ORGAN BAĞIŞI VE NAKLİ

BİYOETİK İKİLEMLER ÇALIŞMA GRUBU

· 21 dk okuma süresi >

YAZARLAR

¹ Kübra Nur ALTINTAŞ*

¹ Hatice Nur ÖZGÜÇ

² Sena Nur KEKEÇ

² Burçin AKBULUT

³ Ayşenur ERDAL

³ Büşra FIRAT

  1. Ufuk Üniversitesi
  2. Ankara Üniversitesi
  3. Hacettepe Üniversitesi

İletişim: sokakcocuguu@gmail.com

İçindekiler

ORGAN ve DOKU NAKLİ

TANIMLAR VE MEVZUAT

Tokalak ve arkadaşlarına göre organ nakli ‘kronik doku ya da organ yetmezliği olan ve yaşamı tehdit eden durumlarda canlı ya da kadavradan ilgili doku veya organların hastaya nakledilmesi sürecine verilen isimdir’. Nakli yapılan organ ve dokular arasında kalp, akciğer, karaciğer, böbrek, pankreas, ince bağırsak, kornea, tendon, yüz ve saçlı deri, kol, bacak, kas dokusu, üst solunum, üst sindirim yolları, kemik iliği, kalp kapağı, uterus, kıkırdak ve kemik yer alır.

Gerekli olan organ veya doku bir kadavradan sağlanabileceği gibi verici genetik yapısı uyan ve organ bağışında bulunan sağlıklı bir insan da olabilir. Ölüden; beyin ölümü denilen geriye dönüşümsüz beyin hasarı gelişmiş hastaların organ veya dokuları hastanın yakınları tarafından bağışlandığı takdirde verici olarak tanımlanır ve transplantasyon gerçekleşir. Canlıdan; yaşayan bir insan böbreklerinden birini veya karaciğerinin bir kısmını ihtiyacı olan bir hastaya vermesi durumunda verici olarak tanımlanır ve transplantasyon gerçekleşir.

Beyin ölümü; tüm beyin, beyincik ve hayati merkezlerin yer aldığı beyin sapı denilen özel beyin bölgesinin fonksiyonlarının geri dönüşümsüz bir şekilde sonlandığı ve sonrasında da mutlak ölümle sonuçlanan durumdur. Beyin ölümü gerçekleşmiş kişi solunum yeteneğini kaybetmiş olup solunum ancak mekanik bir cihaz yardımıyla sağlanmaktadır. Kalp atımı, nabız, solunum makine yardımıyla takip edilmekte ayrıca makineye bağlı olarak çalışan kalp literatürdeki ortalamaya göre 2-4 gün içinde durmaktadır. Beyin ölümü dört kişilik bir uzman heyeti tarafından tüm tetkik taramalar yapıldıktan sonra belirlenir.

Bitkisel hayatta ise hastanın solunumu makine olmaksızın hasta tarafından gerçekleştirilir. Bitkisel hayat yıllarca sürebilir fakat hastanın normal yaşantısına geri dönme şansı vardır. Çünkü bitkisel hayatta beyin korteksi zarar görmüş ve işlem görmüyor ancak beyin sapı çalışır durumdadır.

Beyin ölümü halinin tespiti önceleri bir beyin cerrahi uzmanı, bir kardiyoloji uzmanı, bir anesteziyoloji uzmanı ve bir nöroloji uzmanından oluşan dört kişilik bir heyet tarafından belirlenmekteydi ancak daha sonra alınan bir karara göre; ‘tıbbi ölümün gerçekleştiğine, biri nörolog veya nöroşirürjiden, biri de anesteziyoloji ve reanimasyon veya yoğun bakım uzmanından oluşan iki hekim tarafından kanıta dayalı tıp kurallarına uygun olarak oy birliğiyle karar verilecek ‘ şeklinde yeni bir karar alınmıştır.

Organ alımı bakımından ölünün yaşı önemli değildir. Ancak kanunda canlılardan organ nakli hususunda 18 yaşını doldurmuş ve aklı başında olma şartı yer almaktadır. Ölülerden organ alımı konusunda herhangi bir sınırlama yoktur. Ayrıca embriyonel veya cenine ait organ ve dokular kanun kapsamı dışında bulunmaktadır.

Ülkemizde organ ve doku nakli kanunu 1979 tarihlidir ve alanında eski bir kanundur. Kanun 1982 ve 2014 yıllarında olmak üzere iki kere değiştirilmiştir. Organ ve doku nakli bütün yönleriyle 2004 yılına kadar sadece Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun ‘da düzenlenmiştir.

Türkiye’deki Organ Nakli ile İlgili Mevzuatlar sıralanmıştır:

-Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun

-Ulusal Organ ve Doku Nakli Koordinasyon Sistemi Yönergesi                      

-Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliği          

-Organ Nakli Merkezleri Yönergesi                 

DÜNYA’DA ORGAN VE DOKU NAKLİNİN TARİHÇESİ

Organ ve doku naklinin tarihçesi çok eskilere dayanmaktadır. Avlanan güçlü bir hayvanın veya öldürülen bir düşmanın önemli organlarını yiyerek öldürülen insanın güçlerinin yiyen kişiye geçeceği düşüncesi ilk çağlarda oldukça kabul görmüştür. Aztek, Maya ve İnka uygarlıklarında da rahiplerin kurban edilen esirlerin kalplerini yemeleri için hükümdarlara sundukları bilinmektedir. Ayrıca Yunan mitolojisinde Mede isimli sihirbazın Anchise isimli ihtiyara kan nakli yaparak ona gençlik ve kuvvet aşıladığı anlatılmaktadır. Hristiyanlık efsanelerinde de organ nakline rastlanılmaktadır.

