KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ

YAKIN TARİH ANADOLU GÖÇLERİ ÇALIŞMA GRUBU

· 25 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1 Ayşenur KARACA *

1 Busenur AKBAY

2 Rumeysa DOĞAN

3 Şeyma Yüsra SOĞANDA

2 Zülal DURU

  1. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  3. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi

* İletişim: krc.aysenur@hotmail.com

KIRIM

KIRIM COĞRAFYASI

Kırım; Karadeniz’in kuzeyinde, Azak Denizi’nin batısında bulunan bir yarımadadır. Doğusunda Rusya ve batısında Ukrayna toprakları bulunmaktadır. Antik çağlardan bu yana Kırım, Doğu Avrupa ve Asya-Akdeniz arasındaki ticaretin önemli merkezlerinden sayılan limanlara sahiptir. Yarımadanın güney bölgesinde görülen Akdeniz iklimi nedeniyle, tarımcılık faaliyetleri de Kırım için önemli bir yere sahiptir.

KIRIM TARİHİ

A) Kırım Hanlığı Dönemi (1441-1783)

1. Osmanlı İmparatorluğu ile Tanışma

Altınorda İmparatorluğu içinde yaşamakta olan Tatarlar, Kırım’a ilk kez 1239 yılında girmiştir. Altınorda İmparatorluğu hanedanlığında yaşanan anlaşmazlıklar sonucu 1441’de Toktamış’ın oğlu Hacı Giray önderliğinde birleşen Tatarlar, bağımsız bir Kırım Hanlığı kurma yoluna gitmiştir. Kırım Hanlığı, yarımadadaki hakimiyetini Doğu Avrupa’yı Asya ve Akdeniz’e bağlayan önemli limanlara da sahip olup pekiştirmek istemiştir. Bu emeli için karşı karşıya geldiği ilk düşmanları Cenovalılar olmuştur. Aynı dönemde Fatih Sultan Mehmet’in Karadeniz’e hâkim olma isteğiyle beraber, 1475’te Osmanlı İmparatorluğu Kırım’daki Cenova kolonilerini de ele geçirerek Kırım Hanlığını himayesi altına almıştır. Kırım Hanlığı Osmanlı’yı, kuzeydeki düşmanları Leh-Litvanya ve henüz büyük bir güç olarak kabul edilmeyen Rusya’ya karşı korumuştur. 1783’te Kırım’ın ilhak edilmesine kadar Kırım-Osmanlı yakın ilişkisi devam etmiştir.

2. Rusların Doğu Avrupa’da Güçlenen Hâkimiyeti

Altınorda İmparatorluğu’nun 1502 yılında tamamen sona ermesiyle, Kırım Hanlığı ve Ruslar, vilayetler için mücadele etmişlerdir. Bu dönemde Kazan ve Astrahan Kırım Hanlığı ve Ruslar arasında defalarca el değiştirmiştir. IV. İvan 1552 yılında Kazan’ı, 1556’da ise Astrahan’ı kesin bir şekilde ele geçirmiş; Altınorda İmparatorluğu’nda kullanılan Uluğ Han sözcüklerine karşılık kendisine Çar denilmesini emretmiştir. Osmanlı, Rusların bölgede sağlamlaşan hâkimiyetinden rahatsız olunca 1569’da Kırım Hanlığıyla beraber Astrahan’ı geri alabilmek için Don Volga Kanalı projesini hayata geçirmek istemiş fakat başarılı olamamıştır. Devlet Giray Han 1571’de Moskova’yı ateşe vermiştir fakat kalıcı bir başarı elde edememiştir.

Doğu Avrupa’daki hâkimiyetini 1654 yılında yapılan Pereislav Antlaşması’yla çarpıcı bir şekilde duyuran Ruslar, bu başarılarına rağmen 1683’te Osmanlı’nın II. Viyana Seferi’ndeki başarısızlığını görene dek Kırım Hanlığına saldırmamıştır. Bu süreçte, Ukrayna’daki Dinyeper Kazaklarıyla bir araya gelmeye çalışan Ruslardan rahatsız olan Osmanlı; 1678 yılında Ukrayna’yı işgal etmiş ve Rusya ile ilk kez ciddi bir şekilde karşı karşıya gelmiştir. 1686’da Kutsal İttifak’a dâhil olan Rusya, dünyanın önemli güçlerinden biri olma yolunda adını duyurmaya başlamıştır.

Ruslar, 1689 yılında Kırım yarımadasına doğru harekete geçmiş ancak bozkır şartlarında istedikleri başarıyı elde edemeyeceklerini anlayarak yarımada yerine Azak denizinde önemli bir liman olan Azov (Azak)’a yürümüştür. Osmanlı, imzalanan İstanbul Antlaşması ile Rusya’nın bölgedeki hâkimiyetini tanımış ve Rusların Kırım Hanlığı’na verdiği vergiyi kesmiştir. Azov’da yeni bir kale ve donanma hazırlığına girişen Ruslara karşı, II. Devlet Giray Han’ın uyarısıyla Osmanlı 1708 yılında harekete geçmiş ve Azov’u Ruslardan geri almıştır. Kırım Hanı Kaplan Giray 1736’da seferdeyken Ruslar, Hanlığın başkenti Bahçesaray’ı yakıp yağmalamıştır fakat çıkan salgın hastalıklar sebebiyle karşılarında herhangi bir kuvvet olmamasına rağmen geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

3. Osmanlı-Rus Harpleri

Veliaht IV. Devlet Giray tahta geçtiğinde Osmanlı’ya destek vermek için Tatar aşiretlerini ikna edememiştir. Tatar aşiretleri Osmanlıların artık Kırım’ı koruyabilecek güce sahip olmadığı düşüncesine kapılmış ve Rusya ile anlaşma yoluna gitmeyi tercih etmişlerdir. Kırım’da bağımsız bir Kırım Hanlığı’nın kurulacağı 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile onaylanmıştır. Yine bu antlaşma, aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşı ve Kırım’ı kaybettiğinin belgesi olmuştur.

