BİLADÜ’Ş ŞAM

SURİYE'DEN ANADOLU'YA GÖÇ ÇALIŞMA GRUBU

· 29 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1 Beyza BEKDİK

2 Dilan ONUR

2 Elif ERSÖZ

1 Emine Beyza KAYNAR *

1 Mine BAŞ

  1. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi

* İletişim: beyzahp301@gmail.com

İçindekiler

BİLADÜ’Ş ŞAM COĞRAFYASI

Biladü’ş Şam: Suriye, Filistin, Lübnan ve Ürdün olmak üzere dört ülkeyi içine alan geniş coğrafyaya verilen isimdir. Bu coğrafyaya çoğu dönemde başkentlik eden vilayetin Şam olması hasebiyle Biladü’ş Şam yani Şam Beldeleri ismi verilmiştir.

Suriye’nin güneyde ise Lübnan, İsrail ve Ürdün ile komşulukları bulunmaktadır. Doğuda ise tek komşusu Irak’tır. Batıda Akdeniz’e kıyısı vardır. Bu coğrafyanın üçte ikisi çölle kaplıdır. Batıda Akdeniz iklimi, doğuda ise karasal iklim ve çöl iklimi görülmektedir. Akdeniz kıyısı boyunca uzanan ve ılıman iklimin önünü kesen Nusayriye Sıradağları bulunmaktadır. Coğrafyasındaki temel yapılar şunlardır:

  1. El Nuseyriye Sıra Dağları: Batı kesiminde, kuzeyden güneye doğru uzanan, Akdeniz’in Suriye kıyısına paralel olan sıradağlardır. Dağlar, batı yamaçlarında Akdeniz’den gelen, nem yüklü rüzgarlar yakalamaktadır ve böylece doğu yamaçlara göre batı yamaçlar daha verimli olup, daha kalabalık nüfusludur.
  2. Cebel-i Semaan Dağı: Arapçada Jabal Semʻān da denir. Kuzey batıda Halep İli’nde bulunan bir bölgedir. Halep şehrinin 20 kilometre batısında bulunmaktadır. Cebelisemaan, Arapça’da Seman dağı anlamındadır ve ismini 5. asırda o dağda yaşamış Aziz Simon adlı Hristiyan keşişten alır. Osmanlı döneminde ise Halep Vilayetinin bir sancağıdır.
  3. Kasiyun Dağı: Şam’da bulunur. Yeryüzünde ilk kanın aktığı yer olduğu iddia edilir. İddiaya göre Adem’in oğlu Kabil’in kardeşi Habil’i öldürdüğü dağdır. Habil’in türbesi, ünlü sufiler Mevlâna Halid-i Bağdadi ve Ibni Arabi’nin türbeleri bu dağda bulunmaktadır.
  4. Türkmen Dağı: Arapça da Jabal Turkman denen bu dağ Lazkiye ilinin kuzeyinde Hatay sınırındaki Bayır Bucak bölgesinin orta ve doğu kısımlarını oluşturur. Suriye bölgesinin 1516 yılında Osmanlı hükümdarlığının eline geçmesiyle bu bölge Türkler tarafından daha yoğun göç almıştır. Günümüzde ise Suriyeli Türkmenlerin bulunduğu bölgedir.
  5. Arvad Adası: Suriye’de bulunan tek adadır. Akdeniz’in doğusunda, 0,20 km² yüzölçümüne sahiptir. Oldukça geniş bir tarihe sahip ve tarih boyunca özellikle de ticaret açısından büyük bir öneme sahip olmuştur. Arvad, Haçlı Seferleri boyunca, haçlılar tarafından bir köprü veya dinlenme noktası olarak kullanılmıştır. Hristiyanlığın Kutsal Topraklar’da kaybettiği son toprak parçası olarak bilinmektedir.
  6. Asi Nehri: Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nin doğu kısmından doğar ve Hatay ili bölgesinden Akdeniz’e dökülür. Toplam uzunluğu 556 km olup, 366 km Suriye’de, 98 km Türkiye’de, 40 km Lübnan’dadır. 52 km’si Türkiye-Suriye sınırını oluşturur. Ayrıca Asi Nehri ters yönde akmaktadır.
  7. Fırat Nehri: Başlangıç noktaları Ağrı Diyadin’den kaynayan Murat Nehri ve Erzurum Dumludağ’da kaynayan Karasu Nehri’dir. Bu Nehirler Elazığ İl sınırlarında birleşerek Fırat Nehrini oluşturur. Fırat Nehri Erzincan, Tunceli, Elâzığ, Malatya, Diyarbakır, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa il sınırını belirledikten sonra Suriye, daha sonra Irak topraklarına girer. Irak’ta denize uzak olmayan bir noktada Dicle Nehri ile birleşerek Basra Körfezi’ne dökülür.
  8. El Esad Gölü: Fırat nehri üstünde yer alan Suriye’nin en büyük gölüdür. Türkiye’nin toprağı olan Caber Kalesi bu göl üzerindeki bir adadadır.
  9. İklimi: Bu coğrafyada iklim bölgeden bölgeye değişiklik gösterir. Alüvyon ovalar, çöller ve öteki düzlük alanlarda sıcak ve kurak bir iklim hüküm sürerken, ülkenin daha yüksek olan kuzeyinde nemli ve daha serin bir iklim görülür. Soğuk ve kurak kışlar, sıcak ve bulutsuz yazlar görülür. Çoğunlukla çöl olması bu iklimsel sonuçları doğurur. Kuzeydeki dağlık bölgeler, yoğun kar yağışı altındadır. Kıyı kuşağı ile batıdaki dağ sıralarında Akdeniz tipi bir iklim hüküm sürerken, iç kesimlerde, daha soğuk kışlar ve daha sıcak yazlarla belirlenen son derece kurak bir iklim görülür.
  10. Yer Altı Kaynakları: Yer altı kaynakları bakımından fakir olan Suriye topraklarından petrol, fosfat, doğal gaz ve asfaltit çıkarılır. Toplam 2,5 milyar varil rezervinin bulunduğu tahmin edilen petrol, tarım-hayvancılık ürünlerinin ve fosfatın yanında önemli ihraç maddelerinden biridir. Bundan başka alçıtaşı ve bazalt da elde edilmektedir. Ayrıca fosfat, kurşun ve bakır gibi mineraller de bulunur.

BİLADÜ’Ş ŞAM TARİHİ

Suriye, toprakları üzerinden çeşitli medeniyet ve kültürlerin geçtiği ve pek çok istilaların, hadiselerin meydana geldiği eski ve kritik bir mevkiye sahiptir. Müslümanların Suriye´ye hâkim olmasına kadar bölge Amoritler, Fenikeliler, İbraniler, Hititler, Persler, Makedonyalı İskender, Roma ve Bizans imparatorlukları idaresinde kalmıştır.

İslam fetihlerinden önce Suriye’de Gassaniler (Bizans) hüküm sürmekteydi. Halk büyük ölçüde Hristiyanlardan müteşekkildi. Sasaniler, 613 yılında Gassaniler’i yenerek Dımaşk’ı ele geçirip bölgeyi hakimiyetleri altına aldılar. Ancak Herakleios uzun süren savaşların sonunda 628’de Suriye’yi geri almayı başardı. Hicaz kabileleri ve özellikle Mekke halkı, İslam öncesinde Biladü’ş Şam diye adlandırdıkları Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin ile ticari ilişkiler kurmuşlardı. Kureyş kervanları kışın güneye (Yemen), yazın kuzeye (Suriye ve Filistin şehirleri) gidiyordu.

