YAHUDİLERİN BABİL SÜRGÜNÜ

TARİHİ GÖÇ HAREKETLERİ ÇALIŞMA GRUBU

· 26 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1 Ayşenur KARACA *

1 Busenur AKBAY

1 Büşra YENİNARCILAR

1 Dilan ONUR

1 Elif ERSÖZ

2 Emine Beyza KAYNAR

3 Ferhan KOCADAL

2 Şeyma Yüsra SOĞANDA

1 Ulviye Esra ERBAŞ

  1. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
  3. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi

* İletişim: krc.aysenur@hotmail.com

İçindekiler

BABİL’İN COĞRAFİ TANIMI

Babil, Fırat nehrinin doğusunda kurulmuş antik çağın en ünlü ve en eski kentlerinden birinin adıdır. Bunun yanında Babil, Fırat ve Dicle nehirleri arasında bulunan güneydoğu Mezopotamya topraklarını kaplayan ve ana hatlarıyla Bağdat’tan başlayarak İran körfezine kadar uzanan ve kabaca bugünkü Irak’a denk düşen eski bir uygarlığın da adıdır. M.Ö. 2. yy. tarihçileri Babil’i, aşağı Mezopotamya (iki nehir, Dicle ve Fırat, arasındaki bölge) olarak tanımlamışlardır.

YAHUDİLERİN SÜRGÜN TARİHİ

Yahudi tarihi ile ilgili tek tarihsel kayıt, Kutsal Kitap’tır. Kutsal Kitap dışındaki kaynaklarda İsrailoğullarının Mısır’a girişine kadar Yahudiler ile ilgili hemen hemen hiçbir kayda rastlanmamaktadır.  M.Ö. 600 ve 400 yılları arasındaki dönem, İsrail tarihi açısından değişim çağları olmuştur. Bu yüzyıllarda Yahudiler açısından çok önemli olaylar yaşanmıştır. Yahudi yaşamı ve düşüncesinde iz bırakan Asur ve Babil sürgünleri bu dönemde gerçekleşmiştir.

M.Ö. 700’lü yılları öncesi yaşanan olaylar, gelecek zor günlerin habercisi olmuştu. M.Ö. 925’te Hz. Süleyman’ın ölümünden sonra, Davut Krallığı M.Ö. 920 yılında ikiye bölünmüş; I. Yeroboam kuzeyde İsrail krallığını, Rehoboam da güneyde Yahuda krallığını kurmuştu. Yahudi toprakları, bölgede birçok imparatorluğun tehditi altında kalmıştır. Fakat asıl tehlike Asur ve Babil kralı tarafından oluşturulmuştur.

Yahudilerin tarihte ilk yasadıkları sürgün, Asur Sürgünü’dür. İsrail ülkesi Asurlular için stratejik bir öneme sahiptir. Asur İmparatorluğu’nun topraklarından başlayan ve Mısır’a giden ticaret yolu Filistin coğrafyasından geçmektedir. Bundan dolayı Asurlular buranın alınması için girişimler başlatmışlardır. İsrail Krallığı’nı topraklarına katan Asurlular buradaki halkı Asur’a sürgüne gönderdiler. Kuzey İsrail krallığında yaşayan on Yahudi kabilesi ve Babil İmparatorluğu döneminde Güney Yahuda krallığında bulunan iki Yahudi kabilesi sürgün edilmiştir. İsrail krallığından sürgüne gönderilen on Yahudi kabilesi, zaman içerisinde başka milletler içerisinde tamamen asimile olup kaybolurken Yahuda’dan gönderilen iki Yahudi kabilesi, Pers İmparatorluğu döneminde tekrar kendi topraklarına dönebilmiştir. Fakat Babil sürgününden dönenler azınlıkta olup çoğunluk yine diasporada kalmayı tercih etmiştir. Asur’a vergi verip işgalden kurtulan Yahuda Krallığı, İsrail’in sürgüne gönderilmesinden ders almayıp Rabb’ı dinlememeye devam ederler. Halkın yaptığı umumi hatalardır bazıları; putperestlik, ahlaksızlık, kan dökme, içki içmede aşırıya gitme ve Şabat’ı uygulamamadır. 

Ezra Kimdir?
Yahudilerin Babil esaretinden dönüşünde onlara önderlik, sonrasında da liderlik eden ve yaptığı reformlarla Yahudiliğin yeni bir formda ortaya çıkmasına zemin hazırlayan en önemli karakter, hiç şüphesiz kâhin ve yazıcı Ezra’dır. Yahudilik’te değişim ve dönüşümün merkezinde yer alan Ezra hakkında anlatılanlar, onu tarihsel bir kişilik olmaktan çok efsanevî bir karaktere dönüştürmüştür. Onun önderliğinde Babil’den çıkış, Musa liderliğinde Mısır’dan çıkışa benzetilmiş; dinî reformları da Musa’nın yaptıklarıyla karsılaştırılmış, adeta Yahudilik’te ikinci bir Musa yaratılmaya çalışılmıştır. Ezra, Yahudiliği kurumsal bir yapıya kavuşturmuş, Yahudi kutsal kitabı Tevrat’ı yazıya geçirmiş ve onu yorumlama geleneğini başlatmıştır. ‘Kutsal Soy’ fikrini ortaya atıp dış evlilikleri yasaklamış, bu şekilde soya dayalı bir Yahudi kimliği oluşturmaya çalışmıştır. Aynı zamanda onun döneminde, Yahudiler millet olarak yeniden toparlanmış, Yahudilik tam anlamıyla inkişaf etmiştir. Kâhinlik, Yahudi toplumunda söz sahibi olan en önemli kurum haline gelmiştir. İsrail topraklarının bütün zamanlar için gerçek sınırı, yine onun döneminde belirlenmiştir.
Yahudilerin Babil sürgünüyle başlayan ve sürgün dönüşü Ezra’nın reformlarının sonuna kadar geçen bir dönemi ele alınan bu süreç, yaklaşık yüz elli yıllık bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bu zaman dilimi, Yahudiliğe şekil veren bir dönüm olma özelliği taşımaktadır. Babil sürgünü Yahudiler için ne kadar ciddi bir kırılma ve hayal kırıklığı olmuşsa; Babil esaretinden dönüş de Yahudilerin yeniden toparlanma ve yapılanmaları için o kadar önemli ve verimli olmuştur. Ezra’nın Kudüs’te yaptığı çalışmalar, Yahudiliğe yeni bir çehre kazandırmış, erken dönem Yahudiliğinin oluşmasında ve dinî temellere dayalı bir toplum teşekkülünde çok önemli olmuştur.