Sözde bağımsız Kırım Hanlığı’nın ömrü 9 yıl sürmüştür ve 8 Nisan 1783’te Rusya Potemkin komutasındaki bir orduyla Kırım’ı işgal etmiştir. 1792 Yaş Antlaşması ve peşinden 1812 Bükreş Antlaşması ile Kırım Hanlığı’nın bütün toprakları Rusların eline geçmiştir. 1856 yılında Kırım Harbiyle, Osmanlı İmparatorluğu yanında yer alan Fransa ve Birleşik Krallık, Rusya’nın Akdeniz’e inmesini ve Avrupa’daki ilerleyişini durdurmak istemiş ve savaşı Osmanlı bloğu kazanmıştır.

B) Çarlık Yönetimi Dönemi: Anadolu’ya Göç Sürecinin Başlaması

Rusya, Kırım’ı  idari ve demografik açıdan tam anlamıyla bağlamak için 1784’te yerel bir yönetim kurmuştur. Devam eden 150 yıl boyunca Tatarlar güvenlik unsuru olan ve idari makamlardan uzaklaştırılmıştır. Ayrıca sürgün fikri ortaya atılarak, Tatarların üzerlerinde psikolojik baskı kurulmuştur. Türk-İslami eserler sistematik olarak yok edilmiştir. Müslümanların yaşamakta olduğu bölgelerde manastırlar ve kiliseler inşa edilmeye başlanmıştır. Köy ve şehir isimleri Yunanca isimler ile değiştirilmiştir. Din görevlileri devletin maaşlı memuru hâline getirilmiştir. Dini kurumların kurulması ve yönetilmesinden sorumlu İdare-i Ruhaniyye adında bir kurum oluşturulmuştur. Bu kurum, Tatar okullarını ve medreselerini gün geçtikçe kalitesizleştirmiş ve sayılarını azaltmıştır.

İlk olarak 1785-1788 yılları arasında kıyı, iskele ve limanlara yakın yerlerde yaşayan Tatarlar, Rus baskısının da en çok hissedildiği bu yerlerden Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göç hareketleri 1902 yılına dek Osmanlı topraklarına çok sayıda insanın yerleşmesiyle yıllarca devam etmiştir.

Rus, Rum, Ermeni ve Yahudilerin Kırım’a kolonizasyon ve yerleşimini teşvik eden bir hükümet politikası 1820-1860 yılları arasında uygulanmıştır. Bunun yanında göç etmek isteyenlere kolaylık sağlanacağı duyrulmuş ve Kırım yarımadasındaki Türk nüfusunun baskınlığı sistematik  şekilde düşürülmüştür.

Katerina, Potemkin ve yerel yönetimin başındaki vali tarafından imzalanan fermanlarla, Tatarların mal varlıkları Rus, Rum, Ermeni ve Yahudilere satılmıştır. Bu dönemde Tatarlar mal varlıklarına dair yazılı belgelere sahip değildirler. Bu kanunsuz satışların üzerine Tatarlardan hasatlarının 1/3’ü vergi olarak istenmiş, kendi tarlalarını haksızca sahiplenen insanların hasadını harmanlamak Tatarlara zorunlu kılınmıştır. Bu artan sömürü faaliyetleri neticesinde 1859’da çıkan göç teşvikiyle tahmini 100.000 Tatar Osmanlı topraklarına göç etmiştir. Bu büyük göçten sonra Rusya işçi sıkıntısı çekmiş ve tarım konusunda endişeye kapılmıştır. Böylece kararından dönerek  Tatarların Kırım’dan çıkışını zorlaştıracak çalışmalara başlamıştır. Ancak göç hareketleri bu tarihten itibaren durmadan devam etmiş; ancak Tatarları temsil eden Ulusal birleşme hareketini merkezine alan bir gazetenin basılmaya başlamasıyla, 1902’den sonra göç eden kişi sayısında azalmalar başlamıştır.

C) Ulusal Hareketler

Tatar okullarının kapatılması, medreselerin azalmasıyla Rus okullarında yetişen yeni nesil, İslam’ın bu coğrafyadaki kurtuluşunun Rusça kendi seslerini duyurarak gerçekleşeceğini düşünmüştür. Çağdaş Rus-Tatar okullarında eğitim görerek yetişen üç nesilde milliyetçi duyguların ağır bastığı üç farklı akım gözlenmiştir.

Ruslaştırmaya karşı çıkabilmek adına Tatarların hem Türk-İslam mirasını, hem de çağdaş batı bilgi becerilerini en iyi şekilde öğrenmesi gerektiği görüşü hakim olmuştur. İsmail Bey Gaspıralı (1851-1914) bu düşüncelerin Kırım’daki sesi olmuştur. Bahçesaray’da müfredatını kendi görüşlerine göre oluşturduğu Usul-i Cedid okulunu 1884’te kurmuştur. Bu okulda öğrenciler Tatarca-Rusça, Tarih, Coğrafya, Matematik, Kur’an ve Fıkıh dersleri görmüşlerdir.

Çağdaş Rus Tatar okullarında eğitim gören üç neslin ilki, doğrudan Gaspıralı’yı takip etmiştir. İkinci nesil, Gaspıralı’nın fikirlerine bağlı olmakla beraber kendi aralarında daha devrimci fikirlere sahip Jön Tatarlar olmuştur. Jön Tatarlar Abdürreşid Mehdi liderliğinde Çarlık rejimine savaş ilan etmiştir. Çarlık hükümeti kendilerini 1910 yılında tasfiye etmeden önce Kırım Tatarları arasında çıkan ilk siyasi milliyetçi hareket olmuşlardır. Bin dokuz yüz yediden sonraki son nesil ise Tatar milliyetçileri olarak adlandırılmıştır. Kırım Talebe Cemiyeti’ni kurmuşlar ve pek çoğu Kırım’ın yanı sıra  İstanbul’da da eğitim almıştır. Kırım Talebe Cemiyeti’yle başlattıkları hareketi bağımsız bir Kırım devleti kurma düşüncesini temel alan Vatan şubesini 1909 yılında kurarak devam ettirmişlerdir.

Numan Çelebi Cihan, Cafer Seydahmet Kırımer, Abdülhakim Hilmi Arifzade önderliğinde Vatan üyeleri Kırım’daki milliyetçi gruplarla iletişime geçmiş ve 1917’de Vatan cemiyeti Kırım’da her yere ulaşmayı başarmıştır. Ekim 1907’deki Bolşevik İhtilali’nden beri sürmekte olan iç karışıklıktan faydalanarak, kurulacak ilk milli kurultay için kadınların da seçme ve seçilme hakkının bulunduğu seçimler gerçekleştirmişlerdir. Milli Meclis 26 Aralık 1917’de Kırım Ahali Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan eden bir anayasayı kabul etmiştir. Numan Çelebi Cihan önderliğinde ilk Kırım Tatar Hükümeti kurulmuştur. Barış görüşmeleri yapmak üzere Sivastopol’e çağrılan Numan Çelebi Cihan ve arkadaşları şehit edilmiştir.