Siyer kaynaklarında Hz. Peygamber’in on iki yaşında iken bu kervanlardan birinde amcası Ebu Talib ile birlikte Suriye’nin güneyindeki Busra’ya kadar gittiği bildirilmektedir. İslam döneminde Suriye bölgesiyle ilk münasebet Hz. Muhammed’in davet mektupları ile başlamıştır. Gassani Emiri Resulullah’ın Susra-Filistin valisine gönderdiği elçisini yakalatarak öldürtmüştü. Bunu savaş sebebi sayan Hz. Peygamber’in gönderdiği İslam ordusuyla bölgede bulunan Bizans ordusu arasında Ürdün’ün güneyinde Mute Savaşı meydana geldi (1 Eylül 629). Bundan bir yıl sonra, Bizans imparatoru Herakleios’un Medine’ye karşı saldırı hazırlığı içinde olduğu yolunda gelen haberler üzerine Hz. Muhammed 30.000 kişilik bir orduyla Tebük Seferi’ne çıktı. Yaklaşık yirmi gün Bizans sınırlarına yakın bir mevkide beklediği halde Bizans ordusu karşısına çıkmayınca bölgedeki yerel emirliklerle cizye ödemeleri ve İslam devletinin egemenliğini tanımaları şartıyla antlaşmalar yaptıktan sonra Medine’ye döndü.

Başkumandanlığını Halid b. Velid’in yürüttüğü Ecnadeyn Savaşı’nda Bizans ordusuna karşı kazanılan büyük zaferle Filistin ve Suriye’nin kapıları müslümanlara açılmış oldu (Temmuz 634). Suriye’deki fetihler, bu zaferin müjdesi kendisine ulaştıktan sonra vefat eden Hz. Ebu Bekir’in yerine halifeliği üstlenen Hz. Ömer döneminde daha da genişledi. Bu dönemde Dımaşk, Hama, Ba’lebek ve Humus şehirler Müslümanların eline geçti. Müslümanların bölgedeki başarıları üzerine Herakleios, Hristiyan Araplar’ın ve Ermenilerin de katıldığı bir orduyu Suriye’ye gönderdi. Bu gelişme karşısında Halid b. Velid, Humus ve Dımaşk’taki kuvvetleri çağırdı ve askerleriyle Yermük vadisine geldi. Yapılan meydan savaşında Bizans ordusu ağır bir yenilgiye uğradı (636). Yermük zaferiyle Bizans’ın bölgedeki direnci tamamen kırıldı. Çok geçmeden Antakya’ya kadar bütün Suriye İslam hakimiyetine girdi.

Bizans’ın içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal çöküntü ile Hristiyanlıktaki mezhep mücadelelerinin yanı sıra bölge halkının büyük kısmının Arap olması ve özellikle Müslümanların adil uygulama ve davranışları Suriye’nin fethini kolaylaştırdı. Bu sebeple Suriye şehirlerinin çoğu barış yoluyla ele geçirildi. Hz. Ömer tarafından Dımaşk valiliğine getirilen Muaviye b. Ebu Süfyan Suriye genel valisi oldu (645). Muaviye’nin Suriye valiliği Suriye tarihinde önemli bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Muaviye b. Ebu Süfyan güç ve itibarını gittikçe arttırdı; kendisine çok bağlı disiplinli bir ordu kurmanın yanında başarılı yönetimiyle bölge halkının gönlünü kazandı.

661 yılında Emevi Devleti’nin kurulması ve Dımaşk’ın başşehir yapılması, Suriye’nin önemini daha da arttırdı. Emeviler döneminde Suriye’nin imarına önem verildi. Emevi halifeleri Dımaşk, Halep gibi şehirlerde pek çok cami, saray ve kasır inşa ettirdiler. İslam sanatının temelini teşkil eden ve sanat tarihi açısından büyük önem taşıyan bu eserlerden bazıları günümüze ulaşmıştır.

Son Emevi halifesi Il. Mervan’ın Büyük Zap Suyu Savaşı’nda Abbasi ordusu karşısında ağır bir yenilgiye uğramasının ardından Dımaşk ve diğer Suriye şehirleri kısa süre içinde Abbasiler’e itaat etti. Abbasiler’in yönetim merkezi olarak lrak’ı seçmeleriyle birlikte Suriye devlet merkezi olmaktan çıkıp Abbasiler’e bağlı bir eyalet konumuna düştü. Suriye’nin kuzeyinde Bizans sınırındaki şehirler önemini korumakla birlikte; Dımaşk, Humus ve Halep gibi şehirler eski önemini yitirdi. Ticaretin Irak ve İran şehirlerine kayması bölgenin ekonomik yapısını zayıflattı.

X. yüzyıl sonlarında Suriye’nin kuzeyi Bizans saldırılarına ve uzun süreli işgallere maruz kaldı. Aynı devirde Güney Suriye, Filistin sahil şehirlerini eline geçiren Fatımiler’in en önemli hedefi oldu. Mısır’ı ele geçiren Fatımiler’in Suriye’yi alma yönündeki ilk teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlansa da, Irak Sultanının 983’te ölümünün ardından Suriye’de kendilerini daha güçlü hisseden Fatımiler, Suriye’de hakimiyeti tam anlamıyla ele geçirdiler.

Fatımiler’in Güney Suriye’deki hakimiyetleri, Selçuklu Emiri Atsız’ın 1075’te Suriye’yi ele geçirip Abbasiler adına hutbe okutmasıyla son buldu. Dımaşk’ ı kuşatan Fatımiler, yardım için gönderilen Melikşah’ın kardeşi Tutuş’un yaklaştığını öğrenince kuşatmayı kaldırarak geri çekildiler. Tutuş’un şehre girmesinin ardından Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti kuruldu (1079). Daha sonra dikkatini Kuzey Suriye’ye yönelten Tutuş, Halep’i de Selçuklu topraklarına kattı. Aynı yılın sonunda Halep’e gelen Sultan Melikşah, Halep valiliğini Aksungur’a verdi. Bu dönemde Suriye’nin güneyi ve sahil şehirleri Tutuş’un, kuzeyi ise Aksungur’un elindeydi. Suriye’de Selçuklu yönetimi başlarken Batı Avrupa ve özellikle İtalya’da ticaret yeniden canlanmakta, bilhassa Akdeniz’in doğu kıyısındaki şehirleri etkilemekteydi. Selçuklular’ın bölgede siyasi istikrarı sağlamaları ticaretin gelişmesine katkıda bulundu. Ağabeyi Melikşah’ın ölümüne kadar melik unvanıyla yetinen Tutuş onun vefat haberini alınca taht mücadelesine kalkışarak Rahbe, Musul, Halep, Nusaybin, Antakya, Urfa, Harran ve Hakka ‘yı ele geçirip adına hutbe okuttu. Selçuklu tahtı için Bereyaruk’la yaptığı mücadeleyi kaybeden Tutuş’un ölümünün ardından oğlu Rıdvan Halep’e hâkim olmayı başardı. Küçük kardeşi Dukak ise Dımaşk’ı ele geçirdi. Böylece Suriye Selçukluları ikiye bölünmüş oldu. Rıdvan 507’de ölümüne kadar Kuzey Suriye hakimiyetini sürdürdü.