Babil Kralı, Yahuda kralının Babil‘e karşı düşmanca bir siyaset izlemesi ve M.Ö. 608’de Megeddo savaşından sonra bölgeyi ele geçirmiş olan Mısır kralıyla anlaşması üzerine M.Ö. 605’te Yeruşalim’e saldırarak kenti kuşatır. Yahuda kralı Yehoyakim’i Babil’e sürgün eder. Yerine oğlu Yehoyakin, Yahuda Kralı olur. Yine Nebukadnezar Yeruşalim’i kuşatır. Yehoyakin ve ailesi Nebukadnezar’a teslim olmak zorunda kalır. Bununla birlikte halktan toplam on bin kişiyi de sürgün eder. Tahta Sidkiya geçer. Sidkiya Nebukadnezar’a bağlı kalacağına and içer ancak Mısır Kralı Hophra, Babil’e karşı baş kaldırma konusunda Sidkiya’nın aklını çeler. Mısır Kralı’nın kendine verdiği çok sayıda asker ve ata güvenerek Babil Kralına karşı isyan eder. Bunun üzerine Nebukadnezar M.Ö. 597 yılında Yeruşalim önlerine gelir. Peygamber Yeremya Rabb’dan aldığı emirle Sidkiya’ya teslim olmasını söyler. Yeremya savaşılsa bile başarılı olunamayacağını, kentte kalanların kıtlıktan veya salgından öleceğini söyler. Nitekim öyle de olur. Güçsüz kalan kenti, Nebukadnezar alır ve halkı ise Babil’e sürgüne gönderir. Önce Yehoyakim, ardından Yehoyakin ve son olarak da Sidkiya’nın isyanı, kral Nebukadnezar’ın bir daha isyan edemeyecek şekilde Yahuda’nın yerle bir edilmesini emretmesiyle son bulmuştur. Kudüs’ü ele geçirdikten sonra mabedi ve şehir duvarlarını yıktırmıştır. Kralın oğullarını gözü önünde öldürtmüş, kralın gözlerini de kör ettirdikten sonra zincire vurarak Babil’e sürgün etmiştir. Askeri, sivil ve dini liderleri Ribla’da idam ettirmiştir. Sürgüne gönderilen halk her şeyini geride bırakarak göç etmek zorunda bırakılmış, geride kalanlarsa yeni efendilerinin hizmetinde yaşamaya devam etmiştir. Şehri tamamen tahrip eden ordu, yıkılan mâbedin kapı ve duvarlarından söktüğü altın kabartmalarla birlikte kıymetli eşyaları, şehirden topladığı ganimetleri Bâbil’e götürmüştür. M.Ö. 587’de Ahd-i Atik sandukası da kayıplara karışmış ve nerelere gittiği asla bilinememiştir. Babillilerin Yaduda’da yaptıkları yıkım, katliam ve sürgünlerin bu kadar şiddetli olmasının sebebi, Yahuda krallarının yapılan anlaşmalara sadık kalmaması ve Babil’e karşı defalarca isyan etmesi olarak görülmektedir. Fakat Yahuda halkı yaptıkları hatalar sebebiyle Tanrı’nın kendilerini sürgüne gönderdiğine inanmış, Musa Peygamber ve İsrailoğullarının kırk yıllık çöl hayatı ile ilişkilendirilerek Babil sürgünüyle ilgili kehanetler yapılmış, sürgün dönemi Tanrı’nın İsrailoğullarının terbiye ettiği bir süreç olarak görülmüştür. Bu durum inanç haline gelmiş ve sürgün tarihsel bir olaydan çıkarak teolojik tartışmaların merkezine düşmüştür.

Kudüs’ün Babillilerce işgaliyle birlikte Yahudiler bağımsızlıklarının son kalesini de kaybetmişlerdir. Tanrısal koruma altında olduğuna inandıkları ve bu yüzden yıkılamaz kabul ettikleri Kudüs şehri ve Süleyman tarafından inşa edilen, İsrail ulusunun tek tanrı inancının ve bağımsızlığının sembolü olan Süleyman Mabedi olarak bilinen Beyt Ha-Mikdaş yıkılmış, kraliyet ailesi dâhil Yahudalıların çoğu Babil’e sürgüne gönderilmişlerdir. Yahuda’ya, Filistiler, Edomlular ve Arap kabileleri yerleştirilmiş ve Yahuda bir Babil şehri olmuştur.

Sürgüne gönderilen halk, her şeylerini geride bırakarak göç etmek zorunda bırakılmış, geride kalanlarsa yeni efendilerinin hizmetinde çalışmaya devam etmişlerdir. Gerek sürgüne gönderilenler ve gerekse Yahuda’da bırakılanlar, başlarına gelen bu felaketin bir muhasebesini yapma ihtiyacı hissetmislerdir.

Yahudi toplumu, millî kimliğini ve varlığını korumayı yarım asırlık sürgün döneminde Babil’de öğrenmiştir (M.Ö. 586-538). Bir fikir sistemi, bir ideoloji ve yaşam şekli olarak Yahudilik, Babil’de doğmuştur. Süleyman Mabedi’nin M.Ö. 586’da Nabukadnezar tarafından yıkılmasıyla başlayan sürgün, M.Ö. 538’de Babil’in Persler tarafından fethedilmesi ile resmen sona ermiştir. Pers Kralı Büyük Kiros Yahudi’lerin Filistin’e dönmelerine izin vermiştir. Bir kısım Yahudi sürgün bitmesine rağmen Babil’de kalmayı tercih etmiştir ve ilk Yahudi diasporasını oluşturmuşlardır.

Yahudiler için Süleyman Mabedi’nin yıkılması, 1948’de İsrail devletinin kurulmasına kadar süren sürgün (Galut) döneminin de başlangıcı oldu. Bu tarihten sonra zaman zaman İsrailliler bağımsızlıklarını kazanmışlar ancak örgütlü devlet düzenini gerçekleştirememişlerdir. Bu yüzden, 1948 yılına kadar, atalarına vadedilen topraklara dönmenin ve devletlerini yeniden kurmanın hayaliyle yaşamışlardır.