Brest-Litowsk Antlaşması ile 1918 yılında Almanlar tarafından Kırım’daki Bolşevik hükümet devrilmiş, içinde Tatarların da yer aldığı yeni bir hükümet kurulmuştur. Savaştan Almanlar mağlup çıktığında, kurulan yeni hükümetle beraber Tatarlar siyasetten uzaklaştırılmışlardır. Bolşevikler Kırım’da hakimiyeti kesin olarak ele geçirince, 1922’ye kadar 60.000 Kırım Tatarı’nı öldürmüş, 60.000 kişiyi de suni kıtlıkla ölüme zorlamıştır.

Kırım Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 18 Ekim 1921’de kurulmuştur. Komunist Parti üyesi Veli İbrahim lider olduğunda Kırım Tatarlarından alınmış arazileri eski sahiplerine geri vererek, Sovyet arazi uygulamalarını Tatarların yararına kullanmış; Kırım ekonomisini düzeltmek ve vatana geri dönmek isteyen Tatarların güvenle yurtlarına kavuşabilmelerini sağlamak adına çalışmalar yapmıştır. Burjuva milliyetçiliği ile suçlanarak 1928’de idam edilmiştir. Bu dönemden sonra Kırım’daki gazeteci, yazar, editörlerin işleri ellerinden alınmıştır. Siyasi-idari alanlarda görev alan, kültürel anlamda liderlik pozisyonunda bulunan Tatarların tamamı Sibirya veya Urallar’a sürülmüştür.

D) Kırım’dan Sürgün

1933 ve 1939 yıllarındaki Stalinist temizlik hareketiyle Kırım’da kalmış olan din adamları, aydın Tatarların neredeyse tamamı idam edilmiş veya çalışma kamplarında vefat etmiştir. Bu temizleme çalışmaları sonrasında Ruslaştırma politikalarına karşı koyacak kimse kalmamıştır. Arap alfabesi önce Latin alfabesiyle daha sonra 1938’de Kiril alfabesiyle değiştirilmiştir. Kütüphanelerde ve müzelerde daha önceki dönemlerde yaptıkları yağma, yakma, yok etme işlemlerinden geriye kalan eserleri de tahrip eden Bolşevik Hükümeti, namazı, orucu ve sünneti de yasaklamıştır.

Alman kuvvetlerinin İkinci Dünya Savaşı’nda 1944 yılında çekilmesinin ardından 11 Mayıs’ta Stalin Kırım’daki Türklerin Orta Asya’ya sürülmesi kararını almıştır. 18 Mayıs 1944’te sabaha karşı harekete geçen Sovyet askerleri Kırım Tatarlarına 15 dakika içinde hazırlanarak evden çıkmalarını emretmiştir. Hayvanların taşındığı yük vagonlarına doldurulan binlerce Tatar 22 günlük bir sürgün yolculuğuna çıkmıştır. Yolculuk sırasında hastalanan insanlar Sovyet askerleri tarafından yol kenarlarına atılmıştır. Sürülmesi unutulan Arabat köyü halkı 20 Temmuz 1944’te bir gemiye bindirilmiş ve gemi Azak Denizi’nde batırılmıştır. Bu insanların kıyıya vuracak cesetlerini alıp ortadan kaldıracak bir grup insan bile Sovyet Rusya tarafından ayarlanmıştır. Kırım Tatarı ifadesinin kullanılması 1944’ten 1980’lerin sonuna dek yasaklı kalmıştır. Kırım Tatarlarının tüm mal varlığı Kırım’a yerleştirilmiş Ruslar ve Ukraynalılar tarafından kullanılmıştır. Nihayet 1954 yılında Kırım Ukrayna’ya bağlanmıştır.

Kırım Tatarları 1987’de Kızıl Meydan’da 4 gün süren bir eylemin ardından dünyanın dikkatini çekmeyi başarmıştır. Kırım’a geri dönen Tatarların sayısı 1989 yılında 40.000’i geçmiştir. Kırım’da yaşamakta olan diğer milletler Tatarların dönüşüyle endişeye kapılıp 1991’de Tatarların dahil edilmediği bir Kırım Özerk Cumhuriyeti kurmuştur. Buna rağmen Tatarlar güçlü direnişleri neticesinde 98 kişilik mecliste kendilerine 14 kişilik yer edinmişlerdir. 26 Şubat 2014’te Rusya Kırım’ı bir kez daha işgal etmiştir. 16 Mart 2014’te Kırım Tatarlarının katılmayı reddettiği, yasal olmayan bir referandumla Kırım Rusya’ya bağlanmıştır.

GÖÇ NEDENLERİ

Osmanlı Devleti’nin her mağlubiyeti yüzbinlerce insanın yer değiştirmesine neden olmuştur. 18. yüzyıl sonlarında başlayan ve 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar süren Kırım’dan Osmanlı’ya doğru yapılan göçler, dini, iktisadi ve siyasi sebeplerle açıklanabilir. Özellikle Rusya’nın Kırım ve Kafkaslara doğru yayılmacı bir politika izlemesi büyük bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Rusya’nın yeni işgal ettiği topraklarda yaşayan insanlara karşı yürüttüğü politikalar, göç hadisesinin temel sebebidir. Yapılan baskılar ve zorlamalar beraberinde tepki olarak göçü getirmiş ve bu göçler, Rus zulmünden kurtulmanın yolu olarak gündeme gelmiştir.

Rusya’nın istila ettiği bölgelerde asimilasyon ve tehcir uygulamaları, 1552’de Kazan’ın ele geçirilmesinden sonra başlamıştır. Rus yönetimi, daha sonra ele geçirdiği bölgelerde, genellikle Türk ve Müslüman kitleleri imha ve asimilasyon maksatlı bir siyaset geliştirmiştir. Rusya’nın demografik düzenlemeleri normal yerleşim sisteminden farklı olarak baskı, el koyma ve tehcir esasına dayanmaktadır. Rusya’nın bu politikasını Kırım ve Kafkasya üzerine uygulamaya başlaması 1768-1774 yılları arasındaki savaşa dayanmaktadır. Hatta bu savaş öncesinde ve esnasında Kazan, Güney Volga, Kuzey Kafkasya ve İtil havalisinde yaşayan Türk, Tatar ve Moğollara karşı ‘ıslahat politikası’ adı altında büyük bir tehcir politikasına başlamış, bölgede yaşayan nüfusu çeşitli bölgelere göç ettirmiştir.