1099 Haçlı Seferi esnasında Antakya’yı işgal eden Haçlılar Suriye’yi yağmaladıktan sonra Lübnan’a girdiler. Haçlılar’ın eline geçen Lazkiye 1108’de Antakya Prinkepsliği’ne bağlandı. Haçlılar, Suriye’nin sadece sahil kesiminde hakimiyet kurabildiler. Bu arada Halep ve çevresini ele geçiren Musul Atabegi İmadüddin Zengi, bir yandan Haçlılar’a karşı cihad ilan ederken Suriye’nin güneyini de hakimiyeti altına almaya çalıştı ve 1130’da Hama’yı, ardından Humus’u topraklarına kattı. İmadüddin Zengi’nin 1146’da ölümünden sonra hakimiyet oğlu Nureddin Mahmud Zengi’nin eline geçti. II. Haçlı Seferi’nin ardından Suriye’deki etkinliği daha da artan Nureddin Zengi, 1154’te Dımaşk’ ı ele geçirerek Suriye’nin büyük oranda tek elde toplanmasını sağladı. Suriye şehirlerinin imarına önemli katkıda bulunduğu gibi Sünni ulemasını destekledi. Nureddin Zengi’nin 1174’te ölümüyle başlayan taht mücadelesi, Mısır ve Suriye’yi birleştirmek isteyen Selahaddin-i Eyyubi’ye Suriye’yi ele geçirme fırsatı verdi. Dımaşk’taki emirlerin daveti üzerine Ekim 1174’te Mısır’dan Suriye’ye hareket eden Selahaddin; Dımaşk, Ba’lebek, Humus, Hama gibi önemli merkezleri kolaylıkla ele geçirdi. 1183’te Halep’i de alan Selahaddin, Hittin Savaşı’nda Haçlılar’ı büyük bir yenilgiye uğratıp 1187’de Kudüs’ü fethetti ve Haçlılar’ ın elindeki kalelerin büyük kısmını geri aldı. 1193’te Selahaddin’in ölümüyle Eyyubi Devleti, Mısır ve Suriye’de birkaç kola ayrıldı. Suriye’de Selahaddin’in oğulları arasındaki hakimiyet mücadelesine müdahale eden kardeşi el-Melikü’l-Adil büyük sultan olarak tanınmayı başardı. Onun döneminde Haçlılar’la çatışmadan uzak durulması Suriye’de ticaretin gelişmesini sağladı. Ancak Haçlılar zaman zaman Hama ve Humus gibi şehirlere saldırı düzenliyorlardı. el-Melikü’l-Kamil Muhammed, Haçlılarla anlaşma yoluna gitti. Onun ardından Suriye’deki Eyyubi melikleri bağımsız hareket etmeye başladılar. El-Melikü’s-Salih Necmeddin Eyyub devrinde merkezi idarenin beylikler üzerindeki otoritesi iyice zayıfladı. Halep gibi bazı beyliklerin merkezle ilişkisi kesildi. 1240-1243 yıllarında Halep, Humus ve Dımaşk daha çok Anadolu Selçukluları’na tabi kaldı. Suriye Eyyubi melikleri Mısır ‘ da 1250’de kurulan Memlük Devleti’ni tanımadılar ve meşru hakları saydıkları Mısır sultanlığını onların elinden almak için harekete geçtiler. Moğol tehlikesi ortaya çıkınca aralarındaki mücadele Abbasi Halifesinin devreye girmesiyle iki taraf arasında antlaşmayla sona erdi. Suriye’ye saldıran Moğollar, önce Halep’i, ardından Dımaşk’ ı istila ederek Suriye’nin büyük kısmına hakim oldular. Ancak Aynicalut Savaşı’nda Moğollar’ a ağır bir darbe vuran Memlükler, Suriye’nin büyük kısmını ellerine geçirdiler. Memlük Sultanı I. Baybars döneminde Suriye’de hem Moğollar’ a hem de Haçlılar’ a karşı başarı kazanıldığı gibi idari düzenlemelere de gidildi. Haçlılar’ ın Suriye’deki en önemli kalelerinden Hısnülekrad alındı. Antakya Haçlı Prinkepsliği ortadan kaldırıldı. Trablus Haçlı Kontluğu ve Batıniler’in elindeki pek çok kale fethedildi. Suriye’ye sığınan birçok Türkmen ve Moğol kabilesi çeşitli merkezlere yerleştirildi.

El-Melikü’l-Eşref Halil, babasının hazırlamış olduğu orduyla 1281’de Akka’yı ele geçirerek, bölgede iki yüzyıl devam eden Haçlı varlığına son verdi. Haçlılar’ ın bölgeden çıkarılmasının ardından tekrar saldırmalarını önlemek amacıyla Suriye’deki pek çok kale yıkıldı. el-Melikü’n-Nasır Muhammed b. Kalavun devrinde Suriye’ye hücum eden İlhanlı Sultanı Gazan Han Humus’u ele geçirdi (1299). Ardından Dımaşk’a saldıran İlhanlı kuvvetleri şehri tahrip ettiler. Ancak çok geçmeden şehir tekrar Memlükler’in hakimiyetine geçti. 1400 yılında Suriye büyük bir tehlikeyle yüzyüze geldi. Moğol komutanı Timur önce Halep’i, ardından Dımaşk’ı işgal ve tahrip etti. İstikrar kayboldu. Suriye şehirleri ayrıca isyanlar sebebiyle tahribata maruz kaldı. Suriye’deki bu isyanlar Şeyh el-Mahmudi tarafından bastırılarak bölgede tekrar istikrar sağlandı. Memlükler döneminde Suriye yüksek rütbeli memlük emirleri tarafından yönetilen naibliklere bölünmüştü. Dımaşk, Halep ve Hama naiblikleri içerisinde en yüksek dereceli olanı Dımaşk naibi bölgedeki diğer naiblerden de sorumluydu. Ancak Memlükler veraset kuralına fazla itibar etmediğinden sultan değişiminde naibliklerde isyanlar çıkıyordu. Memlükler’in ilk döneminde Haçlılar ve Moğollar’la yapılan uzun süreli savaşlar ve halka yüklenen ağır vergiler sebebiyle Suriye şehirlerinde ekonomik durum oldukça bozulmuştu. Haçlı ve Moğol tehlikesinin bertaraf edilmesi ve siyasi istikrarın sağlanmasının ardından ticari hayat canIandı ve şehirler gelişti. Bu arada birkaç defa kıtlık, salgın hastalıklar, kuraklık ve depremler yaşandı. 1349 yılındaki veba salgını esnasında Suriye nüfusunun oldukça azaldığı bildirilmektedir. Memlük sultanlarının son zamanlarda bazı ürünlerin ticaretini kendi tekellerine almaları ve fiyatları istedikleri gibi belirlemeleri Suriye’nin ekonomik yapısını sıkıntıya soktu. XV. yüzyılın ikinci yarısında askerler arasında çıkan karışıklıklar ve arttırılan vergiler yüzünden ekonomik hayat biraz daha bozulunca Suriye’de halk isyanları başladı. Sultan Kansu Gavri bu isyanları bastırmakta büyük zorluk çekti. Bu dönemde Memlük-Osmanlı ilişkilerinin gerginleşmesi sonucunda Suriye ayrıca iki büyük devlet arasında çatışma bölgesi haline geldi. 24 Ağustos 1516’da Halep’in kuzeyinde Mercidabık’ta Memlükler’e karşı büyük bir zafer kazanan Yavuz Sultan Selim Suriye’yi Osmanlı topraklarına kattı. Mercidabık Savaşı’nın en önemli sonuçlarından biri, Eylül 1516’da Şam merkezli Suriye bölgesinin Osmanlı hakimiyeti altına alınması oldu. Önce Halep’e, ardından Şam’a giren Yavuz Sultan Selim, Suriye’de Memlük dönemindeki idari yapıyı değiştirmedi. Mısır seferinden dönüşünde yeniden Şam ‘a gelen Yavuz Sultan Selim, Muhyiddin ibnü’I-Arabi Camii ve Türbesi’nin yapımını tamamlattığı gibi Mısır’da direniş devam ederken itaat arzeden Canbirdi Gazali’yi 15 Şubat 1518’de Şam beylerbeyliğine tayin etti. Yavuz Sultan Selim hac kervanının yola çıkmasından sonra Şam’dan ayrıldı. Canbirdi Gazali, iki yıllık beylerbeyiliği sırasında kabile isyanlarını bastırmak ve hac güzergahının güvenliğini sağlamakla birlikte Memlük beylerini korumaya ve eşraf yapılanmasını devam ettirmeye çalıştı. Yavuz Sultan Selim’in vefatının ardından Ekim 1520’de gönülsüzce bağlandığı Osmanlı Devleti’ne isyan etti. Özellikle kabile reislerinin ve Memlük beylerinin desteğiyle Şam’da hakimiyeti sağladı. Daha sonra Beyrut ve Trablusşam gibi kıyı şeridindeki önemli şehirleri ele geçirdi ve Halep’i kuşattı. İsyan sırasında Safeviler’le irtibat kuran Canbirdi, Osmanlı kuvvetlerine karşı duramayarak Şam’a döndü. Burada adına hutbe okutup para bastırdı ve Emeviyye Camii’nde “elmelikü’l- eşref’ unvanıyla bağımsızlığını ilan etti. Ancak ulemanın ve esnafın desteğini sağlayamadı. Şam’a ilerleyen Osmanlı ordusu 1521 Ocak ayının son günlerinde isyanı bastırdı.

