SURİYE PENCERESİNDEN GÖÇ

SURİYE DOSYASI ÇALIŞMA GRUBU

· 17 dk okuma süresi >

YAZARLAR

¹Emine Beyza Nur Kaynar*

¹Beyza Bekdik

¹Busenur Keloğlu

¹Mine Baş

²Awab Alneamy

1. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi

2. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi

*İletişim: beyzahp301@gmail.com

İçindekiler

SURİYE’DEN GÖÇÜN NEDENLERİ

2011 yılından itibaren Suriye’den çeşitli ülkelere çok kısa sürede milyonlarca insanın yapmış olduğu göç, büyüklük ve zaman açısından tarihte eşine az rastlanılan göç dalgılarından birisidir. Esed rejiminin, muhaliflere yönelik acımasız saldırıları sonucu zorunlu bir göç dalgası meydana gelmiştir. Göçün nedenleri arasında:

  • Suriye halkının isteklerini karşılayacak herhangi bir siyasi çözüm ümidinin olmaması ve aşırı İslamcı örgütler tarafından gerçekleştirilen şiddet olaylarının artması. Bu gerginlikler sonucunda Suriye yaşanmaz hale gelmiş ve halk göç etmek zorunda kalmıştır.
  • Çoğu göçmenin ve ailelerinin ülkelerinde çıkan bu savaşa katılmayı reddetmeleri ve zorla askere alınmaktan korkmaları. Suriyeliler bu devrimin silahla gerçekleşmesini değil, halkın barışçıl bir şekilde iktidara ulaşmasını sağlamak istiyordu.
  • Ölümden kaçıp, ülkelerinde kaybettikleri veya çok azalan geçim ve eğitim imkanlarının daha iyisini aramaları.
  • 2012 yılının ilk yarısından itibaren savaşın iyice alevlenmesi ve Suriye’nin kuzey bölgesine özellikle de İdlip’e bağlı Cisr eş-Şuğûr şehrine yönelik bombardımanların artması.

SURİYELİ MÜLTECİLERİN GÖÇ ETTİKLERİ ÜLKELER VE KABUL ŞARTLARI

Suriye’de iç savaşın başlamasıyla 13 milyon kişi evini terk etmiştir. 2,98 milyon kişi ulaşması zor ya da kuşatılmış yerlerde hayatını sürdürmektedir. 6,6 milyonu Suriye içinde farklı yerlere göç etmiştir. PEW araştırma şirketinin yayınladığı rakamlara göre, 3 milyon 400 bin kişi Türkiye’ye, 1 milyon kişi Lübnan’a, 660 bin kişi Ürdün’e, 250 bin kişi Irak’a, 150 binden fazla kişi Kuzey Afrika’ya, 530 bin kişi Almanya’ya, 110 bin kişi İsveç’e, 50 bin kişi Avusturya’ya, 100 bin kişi Kuzey Amerika’ya, 52 bin kişi Kanada’ya ve 21 bin kişi de Amerika’ya gitmiştir. Ayrıca Amerika’da 8 bin kişi geçici koruma statüsünde bulunmaktadır. Mısır’da UNHCR’nin yayınladığı rakamlara göre 117.000’den fazla Suriyeliye koruma ve yardım sağlamaktadır.
2015 ile 2016 yıllarında Avrupa’da sığınmaya başvuran hemen hemen tüm Suriyelilerin sığınma başvurular kabul edilmiştir. Avrupa’ya giden kişilerin ilk olarak gittikleri ülkelerde kayıtları alınmakta ve kişiler iltica talebinde bulunmaktadır. Kayıt sırasında kişiye adı, geldiği ülke, doğum tarihi, dini, dili ve etnik kökeni sorulmaktadır. Daha sonra kişinin fotoğrafı çekilmekte ve parmak izi alınmaktadır. 14 yaşın altındaki çocukların parmak izleri alınmamaktadır. Kayıt olduktan sonra kişi bir varış belgesi almakta ve doğrudan varış merkezinde iltica başvurusunda bulunmaktadır. İltica başvurusu yapılırken kişiden nüfus cüzdanı, pasaport, vize, ehliyet, öğrenci belgesi, ikametgâh belgesi, ülkeden kaçış nedenleriyle ilgili fotoğraf, rapor gibi belgeler istenmektedir. Ayrıca ailesinin olup olmadığı ve nerede bulundukları, başvuru yaptığınız ülkeye nasıl geldiği, eğitim durumu gibi kişisel bilgiler sorulmaktadır. Burada kişiden tamamıyla dürüst olması istenmektedir. Başvurulan Avrupa ülkesi başvuruyu incelemeden önce başvurudan sorumlu olup olmadığını değerlendirmek için Dublin Sözleşmesine bakmaktadır. Dublin Sözleşmesi’ni Danimarka dışındaki AB ülkeleri, İngiltere ve İrlanda kabul etmişlerdir. Dublin Sözleşmesi’ne göre, iltica eden kişinin başvurusundan sadece bir ülke sorumludur. Bu yüzden bir mültecinin ilk olarak parmak izinin alınıp kaydının yapıldığı ülke başvurusunu incelemekten sorumlu olan ülke olacaktır. Ama bunun bazı istisnai durumları vardır. Parmak izlerinin karşılaştırılması amacıyla ise Eurodac denen parmak izlerinin kaydedildiği veri tabanı oluşturulmuştur. Bunlara istisna kabul edilen durumlar:

