üzerine ayaklar inşa edilerek günümüze kadar kullanılmaya devam etmiştir.

Hükümet Köprüsü, ilk olarak, iç kalenin Helkıs Kapısı civarında yapılmış ahşap bir köprüydü. Yapılış tarihi kesin bilinmemekle beraber Roma döneminden itibaren kullanıldığı kabul edilir. Osmanlılar tarafından onarılmış ve uzun süre kullanılmıştır. 1938 yılında vali Talat Öncel ahşap köprüyü yıktırıp 1940 yılında beton olarak yeniden yaptırmıştır.

Yalıboyu evleri; kentteki sivil mimarlık örneklerinin en başarılı ve özgün örneklerinin bulunduğu bölge Yalıboyu’ dur ve 1992 yılında tescillenerek koruma altına alınmışlardır. En eski evler Osmanlı’nın son dönemlerine uzanmaktadır. Tarihi sur duvarı üzerinde, bitişik nizamdadırlar. Kerpiç ve ahşap yapımlarında kullanılan malzemelerdir. Topografyaya, nehre ve sokağa uyum o dönemde doğaya saygıyı göstermektedir. Evler avlulu ve bahçelidir. Harem ve selamlıktan oluşan iki bölümlü evler çoğunluktadır, bu da mahremiyetin mimariye yansımasıdır. Genellikle bodrum üzeri 2 katlıdırlar, üst katları genellikle cumbalıdır ve eliböğründelerle desteklenmiş, Pencereler üst katta fazladır, bu da alt katların daha çok depo veya dükkân olarak kullanıldığı ve günlük hayatın geçtiği üst katta daha fazla ışık alınması istenmesindendir denilebilir. Hazeranlar Konağı halka açık müze ve galeri olarak kullanılan tipik bir Amasya evinin en güzel örneklerinden biridir.

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ MİMARİ ÖZELLİKLERİ

Büyük Selçuklu Devleti’nin Anadolu’ya göç yerleşmesinden sonra oluşan Anadolu Selçuklu Devleti kültürel olarak farklılıklar yaşamasının yanı sıra mimari olarak da belirgin farklılıkları beraberinde getirmiştir. Bunun en göze çarpan örneği ise taş ve tuğla kullanımıdır. Taşın, temel inşaat malzemesi olması Selçukluların Anadolu’ya gelişleri ile başlar Asya ve İran’daki geleneğin dışına çıkılarak tuğla malzemenin yerini Anadolu’da inşa malzemesi olarak taş alır. İran’daki tuğla ve çini süslemenin yerini de Anadolu’da taş süsleme alır. Taş işlemeciliği Anadolu Selçuklu mimarisinin yapı taşıdır. Bu süslemeler genelde dış cephede yoğunlaşmaktadır. Özellikle yoğunluk yapıya giriş kısmında ve pencerelerdedir. Selçuklu taş süsleme programında taç kapıların yeri birincildir. Anıtsal kapılar Anadolu Selçuklu mimarisini tanımlayan öğelerdir. Yapıyı tanımlayan ve neredeyse temsil eden taç kapının davet edici, kucaklayıcı bir görevi vardır. Taç kapı bütün yapıların tasarımında olduğu gibi büyük kubbeli medreselerde de önemini korur. Taç kapılar Selçuklu mimarisinin karakteristik özelliğidir. Selçuklu mimarisinde taç kapılardan sonra süsleme yoğunluğu mihraplarda görülür. 12. ve 13.yy içinde inşa edilen 89 mihrap içinde malzemeye göre yapılan sınıflandırmada kesme taş en fazla kullanılandır

Selçuklu yapılarında kullanılan taş yüzey süslemeleri geometrik, bitkisel, yazı, sembollerden oluşmaktadır. En yoğun taş süsleme programı geometrik ve bitkisel süslemelerdir. İslam sanatının en büyük özelliği, insan figürünü ilkesel olarak dışlamış olmasıdır. Bu nedenle Selçuklularda geometrik düzenler önem kazanmıştır. Bu durum sanatçının ufkunu açmış, onu fizikötesi aleme itmiştir. Minyatür ve seramik dallarında kısıtlı da olsa görülen figür mimari cephelerde rastlanmaz. Böylece İslam sanatçısının motif ve konu dağarcığı, madde ile sınırlı kalmamıştır.

Her şeyden önce, Kur’an-ı Kerim tefekküre (derin düşünceye) büyük önem verir ve insanları sık sık düşünmeye davet eder. Türk ve İslam mimari süsleme sanatının en çok sevilen ve zengin motiflerini teşkil eden yıldız ve çokgen motifleri, Kur’an-ı Kerim’de her fırsatta zikredilen bu tefekkür ayetlerinin bir neticesidir. Çizgiler belli bir düzen içersinde öyle zikzaklar çizerek devam ederler ki, insanın gözü onları takip etmekte aciz kalır. Bu Allah’ın ezeli ve ebedi olduğunun çizgilerle ifadesidir. Oradaki düzen ise Kur’an’da geçen ‘O Allah ki birbiriyle uyumlu yedi sema yaratmıştır. Sen O Rahman’ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin’ (Mülk/ 3, 4, 5) şeklindeki ayetin taşa ve çiniye geçirilmiş şeklidir.