Örneğin Aztek, Maya ve İnka uygarlıklarında cilt hastalıklarının tedavisi için henüz derisi yüzülmüş bir kurbanın sağlıklı derisini kendi üzerine geçirmek ve 20 gün boyunca bu deriyle dolaşmak bir tedavi yöntemiydi.

Eski Hint Uygarlığında ise burunları kesilen suçlular için uygulanan tedavi doku nakline örnek sayılabilirdi. Hastanın kendi derisinden alınan parçalar burnuna nakledilirdi ve bu M.Ö. 600’lere dayanan bir tedavi yöntemiydi.

M.Ö. 500’lü yıllarda ise Çinli bir doktor olan Pien Ch’ioa’nun iki askerin kalbini karşılıklı değiştirme girişiminde bulunduğu ve yine Çinli bir doktor olan Hua-Tu’nun hasta organları sağlıklı organlarla yer değiştirdiğine dair yazılı kayıtlar bulunmaktadır.

16. yüzyılda da İtalyan cerrah Gaspare Tagliocazzi ve diğer öncü cerrahlar başarılı deri otogreftleri (canlının yine kendi dokusundan yapılan nakil) gerçekleştirmişlerdir.

Organ nakli ile ilgili ilk bilimsel çalışmaları yapan kişi ise 18. yüzyılın ünlü cerrahı John Hunter’dır. Organ naklini hayvanlar üzerinde denemiştir. Bu denemeler genellikle otogrefttir.

1818 yılında İngiliz bir kadın doğum uzmanı olan James Blundell tarafından doğum sonrası kanaması fazla olan bir anneye kocasından alınan kan başarılı bir şekilde nakledilmiştir. Bu olay, tıp tarihinde insandan insana ilk başarılı doku nakli olarak kayıtlara geçmiştir.

Damar bağlama tekniği 1902’de Aleksis Carrel tarafından geliştirilmiştir. Bu sayede modern anlamda ilk ciddi organ nakli denemesi Viyana’da 1902’de hayvanlar üzerinde gerçekleştirilmiştir.

20. yüzyılın ilk yıllarında cerrah Emerich Ulmann önemli denemeler yapmıştır. Ulmann 1902’de de dünyanın ilk başarılı deneysel organ naklini gerçekleştirmiştir. Bu nakilde bir köpeğin böbreğini normal yerinden alıp boyun damarlarına nakletmiş(ototransplantasyon) ve naklettiği böbrekten idrar akımı gözlemlemiştir. Bir köpekten diğerine yaptığı böbrek nakillerinde ise verici canlı ve alıcı canlı arasındaki genetik yakınlığın artmasıyla nakledilen organın işlevselliğini koruma süresi arasında bir ilişki olduğunu ileri sürmüştür. 1920’lerin sonunda insanda deri nakillerine girişilmiş ve tek yumurta ikizlerinde doku reddi yaşanmadığı görülmüştür.

İlk kornea nakli 1905 yılında, Çek Cumhuriyeti’nin doğusundaki Olomouc’ta, Doktor Eduard Zirm tarafından yapılmıştır. Kornea nakli yapılan kişi bir iş kazasında görme yetisini kaybetmiş olan bir işçi, donör de gözünde onarılamaz yaralar oluşmuş olan 11 yaşındaki bir erkek çocuktur. Korneayı göze dikebilmek için yeterli malzemeye sahip olmayan Zirm, bu işlemde göz küresini göz kapaklarıyla birleştiren ince zarı kullanmıştır. Gözle korneanın kaynaşabilmesi içinse hastanın göz kapaklarını dikerek 10 gün boyunca kapalı tutmuştur. Hasta operasyondan sonra eskisi gibi görmeye başlamıştır. Operasyonun o tarihte başarılı olmasında kornea nakillerinde doku uyumunun aranmamasının da payı büyüktür.

1906’da Mathieu Jaboulay domuzlardan ve keçilerden aldığı böbrekleri insanlara nakletmeyi denemiş, ancak başarısız olmuştur(ksenotransplantasyon).

Doku uyuşmazlığı konusunda 1911’de Karl Landsteiner tarafından önce kan gruplarının, sonra da Rhesus (Rh) faktörünün keşfedilmesi organ nakillerinin başarı oranının artmasında etkili olmuştur.

1936 yılında Sovyetler Birliği’nde Yu Yu Boronoy 26 yaşındaki bir kadın hastaya ölmüş bir erkeğin böbreğini nakletmiş, ancak böbreğin damarlarını kadının bacak damarlarına bağladığı için hasta nakilden iki gün sonra hayatını kaybetmiştir.