  • İltica talebinde bulunan kişinin reşit olmaması durumunda başvuruyu incelemekten sorumlu olan ülke, reşit olmayan bu kişinin ailesinin bulunduğu ülke olacaktır. Eğer bu kişinin ailesi bulunmuyorsa başvurusunu inceleyecek olan ülke başvuru yaptığı ülke olacaktır.
  • İltica talebinde bulunan kişinin geçerli bir ikametgâh belgesinin veya vizesinin olması halinde başvuruyu inceleyecek olan ülke, bu ikametgâh belgesini veya vizeyi veren ülke olacaktır. Eğer kişinin birden fazla ikametgâh belgesi varsa en uzun süre ikametgâh hakkını vermiş olan ülke, geçerlilik sürelerinin aynı olması durumunda ise geçerlilik süresi en son biten ikametgah belgesini vermiş olan ülke sorumlu olan ülke olacaktır. Kişinin birden fazla aynı türden vizesinin bulunması halinde ise geçerlilik süresi en son biten ülke sorumlu olan ülke olacaktır.
  • Bir ailenin fertleri yakın zamanlı olarak farklı ülkelere iltica talebinde bulunduysa aile fertlerinden en çok sayıda kişinin başvurduğu ülke başvuruyu incelemekten sorumlu olan ülke olacaktır. Bunun mümkün olmaması halinde ise ailenin en yaşlı ferdinin başvurduğu ülke başvuruyu incelemekten sorumlu olan ülke olacaktır. İltica talebinde bulunduğunuz ülke Dublin Sözleşmesi’ne göre başvuruyu incelemekten sorumlu olmadığını tespit etmesi durumunda, başvurunuzu incelemekten sorumlu olan ülkeye, başvurunun yapıldığı tarihten itibaren 3 ay içerisinde sorumluluğunuzu üstlenmesini isteyecektir. Eğer başvuru yapılan ülke 3 ay içerisinde diğer ülkeden sorumluluğunuzun üstlenmesini istemezse, başvuruyu inceleyecek olan ülke başvurunun yapıldığı ülke olacaktır.
    Dublin Sözleşmesine bakılması sonucunda başvurunuzu incelemekten sorumlu olan ülkenin belirlenmesinden sonra, başvurunuzun incelenme süreci ülkelere göre değişebilmektedir. Genel olarak başvuru yapan kişiyle yüz yüze görüşmeler yapılarak daha ayrıntılı bilgiler edinildikten sonra başvuru talebi olumlu ya da olumsuz sonuçlandırılmaktadır.

ULUSLARARASI ALANDA MÜLTECİ HAKLARI

1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre mülteci; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişidir. 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü, mültecilerin uluslararası düzeyde yasal haklara sahip olmasını sağlayan önemli tarihsel gelişmelerin sonucudur. Sözleşme; mülteci tanımını, mültecilerin hakları ve sorumluluklarını belirleyen en temel hukuki belgedir.