Nabukadnezzar Kimdir?
Nebukadnezar, erken dönem rabbanî yazınlarda ve geç dönem Tanah metinlerinde zalim, acımasız ve bazende deli olarak nitelendirilir. Ona atfedilen bu olumsuz imaj oldukça karmaşık bir yapı gösterir. Tanah’ın değişik yerlerinde, çoğunlukla onun hainliğine vurgu yaparken bazen ondan olumlu şekilde de bahsedilir. Yahudi toplumu üzerinde İsrail tarihi boyunca Nebukadnezzar’ın yaptığı etkiye sahip hemen hemen başka hiçbir kimse yok gibidir. Onu Yahudi tarihi açısından önemli kılan; Yahuda’nın ele geçirilmesi, Süleyman mabedinin yıkılması ve Yahudilerin Babil’e sürgüne gönderilmesiyle sonuçlanan bir dizi askerî seferin onun zamanında ve onun emriyle gerçeklesmis olmasıdır. Yahudiler onu, Tanrı’nın evinin yıkıcısı ve meşhur Babil Sürgünü’nün mimarı olarak hatırlarlar. Nebukadnezzar’ın Yahudi belleğindeki etkisi, yüzyıllar boyunca devam etmiş ve hikâyesi Tanah’ın çeşitli kitaplarında yerini almıştır.
Nebukadnezar, erken dönem rabbanî yazınlarda ve geç dönem Tanah metinlerinde zalim, acımasız ve bazende deli olarak nitelendirilir. Ona atfedilen bu olumsuz imaj oldukça karmaşık bir yapı gösterir. Tanah’ın değişik yerlerinde, çoğunlukla onun hainliğine vurgu yaparken bazen ondan olumlu şekilde de bahsedilir. Yahudi toplumu üzerinde İsrail tarihi boyunca Nebukadnezzar’ın yaptığı etkiye sahip hemen hemen başka hiçbir kimse yok gibidir. Onu Yahudi tarihi açısından önemli kılan; Yahuda’nın ele geçirilmesi, Süleyman mabedinin yıkılması ve Yahudilerin Babil’e sürgüne gönderilmesiyle sonuçlanan bir dizi askerî seferin onun zamanında ve onun emriyle gerçeklesmis olmasıdır. Yahudiler onu, Tanrı’nın evinin yıkıcısı ve meşhur Babil Sürgünü’nün mimarı olarak hatırlarlar. Nebukadnezzar’ın Yahudi belleğindeki etkisi, yüzyıllar boyunca devam etmiş ve hikâyesi Tanah’ın çeşitli kitaplarında yerini almıştır.

GÖÇMENLERİN ETNİK YAPISI VE YAHUDİLERİN KÜLTÜRÜ

Yehûd’un İbrânîce karşılığı olan yehudi kelimesi Yehuda’ya dayanmaktadır. Yehuda, Ahd-i Atîk’te başta Hz. Ya‘kūb’un on iki oğlundan (İsrâiloğulları) dördüncüsü olan Ezra ve takiben Ya‘kūb oğlu Yehuda’nın soyunu ifade edecek şekilde, en geniş kabile olan Yehuda kabilesi mensuplarının yerleştiği Filistin’in güneyindeki bölgenin ismi olarak kullanılmıştır. Daha sonra da kelime Yehuda’nın soyundan gelen Dâvûd tarafından kurulan Kudüs merkezli krallığın, Bâbil sürgünü sonrasında ise ilgili bölgenin ismi olarak kullanılmıştır. Kelime Ahd-i Atîk boyunca şahıs ve kabile ismi şeklinde iken özellikle sürgün sonrası dönemde ilgili bölge ve dinî-siyasî kimlikle bağlantılı olarak bir kabileyi ifade etmek için kullanılmıştır.

Yahudilerin etnik ve kültürel özelliklerinden bahsetmek için öncelikle tarihlerini incelemek gerekecektir. Yahudiler kendi tarihlerini Hz.İbrahim’le başlatırlar. O, Kalde’nin Ur kentinde doğmuş ve oradan ailesiyle birlikte Haran’a gelmiş; sonra ilâhî emir gereği Kenan diyarına (Filistin) göç etmiştir. Tevrat, İbrahim’e ‘İbrânî’ demektedir. Kökenleri noktasındaki tartışma bir yana İbrânî, İsrail ve Yahudi deyişleri aynı toplumu ifade etmek üzere eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Hz.İbrahim, ‘İbrahimî dinler’in dayandığı ve bu dinlerin mensuplarınca büyük değer atfedilen merkezî bir şahsiyettir. Hem İsmailoğulları, hem de İsrailoğullarının büyük atasıdır. Tevrat’a göre Allah, onunla ve onun şahsında zürriyetiyle bir sözleşme yapmış; bunu ‘sünnet’ ile sembolize etmiştir.

Yahudi mitoloji incelenmesinde göç kavramına ilk insan olan Adem peygamberin ve yaratılan ikinci insan Havva’nın yılana uyarak, yasak meyveyi yemesi sonucu cennetten kovulmasıyla tanıştığı ve yabancı bir durum olmadığı görülmektedir. Tanrı tarafından vaat edildiğine inandıkları bu topraklardan farklı dönemlerde gerçekleşen Asur, Babil ve Roma sürgünü olmak üzere üç büyük sürgünle ayrılmak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla sürgünlerin Yahudi tarihinde önemi büyük olmuştur. Bunlar içerisinde Babil sürgünü; bir fikir sistemi, bir ideoloji ve bir yaşam şekli olarak Yahudilik’te büyük öneme sahiptir.

BABİL SÜRGÜNÜ ÖNCESİ YAHUDİLERİN ETNİK YAPISI

Babil sürgünü Yahudi kimliğinin oluşmasında önemli ve etkin rol üstlendiği için, Babil sürgünü öncesi Yahudilerin etnik yapısını anlatan kaynaklar sınırlıdır. Dolayısıyla göçmenlerin etnik yapısı ve daha çok İsrailoğullarının niteliklerine Kur’an-ı Kerim’den ulaşabiliriz. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ku’an-ı Kerim Meali’ndeki İsrailoğulları başlığı altındaki indekste; ‘Allah’ı görmek istemeleri, Allah’ın İsrailoğullarına lütfu, Allah’ın İsrailoğullarından istedikleri, buzağıyı ilah edinmeleri, Cebrail’e düşmanlıkları, Cumartesi Yasağı’na uymamaları, hayata aşırı düşkünlükleri, helal şeyleri kendilerine haram kılmaları, İsrailoğulları ve Firavun, İsrailoğuları’nın nitelikleri, isyan etmeleri ve cezalandırılmaları, Mukaddes Topraklar’a girmeleri, Musa(a.s)’a eziyetleri, Hz. Peygamberi yalanlamaları, peygamberleri öldürmeleri, sığır kesme olayı, Tevrat’ı ihmal etmeleri, Tevrat’ı tahrif etmeleri, Tevrat’ın bazı hükümlerini gizlemeleri, Tih’te dolaşmaları’ konuları bulunmaktadır. Konu başlıklarından da anlaşılacağı üzere İsrailoğulları’nın etnik yapılarından çok onların tarih içerisindeki duruşları, olayları ve niteliklerini görülmektedir. (INFO’da özetlenmiştir)