Mimari cephe niye süslenir, amaç nedir? Güç gösterisi, zenginliğin göstergesi veya inancın ulviliği gibi bir mesaj iletmek amaçlıdır. Mimari elemanların düz blok ve katı kesimlerin arasında, süslemenin varlığı, yapıyı yumuşatma, daha fazla göz zevki ve duygulara yöneltmedir.

İslam süslemesinde geometrik düzenlemelerin gelişimi, hendese (geometri) bilimi sayesinde olmuştur. Mühendislik de denilebilir. Hendese bilimi olmadan karmaşık geometrik süslemelerinin yapılmasının olanaksız olduğu düşünülmelidir. Onun için daha açıklayıcı biçimi ile hendese; Anadolu Selçuklu Devleti bilim dallarının tümüyle olduğu gibi matematikle de ilgilenmiştir. Bu ilgilenme sadece yer ölçüm çalışmalarıyla sınırlı kalmamış. Mimari de ve özellikle mimari yüzey geometrik süslemelerinde ve sembollerde kuruluş oluşumunda kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu sanatında geometrik süslemeyi, bütün malzemeler üzerinde görmek mümkündür. Anadolu yapılarında gördüğümüz geometrik çizgi ve kompozisyonlarda, bir ölçüde, ritüel şekiller, dini ve mistik tasavvurların varlığını aramak yerinde olur.

Anadolu Selçuklu sanatında mükemmelliğe erişmiş geometrik süslemelerden biri yıldız sistemidir.. Bu motifin çıkışı kağıt üzerinde ilk uygulama alanı olduğu tahmin edilmektedir. Süslemedeki özellikle yıldız sistemlerinden tek sayılı olanlar (5, 7, 9) sonsuzluk etkisi oluşturan motiflerdir. Yıldız sistemleri kırık çizgilerin iç içe girmesiyle, kesişmesiyle ya da geometrik şekillerin kare, beşgen, altıgen, sekizgen, ongen ve onikigen gibi çokgenlerin kesişmesi ya da içi içe girmesiyle biçimlenen farklı sayıdaki kollardan oluşur. Ayrıca bu kırık çizgiler ve geometrik şekillerin birlikte oluşturduğu yıldız sistemleri de mevcuttur. Yıldız motifi özellikle taş ve ahşap süslemede çok kullanılmıştır. 13. y.y. Anadolu Türk mimarisi anıt kapılarının dış çerçevenin bitiminden sonra bütün girişi dolanır

Altıgen, Selçuklu süsleme sanatında en çok kullanılan olan geometrik şekillerden biridir. 11.y.y. ile 13. yy. arsındaki dönemde geometrik düzenlemelerde daha çok altıgen ve sekizgen birim şekillerle üretilen tasarımlara yer verilmiştir.

KAYNAKÇA

  1. Algan N. Anadolu Selçuklu Dönemi Mimarisi Taş Yüzey Süslemelerinin İncelenmesi ve SeramikYorumları,  Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Seramik Anasanat DalıSanatta Yeterlik Tezi,2008
  2. Etyemez L. Assessing The Integration Of Historical Stratification with the Current Context in Multı-layered Towns.Case Study: Amasya. Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi . Orta Doğu Teknik Üniversitesi., 2001
  3. Güzelci O. Z. Amasya Yalıboyu Evleri Üzerine Bir Biçim Grameri Çalışması. Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi . İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi, 2002
  4. Özcan S. Amasya’ da Sancak Beyliği Yapan Şehzadeler Döneminde Amasya Şehri, Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 5
  5. Şeker S. Yeşilırmak’ın incisi: Yalıboyu Evleri, Amasya Şehir Rehberi;s 44-52.
  6. http://www.amasya.gov.tr/ Erişim tarihi 10.04.2018.
  7. https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/amasya/ Erişim tarihi 16.04.2018.
  8. Kertil F.Büyük Selçuklu Döneminden Osmanlı Yönetimine Kadar Amasya Tarihi , Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2014
  9. Erdoğan,İ. XX.yy Amasya Tarihi ve İnanç Coğrafyası,Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Yüsek Lisans Tezi, 1996
  10. Dündar A.“Bir Belgeye Göre Amasya II. Bayezid Külliyesi”, AÜİFD Cilt XLIV(2003) Sayı 2 s. 131-172, 2003
  11. Eyice S. Beyazıt  II. Camii ve Külliyesi”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,cilt: 6,syf 40-42, 19982