1940’larda tavşanlar üzerinde deneyler yürüten bir biyolog olan Peter Medawar, nakil denemelerini başarısız kılan doku reddinin bir bağışıklık tepkisi olduğunu, ancak bunun aşılabileceğini öne sürmüştür. Bu bulgu üzerine de alıcının bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar kullanıma girmiştir.

Dünyada ilk akrabalar arası (tek yumurta ikizleri) başarılı böbrek nakli 1953’te Murray tarafından gerçekleştirilmiştir. Kendisi bundan dolayı 1990’da Nobel Ödülü almıştır. Nakil yapılan hasta 20 yıl yaşamıştır.

İlk başarılı karaciğer nakli ise 1963’te Thomas Starzl tarafından yapılmıştır.

Yine 1960’lı yıllarda ABD’de ve Sovyetler Birliği’nde köpekler üzerinde yoğun çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalardan en dikkat çekeni ise Sovyet bilim insanı Vladimir Demikhov’un yapmış olduğu çift başlı köpek deneyidir.

DEMİKHOV’UN ÇİFT BAŞLI KÖPEĞİ

1967’de Güney Afrika’da Dr. Christian Barnard tarafından ilk kalp nakli yapılmış, ancak alıcı sadece 19 gün yaşayabilmiştir. 1968’de yapılan ameliyatta ise alıcı 594 gün yaşamış ve bir rekor kırmıştır.

1970 yılında, Demikhov’un yaptığı çalışmalardan esinlenen Robert White tarafından maymunlarda kafa nakli gerçekleştirilmiştir. Maymun başta ikinci kafayı kabul etmiş görünse de yalnızca 9 gün yaşayabilmiştir.

1900’lerin sonlarında çalışmalar iyice hızlanmıştır. 1983’te ilk tüm akciğer (Joel Cooper), 1995’te ilk laparoskopik canlı donör nefrektomisi (Lloyd Ratner ve Louis Kavoussi) gerçekleştirilmiştir.

2005’te ilk başarılı kısmi yüz nakli, 2006’da ilk başarılı penis nakli, 2010’da ise ilk başarılı tam yüz nakli gerçekleştirilmiştir.

TÜRKİYE’DE ORGAN VE DOKU NAKLİNİN TARHİÇESİ

Türkiye’de ilk organ nakli girişimi 1962’de Dr. Kemal Beyazıt tarafından yapılan kalp naklidir, ancak nakilden sonra hasta ölmüş ve nakil başarısız sayılmıştır.

1970’lerin başında Hacettepe Üniversitesi’nde hayvanlar üzerinde nakil çalışmaları yapılmıştır.  1975’te Dr. Mehmet Haberal tarafından bir anneden oğluna böbrek nakledilmesi ile ilk başarılı organ nakli gerçekleştirilmiştir. Ölüden ilk böbrek nakli 1978’de, ölüden ilk karaciğer nakli 1988’de, ilk başarılı kalp nakli 1989’da gerçekleştirilmiştir. 1980’de insanların organ nakillerini desteklemesi ve nakillerin kolaylaştırılması amacıyla “Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı” kurulmuştur. 1990’da Dr. Haberal tarafından kurulan “Türkiye Organ Nakli Derneği” 1997’de Avrupa’daki “Transplantasyon Derneği” ne üye olmuştur.

2001’de zamanın sağlık bakanı olan Osman Durmuş’un girişimleriyle “Ulusal Koordinasyon Merkezi” sağlık bakanlığı bünyesinde faaliyete başlamıştır. Günümüz itibariyle de ülkemizde birçok organ ve doku nakli merkezi mevcuttur ve istatiksel olarak yapılan nakillerin sayısı her yıl artmaktadır.

ORGAN BAĞIŞININ HAYATIMIZDAKİ PSİKOLOJİK VE SOSYAL ETKİLERİ

Organ bağışını etkileyen iki önemli faktör vardır: demografik faktörler ve organ bağışı çalışmalarında yararlanılan psikoloji kuramları. Din, bilgi düzeyi, aile ve bireysel farklılıklar organ bağışını etkileyen demografik faktörler arasında yer almaktadır. Organ bağışı çalışmalarında faydalanılan sosyal psikoloji kuramlarının ise, Planlı Davranış Kuramı, Akla Dayalı Davranış Kuramı, Transteoretik Model ve Organ Bağışı Gönüllük Modeli olduğu gözlenmiştir. Organ bağışına katılımı arttırmayı hedefleyen kampanyaların başarılı olması için, yetişkinlerin tutum, değer, bilgi ve gerçek davranışları arasındaki ilişkiler hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç duyulduğunu söylemek mümkündür.

ORGAN BAĞIŞI VE SOSYAL PSİKOLOJİ KURAMLARI

Hem psikoloji hem de sağlık alanında yapılan çalışmalar organ bağışını etkileyen faktörler açısından önemli şeyler ortaya koymuştur. Dinsel açıdan bedenin bir bütün halinde olmasının önemli olduğu etkenler oldukça fazladır. Diğer yandan ise insanların sevdiklerinin organlarının alınması fikri ya da kadavra olarak kullanılacak olması fikri onları oldukça rahatsız etmektedir.