Konuyla İlgili Ayetler:
İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve sınırı aşıyorlardı. (5/78)
Andolsun Mûsâ size apaçık mûcizeler getirmişti. Sonra onun ardından haksızlıkla (altın) buzağıyı put edindiniz. (2/92)
Ne zaman onlar bir söz verdilerse yine kendilerinden bir grup onu bozup bir kenara atmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmezler. Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı (Tevrat) tasdik edici bir elçi gelince Ehl-i kitabın bir kısmı, Allah’ın kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi arkalarına atıp terkettiler.(2/100-101)
Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adalet isteyen insanları öldürenler var ya, onlara can yakan bir azabı müjdele! (3/21)
Kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanlara baksana, aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına çağrılıyorlarda, içlerinden bir grup yüz çevirip gerisin geri gidiyor. (3/23)
Onların bu tutumu “Sayılı günler dışında bize ateş asla dokunmayacak” demelerinden ötürüdür. Uydurageldikleri yalanlar dinleri hakkında kendilerini yanıltmaktadır. (3/24)
Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden saptırıyorlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “işittik ve karşı geldik; dinle, dinlemez olası, râinâ” diyorlar. Eğer onlar “Dinledik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat inkârları sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar. (4/46)
İsrâiloğulları’nı denizden geçirdik; derken kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavimle karşılaştılar. Bunun üzerine, “Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi, sen de bizim için bir tanrı yap” dediler. Mûsâ dedi ki: “Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz! ” (7/138)

Yahudi millî karakterini besleyen Yahudi zihniyetidir. Bu zihniyetin,en önemli kaynağı Yahudi kültür ve edebiyatıdır. Bu kaynakların başında Yahudi Kutsal Kitabı (Eski Ahit) gelir. Buradan anlaşıldığı üzere, insanlar inançları dahilinde yaşamışlardır. Kadınların yeri, dönemindeki toplumlara nazaran daha önemli olmakla beraber kadınlar evlerindedir ve sınırlı bir çevre ile ilişkileri söz konusudur. Çalışan kadınlara da rastlanmakta ancak bu meslekler ebelik gibi kadınlara yönelik mesleklerdir. Erkekler tarım ve ticaretle uğraşmışlardır. Erkeklerin kadınlara yönelik çeşitli görevlerinin de bulunduğu ve bu görevlerin kadının sosyal yaşantısını daha kaliteli hale getimek adına yapılan düzenlemeler olduğu görülmektedir. Ayrıca bazı kutsal kitaplara, kadın isimleri (Rut) verilmesi ve kutsal kitapta kadınların kahramanlıklarına bahis açılması kadın cemaatine önem verildiğini göstermektedir.

Yahudilerde Tanrı inancı insan biçimi şekilde ortaya çıkmıştır. İnsani özellikler atfetmişler ve sadece Yahudilerin Tanrısı olan bir Rab’tan bahsederler. Kendilerini özel hissetmelerinin nedeni budur. Kendi milletlerini, yeryüzüne hükmedecek, milletlerin hepsine varis olacak, seçilmiş ve mukaddes millet olarak görmektedirler. Yahudiler, bu seçkinlik ve üstünlük tasavvuruna rağmen, aşağı yaratıklar olarak gördükleri diğer insanların egemenliği ve baskısı altında yaşamalarının doğurduğu çelişkiyi pek çözememişlerdir. Onlara göre leş yemek yasaktır, ama yabancılara satılabilir. Köle ve cariyeler yabancılardan olmalıdır; kendi aralarında bu uygulama yasaklanmıştır. Yabancılardan kız alıp-verme yasağı vardır. İsrail soyunun diğer milletleri mülk edineceği belirtilmiştir.

Yahudiler gözünde Süleyman Mabedi’nin Babil sürgünü ve sonrasından başlayarak günümüze kadarki süreçte önemi çok büyüktür. Mabed Süleyman peygamber tarafından yapılmış ve dönemindeki diğer mimari eserlere benzerlik göstermiş olsa dahi ihtişamı ile muazzam bir yapı olduğu dini kaynaklarında belirtilmektedir. Yaşamın merkesinde dinin var olması, mabedin kutsal ahid sandığını koruduğu düşüncesi, Yeremya kitabında belirtildiği şekilde “Tanrı’nın Evi” ifadesinin kullanılması ve kurban ibadetlerinin sadece mabedin sunaklarında gerçekleştirilmiş olması halkın mabede verdiği önemi göstermektedir. Eğitime önem vermekteydiler ve hatta erkeklerin öğrenim görmesi farz ibadet sayılmaktaydı. Bu ibadetin ise mabedde gerçekleştirilmesi, burayı bir nevi akademiye çevirmiş ve halkın yaşantısında mabed ayrılmaz bir unsur olmuştur. Ayrıca Kudüs’ün savunma ihtiyaçlarının da mabedden finanse edildiği görülmektedir.

BABİL SÜRGÜNÜ SONRASI YAHUDİLERİN ETNİK YAPISI

Siyasi ve tarihsel alanda bir dönüm noktası olan sürgün döneminde Yahudi hayatını iki düşünce derinden etkiler: Birincisi, yeniden Kudüs’e ve Kudüs Tapınağına kavuşma özlemi. İkincisi de yabancı bir milletin içinde ‘Yahudi kalabilme’ endişesidir. Sürgün döneminde Yahudilerin, sadece kendileriyle ilgilenmeleri ve egemen topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri konuları ağırlık kazanır. Bununla birlikte şüphesiz Diaspora’nın Yahudi dini kültürel ve sosyal hayatına büyük etkisi olur.

A) Dini Hayat

Sürgün sonucunda Yahudilerin bir kısmında kendi tanrıları olan Yahve’ye olan inancın zayıflaması, sürgünün Babil tanrısı Merduk’un zaferi şeklinde yorumlanarak Babil tanrılarına yönelme gibi durumlar görülse de; çoğunluk sürgün sebebinin kendi yozlaşmalarına mukabil gerçekleştiğini düşünenlerden oluşmaktaydı. Sürgün, sürgün edilenlerin kimlik ve dini yapılarını kaybetme endişesi taşımalarına neden olmuştur.  Bu nedenle sürgün sonrasında kitlesel harekete ve ortak bir tavır sergilemeye önem verilmiştir. Babil sürgünü sırasında İsrailoğullarının dağılmayıp bir arada iskân etmeleri, din konularında özgürlüğün tanınması ve din adamlarının etkin olması  asimilasyonu engellemiştir. Sürgünün 70 yıldan fazla sürmemesi de kimliğin korunmasında etkili olmuştur. Sürgünden dönerek tekrar Yeruşalim ve mabede kavuşma anını beklemek gibi ortak bir düşünce oluşmuştur. Kral Davut’un soyundan gelecek olan ve İsrailoğullarını eski ihtişamlı günlerine kavuşturacağına inanılan Mesih beklentisi bu dönemde şekillenmiştir.