Bahsi geçen Ruslaştırma politikası aynı zamanda Hristiyanlaştırma anlamına da gelmektedir. Türkiye’ye yerleşenlerin hatıralarında yer alan bazı söylemler de bunu açıkça göstermektedir: ‘‘Çarlık Hükümetinin Müslüman mektep ve medreselerini kapatacağı; Kur’an’da geçen ‘kâfir’ sözcüklerinin Rusların kendilerini kastettiğini iddia etmesi üzerine Kur’an’dan çıkarılarak yeniden basılacağı’’ haberlerinin yayılması sonrasında, yurtlarını terk ettiklerini belirtmişlerdir. Ruslar, eş zamanlı olarak göçü teşvik etmek için Kırım’ın her tarafında halife namına yazılmış ve halkı göçe teşvik eden fermanlar yayımlamışlardır.

Rusların Kur’an-ı Kerim üzerinde yaptıkları tahrifat, Müslümanlar arasında büyük tepkiye neden olmuştur. Bununla yetinmeyip 1736-1833 yılları arasındaki savaşlarda Kırım’da birçok sayıda kütüphaneyi neredeyse tamamen yıkmışlardır. Aralarında dini, tarihi, felsefi, coğrafya türü kitaplarında bulunduğu çok sayıda eser  1833’te evlerden toplatılmak suretiyle imha edilmiştir.

Kırım üzerinde hakimiyet kurmak isteyen Rusya, istila ve baskılarını daha sert ve sistematik hale getirmiştir. Kırım’ın Rus askerleri tarafından işgaline müteakip yıllar içerisinde Kırımlıların sömürgecilere karşı koyabilecek güçleri kalmamıştır. Kırım Türkleri tarafından birbiri ardına kalkışılan ayaklanmalar şiddetle bastırılmıştır. Ayrıca, Rus Çarları aynı dönemlerde bir yandan Roma İmparatorluğunun varisi olma iddiası, bir yandan da dini ve ilahi yükümlülükleri olduğu inancı ile yerli halka yaptıkları uygulamaları haklı görmüştür.

Rus idarecileri, Kırımlıların kolay bir şekilde topraklarından ve mülkiyetlerinden vazgeçip kendilerine hemen boyun eğeceklerine inanmamıştır. Bu yüzden Rusya’nın Kırım’daki temel stratejisi, mümkün olan en çabuk zamanda yerli halkı  göç etmeye mecbur bırakarak yerlerine Rusya’nın iç vilayetlerinden getirilecek insanları yerleştirmektir. Suçsuz halk şiddete ve sistematik soygunlara maruz bırakılmış, en bereketli topraklar Çarlık tarafından gasp edilmiş ve Kırım Türkleri ziraat için uygun olmayan arazilere sürülerek hayatlarını idame imkanlarından mahrum bırakılmıştır. Miri ve Vakıf arazilerine el koymakla birlikte daha da ileri giderek, senelerdir toprağın üzerinde yaşayan köylüleri de o toprağın malı kabul etmiş, toprakla beraber köylüye de el koymak, köleleştirmek istemiştir. 1891 yılı sonuna kadar buradaki toprakların üçte ikisi hile ve oyunlarla Rus hazinesine ya da Rusların istedikleri kişilere verilmiştir. Hanedan mensuplarına ait topraklar ve miri araziler hazine malı sayılmış, hayır kurumları ve dini kurumlara ait topraklar da sahipsiz gerekçesiyle hazineye devredilmiştir.

Ayrıca açlık ve kıtlık da göçün önemli sebeplerindendir. 1783 yılında Kırım Ruslar tarafından ilhak olurken, bir beyanname ile yirmi dört saat içerinde ‘dağlık ve çöl olan mıntıkalardaki bütün Tatarların yarımadadan uzaklaştırılması’ istenmiştir. Bu dönemde bozkırdaki köylerde yaşamak imkânsız hale gelmiştir. Çünkü Rus askerler ve istilacılar, Tatarlara karşı anlaşılması zor bir nefret içinde kuyuların kovalarına taş atmış, ağaçlardan yapılmış çitleri, yalakları ve su kanallarını tahrip etmiş, halkın susuzluktan topraklarını bırakıp gitmesi için eylemler gerçekleştirmişlerdir. Ayrıca Tatarlar, 1860’larda ağır vergi ve pasaport bedeli ödemek zorunda bırakılmışlardır.

Yine Kırım Savaşı sonrası, özellikle Rusların 1874’te Kırım Türklerinin askere alınacağını ilan etmesi ve ‘Osmanlı’ya kurşun sıkmam’ diyen Rusya-Kırım Türklüğü arasında başlayan milliyetçilik akımı, Rusya’yı rahatsız etmiş ve bu da yeni bir göç dalgasına neden olmuştur.

Kırım Tatarlarının, doğrudan Kırım’dan Türkiye’ye yaptıkları göçlerin dışında, pek fark edilemeyen ve Rumeli’den Anadolu’ya doğru yaptıkları ikinci bir göçleri daha vardır. Rumeli bölgesine yerleştirilen Kırım Tatarları, daha anavatanlarından ayrılalı yirmi yıl bile  olmadan , artık Bulgaristan ya da Romanya haline gelmiş olan iskân yerlerinde, kendilerini tekrar Hristiyan idaresi altında bulmuşlardır. 1878 sonrası meydana gelen Rumeli göçleri içerisinde, yani Bulgaristan’dan, Yunanistan’dan ve Makedonya’dan Anadolu’ya gelen muhacirler içerisinde Kırım Tatarları ‘Romanya Tatarları’ şeklinde ayrı olarak değerlendirilmiştir.