Yavuz Sultan Selim’in fetihlerinden sonra Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz bölgeleri Arap vilayeti adıyla teşkilatlandırıldı. Memlük döneminde olduğu gibi Şam beylerbeyi Halep’i de içine alan geniş bir bölgeden sorumluydu. Osmanlı Devleti, XVI. yüzyıl boyunca Suriye’yi Osmanlı idari düzenine uygun bir yapıya kavuşturmaya çalıştı. Mülki ve askerî açıdan merkeze bağlı hale getirdikten sonra dini ve adli teşkilatında da Hanefi mezhebi merkezli kendi idari anlayışı­nı yerleştirdi. Halep de Osmanlı idaresinde büyük bir gelişme gösterdi. Trablusşam yeniden ticari faaliyetin yoğunlaştığı bir liman şehrine dönüştü.  Suriye’de Osmanlı yönetiminin bu dönemde iki temel amacı vardı. Birincisi iç güvenliği sağlayarak iktisadi ve ticari hayatın normal seyrinde sürmesini sağlamak, ikincisi bölgenin dini ve ticari hayatı açısından çok önemli olan hac kervanının düzenli biçimde Haremeyn’e gidiş ve dönüşünü temin etmekti.

1775’te Cezzar Ahmed Paşa, vezirlik rütbesiyle Sayda valiliğine tayin edildi. Giderek gücünü arttıran Cezzar Ahmed Paşa 1780’de Şam valisi oldu ancak bölgeyi Akka’dan yönetmeye devam etti. Suriye, Mart 1799’da maruz kaldığı Fransız işgali tehlikesini Cezzar Ahmed Paşa’nın başarılı savunmasıyla atlattı ve Fransızlar, Akka kuşatmasını mayısta sona erdirmek zorunda kaldılar. Ahmed Paşa’nın başarısı bölgedeki gücünü daha da arttırınca Osmanlı hükümetinde tereddütler hasıl oldu fakat bölgedeki gücü ve Vehhabi tehlikesi dikkate alınarak emirülhaclık ve valilik görevlerine dokunulmadı. 1804’te vefat ettiğinde bölgenin en önemli meselesi Hicaz, Suriye ve Irak yönünde yayılmaya çalışan Vehhabilik idi. Vehhabi baskısı 1805’ten bu yana Mısır’ın güçlü yeni valisi Mehmed Ali Paşa’nın 1811 ‘de baş­lattığı askeri harekatla bertaraf edilebildi. Mehmed Ali Paşa, Vehhabiler’e karşı verdiği mücadele ile Suriye’yi bir tehditten korurken aynı zamanda buradaki gelişmeleri yönlendirmeye başladı. 1821 ‘de Akka Valisi Abdullah Paşa’nın Osmanlı hükümetine karşı isyanının sona erdirilmesinde etkin rol oynadı. Lübnan’da Emir Beşir’i destekleyerek bölgedeki nüfuzunu arttırdı. 1831 ‘de askerlikten kaçan Mısır köylülerine sahip çıkan Akka Valisi Abdullah Paşa ile olan anlaşmazlığı bahane ederek bir yıl içerisinde bütün Suriye’yi eline geçirdi. Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, serasker unvanıyla kendisine bağlanan Suriye bölgesindeki eyaletleri ilga ederek tek bir idari birime dönüştürdü. Şam merkezli bu birimin başına Mısır’dan Şerif Paşa’yı hükümdar unvanıyla sivil yönetici olarak tayin etti. Sancak seviyesinde veya daha küçük şehirlerin başında Mı­sırlı bir müdür yahut yerli bir mütesellim bulunduruldu ve bütün şehirlerde bir meclis-i şura oluşturuldu. Bu şekilde teşkil edilen sivil idari yapıya rağmen Suriye’deki Mısır yönetimi esas itibariyle bir askeri yönetimdi ve İbrahim Paşa’nın sıkı denetimindeydi. Böylece bir bakıma bugünkü Suriye kavramını coğrafi temelde meydana getiren ilk adım atılmış oldu.

Suriye’yi tekrar kendi yönetimine almak isteyen Osmanlı, Nizip’te Haziran 1839’da bozguna uğratıldı. Bu durum, bölgede dengelerin yeniden tesis edilmesi ve belirsizliğin önlenmesi amacıyla gerçekleşen Avrupa devletlerinin müdahalesine yol açtı. Şubat 1841 itibariyle Suriye ve Filistin tekrar Osmanlı yönetimine girdi.

Suriye, İstanbul’da kararlaştırılan reformların kısa sürede uygulandığı Arap vilayetlerinin başında gelmekteydi. Buna göre 1864 Vilayet Nizamnamesi bir yıl içerisinde tatbik edilerek Trablusşam, Sayda ve Şam vilayetleri Suriye vilayeti adı altında birleştirildi. Böylece tarihte ilk defa Şam merkezli vilayetin resmi adı Suriye olarak belirlendi.

Suriye, 1890’larda II. Abdülhamid yönetimine karşı muhalefetin önemli merkezlerinden biri oldu. Buradaki muhalefet mensupları sivil ve askeri görevlilerle Arap kültürünü canlandırmaya çalışan yeni tip ulema, yani Selefiler olarak adlandırılan Tahir el-Cezairi, Cemaleddin el-Kasımi ve Abdülhamid ez-Zehravi gibi isimlerdi. Muhalif Araplar, Jön Türkler’le irtibat kuruyorlar ve meşrutiyet yönetimi içerisinde Araplar’ın ilerlemesinin sağlanacağı ve güçlü Arap kültür mirasının canlandırılacağı ümidini taşıyorlardı. Ayrıca Kadiri tarikatı mensuplarıyla mahalli eşraf da Meşrutiyetçiler’e destek vermekteydi. Suriye’de mülkiye, askeriye ve sivil kesimden Meşrutiyet taraftarlığı ve Jön Türk hareketiyle bağlantısı tespit edilebilenler 1897′ de çeşitli şekillerde cezalandırıldı.