Babil sürgünü ve Ahit sandığı ile kaybolan dini metinler Ezra tarafından yeniden yazılmış, Tora bugünkü Yahudilerin yazı kaynaklarından biri olan Tanah literatüründe yerini almıştır. Yahudiler Babil sürgünüyle birlikte dini hayatlarına verdikleri önemi artırmakla birlikte bazı işlerini ritüelleştirmişlerdir. Mabedin yıkılmasıyla ‘Tanrı her yerdedir’ anlayışı oluşmuş, sinogogların temelleri atılmıştır. Mabedin yıkılmasıyla kurban ibadeti önemini kaybetmiş, kurban ibadetinin yerini mabede dönülerek yapılan dua ibadeti almıştır. M.Ö. 515’te hakimiyetin Babilden Perslere geçmesiyle, mabed tekrar inşa edilmiş, kurban ibadeti başlamış, dua ibadeti ise günlük ibadetlere yansımıştır. Sünnet ve şabat ibadetleri, oruç ibadeti, Yahudi bayramları sürgünden sonra belli bir ritüel kazanmıştır. Ahiret inancı ve mesih anlayışı güçlenmiş, kutsal kitap çalışmalarına ve din adamlarına önem verilmiştir. Böylece kutsal metinler, vaat edilen topraklar ve mabed çerçevesinde kimliklerini korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı amaç edinmişlerdir.

Yahudiler’e ait bazı inanç ve uygulamalarda Babil etkisini görmek mümkündür. Bugün bu halkın dini için yaygın olarak kullanılan Yahudilik ismi, sürgün sonrası Babil’de şekillenen İsrail dinini ifade eder. Yine Mabed merkezli bir din anlayışından; inanç, kutsal metin ve Tanrı’nın İsrailoğulları’na olan vaadinin kendisiyle gerçekleşeceği Mesih inancının merkezde olduğu bir din anlayışına geçilir.

Babil’e sürgün ile birlikte Tanrı Yahve’ye bağlılık konusunda halk arasında farklı anlayışlar ortaya çıkar. Halk’tan bir kısmı Tanrı’nın tam olarak kendilerini terk ettiğine, Tapınağın yıkılması ile birlikte artık Yahve’nin hoşuna gidecek bir ibadet sunmanın anlamlı olmadığına inanırlar. Babil’e sürülen halkın bir kısmı ise Mabed’in tahrip edilmesini ve halkın sürgüne gönderilmesini Babil Tanrısı Marduk’un, İsrail Tanrı’sı Yahve’ye karşı zaferi olarak algılar. Bunun sonucu olarak Yahve’den uzaklaşarak Babil Tanrılarına yönelirler ve tahtadan ve taştan ilahlara tapmaya başlarlar. Hatta bazıları Yahve’nin varlığından bile şüphe eder hale gelir. Yahudiler’in bir kısmı ise putlara tapınmaya devam etmekle birlikte zor durumlarda Tanrı Yahve’ye danışmayı denerler. Rabb, putlarından vazgeçmedikleri sürece onları halkı olarak görmeyeceğini bildirir. Bu nedenler bir kısım Yahudi, ne Yahve’ye ne de Babil tanrılarına tapınır. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi eski Kenan tanrılarına tapınmaya başlar. Bunların yanı sıra Rabb’i hatırlayan, yaptıkları iğrençlikler sebebiyle kendilerinden tiksinen ve sürgünün ilahi bir ceza olduğunu düşünenler de vardır.

Sürgün, Yahudileri Kudüs Mabedi çevresindeki dinsel icraat ve kurban geleneğinden ayırır. Halbuki kurban; Yahudilik’te temel dini ibadetlerden birisidir. I. Mabed döneminde çok önemli bir yer tutan kurban ibadetine M.Ö. 586’da Mabed’in tahrip edilmesi ve halkın Babil’e sürgün edilmesi üzerine bir süre ara verilir. Çünkü Kurban ibadeti sinagoglarda uygulanamayan sadece Süleyman Mabedi’nde icra edilebilen bir ritüeldir. Babil Diasporası’nda kurban ibadetinin yerini, Mabed’i hatırlamak için Kudüs’e doğru dönülerek yapılan dua ibadeti alır.

Diasporada Yahudiler, çok uluslu bir yapı içinde milli ve dini kimliklerini korumaya çok özen gösterirler. Yahudi kimliğini korumada Sünnet ve Şabat çok önemli iki uygulama vardır. Sürgünden sonra oruç, düzenli ve belirli aralıklarla tekrarlanan bir ibadet halini alır. Bazı araştırmacılara göre Babil esaretinde doğan inançların biri de kıyametle ilgilidir. Musa’nın getirdiği şeriatte kıyametle ilgili hususların olduğunu, tarih içinde Yahudiler’in bunları yok ettiğini ileri süren araştırmacıların aksine bir kısım bilginler de Yahudiler’in kıyametle ilgili düşüncelerini, Babil esareti döneminde İranlılar’dan aldıklarını söylemektedir.

B) Sosyal Hayat

Asur sürgünü sonrasında kuzeydeki İsrail topraklarını terk etmek zorunda kalan Yahudi kabilelerinin, diğer milletlerle yapmış oldukları evlilikler ve başka ulusların dinlerine yönelmesi sonucunda genel olarak varlıklarını koruyamadıkları anlaşılmaktadır. Buna rağmen Babil sürgününde İsrailoğullarının ortak bir bilinç ve tavır göstermeleri üzerinde durulmuştur ve gerçek anlamda Yahudi olanların, sürgünle birlikte Babil topraklarına gidenler olduğu ifade edilmiştir. Yeruşalim’de kalanlar veya Babil dışında başka ülkelere gidenler dışlanmış ve “Yahudi dışı” olarak görülmüştür. Yeruşalim’in işgal edilmesi, Tapınağın yıkılması ve sürgünle vaat edilmiş topraklardan kopuş, eskatolojik görüşler etrafında şekillenen Mesih beklentisine yönelik inanışları ortaya çıkarmıştır. Babil sürgünü ve sürgünden dönüş sırasında gerçekleştirilen dini ve toplumsal reformlar, günümüz Yahudi anlayışının ve kurumsal bir din yapısının oluşmasını sağlamıştır. Özellikle yabancı kadınlarla evliliğin yasaklanması ve Yahudiliğin İsrailoğulları merkezli ele alınması, dinin milli bir görünüm kazanmasına neden olmuştur.