Uluslararası alanda mültecilere tanınan hakların Cenevre Sözleşmesi’nde ne olduğuna geçmeden önce, bu sözleşmenin tarihini bakmak gerekir. Bu belge, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da savaş nedeniyle yerinden edilmiş insanların mağduriyeti karşılamak amacıyla oluşturulmuştur. Bu sebeple maddelerde sıklıkla II. Dünya Savaşından söz edilmekte ve Avrupa Vatandaşları için geçerli olduğu ifade edilmektedir. Ancak ilk kez mülteci tanımı bu sözleşmede yapıldığı için, ülkeler arasında mültecileri tanımlamaları farklı olsa da, uluslararası alanda Cenevre Sözleşmesi hala önemini korumaktadır.

Aralık 2017 verilerine göre dünyada toplamda 65,6 milyon insan evini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Bu sayının yaklaşık 22,5 milyonu 18 yaşından küçüktür. Her bir dakikada ortalama 20 kişi, çatışma veya zulüm sebebiyle yerinden edilmektedir. Aynı zamanda, uyruk edinme talebi, çalışma ve hareket etme özgürlüğü reddedilmiş 10 milyon vatansız insan bulunmaktadır. Suriye’deki 7 yıllık iç savaşın sonucu, 13 milyon insan yerinden edilmiş olsa da bunların çok azı mülteci statüsündedir. Savaş sonrası ülkelerini terk eden 6,5 milyon insan mülteciliğini ispatlayana ve mülteci statüsüne erişine kadar geçici koruma kapsamındadır.

Syrian internally displaced people walk in the Atme camp, along the Turkish border in the northwestern Syrian province of Idlib, on March 19, 2013. The conflict in Syria between rebel forces and pro-government troops has killed at least 70,000 people, and forced more than one million Syrians to seek refuge abroad. AFP PHOTO/BULENT KILIC (Photo credit should read BULENT KILIC/AFP/Getty Images)

Ülkelerin kişileri yukarıdaki mülteci tanımına uysa bile Cenevre’ye göre bazı durumlarda kabul etmeme durumları vardır;

  • Barışa karşı suç, savaş suçu veya insanlığa karşı suç benzeri suçlar işlediğine,
  • Mülteci sıfatıyla kabul edildiği ülkeye sığınmadan önce, sığındığı ülkenin dışında ağır, siyasi olmayan suç işlediğine,
  • Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden suçlu olduğuna dair hakkında ciddi kanaat mevcut olması

Mülteci statüsünü kazandıktan sonra da bazı hallerde mülteci statüsünden çıkarılabilmektedir;

  • Vatandaşı olduğu ülkenin korumasından kendi isteği ile tekrar yararlanırsa,
  • Vatandaşlığını kaybettikten sonra kendi arzusu ile tekrar kazanırsa,
  • Yeni bir vatandaşlık kazanmışsa ve vatandaşlığını yeni kazandığı ülkenin himayesinden yararlanıyorsa,
  • Kendi arzusu ile terk ettiği veya zulüm korkusu ile dışında bulunduğu ülkeye kendi arzusu ile tekrar yerleşmek üzere dönmüşse,
  • Mülteci tanınmasını sağlayan koşullar ortadan kalktığı için vatandaşı olduğu ülkenin korumasından yararlanmaktan sakınmaya artık devam edemezse, ( bu fıkra, vatandaşı olduğu, ülkenin himayesinden yararlanmayı reddetmek için önceden geçerli zulme ait haklı sebepler ileri sürebilen bir mülteciye tatbik olunmayacaktır)
  • Tabiiyetsiz olup da, mülteci tanınmasına yol açan koşullar ortadan kalktığı için, normal ikametgahının bulunduğu ülkeye dönebilecek durumda ise, (ancak bu fıkra, normal ikametgahının bulunduğu ülkeye dönmeyi reddetmek için önceden maruz kaldığı zulme bağlı haklı sebepler ileri sürebilen bir mülteciye uygulanmayacaktır).