İngiliz ve Fransızlar arasında Sykes-Picot Antlaşması (1916) diye bilinen antlaşmayla bugünkü Suriye’nin tamamı Fransa’ya terkediliyordu. Bu sırada İngiltere’nin Mısır komiseri Henry ile Mekke Emiri Şerif Hüseyin arasında Osmanlı idaresine karşı ayaklanma düzenlenmesi müzakereleri devam ediyordu. Müzakereler sonunda isyan karşılığında Şerif Hüseyin’e Suriye’yi de içeren büyük bir Arap krallığı vaad edilmişti. İngilizler’in sağladığı para ve silahla donatılan ve çoğunluğu bedevilerden oluşan birliklerle Haziran 1916’da Şerif Hüseyin isyanı başladı. Osmanlı ordusu 1917 sonunda Kudüs’ten ve 1918 Eylül sonunda Şam’dan çekildi. 1918 sonunda Osmanlı Devleti’nin Mondros Antlaşması ‘ nı imzalamasıyla Suriye’deki Osmanlı yönetimi resmen sona erdi.

BİLADÜ’Ş ŞAM’IN SOSYO-EKONOMİK, KÜLTÜREL VE ETNİK YAPISI

Bölge fetholunduğunda, siyasi amaçlar için bazı düzenlemeler yapılmıştı. Muaviye’nin Bizans parasından çevirme, yeniden bastırdığı ilk paranın üstünde eli kılıçlı asker bulunuyordu. Daha sonra yavaş yavaş paraya dini ögelerin girmesi Abdullah Bin Zübeyr döneminde olmuştur. Bu dönemde paranın üzerine Muhammed Rasulullah gibi yazılar yazılmıştı. Abdülmelik’ten önce paraların Bizans kaynaklı olarak değiştirilerek yeniden piyasaya sunulduğu düşünülürse ilk islam parasının basılması Abdülmelik tarafından olmuştur. Böylece dışa bağımlılık sarmalının kırılması amaçlanmıştır.

Altından yapılan paralara “dinar”, gümüşlere “dirhem”, bakırdan yapılana ise “fels” denilirdi. Bu dönemde halk daha çok değeri düşük olan felsi kullanırdı. Paradaki değişimler, coğrafyanın başta ekonomik olmak üzere sosyo-kültürel yapısını önemli derecede etkilemiştir.

Selçuklu Döneminde bölgeye hakim olan Abbasiler zayıflamış ve Mısır’dan gelen Şii Fatimiler’in etkisiyle bölgedeki otoritesi zayıflamıştı. Tuğrul Bey’in bu coğrafyaya sahip olması, Bizans ve Fatimiler gibi etkenlerden dolayı zor görünse de; Abbasi hailfesinden aldığı destekle bölgeye hakim olabildi. Tuğrul Bey, samimi devlet anlayışı ve sünni bir devlet kurması amacı sayesinde halkın kısa sürede sevgi ve desteğini de kazandı.

Alparslan döneminde kurulan Nizamiyye Medreselerinin en önemli özelliği Şii doktrinine karşı ilmi ve fıkhi mücadeleyi akla ve bilime dayalı bir şekilde yapmalarıydı. Melikşah Dönemine gelindiğinde bölgeye Azerbaycan ve Karabağ’dan gelen Türkmenlerin yerleştirilmesi coğrafyanın etnik ve kültürel yapısını önemli derecede etkilemişti. Türk nüfusunun bölgedeki demografik ve kültürel varlığı uzun süre devam etmiştir.

Memlükler Dönemine geldiğimizde bölge tam bir kültür şehri olmuştur. İbadet ve tedris gibi her iki işlevi de yerine getiren camilerin hem sayısı hem de kapasiteleri arttırılmıştır. Çünkü camiler bu zamanda ibadetlerin dışında öğrenci kabul eder ve ilmi konular üzerine önemli şahsiyetler yetiştirirdi. Bazı medreseler cami olarak kullanılırdı ve birleşik cami-medrese olarak hizmet verirlerdi. Memlükler’in son dönemlerine doğru Dımaşk’taki Sabuniyye ve Sıba’yyi gibi pek çok yeni müessesenin dini ve eğitime dair çeşitli işlevleri aynı anda yerine getirmek amacıyla kurulduğu gözlenmiştir. Bu nedenle pek çok kaynakta medrese, cami, türbe, zaviye, hankah, ribat gibi kurumların ayrımı zordur.

Şam ayrıca önemli bir eğitim merkeziydi. Emevi Camii’nde ilim öğrenmek isteyen ulema farklı coğrafyalardan gelerek Şam’da toplanırdı. İlmi açıdan en parlak çağlarından birini yaşayan bölgede aynı zamanda birçok gayrimüslim tarafından da eserler verilmiştir. Tarihçilerin isimleri çokça geçmektedir. Özellikle Hristiyanların ön planda olduğu tarih yazıcılarından İbnü’s Sukai’nin Memlükler’in divan işlerinde olması hasebiyle devlet içindeki yolsuzluklardan ve ihmallerden bahseden ilk tarihçi olması dikkat çeker. Ayrıca bir Hristiyan tarafından kaleme alınan “vefeyat” türündeki tek örnektir. Özellikle Hristiyan tarihçilerin bu denli başarılı olmasını toplumu içten benimsemeleri ve kimsenin değinmek istemediği konulara değinmelerine bağlayabiliriz. Öyle benimsemişlerdir ki İbnü’s Sukai ve Mufaddal Ebu’l Fedail eserlerine besmele ile başlayıp hamd ile bitirmişlerdir.

Osmanlı Dönemi incelendiğinde tipik bir Arap şehri kimliği taşıyan Şam, başkentten idare edilmekteydi. Şehirde genel halk Arapça konuşurdu. Hac güzergahı üzerinde olması bölgeye büyük bir ekonomik güç kazandırmıştı. Çünkü Hicaz hattının başlangıç noktası konumundaydı ve hacıların konaklaması, beslenmesi ve ihtiyaçları için batısındaki Sinaniyye bölgesinde pazarlar kurulurdu. Güzergah üzerinde yolculuk esnasında da ihtiyaç karşılamaya yönelik vakıflar kurulmuştu. Şam valilerinin en önemli görevleri hacıların ihtiyaç ve güvenliğini sağlamaktı. Özellikle 18.yy’da hacılar sık sık bedevi saldırılarına uğramaktaydı.

Barada Nehri’nin suladığı vadilerde çok sayıda köylü yaşamını tarımdan sağlardı. Merkezde ise daha çok tüccarlar ve zanaatkarlar iş yapmaktaydı. Dokumacılık çok önemliydi öyle ki tabakhanelerde işlenen deriler Fransa, İngiltere, İtalya ve Mısır’a ihraç edilmekteydi. Hemen her mahallenin büyüklüğüne göre “suveyka” denilen bir çarşıları vardı.

Şam’da halk etnik açıdan homojen bir Müslüman nüfus sergilemediği gibi, gayrimüslim nüfusta kendi içinde çeşitlilik arz etmekteydi. Yahudi ve Hristiyanlar da kent yaşamının bir parçası olarak kendilerini kabul etmişlerdi. Kadıya başvurabiliyor, kendi cemaatinden kişileri hatta Müslümanları şikâyet edebiliyorlardı. Loncalara üye olabiliyorlardı. Ayrıca ekonomik hayatta gayrimüslimler kendi mahallerinin dışında dükkân sahibi olabiliyorlardı. Kentin iki km kuzeybatısında 12. yy. ortalarında haçlıların elinde olan Filistin’den gelen Hanbeliler’in kurduğu Salihiyye yerleşim alanı vardı. Şam’da Türk, Kürt, Türkmen, Kuzey Afrikalı ve İranlıları içine alan Müslüman göçmen azınlıklarına sahipti. Bu durum Şam’ın büyük bir İslam merkezi olduğunun da kanıtı olarak gösterilmektedir.