Organ bağışından sonra donörün psikolojik durumu oldukça karmaşık dönemlerden geçmektedir. Bazı hastalar kendilerine ikinci şans verilmişçesine hayata mutlulukla bakıp yaşamlarını sürdürürlerken, bazı hastalarda aynı şeyler söz konusu olmamakta ve tamamen depresyon gözlemlenmektedir. Özellikle aile içi ya da akraba donörlerde bu durumlar gözlemlenir, bu gibi dönemlerde her iki tarafında psikolojik destek almaları gerekebilmektedir.

Organ nakli açısından toplumlarda farkındalığın oluşturulması için birçok çarpıcı örnek bulunmaktadır. Bunlardan biri de Brezilyalı bir iş adamının milyon dolarlık arabasını toprağa gömerek onun bu konu hakkında açıklama yapmasıdır: “İnsanlar sağlıklı organlarını toprağa gömüyor oysa yüzlerce hayat kurtarılabilir” açıklaması sonucu ülkede organ bağışı %30 artmıştır.

İSLAM’DA ORGAN BAĞIŞI

İslam Dünyasında organ bağışının uygulanabilirliği konusunda birbirine zıt iki görüş bulunmaktadır. Bir kısım din alimi organ bağışına sıcak bakmazken bir kısmı ise aksine yaygınlaştırılması yönünde fikir belirtmektedir. Fakat organ bağışına sıcak bakan alimlerin görüşleri daha yaygın olarak kabul görmektedir. Ülkemizde de dini fetvalar vermekle yükümlü kurum olan Diyanet, organ bağışının yapılmasına “bazı şartlara uymak kaydıyla” cevaz vermiştir.

İslam alimlerinden organ bağışına sıcak bakmayanlar, bu transplantasyon işleminin verici açısından zararlı olacağını; alan kişi içinse başkasının hayat hakkını ihlal etme, kendi yaratılışını bozma (müsle), haram maddeyle tedavi olma olarak değerlendirmişlerdir. Ayrıca bu fikri savunanlar, bu uygulama sonucunda ileride insan vücudundan meşru bir şekilde yararlanmanın mümkün olacağını ve bu durumun insanın saygınlığını zedeleyeceğini belirtmişlerdir. İnsan bedeni diriyken ne kadar saygınsa öldüğü zaman da o kadar saygındır. Efendimiz (sav) bir hadisinde bu durumu çok güzel ifade etmektedir.  “Ölünün kemiğini kırmak diri iken kemiğini kırmak gibidir.” Bu hadisten yola çıkarak bazı alimler ölüden nakil yapmanın doğru olmadığını söyleseler de birçoğu ihtiyaç durumundaki bir insanın sıkıntısını gidermenin insanın saygınlığından daha önemli olduğunu söylemektedirler.

Organ bağışı konusunda olumlu yönde fikir beyan eden alimlerin temel çıkış noktaları Kur’an-ı Kerim’de Maide suresi 32.ayette geçen “Her kim bir hayatı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibidir.” cümlesidir. Bu ayete dayanarak organ bağışının bir fazilet olarak değerlendirileceğini ve teşvik edilmesi gereken bir unsur olduğunu belirtmişlerdir.

Organ bağışı uygulamasının yapılabilirliği düşüncesini kabul edecek olursak karşımıza iki kavram çıkacaktır: Kadavradan nakil veya diriden nakil. Diriden nakil, vericinin hayatının tehlikeye atılmaması ve verici kişinin rızasının alınması kaydıyla yapılabilmektedir. Çünkü kişi (yaygın görüşe göre) kendi organları üzerinde tasarruf yetkisine sahiptir. Diriden nakil konusunda Dünya İslam Birliği Fıkıh Akademisi’nin verdiği fetvaya göre bazı şartlar vardır. Bu şartlar şunlardır:

  • Organ naklinde zaruretin bulunması,
  • Konunun uzmanlarında hastanın bu tedaviyle iyileşeceğine dair güçlü bir kanaatin oluşmuş bulunması,
  • Ölümünden önce kendisinin veya ölümünden sonra mirasçılarının onayının alınmış olması,
  • Tıbbî ve hukukî ölümün kesinleşmiş olması,
  • Organın bir ücret ve menfaat karşılığında verilmemiş olması,
  • Alıcının da buna razı olması.

Kadavradan nakil konusunda ise iki görüş bulunmaktadır. Bir görüş, kişinin ölmesiyle birlikte organları üzerindeki intifa hakkının sona ereceğini ve o kişiden alınacak organın kul hakkını değil Allah hakkını ihlal etmek olacağını belirtmektedir. Diğer bir görüş ise kişinin hayattayken bağışlayabileceği bir şeyi vasiyet yoluyla da bağışlayabilmesini caiz görmüştür.

Ayrıca kadavradan nakil konusunda bazı alimler tarafından belirtilen ilginç bir durum vardır. Ölümden sonra sağlam olan organların toprakta çürümeye bırakılıp hasta insanlara nakledilmemesini israf olarak nitelendirilmektedirler.

Kadavradan nakil konusunda Dünya İslam Birliği Fıkıh Akademisi’nin verdiği fetvaya göre bazı şartlar vardır. Bu şartlar şu şekildedir:

  • Organ naklinde zaruretin bulunması.
  • Konunun uzmanlarında hastanın bu tedaviyle iyileşeceğine dair güçlü bir kanaatin oluşmuş bulunması.
  • Ölümünden önce kendisinin veya ölümünden sonra mirasçılarının onayının alınmış olması.
  • Tıbbî ve hukukî ölümün kesinleşmiş olması.
  • Organın bir ücret ve menfaat karşılığında verilmemiş olması.
  • Alıcının da buna razı olması.