Babil döneminde Yahudiler ulusal kimliklerini koruyabilmek adına yaşadıkları toplumun nimetlerinin çekiciliğine rağmen yeni açılmış tarım arazilerine yerleşmiş ve kendi yasalarına göre yaşamışlar. O dönemde Babil toplumu; ayrıcalıklı soylular, ayrıcalıklı olmayan yarı özgür halk ve köleler olmak üzere toplam üç sosyoekonomik sınıftan oluşmaktaydı. Yahudiler bu üç ana sınıftan orta sınıfa tabi tutulmuşlar ve hatta üst düzey mevkilere gelebilmişlerdir.

Babil’e sürgüne gönderilen Yahudiler mevcut yerleşim yerlerine değil, daha çok yeni açılmış tarım bölgelerine, özellikle ülkenin güney bölgelerindeki topraklara yerleştirilirler. Onlara ücretsiz olarak verilen bu topraklar daha önce yıkılmış ve yeniden imar edilmesi gereken; Tel-Abib, Tel-Melah ve Tel-Harşa gibi tarım bölgeleridir. Yahudiler yerleştikleri bölgelerde halkın arasına dağılmış fakat onlardan ayrı olarak bir yaşam sürerler. Yerleştikleri yerlerde kendi yasalarına göre yaşarlar. Aynı şekilde Babil’de Yahudiler’den başka yabancı milletler de bulunmasına rağmen, Yahudiler daha imtiyazlı bir konuma sahip olurlar.

Yahudiler sürgüne gönderildiğinde Babil toplumu; ayrıcaklı soylular, ayrıcalıklı olmayan yarı özgür halk ve köleler olmak üzere toplam üç sınıftan oluşur. Yahudiler bu üç ana sınıftan oluşan Babil toplumu içerisinde orta sınıfa mensupturlar ve onlar bu sınıf içerisinde eşitlik içinde yaşarlar Yahudiler Babil Diasporası’nda sosyoekonomik alanda önemli başarılar elde ederler. Filistin’de elde edemedikleri bazı avantajlar kazanırlar. Bazıları ticarete atılıp zengin olur ve Yahuda’da kalanlara yardım edecek kadar iyi duruma ulaşır. Kişisel kazançları ve zenginlikleri sayesinde Babil’de, kraliyet sarayında ve Susa’da daha fazla şöhret kazanırlar.

C) Kültürel Hayat

Babil’e gelen Yahudiler’in tamamı kültürünü koruyamamıştır. Bir kısmı çevrelerinden etkilenmiş, yerel inançları benimseyerek Babil’in kültür potası içinde eriyip kaybolmuştur. Buna karşılık ulusun bir bölümü kendi inanç ve adetlerini devam ettirmişlerdir. Ancak bunlar da zaman içerisinde Babil kültüründen etkilenmiştir. Bu etkileşimin en bariz örneği: Aramca’nın İbranice’nin yerini alması, kişilere Babil isimlerinin verilmesi ve Babil ay isimlerinin kullanılmaya başlanmasıdır.

Babil’e gelen Yahudiler’in tümü kültürünü koruyamaz. Aralarından bir kısmı çevrelerine karışır, yerel inançları benimseyerek Babil’in kültür potası içinde eriyip kaybolur. Buna karşılık ulusun bir bölümü kendi inanç ve adetlerini devam ettirmekle birlikte zaman içerisinde Babil kültüründen de etkilenir.

Sürgün dönüşü yaşanan değişimlerden birisi de liderliğin krallardan kahinlerin eline geçmesidir. Toplum nazarında kahinlerin üstün bir konuma çıkmasında mabedin inşası çok etkili olmuştur.

YAHUDA HALKINA GELEN UYARILAR

Mısır’dan çıkıp Kudüs’te sonlanan yolculukları ve sonrasındaki hayatlarında, Tanrı Yahudi kavmine çok sayıda peygamber göndererek onları kendisinden başka ilahlara tapınmamaları ve emirleri doğrultusunda yaşamaları gerektiği konusunda uyarmıştır. Babil sürgünüyle sonuçlanacak olan süreç içerisinde de Yahuda halkına 7 Peygamber (Tahminlere göre sırasıyla Peygamber Yoel, Peygamber İşaya, Peygamber Mika, Peygamber Tsefanya, Peygamber Yeremya, Peygamber Habakkuk, Peygamber Hezekiel) gelmişlerdir. Yahuda, Krallığı’nın Tanrı’nın yolundan sapmışlığı yüzünden cezalandırılacağı, mabedlerinin bulunduğu şehirden çıkarılıp sürgüne gönderileceklerini işitmişlerdir. Bu peygamberler arasından Peygamber Hezekiel Yeruşalim M.Ö. 597 yılında yapılan akında Babil’e götürülen 18.000 tutsak arasında halkına bildirdiği sürgünü yaşamaya başlamıştır. Halklarına başlarına gelecek bu sürgün sonucunda yurtlarına geri dönecekleri müjdesini de bildiren 7 peygambere rağmen, sürülen halkın bir kısmı Babil krallığının zaferini Babil tanrılarının daha güçlü olduğu düşüncesine bağlayıp kendi inançlarından tamamen sapmışlardır.

SÜRGÜN: YAHUDA KRALLIĞI TARAFINDAN YORUMLANIŞI

Peygamberlerden aynı uyarıları dinleyen Yahuda halkı, en sonunda sürgünün sebebinin kendi sapmışlıkları olduğuna inanarak inançlarına bağlı bir hayat sürmeye başladı. Kendilerine anlatılan yurda geri dönme müjdesinin gerçekleşeceği güne kadar dinlerini korumaya, kaybettikleri kitapları yeniden toplamaya başladılar.

Toplumlarındaki bozulmayı yöneticilerindeki ahlaki hatalar, yöneticilerde ve halk arasında yaygınlaşmış adaletsizlik, yalan, haksız yere adam öldürme, haksız kazanç elde etme, zina gibi davranışlarıyla ilişkilendirebiliriz. Putperest uygulamalar, yalancı peygamberlerin ortaya çıkması, halkın büyük güven duyduğu kahinlerin Tanrı’nın yasalarını kendilerine göre çarpıtmaları, Yahuda halkının sürgünü kendilerine verilen bir ceza olarak düşünmelerine sebep olmuştur. Sonuçta Tanrı’nın yolundan çıktıklarını ve sürgünün sebebinin bu bozulmalar olduğunu kabul etmişlerdir.