GÖÇMENLERİN YAŞADIĞI SIKINTILAR

-Temel Sıkıntılar--Diğer Sorunlar-
Göç esnasında yaşanılan
sıkıntılar
Yaşamsal sorunlar
Göç edilen yerde yaşanılan
sıkıntılar
İskan ve sosyal entegrasyon
Kalanların yaşadığı sıkıntılarDin, dil sorunları ve baskısal
sorunlar
Geri dönüş yapanların
sıkıntıları
Siyasi ve sosyal reddediş

Göç esnasında yaşanan sıkıntıların en başında, maddi manevi her şeyini geride bırakan Kırım tatarlarının yaşamsal olan tüm ihtiyaçlarından yoksun bırakılmaları gelmektedir. Yine en önemlilerinden birisi de psikolojik baskıdır. Kırım harbi sonlanana kadar söylentilerle birlikte Rusya’nın iç bölgelerine sürülme algısı 10.000 Nogay’ı harekete geçirmiştir. Bu baskılar öylesine etkili olmuştur ki; 1860’ta Kırım Tatar köylerinde, eş zamanlı 200.000 kişiyi göçe sürüklemiştir. Göç aynı zamanda sağlık sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Uzun ve yorucu bu zamanlarda özellikle yaşça küçük çocuk ve yaşlı kesiminden sayısız kayıp olmuştur.

Göç sonrasında karşılaşılan sorunların en önemlisi kimlik karmaşasıdır. Bu durum hem fiziksel farklılıklar hem de halen devam etmekte olan geleneksel farklılıkların sonucudur. Anadolu’ya gelen Tatarların genel manada zorluk çekmediği söylenebilir. Bunun nedeni Tatar ve Türk kültürünün çok farklı olmamasıdır. Kimlik karmaşası göç dahilinde olmayıp Kırım’da kalanları da etkilemiştir. Eğitim özgürlükleri usulca ellerinden alınan Tatarların milli dil ve kimliklerini aktardıkları okulların yerini Rusların okulları almıştır. Rusların özellikle Tatar eğitimini itibarsızlaştırma çalışmaları bazı bazı etkili olmuş, Tatar gençleri Rus altyapısından etkilenmiş ve milli kimliklerini unutma noktasına gelmiştir. Bu konuda Tatar büyüklerinden Gaspıralı çıkardığı Tercuman gazetesiyle ve verdiği konferanslarla ‘Dilde, Fikirde, İşte Birlik’ mottosuyla gençliği Tatar milli düşüncesiyle etkilemeyi başarmıştır.

Yine göç sırasında yaşanan sorunlardan biri ‘Özel İskan’ politikasıdır. Rus yetkililerce belirlenen yerlere kurulan kamplarda her gece kumandanlığa yoklama verilmesi emri ve 5 km sınır dışına çıkma yasağı uygulanmıştır. Bu durum zor olan göçün hapis hayatına dönmesine neden olmuştur. Yine göç müddetince boşalan köy mahallelerinin yağmalanması Tatarların geri dönme umutlarını da yıkan nedenlerdendir.

Tatarların yaşadığı sıkıntılardan bir başkası da büyük ailelerin birbirinden kopmasıdır. Kırım Türkleri Kültür ve  Yardımlaşma Derneği sayesinde yapılanma ve kolay bilgi sahibi olma imkanları ancak doğmuştur. Aynı zamanda 5 km uzağa çıkmama yasağı birbirinden kopmuş ailelerin 11-12 sene birbirlerini bulamamalarına neden olmuştur.

Bir başka mevzu ise dini yaşamadaki sıkıntılardır. Şu an Kırım’da bulunan Diyanet tarafından atanan Türk imam sayısı yalnızca 10’dur. Tarihi ve kültürel alt yapıyı da silmeye çalışan rejim Hansaray kenti hariç başarılı olmuştur ve hiç bir tarihi yapıyı ayakta bırakmamıştır. Özellikle müslüman mezarlıkları tarumar edilmiştir. Tatarca yazılan kitaplar toplatılmış, imha edilmiştir. Kütüphaneler zarar görmüştür. Türkçe isim taşıyan belde ve köylerin isimleri Rusçayla değiştirilmiştir. Ansiklopedi ve tarih kitaplarından Tatar kısımları çıkarılmış, nüfus sayımları arşivlerden silinmiştir. Adeta Tatar milleti yok edilmeye çalışılmıştır.

Her şeye rağmen 1988 yılından itibaren geri dönüşler hızla artmış ve kitlelere yayılmıştır. Geri dönüş yapan Tatarlar öncelikle kulübeler ve gecekondular yapmış ve devlete kendilerini kabullendirme çalışması yapmışlardır. Fakat Rus yetkilileri bu duruma karşı sert tepki göstermiş ve iş makineleriyle Tatarların geçici yerleşimlerini yıkmışlardır. Bu durum bile Tatarları yıldırmamış ve geri göndermeye yetmemiştir. 1989’da nüfusu 40.000 iken günümüzde 300.000 ve daha fazla Kırım Tatarı’nın yaşadığı düşünülmektedir.

Geri dönüş yapan Tatarlar için en önemli sorun siyasetten men edilmeleridir. 27 Mart 1994 seçimlerinde bir defaya mahsus dahil olmuşlar ve 98 sandelyeden 14’ünü almayı başarmışlardır. Fakat 97 seçimlerinde aday olmalarına bile müsaade edilmeyerek siyaseten uzaklaştırma politikası güdülmüştür. Rus ihtilalini fırsat bilen bir grup Tatar harekete geçip siyasi otorite kurmayı denemişler fakat başarılı olamamışlardır.

Sonuç olarak Kırım tatarları yaşadıkları onca sıkıntıya göğüs germeyi başarmış ve halen yaşamayı sürdüren bir toplum oluşturmuşlardır. Türkiye’de birçok ilde ve 300’ü aşkın köyde birlik ve beraberlik içerisinde yaşamlarına devam etmektedirler.

GÖÇMENLERİN ENTEGRASYON SÜRECİ

1770’lerden itibaren Kırım’dan Osmanlı topraklarına doğru dalgalar halinde başlayan Kırım Tatar göçü 1920’lere kadar tek bir yıl bile durmadan devam etmiş, hattâ kesintilerle günümüze kadar sürmüştür. Bu göçler bazı yıllarda çok büyük dalgalar halini almış; hem Kırım’ın hem de Anadolu ve Rumeli’nin demografisini kökünden değiştirmiştir. Bir tahmine göre, 1783-1922 yılları arasında Osmanlı ülkelerine göç eden Kırım Tatarlarının sayısı en az 1.800.000’di. Çeşitli sebeplerden gerek Rus gerekse Osmanlı kayıtlarının her göç dalgasının boyutlarını yeterli doğruluk dereceleriyle yansıtamadıkları hatırlanacak olursa, daha yüksek bir rakam dahi söz konusu olabilir. Her halükârda, 19. yüzyıl içinde ülkelerini terk eden Kırım Tatarlarının sayısının kalanlardan çok daha fazla olduğu kesindir.