DÜNYA’DA ORGAN NAKLİ KOORDİNASYON MODELLERİ

A. AMERİKAN MODELİ

Amerika’da organ sağlama organizasyonları (OPO, organ procurement organization) bağımsız olarak çalışmaktadırlar. Bu organizasyonların sayısı 60’ın üzerindedir. Bu kuruluşlarda çalışanlar genellikle doktor ya da hemşire dışı sağlık personelleridir. Bu kuruluşların beşte biri hastaneye yerleşik çalışıyor iken geri kalanları hastane dışında çalışmaktadır. Organizasyonların her birinin sorumlu olduğu yerel bir bölge vardır. Ayrıca bağlı oldukları bir transplant merkezi ve Birleşik Organ Bağışı Ağı vardır. Kâr amacı gütmeyen bu kuruluşların finansal kaynaklarını sigorta şirketleri sağlamaktadır. Amerika’da neredeyse bütün eyaletlerde kanunlar organ bağışını desteklemektedir. Amerika’daki hastanelerde ölüm kayıtları düzenli olarak tutulduğu için donör belirleme oranları yüksektir. Transplant koordinatörleri bu kayıtları inceleyerek bulundukları bölgenin özelliklerine göre donör protokolü hazırlayarak çalışanlara bu konuda eğitim vermektedir. Eğer uygun bir donör adayı gözden kaçırılırsa hazırlanan prosedürün neresinde hata yapıldığını bulmak için analiz yapılarak, çalışanlara ekstra eğitim sağlanmaktadır. Amerika’da 1996’da 20 donör pmp (per million population) (her bir milyon nüfus başına düşen organ bağışı sayısı) oranına ulaşılmıştır.

B. ORTA AVRUPA MODELİ

Avrupa’da organ bağışını düzenleyen ulusal organizasyonlar bulunmaktadır. Kâr amacı gütmeyen bu kuruluşların finansal kaynağı sağlık sigorta sistemleridir. Avrupa’daki koordinasyon ekipleri nakil yapan hastane ile sıkı ilişkilidir. Avrupa’da organ naklini koordine eden nakil büroları bulunmaktadır. Hastaneler de bu nakil büroları ile birlikte çalışmaktadırlar. Yine de beyin ölümü bildirilmesi ve aileden izin alınması transplant koordinatörü hastanede yok iken yapılmaktadır. Koordinatörlerin çoğunluğu tıp doktorudur ancak özel bir eğitim almamaktadırlar. Tecrübeyi çalışarak kazanmaktadırlar. Avrupa’da koordinatörlerin görevi, çalışma standartları ve eğitim gereksinimleri belli değildir. Avrupa ülkelerinin yasaları farklı olduğu için organ bağış oranları da farklılık göstermektedir. Belçika ve Avusturya gibi varsayılan onamın kabul edildiği ülkelerde pmp donör oranı 22-24 iken Almanya ve Hollanda gibi nakil için yakınlarından izin alınması gerekilen ülkelerde pmp donör oranı ancak 12-14’e ulaşabilmektedir.   

C. İNGİLTERE MODELİ

İngiltere’de bölgesel uygulama farklılıkları olsa da özel personelin çalıştığı ulusal bir ağ bulunmaktadır. 1993’te transplantasyon koordinatörlerinin standartları ve denetleme sistemleri belirtilmiştir. Transplantasyon koordinatörünün sorumluluğunda hastanelerle iletişim kurulması, donör ailesi ve sağlık ekibine destek verilmesi, organların sevk, kayıt ve temin işlemleri ile yasal gerekliliklerin ayarlanması vardır. İngiltere’de koordinasyon sistemi hemşireler üzerine kurulmuştur. Bölgesel organ çıkarım ekipleri kurulmuştur ve her ekip kendi bölgesindeki organ çıkarımından sorumludur. Bölgesel ekip çıkardığı her organı eğer organ böbrek değilse, acil hasta bildirimi yoksa ve donör pediatrik değilse öncelikli kullanma hakkına sahiptir. Bölgesel ekip çıkardığı organı kullanmaz ise organ ulusal ağa yönlendirilir. Bu bölgesel uygulama sayesinde yolculuk masraf ve süreleri azalmış ayrıca çıkarılan organların kalitesi de artmıştır. Bu sistemin getirdiği dezavantaj koordinatörlerin ulusal bazda yeterince iletişim kuramamalarından dolayı nakillerin kendi bölgelerinde sınırlı kalmasıdır. İngiltere ve Amerika’da böbrek nakillerinde gençlere ileri yaştaki hastalara göre öncelik verilmektedir.