SÜRGÜN: YENİ BABİL İMPARATORLUĞU İÇİN ANLAMI

Mezopotamyanın güneyinde Nabopolassar’la kurulmuş olan küçük devlet, Nabopolassar’ın oğlu ikinci kral Nebukadnezzar ile sınırlarını genişleterek Yeni Babil İmparatorluğu (M.Ö. 626-539) adını almıştır. Tahttaki ilk yıllarında isyanları bastırarak Filistin ve Suriye’de hakimiyetini sağlamlaştıran Nebukadnezzar’ın M.Ö. 601 yılında Mısır seferlerinin başarısızlıkla sonuçlanması Yahuda da dahil olmak üzere çevre krallıklara isyan etme cesaretini vermiştir. İlerleyen dönemlerde Elamlılara karşı savaşırken Akad’da çıkan ayaklanma ile Suriye ve Filistin kralları tekrar isyan etmiş, bunun sonucunda Nebukadnezzar Kudüs’ü tamamen ele geçirmiştir. Defalarca tekrarlanan ayaklanmalar M.Ö. 597 yılına gelindiğinde Nebukadnezzar tehlikeli 18.000 kişiyi sürdü. M.Ö. 587 yılında ise Nebukadnezzar Kudüs’e girip mabedi yıktı, ayaklandırmayı bastırdı ve II. Krallar kitabında aktarılan bilgiye göre Yahuda halkının geri kalanını sürdü. Kudüs’ü tamamen boşaltan Nebukadnezzar güneybatıdan gelecek saldırılara karşı Filistin’i tampon bölge olarak kullanmayı amaçlayarak halkı Babil’de nüfus olmayan bölgelere yerleştirmiştir.

GÖÇÜN BUGÜNE YANSIMALARI

M.Ö. 6. yy. Yahudilik açısından çok önemli hadiselerin yaşandığı bir dönemdir zira bahsini ettiğimiz  Yahudilerin dini tarihinde önemli izler bırakan Babil Sürgünü bu dönemde meydana gelmiştir (M.Ö. 586). Babil Sürgünü Yahudiler’in; Mezopotamya kültürü başta olmak üzere çevre medeniyetlerden etkilenmeleri, kıyamet tasavvuru ve Mesih düşüncesini geliştirmeleri, dini ve milli kimliklerini korumaya çalışmaları açısından çok büyük önem taşımaktadır. Araştırmacıların pek çoğu Yahudiliğin bugünkü yapısını Babil Sürgünü’nde kazandığını iddia etmektedir.

Yahudi tarihinde yetmiş yıla yakın bir zaman dilimini kapsayan Babil sürgünü Yahudiler için büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Sürgün döneminde Yahudilerde dini inançlar, nebilerin mesajları, mabet anlayışı, kurban anlayışı, sünnet olmadaki kimlik arayışı, Şabat gününe verilen anlam, oruç, bayramlar, ahiret inancı, Mesih inancı, din adamlarının durumu konularında ciddi değişimler ortaya çıkmıştır. Yine sürgünde, sosyal hayat, Yahudiler’in kullandıkları isimler, takvim konularında da dikkate değer gelişmeler olmuştur.

Yahudi tarihinin en önemli devrelerinden birini teşkil eden Babil Diasporasında İsrailliler, kendilerini dış kültürel etkilerden korumayı ve kendine özgünlüğü, ulus olarak kimliğini ve varlığını muhafaza etmeyi Babil’de öğrenmişlerdir. İsrail’in dağılmasıyla birlikte Yahudilik milli şeriati değişmez şartlara uygun düşen bir ferdiyetçi kanun haline dönüşür ve evrensel din istikametinde ibadet için belli günlerde toplanan bir müminler cemaatini meydana getirmiştir. Şekli olarak Yahudilik, Babil’de doğmuş; siyasi ve tarihsel anlamda bir dönüm noktası olan Mabed’in yıkılması ve sürgün hayatının başlaması İsrailoğulları’nın din anlayışında temel birtakım değişikliklere yol açmıştır. Babil’de Yahudiler hayatlarının her alanında olduğu gibi dini konularda da Babil inanışlarıyla etkileşim içinde olmuşlardır. Bugün Yahudiler’e ait bazı inanç ve uygulamalarda Babil etkisini görmek mümkündür. Bugün bu halkın dini için yaygın olarak kullanılan Yahudilik ismi, sürgün sonrası Babil’de şekillenen İsrail dinini ifade eder. Yine Mabed merkezli bir din anlayışından; inanç, kutsal metin ve Tanrı’nın İsrailoğulları’na olan vaadinin kendisiyle gerçekleşeceği Mesih inancının merkezde olduğu bir din anlayışına geçilmiştir.

Babil’e sürgün edilen Yahudi halkı, kendilerini dünyanın en parlak medeniyetlerinden birinin ortasında bulmuştur. Babilin çok uluslu yapısı içerisinde Yahudiler, ulusal kimliklerini koruyabilmek için büyük bir uygarlığın sayısız nimetlerinin çekiciliğine karşı koymak durumunda kalmışlardır. Çevrenin çekiciliğine kapılma eğilimi ile kimliğini koruma eğilimi arasında büyük bir ikilem yaşarlar. Aralarından bir kısmı çevre kültürlere karışıp yerel inançları benimseyerek Babil’in kültür potası içinde eriyip kaybolmuş; buna karşılık ulusun bir bölümü kendisini dış etkilerden koruyarak inaçlarının çekirdeği oluşturacaklardır..Yahudi ulusunun büyük bir çoğunluğunun sürgünde kimliklerini korumasında birbirine bağlı gruplar halinde yaşamaları etkili olmuştur. Sürgünde Yahudi kimliğinin korunup devam ettirilmesinde Nebilerin büyük rolü vardır. Peygamber Hezekiel’in evinde başlayan toplantılar sonraki zamanlarda diasporadaki Yahudi yaşamının temelini oluşturan sinagogun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Sürgünde sinagog etrafında teşkilatlanan Yahudiler, milli ve dini kimliklerinin göstergesi olarak Şabat’a ve Sünnet’e daha çok önem verirler. Diasporada Şabat, Tanrı ile yapılan ahde bağlılığın bir göstergesi olmakla birlikte diasporadan kurtulmanın da bir ön şartı kabul edilir. Aynı şekilde Sünnet adeti, ahit alameti olarak sürgünde ciddi şekilde tesirli olmuştur. Yahudiler sürgünde Sünnet ve Şabat gibi ibadetleri yerine getirseler de sadece Kudüs Mabedi’nde icra edilebilen kurban ibadetinin yerine Kudüs’e dönerek dua ederler. Kudüs’e dönülerek yapılan duanın yanı sıra dördüncü, beşinci, yedinci, onuncu aylarda tutulan oruçlar ile Purim kutlamaları da diasporada ortaya çıkan dini ritüellerdir.