Yeniçerilerin Şam’ın sosyo-kültürel ve ekonomik yapısında önemli yeri vardır. Özellikle artan nüfus ile birlikte yeniçeri alımlarının yükselmesi fakat aldıkları paranın düşmesine bağlı olarak parayı değerlendirme yoluna gitmişlerdir. 16. yüzyıl sonlarına doğru ticaretle ilgilenmeye başlamışlardır. Bu durum öyle bir boyut almıştır ki; bahçeleri, hanları, hamamları olan yeniçeriler bile gözlenmiştir. Yeniçeri ocaklarının kaldırılmasıyla bu durumda ortadan kalkmıştır.

En zengin zamanlarını Osmanlı döneminde gören halkın refahı, Osmanlı’nın duraklama ve gerileme dönemi ile son bulmuştur. Bu dönemde hırsızlık, kundaklama ve yağmalama gibi olaylarda görülmüştür. İsyanlarla yaşanan iç güvenlik problemleri ortaya çıkmıştır. Hayat giderek pahalanmış ve halk giderek fakirleşmiştir.

BİLADÜ’Ş ŞAM ALİMLERİ

NUREDDİN MAHMUD ZENGİ

11 Şubat 1118 Halep’te doğdu. Musul atabeyi İmameddin Zengi’nin oğludur. Yazısının güzel olması, çok okuması, hadis ezberleyip rivayet etmesi ve fıkıh bilgisiyle ilgili rivayetler onun iyi bir eğitim aldığını gösterir. Gençlik döneminde askerî bakımdan eğitim aldığı ve babası İmâdüddin Zengî’nin yanında zaman zaman savaşlara katıldığı bilinmektedir. Nûreddin Mahmud, adaleti ve dindarlığından dolayı “el-Melikü’l-âdil” lakabıyla anıldığı gibi Haçlılar’la yapılan savaşlarda şehid olmayı çok arzu ettiğinden “Şehîd” lakabıyla da anılmıştır. Hanefî fıkhını iyi bildiği, ancak kendisinde mezhep taassubu bulunmadığı, hadisle de meşgul olduğu, geceleri zikir yaptığı, zikre kalkmak isteyenleri uyandırmak amacıyla Dımaşk Kalesi’nde belli saatlerde davul çaldırdığı kaydedilmektedir.

Siyaset açısından büyük başarılar elde ederken bir yandan da devleti ayakta tutan kurumlar tesis etmiştir. Depremler dolayısıyla büyük yıkımlara sahne olan Dımaşk, Humus, Hama, Halep, Şeyzer ve Ba‘lebek gibi şehirlerin kale ve burçlarını yeniden yaptırmış veya tamir ettirmiştir. Yine yangın ve depremler yüzünden yıkılan Halep Ulucamii’ni yeniden inşa ettirmiş, Urfa Ulucamii’ni hükümdarlığının ilk yıllarında yaptırmıştır. Dımaşk’ta kendi adını taşıyan cami halen ayaktadır. Nûreddin’in en büyük ve en güzel eseri 1172 yılında tamamlanan Musul Ulucamii’dir. Ayrıca çok sayıda han, ribât, hankah ve sebil inşa ettirmiştir. Dımaşk’ta yaptırdığı Dârülhadis Medresesi (Nûriyye Dârülhadisi) Osmanlılar’a kadar uzanan güzel bir örnek oluşturur. Onun en değerli eserlerinden biri de günümüzde Dımaşk’ta müze olarak kullanılan bîmâristandır. Ayrıca yetimleri devletin koruması altına alıp onlar için okullar yaptırmış, dul kadınları ve düşkün kimseleri korumuş, toplumun hemen her kesimine hayat güvencesi sağlamıştır. Nûreddin Mahmud Haçlı devletlerini bütünüyle ortadan kaldıramamışsa da Kudüs’ün kurtarılmasına zemin hazırlamıştır. Kudüs’ün fethedileceğine inandığından Mescid-i Aksâ’ya konulmak üzere Halep’te sanat değeri çok yüksek bir ağaç minber yaptırmıştır. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Kudüs’ü fethettiğinde Mescid-i Aksâ’ya koydurduğu bu minber 1969’da bir yahudi tarafından çıkarılan yangında yanmıştır.

15 Mayıs 1174 tarihinde Nûreddin Zengi, Mısır’a gitmek üzere hazırlık yaptığı sırada Dımaşk Kalesi’nde vefat etmiştir.

SELAHADDİN EYYUBİ

Haçlılar’a karşı mücadelesiyle tanınan İslâm kahramanı, Eyyûbîler hânedanının kurucusu ve ilk hükümdarıdır. Tikrıt’te 1138 yılında doğdu. Babası Necmeddin Eyyub bu sırada Selçuklular’ın Tikrıt valisiydi. Musul emiri Atabegi İmadüddin Zengi ile dostluk kurmuş olan Eyyub, onun isteği üzerine Selahaddin’in doğduğu yıl aşiretiyle birlikte Tikrıt’ten ayrılarak Musul’a gitti ve Zengı’nin hizmetine girdi. Zengî 1139 Ba‘lebek’i fethedince Eyyûb’u bu önemli sınır şehrine vali tayin etti. İmadüddin Zengi ölünce oğlu Nureddin Mahmud, Halep ve civarının hükümdarı oldu. Necmeddin Eyyub de bu dönemde Dımaşk Atabegliği’ne bağlandı. Necmeddin Eyyüb, Nureddin’in Haçlılar’la mücadelesinde ve onun Dımaşk’ı ele geçirmesinde önemli rol oynadı. Böyle bir ortam içinde şehzade gibi yetişen ve iyi bir eğitim gören Selahaddin genç yaşlarında Haçlılar’a karşı yapılan seferlere katıldı. Nureddin Zengi’nin Mısır’daki ordusunun kumandanı olan Selahaddin aynı zamanda Fatımi halifesinin veziri olarak iki önemli görevi üstlendi. Selahaddin, daha sonra Nureddin Mahmud Zengi’ye danışarak onun naibi sıfatıyla Mısır’ı yönetmeye başladı. Selahaddin Mısır’a hakim olunca kendisine ve Türkler’e karşı direnen Fatımi çevreleriyle, onları destekleyen Haçlılar ve Bizanslılar’la mücadeleye girişti. Haçlılar ve Bizanslılar Mısır’ı kuşattılarsa da Selahaddin karşısında başarı elde edemediler. Mısır’a tam anlamıyla hâkim olan Selahaddin orduyu yeniden teşkilatlandırdı. Sünni medreseler ve yeni kurumlar açtı. Fatımi bürokrasisini kademeli olarak tasfiye etti. Nihayet Nureddin Zengi’den gelen emir üzerine 1171 Fatımi hilafetine son verdi.