Mültecilerin korunması Devletler’in birincil sorumluluğudur. 1951 Sözleşmesi’ni imzalayan bütün ülkeler kendi sınırları içerisinde mültecileri korumak zorundadır. BMMYK (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) uluslararası koruma sağlarken ki asıl görevi, Devletler’in farkındalığını sağlamak, mültecileri ve sığınma arayışındaki kişileri korumak için kendi yükümlülükleri doğrultusunda hareket etmektir. Fakat BMMYK uluslar üstü bir kuruluş değildir ve hükümet sorumlulukları için vekil olarak kabul edilemez. Bu sebeple, BMMYK’nin işlevi, devletlere tamamlayıcı olmak şeklindedir ve bu bağlamda aşağıdaki görevleri yerine getirerek mültecilerin korunmasına katkıda bulunmaktır:

  • Mülteci sözleşmeleri ve yasalarına erişimi kolaylaştırmak ve bunların etkin bir şekilde uygulanmasını teşvik etmek,
  • Mültecilere, uluslararası kabul görmüş hukuki standartlara uygun bir şekilde davranılmasını güvence altına almak,
  • Mültecilere sığınma hakkı verilmesini ve zorla hayatlarının ve özgürlüklerinin tehlikede olacağı ülkelere gönderilmemelerini güvence altına almak,
  • 1951 Sözleşmesi’ndeki ve/veya diğer bölgesel belgelerde bulunan mülteci tanımına göre, bireylerin mülteci olup olmadıklarını belirlemek için uygun prosedürler kullanılmasını teşvik etmek,
  • Mültecilerin içinde bulunduğu zor durumlara kalıcı çözümler aramak.

SURİYELİLERİN GÖÇ ETTİĞİ ÜLKELER

A. LÜBNAN

Lübnan, (Türkiye ve Ürdün’ün aksine) resmi olarak kamplar kurmadığından ve kapsamlı bir ulusal politika geliştiremediğinden, ortaya çıkan yeni zorluklarla başa çıkma görevi tamamıyla belediyelere verilmiştir.
Dünyada hiçbir ülke, Lübnan’daki kadar yüksek bir mülteci oranına sahip değildir. Lübnan, 60 yıl önce Filistinli mülteciler için yaptığı gibi, 2011’de Suriye’den kaçanlara da kapılarını açmıştır. İç politikadaki karışıklıklar ve bölgesel jeopolitik problemler sebebiyle, Lübnan Hükümeti, Suriyeli mülteciler için kapsamlı politikalar yahut kamplar oluşturamamıştır.
Lübnan, 1951 Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Uluslararası Sözleşmeyi imzalamamıştır. Yalnızca “Suriye’de yerinden edilmiş kişiler” i tanımaktadır. Suriye – Lübnan sınırı, Ocak 2015’ten bu yana kapalı tutulmakta, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) yeni mülteci almasına izin verilmemektedir.
Bölgesel Müdahale Planı kapsamında 2014-2015 dönemi için Lübnan’a ayrılan 3.33 milyar Doların yalnızca %1.24’ü doğrudan Lübnanlı yetkililere gönderilmiştir. Lübnan İç Savaşı’nın bitiminden bu yana Lübnan hizmet tedariğini büyük ölçüde özelleştirmiştir.

Bugün, özel aktörler ve yerel birlikler toplumun konut, eğitim, su ve elektrik gibi temel hizmetlere erişim gibi ihtiyaçlarının çoğunu temin etmektedir.
Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler kurumları ve uluslararası STK’lar, Suriye krizine ulusal kurumlarla irtibat kurmadan müdahalede bulunmuşlardır. Lübnan kısa süre önce insani müdahale konusunda devreye girmeye ve kontrolü ele almaya karar verince, söz konusu yardım kuruluşları yardım için bağımsız bir sistem geliştirmişlerdir.
STK’lar Lübnan’da hizmet sunumunda önemli bir rol oynamaktadırlar. Devlet, 1990’lardan bu yana; tarım, konut ve sanayi sektörlerinden çekilmiştir. Birkaç istisna dışında, hizmet sağlayıcılar büyük oranda özelleştirilmiş ve genelde sosyal kalkınma ile yerel ve uluslararası STK’lar meşgul olmaya başlamışlardır. Özellikle de savaş sonrasında (1990’larda ve 2006 Lübnan-İsrail savaşı sonrasında), STK’lar toplumların ihtiyaçlarını tedarik etmişlerdir. Fakat hem uluslararası hem yerel insani aktörler, belediyeleri büyük ölçüde devre dışı bırakmışlardır. O günkü koşullarda, yaşanan acil durum, temel yardımların hızlı bir şekilde ulaştırılmasını gerektirmiştir. Kanunlar, uzun ve karmaşık bir sürecin ardından, özel sektör ve belediyelerin hizmet tedariğinde ortaklık kurmasına olanak sağlamıştır.