Osmanlı Devleti, Tatarları önce Romanya sahasına, daha sonra Bulgaristan ve Makedonya bölgesine yerleştirmiştir. Hatta 1856 ve 1878′de Tatarlar Anadolu’ya da nakledilmişlerdir. Eskişehir, Edirne, Yozgat, Kırklareli, Konya, Çorum ve çevresine yerleştirilmişlerdir.

Öncelikli olarak Romanya’ya yerleştirilmelerinin amacı ise Osmanlı Devleti’nin Kırım’ı tekrar elde etme ümidinden kaynaklanmıştır. Ancak 1787’de Rusya ile girilen savaşta, Kırım geri alınamadığı için, bu göçmenlerin Romanya’da kesin olarak iskânı yoluna gidilmiş ve belirli bir iskan politikası oluşturulmuştur.

İlk göçlerin başladığı esnada Osmanlı Devleti göç edenlere son derece müspet yaklaşmış; insani, milli ve dini sebeplerle muhacirleri kabul etmiştir. Belki ilk zamanlar iktisadi ve içtimai manada sıkıntı yaşansa bile, hiç şüphesiz gelecek olanların uzun vadede nüfusa katkıları, üretici durumuna geçmeleri ile ekonomiye katkıları, askerlik tecrübeleri nedeniyle askeriyeye katkıları da nazar-ı dikkate alınmıştır. Bu sebeple Osmanlı Devleti yetkilileri, onlara sağlanacak imkanlar hususunda muazzam tedbirler almıştır. Kefe, Gözleve ve diğer limanlardan isteyenlerin din ve millet fark etmeksizin Osmanlı topraklarına nakledilmesi için elliden fazla gemi temin etmiş, kumanyalarını vermiş, ilaveten muhacirlere kredi de temin etmiştir. Yerleşim yerlerini seçme konusunda bir subay nezaretinde heyet oluşturarak seçme ve karar verme yetkisi sağlanmıştır. Akraba ve ailelerin birbirlerinden ayrı yerlerde iskân edilmemelerine azami gayret gösterilmiş; ayrı düşenlere, müracaatları halinde yer değiştirme imkanı sağlanmıştır.

Ancak çok geçmeden büyük kitle göçlerinin akın akın yaşanması, Osmanlı Devletini de tedbir almak konusunda zora sokmuştur. Hükûmet göçmenlere yapılacak yardımlar konusunda sık sık karar değiştirmek zorunda kalmıştır. Tahminlerin üzerinde bir göç hadisesi gerçekleşince, kaynakları tasarruflu kullanmak için yardımları kısmak zorunda kalmıştır. İlk göçler esnasında doğrudan bu konu ile ilgili bir birim oluşturmayan Osmanlı Devleti, Şehremaneti (bugünkü belediyelerin kurulan ilk biçiminin adı) ve Ticaret Nezareti ile bu konuyu halletmeye çalışmıştır. Bu müesseselerin yetersiz kalmaları üzerine, 1860’ta Muhacirin Komisyonu kurulmuştur.

Yeni gelenlere, konut ve iaşe yardımı, tarım aletleri, ev eşyası, ve toprak verilmiştir. Bunun yanı sıra vergi ve aşardan bir süre muaf olmaları sağlanmıştır. Çocukların eğitimi meselesi ile ilgilenilmiş, yeni yerleşim bölgelerine mektep ve medreseler açılmıştır. Asayişin sağlanması, yerli halka göçmenlerin uyum problemi gibi zaman zaman münferit sıkıntılar da yaşanmıştır.

Kırım’dan gelen muhacirlerin içerisinde oldukça iyi çiftçiler vardı ki, aynı dönemde Anadolu çiftçilerinden üretim bilgi ve teknolojisi olarak daha iyi durumdaydılar. Zaman içerisinde bilhassa Anadolu’da bulunan boş arazilerin üretime açılmasında bu insanlardan faydalanılmıştır. Osmanlı tımar sistemi ve üretim modeli nüfusun istihdamını kolaylaştırmıştır. Ekilen ve üretime açılan arazilerin büyük kısmı boştu. Dolayısıyla Kırımlı muhacirler bu topraklara üretici olarak aktarılabilirdi.

Kırımlı meşhur aktivistlerden Dr. Ahmet Özenbaşlı, 1925 yılında yazdığı eserinde göç sonrası Anadolu’ya yerleşen Kırımlılardan şöyle bahsetmektedir: “…Istanbul’da; Şehremini, Fatih, Yenibahçe, Karagümrük, Kasımpaşa, Sütlüce semtleri sanki Tatar mahalleleri denecek kadar Kırımlı ile doludur. Türkiye’nin en muteber araba, fayton yapan ustaları, araba boyacıları, demircileri ve nihayet araba aydayıcılığı bunların tekelindedir. … Bursa’da da epeyce Kırımlı vardır. İpekçilik ve dokumacılıkta ileri durumdadırlar. Bandırma’ya göç edenler demir sabanlarla tarla sürmektedirler. … Eskişehir’de yaşayanlar büyük ticarette bilhassa tarım makinelerinde çok ileridirler. Sabanla ekim yapar, harman makinesi ile mal kaldırırlar…

Bu bilgilerden de anlaşıldığı üzere, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde muhacirlerin yerli halka nazaran tarım teknolojisinde daha ileri durumda olduklarını söylemek mümkündür. 1858’deki arazi kanunnamesiyle küçük işletmecilik öne çıkarılmış ve bu kanunname muhacirlerin iskânında kolaylık sağlamıştır. Muhacirlerin Osmanlı sanayi hammaddesinin üretimine de önemli katkısı olmuştur. Bilhassa 93 Harbi sonrası göç edenlerin meslekî bilgi ve kabiliyetleri yerleştirme esnasında dikkate alınmaya başlanmış, böylece muhacirler birkaç yıl içinde üretime katılarak ekonomiye katkı sağlamıştır. 1880’lerden 1914’e kadar Anadolu’daki üretime katılan arazide bir yükseliş olmuştur. Gelen nüfusun çok önemli bir bölümü tarım ekonomisini güçlendirecek şekilde iskân edilmiştir. Bozulan denge yeniden kurulmuş ve 1914’te artık sanayi ham maddesi olan tarım ürünlerine yönelim olmuştur. Pamukçuluk, ipekböcekçiligi, tütün ve pancar üreticiliği gibi belirli bir mesleği olan insanlar ise şehir ve kasabalara iskân edilmiş; bu da Osmanlı’nın şehir zanaatlarına bir katkı sağlamıştır.