D. BELÇİKA MODELİ

Belçika’da organ bağışında öncelik isteklilere aittir. Kişiler ilgili yerlerde organları bağışlamak istediğine dair bağış formu doldurmaktadır. Bağış formunu dolduranların bilgileri ulusal kayıt merkezine iletilmekte ve bu bilgilere yalnızca transplantasyon takımı çalışanları ulaşabilmektedir. Kişi bağış formunu doldurduysa ölümünden sonra ailesi istemese bile organları alınabilmektedir. Eğer kişi yaşarken bağış formu doldurmadıysa bağış için gönüllü olduğu varsayılmakta ve organları alınmaktadır. Organları alınırken aileye bilgi verilme zorunluluğu yoktur ancak aile kişinin organlarının alınmasını reddederse organlar alınamaz. Belçika’daki bu varsayılan onam uygulaması organ bağışının askerlik gibi vatani bir görev olduğu görüşüyle savunulmaktadır. Ancak kişi yaşarken fikir belirtmediyse bile böyle bir isteğinin olmayabileceği düşünüldüğünde bu uygulamanın kişinin kendi bedeni üzerindeki tasarruf özgürlüğüne ve tıbbi etiğin özerklik ilkesine aykırı olduğu söylenebilir.

E. İSPANYA MODELİ

İspanya’da donör bulunmadaki yetersizlikten, halkı eğitmek için yapılan kampanyaların maliyetli olmasından ve de kampanyaların istenen etkiyi oluşturamamasından dolayı organ bağışını arttırmada hedef kitle olarak tıp doktorları seçilmiştir. Bu düşünce temel alınarak 1989’da Ulusal Transplantasyon Kurumu kurulmuştur. 1979’da onaylanan yasa ile bağışlanmış organlar için tazminat ödenmeyeceği belirtilmektedir. Organ bağışı sürecini yürütmesi için özel eğitimli takımlar oluşturulmuştur. Takımların süreci iyi idare edebilen, güven veren kişilerden oluşmasına, bağış talebinde bulunmadan önce aile ile iyi ilişki kurmasına ve talepte bulunmak için uygun zamanı seçebilen kişilerden oluşmasına önem vermişlerdir. Ayrıca talepte bulunmadan önce ailenin ölümün gerçekleştiğini anlaması sağlanmaktadır. Organlar ancak ailenin bilgilendirilmiş onamı alındıktan sonra alınabilmektedir. Bu süreçte koordinatörlerin etkili olabilmesi için transplantasyon koordinatörlerine özel iletişim yeteneği kazandıran kurslar düzenlenmektedir. Transplantasyon takımında nefrolog ve yoğun bakım uzmanı olan uzman doktorlar ve hemşireler çalışmaktadır. Beyin ölümü transplantasyon takımında olmayan üç doktor tarafından belirlenir. Koordinatörler donör belirlenmesi ve bakımı, ailelerden bağış için izin alınması konusunda hastane personeline yardımcı olurlar. Sistem öncelikle yoğun bakımdaki potansiyel vericileri tespit etmeyi amaçlar. Hastaneye ciddi kafa travması ile yatırılan her hastada beyin fonksiyon testleri başlatılır ve beyin ölümlerinin kaçırılmadan rapor edilmesi sağlanır. Koordinatörler için transplantasyonun tüm yönlerini içeren kurslar düzenlenerek sürekli eğitim sağlanmaktadır. Böylece koordinatörler organ nakli ile ilgili yeni gelişmelerden sürekli olarak haberdar olabilmektedirler. İspanya’da organ çıkartımı, donörler ve organ nakli ile ilgili sorular için 7/24 hizmet veren telefon yardım hattı bulunmaktadır. Koordinatörlerin iyi bir şekilde eğitilmesi, transplantasyon hakkındaki soruların açık şekilde yanıtlanabilmesi İspanya’da organ bağışı için olumlu bir ortam oluşturabilmiştir. 1989’da 14,3 olan donör pmp oranı 1999’da 33,6’ya çıkarak %142’lik bir artış gözlenmiştir. 1989’da 25 transplantasyon koordinasyon takımı varken şimdilerde 139 takım bulunmaktadır. Koordinatör sayısının artışıyla donör sayısında da artış olduğu gözlenmiştir. Koordinatörlere göre asıl sorun uygun bağışçı olmaması değil uygun vericilerin bulunması ve onam alınmasında yaşanan sıkıntılardır. Çalışmalar ile ailelerin ret oranı %21,5’e indirilmiştir. İspanya modeli göstermektedir ki gönüllülükle ve azimle organize olunduğunda organ bağışları artabilmektedir. Prof. Dr. Hakan Ertin transplantasyon koordinatörlerinin donör yakınlarını organ bağışı için ikna etme yeteneğine dayanan İspanya modelinin, ticari amaçlı pazarlama ve ikna tekniklerine benzediği ancak tüketimi körükleyen pazarlama tekniklerinin ahlaki bir dönüşüme uğramış hali olduğunun söylenebileceğini ifade etmiştir.