Diasporada Yahudiler, İran kültürü ve yerli Mezopotamya kültüründen de etkilenir. İnancın temel unsurlarından biri olan ahiret inancının gelişmesinde ve kurtarıcı Mesih fikrine yönelmelerinde Babil inançlarının etkisi büyüktür. Kültürel hayatta da İran ve Mezopotamya kültürünün etkisi hissedilir. Bu etkileşimin en bariz örneği Aramca’nın İbranice’nin yerini alması, kişilere Babil isimlerinin verilmesi ve Babil ay adlarının kullanılmaya başlanmasıdır.

II. Mabed döneminin en önemli karakterleri hiç şüphesiz Ezra ve Nehemya’dır. Nehemya daha çok halkın siyasi örgütlenmesi ve imar işleriyle meşgul olarak politik vazife üstlenmiştir. Ezra ise politik konulardan uzak durarak dine dayalı bir toplum oluşturmaya çalışmıştır. Ezra’nın amacının dini, reformlarının da dinsel içerikli olduğu belirtilmesine rağmen onun aynı zamanda Pers kralı tarafından resmi bir fermanla ve yetkilerle görevlendirilmiş bir elçi olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Ezra Yahuda’da büyük reformlara imza atmış, neredeyse tamamen unutulan Tevrat’ı yeniden gün yüzüne çıkarmıştır. Tevrat’ın daha iyi anlaşılması için yorum geleneğini başlatmış, halka yönelik Tevrat okuma günleri belirlemiş, Yahudi kimliğinin korunması için dış evlilikleri yasaklamış, Knesseth Haguedola’yı (Büyük Meclisi) tesis ederek ayin ve sinagogla ilgili kuralları tespit etmiştir.

II. Mabed döneminde Kudüs’e dönüp Ezra’nın etrafında toplanan Yahudiler’in yanı sıra büyük bir Yahudi çoğunluğu Babil’de kalmayı tercih etmişlerdir. Bundan böyle ya Yahuda’da ikamet ederek mabed etrafında merkezileşerek eski dini hayatı devam ettirmek suretiyle ya da bir sinagog etrafında teşkilatlanarak diaspora cemaatine ait olunması suretiyle Yahudi olunacaktır. Babilde kalan Yahudiler, daha sonraki yüz yıllarda Yahudi kültür ve dini hayatı için son derece önemli olan Babil talmudunu meydana getirirlerken; Kudüse dönen Yahudiler de Kudüs talmudunu meydana getirerek, Yahudi dini hayatını zenginleştireceklerdir. Böylece on asra yakın bu iki Yahudi anlayışı yan yana yaşayarak birbirine parelel olarak gelişme gösterecektir.

Sonuç olarak, Babil Sürgünü Modern Museviliğin kökenlerini oluşturan düzeni doğurmuştur. Bu sürgün İsraillilere göre Allah’ın onları sevdiği için reva gördüğü bir sürgündür. Çünkü sürgüne gitmemek, Mısır’da köle olmaya razı olmaktı. Bu sebepten dolayı İsrailliler Babil Sürgünü’nü Allah katından gelen bir emir gibi görüp, sürgüne gitmeyi kutsal bellemişlerdi. Babil Esareti olarak da anılan bu sürgünün Modern Musevizm ve Yahudi kültüründe sayısız etkileri bulunmaktadır. Bu etkiler İbranice dilindeki köklü değişikliklerden tutun da en temel ibadet ve geleneklerindeki değişikliklere kadar uzanır. Mesela Babilde hâkim olan dil Aramice idi ve bu dönemde Aramice’den İbranice’ye çok ciddi geçişler yaşanmıştır.  Babil Sürgünü, Yahudilerin asimile olmamak için birbirlerine sıkıca sarılıp, inançlarını radikalleştirmelerine neden olmuştur. Günümüz Yahudi toplumunun bu şekilde büyük bir cemaat oluşturup, kendileri dışındaki diğer Yahudilere ve Vaadedilen Topraklarına bu kadar bağlı oluşunun kökeni bu sürgüne dayanmaktadır. Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen bu topluluğun dini ritüellerini eksiksiz olarak yerine getirmeleri ve bu derece muhafazakâr olmalırının altta yatan en önemli sebeplerinden biri hiç şüphesiz Babil Sürgünü’dür.

KAYNAKÇA

  1. AKBIYIK, Serpil. Babil Esareti’nin Yahudiler Üzerindeki Sosyal, Kültürel ve Dini Etkileri, 2010.
  2. KURT, Ali Osman. İkinci Mabed Dönemi Yahudiliğine Genel Bir Bakış, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006.
  3. KURT, Ali Osman. Babil Sürgünü Sonrası Ezra Önderliğinde Yahudilerin Yeniden Yapılandırılması, Ankara, 2006.
  4. KILIÇ, Sami ve ALTUNCU, Abdullah. Yahudi Geneği Bağlamında Sürgün, II. Uluslararası Ortadoğu Konferansları Bildiri Kitabı – Ortadoğu Bağlamındaki Göç Sorunu, İstanbul, 2016.
  5. AYDIN, Fuat. Genel Hatlarıyla Yahudilik, İstanbul, 2004.
  6. HOFFER, E. Kesin İnançlılar, Çev: Erkıl Günur, Tur Yayınları, İstanbul, 1980.
  7. LOFLİN, Lewis. Babylonian Captivity Gives Birth to Modern Judaism.
  8. BRENNER, Michael. Kısa Yahudi Tarihi, Çev.: Sevinç Altınçekiç, Alfa Tarih Yayın., İstanbul, 2011.
  9. BLECH, Rabi Benjemin. Geçmişten Günümüze Yahudi Tarihi ve Kültürü, Çev.: Estreya Seval Vali, Gözlem Gazetecilik Basım Yayın., İstanbul, 2004.
  10. VAUX de Roalnd. Yahudilikte Aile, Çev.: Prof. Dr. Ahmet Güç, Arasta Yayıncılık, Bursa, 2003.
  11. BASALEL, Yusuf. Yahudi Tarihi, Üniversal Dik Hizmetleri ve Yayıncılık, İstanbul, 2000.
  12. GÜNGÖR, Muhammed. Süleyman Mabedi, Felsefe ve Din Bilimi Anabilim Dalı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005.
  13. GÜÇ, Ahmet. İslam Ansiklopedisi, Cilt:43, S:207-212, 2003.
  14. SAYAR, Süleyman. Yahudi Karakteri, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:9 Cilt:9, 2000.
  15. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Kur’an-ı Kerim Meali, 16.Baskı, Ankara, 2013