Selahaddin geniş bir alanı kapsayan bir siyasi birlik kuran büyük bir devlet adamıdır. Bu siyasi birlik Eyyubiler’in ardından Memlükler’le devam etmiş, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Kahire’yi ele geçirmesiyle son bulmuştur. Türkler, Selahaddin devrinde Mısır, Libya, Kuzey Sudan, Hicaz, Yemen gibi yerlere hakim olmuş; bu hakimiyet asırlarca devam etmiştir. Selahaddin kuvvetli bir ordu, iyi çalışan bir devlet teşkilatı kurmuştur. Fatımi hilafetini yıkarak bölgedeki ideolojik parçalanmaya son vermiştir. Onun ikinci büyük başarısı Kudüs’ü ve Haçlılar’ın elinde olan birçok yeri kurtarmasıdır. Kudüs’ü geri alması İslâm dünyasının en ünlü kahramanları arasında yer almasını sağlamıştır. İmar faaliyetleriyle yakından ilgilenen Selahaddin’in devrinde Filistin, Mısır, Hicaz ve Yemen’de çok sayıda medrese, zaviye, cami, köprü, kale, hamam inşa edilmiştir. Bu dönemde İslam dünyasının her tarafından Eyyubiler ülkesine akın eden alimler ve talebeler çok sayıda ilmi eser kaleme almıştır. Dünya tarihinde haklı bir şöhret kazanan ve örnek bir sultan olarak gösterilen Selahaddin-i Eyyubi, Türk-İslam tarihinin en tanınmış kahramanlarından biridir. Mehmed Akif Ersoy onu ‘Şark’ın en sevgili sultanı’ diye nitelemiştir. Selahaddin kaynakların belirttiğine göre dindar, merhametli, cömert, güler yüzlü, vakur, sağlam iradeli, mert ve heybetli bir kişiydi. Her konuda Nureddin Mahmud Zengi’nin takipçisi, onun başlattığı eserlerin tamamlayıcısı olmuş, yeni bir devlet kurduğunu bile iddia etmemiştir. Müslümanlar onun şahsında ideal bir sultan, Haçlılar gerçek bir İslâm kahramanı görmüştür.

Tarihçilerin anlattığına göre Selahaddin zamanını ya ilim ya cihad veya devlet işleriyle geçirirdi. Kur’an’ı ezberlemiş ve iyi bir eğitim görmüştü. Arapça, Türkçe, Farsça ve Kürtçe biliyordu. Çok cömert olduğu, öldüğünde özel hazinesinden sadece 1 Mısır dinarıyla 36 Nasıri dirhemi çıktığı kaydedilir. Selahaddin, Haçlılar’la antlaşma yaptıktan kısa bir süre sonra 4 Mart 1193 Dımaşk’ta vefat etmiştir.

BİLADÜ’Ş ŞAM MİMARİSİ

ŞAM

Bütün Ortaçağ şehirlerinde olduğu gibi etrafı surlarla çevrilen ve yöneticilerin oturduğu bir iç kalesi bulunan Dımaşk, (Şam) islam döneminde külliye(imaret), cami, medrese, şifahane(bimaristan), zaviye, sebil, çeşme, hamam, han ve konutlarla donatılmıştır. Emeviyye Camii ve çevresindeki birkaç yapı haricinde günümüze ulaşan yapılar genel olarak Türk dönemlerinden kalmadır.

A) Emevi Devleti (661-750)

İslam mimarisinin ilk anıtsal örneği Halife I.Velid’in yaptırdığı Emeviyye Camii’dir(Şam Ulu Camii). İslam mimarisinin bugüne kadar ayakta kalabilen muhteşem bir örneğidir. Ayrıca Emevilerin Şam’da ayakta kalan tek eseridir. M.Ö. 1. yüzyıla ait bir Roma mabediyle onun harabeleri yanında bulunan Aziz Yohannes(Hz. Yahya) Kilisesi’nin yerine inşa edilmiştir. Mabedin çevresi sütunlu, yüksek duvarlı büyük salonu Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın gözetiminde camiye çevrilmiş, daha sonra burası ihtiyacı karşılamayınca Emevi Halifesi Velid b. Abdulmelik tarafından bugünkü büyük caminin inşası başlamıştır. İnşaatta halifenin isteği üzerine Bizans İmparatorunun İstanbul’dan gönderdiği ustalar çalışmıştır. Caminin yapımında Roma mabedin duvarları ve burçlarından faydalanılmış, kulelerinden ise minareler yapılmıştır. Yapımını takip eden asırlar içinde birçok yangına ve tahribata uğramış, çeşitli onarım ve değişiklikler geçirmiş fakat buna rağmen mimari özelliklerini korumuştur.

Ayrıca Emeviyye Camii enine genişleyen yapısıyla Anadolu dahil birçok İslam kenti camisine örnek olmuştur. Caminin bir özelliği de İslam alemindeki ilk umumi tuvaletlerin burada yapılmış olmasıdır. Camiyi ilk kez genişleten Velid b. Abdulmelik kiliseyi Hristiyanları razı ederek almış, rivayete göre karşılığında dört kilise vermiştir. Caminin bakım ve onarımını yapmak, yürütülecek dini hizmetlerle eğitim ve öğretim faaliyetlerinin masraflarını karşılamak için I.Velid döneminden başlayarak çeşitli vakıflar tahsis etmiştir. Yavuz Sultan Selim, birçok çarşı, han, dükkânı vakfetmiş olup hala Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde bulunmaktadır.

Caminin içinde Hz. Yahya’nın türbesi bulunmaktadır. Rivayete göre, inşaat sırasında küçük bir dehlizde Hz. Yahya’ya ait olduğu yazılı bir baş bulunarak yerinde muhafaza edilmiş ve sonradan üstüne türbe yapılmıştır. Ayrıca Hz. Osman’ın Suriye’ye gönderdiği mushaf da bu camide bulunmaktadır. Muaviye de Hz. Ali’ye muhalefetini bu caminin minberinden ilan etmiştir.

B) Selçuklu Dönemi (1076-1174)

Selçuklu devrinde Şam; savunmasından su tesislerine, eğitim öğretimden şifahanelere kadar her türlü ihtiyacın karşılandığı bir belde olarak bilinir. Kale genişletilip, surların yıkılan yerleri onarılmış, şehre yeni kapılar açılmıştır. Medrese ağırlıklı şehir mimarisi cami, türbe, sebil ve çeşmelerle zenginleştirilmiştir. Bu dönemde yapılmış Eminiyye Medresesi ve Mücahidiye Medresesinin sadece birer kapısı günümüze ulaşabilmiştir. Nureddin Mahmut Zengi’nin 1154’te kurduğu şifahane özgün biçimiyle günümüze gelebilen en eski Selçuklu şifahanesidir. Nureddin  Zengi de buraya defnedilmiştir. Yine Nureddin Zengi’nin eseri olan Nuriyye Medresesi günümüzde çocuk yurdu olarak kullanılmaktadır. Hamam olarak da yine Nureddin Zengi Hamamı son yıllarda yenilenmiştir. Selçuklu devri Şam mimarisinde avlulu-eyvanlı cami ve medrese şemaları ile yapılarda görülen iki renkli taş işçiliği Zengi üslubu diye anılmıştır.

C) Eyyubi Dönemi (1174-1260)                                      

Eyyubiler Selçıkluların kültürünü devam ettirmişlerdir. Haçlılarla savaş halinde olmalarına rağmen Şam’daki imar faaliyetlerini kesintiye uğratmamışlardır. Eyyubi mimarisinde ağırlıklı olarak mescid-türbe gibi küçük ölçekli yapılar görülür. Kameriye Bimaristanı, Emir Seyfeddin Yusuf el-Kaymeri’nin eseridir. Yapı günümüzde hastane olarak kullanılmaktadır. Selahattin Eyyubi’nin kız kardeşi Rabia Hatun’un eseri olan Sahibiyye Medresesi, Selçuklu medreseleri tarzında yapılmıştır. Ayrıca bu dönemde Şam’da Şamiyye, Tabetiyye, Ferruhşah, Ömeriyye, Mardiniyye…gibi birçok medrese yapılmıştır. Günümüze ulaşanların çoğu konut veya iş yeri olarak kullanılmaktadır.