F. ÇİN MODELİ

2005 yılında DSÖ tarafından Batı Pasifik Bölgesi’nde Ulusal Sağlık Otoriteleri ile yapılan toplantıda Çin’de idam mahkumlarından yapılan organ nakli uygulaması ve Çin’deki bu sistemi reform etmek amaçlanmıştır. 2010 yılında Çin Sağlık Bakanlığı ve Kızılhaç Derneği ortaklaşa olarak gönüllü organ bağışını artırmak için pilot bir uygulama başlatmıştır. Organ bağışı için otuzdan fazla düzenlemeyi adım adım yayınlanmış ve Çin’deki organ nakli için beş kademeli sistem kurulmuştur: organ bağışı sistemi, organ tedarik ve dağıtım sistemi, organ nakli klinik servis sistemi, organ nakli sonrası bilimsel kayıt sistemi, organ nakli denetim ve düzenleme sistemi. Çin’deki organ nakli sistemiyle ilgili girişimle beraber vatandaşların ölümünden sonra gönüllü olarak yapılan bağışların egemen olduğu yeni bir tarihsel gelişim çağı başlamıştır. Çin’de organ nakli hizmetini sağlamak için 164 hastane akredite edilmiş ve başarılı bir şekilde çalışmaları için uzmanlık kazanmalarına yönelik ulusal bir eğitim programı hazırlanmıştır. Tıbbi aciliyet ve hastaların bekleme sürelerine dayanan şifreli ulusal bir ağ kurulmuştur. Çin’de beyin ölümü kavramı ve uygulanması için özel bir mevzuat yoktur. Ölüm beyanı tedavi eden doktorun sorumluluğundadır. Ölüm beyanı bağış ve nakil ekibinin sorumluluğundan ayrılmaktadır. Organ bağışı için aileden gelen bilgilendirilmiş onam ancak ailenin yaşam desteğini geri çekme kararından sonra elde edilebilmektedir.

G. İRAN MODELİ

İran’da 1967’de yapılan böbrek nakli ülkedeki ilk organ naklidir. Beyin ölümü ve kadavradan organ nakli ile ilgili yasa 2000 yılında kabul edilmiştir. 1989’da beyin ölümünü tanıyan ve kadavradan organ nakline izin veren fetva geçerli olmuştur. Fetvadan sonra nakil merkezleri kadavradan böbrek, karaciğer ve kalp nakli yapmaya başlamıştır. Bu nakiller beyin ölümü ve organ nakliyle ilgili yasa olmamasına rağmen yapılmıştır. Yasadan önceki tüm nakiller (1989-2000) sadece dini liderlerin fetvasından dolayı yapılabilmiştir. 1967’den 1985’e kadar İran’da yaklaşık 100 böbrek nakli yapılmıştır. 1979’dan önce İran’da Eurotransplant ile 12 böbrek nakli yapılmıştır. 1979-1985 yılları arasında 400’den fazla hasta böbrek nakli için hükümetin sermayesini kullanarak yurtdışına gitmiş ve organ nakli yaptırmıştır. Bu nakillerin büyük çoğunluğu İngiltere’de canlı donörlerden yapılmıştır. 1985 yılına gelindiğinde yurtdışındaki nakillerin maliyeti arttığı için yetkililer İran’da organ naklini artırmak istemişlerdir. 1985-1987 yılları arasında iki tane organ nakli takımı kurulmuş ve canlı donörlerden 274 böbrek nakli yapılmıştır. 1967-1989 yılları arasında organ nakli canlı donörlerle sınırlı tutulmuştur (Eurotransplant ile yapılan 12 nakil hariç). 1988’de uzun organ nakli bekleme listesinden dolayı Sağlık Bakanlığı böbrek nakli için kadavradan organ nakli yapımını benimsemiştir. Sonuçta organ nakli takımları sayısında ve organ nakli performansında hızlı bir artış olmuştur. 1999’de akraba olmayan sağ kişilerden böbrek bağışının kabulüyle ilgili düzenlemeyle İran’da böbrek nakli bekleme listesi elimine edilmiştir. 2000 yılındaki yasanın kabulünden sonra Sağlık Bakanlığı “Beyin Ölümü Teşhis Birimleri ve Organ Tedarik Merkezleri” kurmuştur. Yasa bütün organ nakillerinin sadece üniversite hastanelerinde yapılmasını onaylamıştır. Yasa gereğince birinci derece akrabalardan yazılı onay istenmiştir. Sağlık Bakanlığı tarafından beyin ölümünü teşhis için görevlendirilen takımda 5 uzman çalışmaktadır; nörolog, beyin cerrahı, dahiliye uzmanı, anestezi uzmanı ve adli tıp uzmanı. Ve nakil takımından kimse bu grup içerisinde bulunmamaktadır. 2011’de İran dünya genelinde böbrek nakillerinde en aktif 30 ülke arasına, karaciğer nakillerinde ise en aktif 40 ülke arasına girmiştir.

Ertin’in ifade ettiği üzere İran modelini diğer ülkelerin organ bağışı modelinden ayıran en önemli özellik vericiye bağış için maddi bir bedel verilmesidir. İran’daki organ bağışı modeliyle ilgili üç görüş bulunmaktadır. Bazıları organlar satılmasa da maddi bedelin vericiye ödüllendirici bir hediye olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise bu durumun fiyatı olan bir malı para karşılığı satın almakla aynı olmadığını, vericiyi fedakarlığından dolayı takdir etmek anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir. Robert Veatch gibi bazı düşünürler ise ödüllendirici hediyenin bir ödül değil ödeme olduğunu söyleyerek bu uygulamaya karşı çıkmışlardır. Bununla beraber verici masraflarının karşılanması makul bulunmuştur. Organların aracı kurumlarca satımı ve satın alımı kabul görmemektedir. Bu uygulama ile birçok kişi yaşamını devam ettirmiş olsa da başarı, riskleri ortadan kaldırmamaktadır. Organ için ödenen bedelin miktarı toplumdan topluma, kişiden kişiye değişebilir. Ayrıca ödenen bedelin “kışkırtıcı miktar” ile arasındaki sınır ince ve sübjektiftir. Çaresiz insanlara geri çeviremeyecekleri miktarlar teklif edilerek organlarının alınması etik olmayacaktır.   