Nihayet bu göçler, her sınıf halkı (zengin, fakir, şehirli, köylü, cahil, âlim) kapsadığı için bugünkü Türkiye’deki Kırımlı unsurlar, Türk dünyasının diğer ülkeleriyle kıyaslanmayacak biçimde anavatanın (Aktoprak) her köşesine yerleşmiş ve ülkemiz hayatının her safhasında yerlerini almıştır.

Göçlerin şüphesiz Osmanlı Devleti’ne iktisadi siyasi, sosyal, kültürel açılardan müspet ve menfi büyük tesirleri olmuştur. Bu göçler; bir yandan Kırım’ın, Kafkasya’nın ve Balkanlar’ın nüfus yapısını böylesine bozarken, diğer yandan Anadolu’da sayıları bir hayli artmış olan gayrı Müslim nüfusa karşı, Anadolu’nun Türkleşmesini olumlu yönde etkilemiştir. Aynı zamanda bu muhacirler Türkiye’deki Millî Mücadele’ye büyük katkılar sağlamışlardır.

İlk hicretlerde göçmüş olan Kırım Türkleri kafileleri, Osmanlı Devleti’nin Avrupa kısmı olan Dobruca, Vidin, Varna, Köstence ve Edirne taraflarında yerleştirilmiştir. Hâlen Romanya ve Bulgaristan’da bu göçlerle giden çok sayıda Kırım Türk’ü mevcuttur. Bunlardan sonra göçenler yoğun olarak Eskişehir, Konya ve Ankara civarı olmak üzere, Istanbul, İzmit, Adapazarı, Bandırma, Merzifon, İnebolu, Adana, Mersin, Diyarbakır, Halep, Şam gibi yerlerde iskân edilmiştir.

Burada Eskişehir ve Ankara bölgesinde yoğunlaşan bir iskân dikkati çekmektedir. Bunun sebebi hem arazinin iskâna müsait oluşu hem de stratejik bir gerekliliğin varlığıdır. Şöyle ki, Haydarpaşa’dan Bağdat’a uzanacak demiryolunun inşa edilmesi sıralarında, özellikle Ankara-Eskişehir bölgesinde çok büyük yerleşim alanları mevcuttu. Almanlar B Planı projesi dâhilinde Bağdat’a kadar uzanan bölgeyi kontrol altına almak için buralara Alman kolonileri yerleştirmek istemiştir. Sultan Abdülhamit ise buna izin vermemiş, demiryolu güzergâhı hattına çok yoğun bir nüfus yerleştirmiştir. Bu durum hem devletin yerleşim yeri problemini çözmüş, hem bölgeyi Türk nüfusunun kontrolünde tutmuştur.

GÖÇÜN BUGÜNE YANSIMALARI

Göç ve iskân; ‘birey veya toplumların yer değiştirmesi ve bunların yerleştirilmeleri’ gibi basit tanımlamaların çok ötesinde sosyal, kültürel, ekonomik, yasal, yönetsel ve insani boyutları olan çok karmaşık bir sorundur. Her biri ayrı trajedilerin yaşanmasına neden olan bu göçler aslında yeni ve dinamik bir toplumun ortaya çıkmasına da zemin hazırlamaktadır. Bu itibarla göç ve iskanların incelenmesi bugünkü Türk toplumunun kültürel, toplumsal ve düşünsel yapısının anlaşılması için son derece önemlidir.

Göçün temel sebeplerinden yola çıkarak günümüze yansımalarını ele alacak olursak, en temel sebeplerinden biri dini baskılar ve dini hassasiyetleri koruma iç güdüsüdür. Asimilasyon faaliyetlerine karşı dil, kültür ve değerlerini korumak için göç kararı almış olmaları, göç ettikten sonraki yıllarda yedi göbek olmak koşuluyla birbirleriyle evlenmeleri sonucunu doğurmuştur. Zamanla bu hassasiyetin azalması ve tarafların birbirini anlamak için Türkçe’yi tercih etmeleri, çocuklarının okullarda dil konusunda uyum sorunu yaşamasını istemeyen ebeveynlerin evlerde Tatarca değil Türkçe konuşmayı tercih etmeleri; yeni nesillerde Tatarcanın konuşulmaması ve unutulmaya başlamasına neden olmuştur.

Kırım Türkleri geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan bir milletti. Şunu göz ardı edemeyiz ki; göçmenler, ekonomik gelişme noktasında değişikliklere çok daha yatkındır. Yeni tarım makinalarının kullanılmasında mahalli gelenek ve uygulamadan etkilenmediklerinden yeni buluşlara açık insanlardır. Bu bağlamda Tatarlar hem kendi memleketlerindeki olumlu üretim vasıtalarını hem de yerleştikleri bölgenin imkanlarını dikkate alarak faydalı gelişmeler olmasını sağlamış, Anadolu tarımsal teknolojisine göre daha ileri bir düzeyde tarım teknolojisini getirmiş ve makine kullanmaya giden yolda öncülük etmişlerdir.

Göçlerin yaşandığı dönemlerde, Kırım’ın tanınmış tüccar ve ileri gelenleri mülklerini satarak sermayeleri ile Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Ticari yönden son derece kabiliyetli ve maharetli olan bu göçmenler, 19. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’daki müteşebbis ve tüccar grubun içinde, önemli bir rol almışlardır. Kırım’lı iş adamları, özellikle İstanbul, İzmir, Balıkesir, Bursa, Ankara, Konya, Eskişehir ve yerleştikleri diğer bölgelerde ticari işlerini kurmuşlardır. Bugün hala bu şehirlerdeki ticari işletmelerin bir bölümünü Kırım kökenli insanlar yönetmektedir.