Eyyubi dönemi türbeleri plan, mimari ve süsleme bakımından Selçuklu türbelerinin devamı niteliğindedir. Selahattin Eyyubi’nin Emeviyye Camii yanındaki türbesi de bu mimariye örnektir. Babüssagır Mezarlığı’ndaki Bilal-i Habeşi Türbesi de 1228 yılında Eyyubi döneminde yapılmış, Osmanlı devrinde bazı kısımları yenilenmiştir.

D) Memlük Dönemi (1260-1516)

Mimari Memlüklüler’de yeni bir boyut kazanmıştır. Dış cephelerde çok renkli süslemeler, kalın kitabe kuşakları, sebil ve çeşme nişleri Memlük yapılarında görülen mimari unsurlardır. Cephelerde görülen arma ve kandil motifleri Memlük mimarisinin simgesi durumundadır. Memlük medreseleri de dönemin genel mimari anlayışını yansıtmaktadır. Girişte avlusu, avlunun ortasında havuzu veya şadırvanı bulunurdu. Vakfedenin kendisine ya da yakınına ait türbe ile mescid de medresenin unsurları arasındadır.  Ayrıca öğrenci odaları da bulunmaktadır. Tengiziyye Medresesi 1338 yılında Seyfeddin Tengiz tarafından yaptırılmıştır. Emir Çakmak’ın 1421’de inşa ettirdiği Çakmak Medresesi, günümüze sağlam olarak ulaşabilen en güzel Memlük eserlerinden biridir. Memlük türbeleri de çoğunlukla cami, zaviye, medrese gibi yapılarla birlikte tasarlanmıştır. Bütün kültürlerin ortak şemasını taşıyan Memlük hamamlarının en dikkat çekici özelliği çok renkli mermertaş süslemelerine sahip oluşudur.

E) Osmanlı Dönemi (1516-1918)

Şam Osmanlılar zamanında Şam-ı Şerif unvanı ile anılmış, şehrin imarı konusunda çokça yeni eser ortaya konulmuştur. Şam’da sayısal ve mimari ağırlığı olan Memlük yapıları yanında Osmanlı eserlerinin daha mütevazi ve yalın bir şekilde yapıldığı görülür. Çok renkli mermer süslemeciliği Osmanlı devrinde de sürdürülmüştür. Ancak bu etkileşime rağmen cephe yapısı, örtü sistemi, sivri külahlı minareleri, avlu düzeni ile Osmanlı camilerinin Ortadoğu üslubundan çok İstanbul çizgisini yansıttığı kolaylıkla belli olmaktadır.

Selimiye(Şeyh Muhyiddin) Külliyesi, 1518’de Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı Muhyiddin İbn’ül Arabi türbesi ile cami ve zaviyeden oluşmaktadır.  Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1553 yılında yenilenen yapıya mutfak ve salonlar eklenmişir.

Süleymaniye Külliyesi bugün ‘Tekke Süleyman’ diye anılmaktadır.  Kanuni eseri olup Mimar Sinan tarafından tasarlanarak 1555-1559 yılları arasında inşa edilmiştir. II. Selim zamanında 1566-1567 yıllarında medrese ve arasta(üstü örtülü önü saçaklı dükkân) eklenmiş, han da 1576’dan sonra tamamlanmıştır. İstanbul’daki Süleymaniye Külliyesi’nin inşaat defterlerinde 1559’da inşaatı biten Şam’daki camiye kurşun kaplamaların yollandığı kayıtlıdır. Şam Beylerleyi’nin İstanbul’a yolladığı 1560 tarihli mektuptan inşaattan sorumlu kişinin Şamlı Todoros adında Hristiyan bir mimar olduğu anlaşılmaktadır. Bu külliye yapılmadan önce yerinde Memlük döneminde Gök Meydanı denilen bir cirit sahasının yer aldığı bilinir. Külliyede Sinan döneminin diğer külliyelerinde görülmeyen, katı simetri dikkati çeker. Hazirede(külliyenin mezarlığı) Sultan Vahdettin ile sürgünde vefat eden hanedan mensupları bulunmaktadır. Medrese planı itibariyle açık avlulu ve revaklı Osmanlı medreselerinin özelliklerini sergiler. Kubbe yapıları ise Memlük dönemi kubbelerini andırır.

1568’de yaptırılan Murad Paşa Külliyesi cami, zaviye, türbe ve misafirhaneden meydana gelmektedir. Osmanlı eseri olmasına rağmen mimaride Memlük özellikleri hakimdir. Derviş Paşa Külliyesi, Şam valisi Derviş Paşa tarafından 1574’te yaptırılmıştır. Sinan Paşa Külliyesi, Vali Koca Sinan Paşa tarafından 1587’de yaptırılmıştır.

Şam’daki Osmanlı camileri arasında Sinan Ağa Camii, Siyavuş Camii, Yağuşiye Camii, Assali Camii, Muradiye Camii… mimari olarak dikkat çeken yapılardır. Şam’daki Osmanlı medreselerinin sayısı az olup iddiasız ve sade yapılardır. Abdullah Paşa Medresesi 1779 yılında yaptırılmıştır. Gürcü Medresesi, Hayyatin Medresesi, Süleyman Paşa Medresesi bunlardan bazılarıdır. II. Abdulhamid tarafından inşa edilen İdadiyye- i Mülkiyye(Amber Mektebi) diğer bir önemli Osmanlı medresesidir. Bu medreselerin çoğu günümüzde hala hizmet vermektedir.

Esad Paşa Hanı, Azmzade Esad Paşa tarafından 1752-1753 yıllarında yaptırılmıştır. Şam’ın en büyük ve en ünlü hanı olarak tanınmıştır. Ortasındaki dokuz kubbeli avluyu araştırmacılar ‘yakındoğunun en etkileyici mekânı’ olarak tarif ederler. İpek Hanı, Süleyman Paşa Hanı, Çuha Hanı, Zeytin Hanı, Pirinç Hanı, Silahçılar Hanı diğer önemli ticaret merkezleridir. Şam’da iklimin sıcak olması hasebiyle mahalle aralarında sebil ve çeşmeler yaptırılmıştır. ‘Birke’ denilen sarnıç türü havuzların mimari bir özelliği yoksa da iki renkte taştan yapıları dikkat çeker.

Osmanlı Hicaz demiryolu ağının önemli merkezlerinden biri olan Şam Tren İstasyonu, II. Abdulhamid adına inşa edilmiştir. Tren istasyonu günümüzde Hicaz Demiryolu Kurumu Genel Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır.

Hasıl- ı kelam Şam Ortadoğu ve Afrika’daki diğer şehirlere göre eski dokusunu koruyabilmiş, daha bakımlı ve temiz bir şehir manzarası ortaya koymaktadır. Şehrin Osmanlı dönemi çehresi henüz silinmemiştir.

KAYNAKÇA

  1. ÇOLLAK, Fatih ve AKPINAR, Cemil. TDV İslam Ansiklopedisi, yıl:1996, cilt:13, sayfa:537-539.
  2. TOMAR, Cengiz. TDV İslam Ansiklopedisi, cilt:37, sayfa:555-559.
  3. KÖK, Bahattin. TDV İslam Ansiklopedisi, yıl:2007, Cilt:33, sayfa:259-262.
  4. ŞEŞEN, Ramazan. TDV İslam Ansiklopedisi, yıl:2009, cilt:36, sayfa:337-340.
Up Next: İletişim