İran ve Belçika’daki modellerin sakıncalarından dolayı tıp etiğince en kabul edilebilir uygulama İspanya modelidir. Bu modelde amaç toplumu duyarlı hale getirmek ve ikna etmektir. Böylece bireylerden organların ölüm sonrasında kullanımı için onay alınabilir. Özerk birey herhangi bir uygulama için zorlanamaz, birey kendi iradesi ile önerilen uygulamayı kabul eder veya geri çevirir. İkna süreci bireyin organ bağışı ile topluma katacağı değer ve yararları vurgulayacak kadar kapsamlı ama insani ve dini değerleri istismar etmeyecek kadar ölçülü olmalıdır.                                                                                                                          

Organ yetersizliği organ transplantasyonu için yalnızca en fazla yararı görebilecek hastaların bekleme listesine alınmasına olanak sağlar. Organ bağışı olmuş olsa bile sonucunda umutsuz olunan hastaların bekleme listelerine alınması hem yararsız hem de etik olarak tartışmaya açıktır.

KAYNAKÇA

  1. Hakan Ertin, Organ bağışı ve Transplantasyon Tıbbı: Etik Çerçeve ve Çözüm Tartışmaları, Tıp, Etik, Din, Sosyoloji ve Hukuk Bağlamında Organ Nakli, Sorunlar ve Çözüm Önerileri Sempozyumu, Malatya, 2014.
  2. Faruk Önder Aytekin, Transplant Koordinasyon, Bozok Tıp Dergisi, 8(2):92-6, 2018.
  3. Jie-Fu Huang, Hai-Bo Wang, Shu-Sen Zheng, Yong-Feng Liu, Bing-Yi Shi, Zhong-Yang Shen, Sheng-Shou Hu, Qi-Fa Ye, Wu-Jun Xue, Xiao-Shun He, Jing-Yu Chen, Feng Huo, Advances in China’s Organ transplantation Achieved with the Guidance of Law, Chin Med Journal (Engl), 2015 Jan ,20, 128(2): 143–146.
  4. Rafael Matesanz, Blanca Miranda, A Decade of continuous improvement in cadaveric organ donation: The Spanish model, 2002.
  5. Ahad J. Ghods, The History of Organ Donation and Transplantation in Iran, Iran University of Medical Sciences, Experimental and Clinical Transplantation (2014) Suppl 1: 38-41.
  6. Behzad Einollahi, Cadaveric Kidney Transplantation in Iran: Behind the Middle Eastren Contries, Iranian Journal of Kidney Diseases, Volume 2, Number 2, 2008.
  7. https://islamansiklopedisi.org.tr/organ-nakli
  8. https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/993/organ-bagisi-caiz-midir-
  9. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/257941
  10. T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Doku ve organ bilgi sistemi (TODS), https://organ.saglik.gov.tr./web/
  11. Tokalak- H. Karakayalı- M. Haberal, ‘Doku ve Organ Naklinin Sosyal Yönü: Doku ve organ Bağışı’ , Aktüel Tıp Dergisi , S.12, İstanbul, 2003, s.36
  12. ZAMBAK, Murat, Tıbbi, Sosyal ve Sağlık Çalışmaları Açısından Organ Nakli, İstanbul, 2014
  13. KILIÇOĞLU, Ahmet, ‘Organ Nakli ve Doku Alınmasının Hukuksal Yönleri’, Türkiye Barolar Birliği Dergisi ;S.2
  14. USLU, Recep, Organ Naklinin Sosyal ve Hukuki Niteliği, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dönem Projesi, Denizli, 2018.
  15. PARLAK, Şafak, Organ Bağışı ve Organ Naklinde Ortaya Çıkan Sorunlar, TBB Dergisi, Sayı 83, 2009.
  16. KANICI, Musa, Organ Ve Doku Nakli Amaçlı Organ Temininde Yaşanan Zorluklar, Yasal Sıkıntılar, Bu Kapsamda Ortaya Çıkan Suçlar, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009.
  17. ERTİN, Hakan, Organ Bağışı ve Transplantasyon Tıbbı: Etik Çerçeve ve Çözüm Tartışmaları, İş Ahlakı Dergisi, Sayı:7/2, 2014.
  18. ZAMBAK, Murat, Tıbbi, Sosyal ve Sağlık Çalışanları Açısından Organ Nakli, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Yönetimi Anabilim Dalı Hastane ve Sağlık Kurumları Yönetimi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2014.  
  19. TAŞKIN, Ahmet, Organ ve Doku Nakillerinde Hekimin Cezai Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1996.
  20. KOÇAK SÜREN, Özlem, Organ ve Doku Naklinin Yasal ve Etik Açıdan İncelenmesi, TBB Dergisi, Sayı:73, 2207.

 

Up Next: BOŞNAKLAR