Göçlerin kültürel ve folklorik açıdan da tesirleri olmuştur. Beslenme düzeninin ve alışkanlıklarının oluşmasında; kendilerine has kıyafetleri, dansları, adetleri, törenleriyle kültürel çeşitliliğin artmasında önemli zenginlikler kazandırmışlardır.

Kırım Türklerinin yaşadığı dram günümüze kadar yazılmış, söylenmiş birçok eserde kendini göstermiştir. Kırım halk müziğinin en hazin parçaları göç ve halkın duyduğu üzüntü ve ıstırapları ifade eder. Şiirlerde, hatıralarda, hikâye ve romanlarda; tiyatroda, piyeste, sinemada, musikide,  resimde ve akademik araştırmalarda göçün yoğun bir şekilde işlendiği görülmektedir.

Kırım Türklerinin vatanlarını terk etmek zorunda kalmalarının günümüze ulaşan en önemli sonucu ise Kırım-Tatar diasporasıdır. İki yüzyıldan fazla bir tarihe sahip olan Kırım Tatar diasporası geçen zamana karşın vatanları Kırım’a bağlarını, özlemlerini, vatana hizmet duygu ve isteğini yaşatmaktadır. Bugün sivil toplum kuruluşları olarak çalışmalarını yürüten Kırım Tatar diasporası, yaygın şekilde Türkiye’de faaliyetlerini yürütmektedir. Bütün bu tarihsel sürecin son 25 yıllık döneminde Kırım Tatar diasporası iki uyarıcı şok yaşamıştır. Birincisi Sovyetler Birliğinin yıkılışı evresinde sürgünde yaşayan vatandaşlarının vatana dönmeye başlamasıdır. Bu ilk uyarıcı dalga, Türkiye ve dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan Kırım Tatarlarının, Kırım’a ve Kırım’da yaşamaya başlayan vatandaşlarına ilgilerini arttırarak, diasporadaki hareketin kitleselleşmesini başlatmıştır. 1989 yılından 2014 yılına kadarki bu ilk uyarıcı dalga evresinde Türkiye özelinde diaspora sivil toplum kuruluşlarının ve üyelerinin sayısında dramatik bir artış olmuştur. Keza, yapılan çalışmalar da daha nitelikli hale gelmiştir.

2014 yılının Şubat ayında ise hem dünya hem de Kırım Tatar diasporası bir başka şok ile daha karşı karşıya kalmıştır. Rusya Federasyonu’nun uluslararası hukuku çiğneyerek Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün bir parçası olan Kırım’ı hukuksuz bir şekilde işgali, tüm dünyadan tepki toplamıştır. Başta Türkiye olmak üzere dünyanın pek çok önemli ülkesinde teşkilatlanmış olan Kırım Tatar diasporası, Kırım’ın işgaline son verilmesi hedefinde ellerindeki bütün kuvvetle çalışmaktadır.

Gelinen noktada, Kırım Tatar Millî Kurultayı ve Kırım Tatar Millî Meclisi’nin yanı sıra artık Dünya Kırım Tatar Kongresi de Kırım’ın geleceğinin yeniden kurulmasında etkin ve güçlü bir yapı olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kurultay ve Meclis’in politika ve faaliyetlerini destekleyici mahiyette kurulan, Dünya Kırım Tatar Kongresi’nin hitap ettiği Kırım Tatar nüfusu ve etkinlikleri göz önüne alındığında; diasporada yaşayan Kırım Tatarlarının artık vatanlarının kaderinde çok daha etkin rol alacakları yadsınamaz bir gerçektir. Bugün, işgale karşı yürütülen mücadelede diasporanın da sorumluluğu ve görevi sırtına aldığı ve hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan mücadeleye en ön safta katıldığı artık hem sosyolojik hem de siyasi bir gerçekliktir.

KAYNAKÇA

  1. KİREÇCİ, M. Akif ve Selim TEZCAN. Kırım’ın Kısa Tarihi, Ankara, 2015.
  2. ARABACI, Hacı Murat. 1783’ten II. Dünya Savaşı’na Kadar Kırım’dan Anadolu’ya Yapılan Göçler, 2015.
  3. KIRIMLI, Hakan. ‘İsmail Bey Gaspıralı’. TDV İslâm Ansiklopedisi, s.392.
  4. KIRIMLI, Hakan. ‘Nûman Çelebi Cihan’. TDV İslâm Ansiklopedisi, s.234.
  5. KIRIMLI, Hakan. ‘KIRIM: Rus İdaresi Dönemi’. TDV İslâm Ansiklopedisi.s.458.
  6. BAYRAKTAR, Hilmi. Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayetine Yapılan Göçler ve İskanlar (1869-1907), 2007.
  7. ŞAHİN, Cemile. XIII. Yüyyıldan Günümüze Eskişehir Yöresinde Tatarlar, 2011.
  8. SEYHAN, Şemseddin. Kırım’dan Bursa’ya Göç Eden Muhacirler ve Yerleşme Problemleri (1853-1914), 2014.
  9. BAYAR, Namık Kemal. Kırım’ın Geleceğinde Kırım Tatar Diasporasının Rolü.
  10. YOLCU, M. Ali. Eskişehir’de Kırım Tatarları, 2016.
  11. KAYA, Turhan. Kırım Türklerinin 1944 Sürgününün 70.Yılında Kültür ve Sanattaki İzdüşümü Üzerine Düşünceler, 2014.
  12. ÖZKAN, Nevzat. Kırım Tatar Türkçesinin Yayılma Alanları, 2008.
  13. ÖNDER, Selahattin ve Engin KIRLI. Osmanlı Döneminde Eskişehir’e Göçler, 2005.
  14. TRT AVAZ. Gönlümün Avazı Serisi.
  15. TRT AVAZ. Mustafa Abdülcemil KIRIMOĞLU Röportajı, 2016.
  16. DARICI, Bülent. TRT AVAZ, Kırım Tatar Sürgünü Belgeseli.
  17. ALPTEKİN, Cahit. Ülkemizdeki Tatarlar ve Kökenleri, 2009
  18. ŞAHİN, Erdal. Osmanlıların Kazan Tatar Türklerinin Kültürü ve Diline Etkileri.
  19. KIRIMLI, Hakan. Kırım’dan Türkiye’ye Kırım Tatar Göçleri, 2012