Ulusal yetkililer, mültecilerin Lübnan’a kalıcı olarak yerleşmelerinden endişe duyup, yaşanan durumu uzun vadeli bir çözüm olmaksızın ele almışlardır. Ekim 2014’te Hükümet, Lübnan’daki mevcut Suriyeli sayısını azaltmak için çalışmalar yaptığını duyurmuştur. Mültecilerin yerleşimleri veya yasal statüsü hakkında bakanların yaptığı kafa karıştırıcı ve çelişkili açıklamalar, “politikasızlık” politikasının bir parçasıdır. Lübnanlı yetkililer sadece uluslararası fonun Lübnan’a akışını korumaya odaklanıp, yerel otoritelere finansal kaynak veya lojistik rehberlik sağlamaktadırlar. Aşağıdaki maddeler bu “politikasızlık” politikasını açıklamaktadır:

  • Merkezi otoritelerin harcamaları
  • Belediyelere dağıtılan yetki
  • Suriyeli mültecilerin yasal statüsünün tanımlanmasındaki belirsizlik

Lübnan’ın uygulamakta olduğu “politikasızlık” politikası, Suriyeli mültecilerin yasal statülerinin belirlenmesini de etkilemektedir. Lübnan, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’yi ve 1967 tarihli Protokol’ü imzalamamıştır. Dolayısıyla, 2011 yılında Suriye’den kaçanlar, Lübnan kanunlarına göre mülteci olarak kabul edilmemektedir. Suriyeli otoriteler, “mülteci” yerine “Suriye’de yerinden edilmiş kişiler”, “UNHCR tarafından kayıt altına alınan kişiler” gibi ifadeler kullanmakta, Ekim 2014’ten bu yana ise muğlak bir ifade olan “fiili mülteciler” tercih edilmektedir. Krizin ilk yıllarında, Lübnan’a giriş yapan Suriyelilere otomatik olarak 6 aylık bir oturma izni sağlanmakta, Suriyeliler bu izni her yıl 200 Dolar karşılığında yenilemekle yükümlüydüler. Fakat, o günden şimdiye koşullar ağırlaşmıştır. Aralık 2014’te tarihinde ilk kez Lübnan, sınırlarını Suriyelilere kapatmış ve mülteci akını durmuştur. Suriyelilerin giriş yapabilmek için artık vize başvurusu yapması gerekmekte, UNHCR’in ise artık yeni mültecileri kayıt altına alma yetkisi bulunmamaktadır. 2015 yılı, Suriyeliler için daha sıkılaşmış bir giriş ve ikamet koşullarının başlangıç yılıdır; kendilerine iki haftadan bir aya kadar oturma izni sağlayan yedi vize çeşidinden biri için başvuru yapmaları gerekmektedir. Ülkede bulunan Suriyeliler için ise, oturma izinlerini yenileme süreci değişmiştir. Artık birçok resmi evrak teslim etmeleri gerekmektedir. UNHCR tarafından kayıt altına alınmışlarsa, ikametgâh belgesi de sunmaları beklenmiştir. Eğer kayıtlı değiller ise, resmi bir “çalışmama taahhütü” sunmaları ve yine belirlenen kriterlere uyan Lübnanlı bir kefil bulmaları gerekmiştir.

Lübnan’da giderek artan sayıda yasadışı olarak var olan bir Suriyeli nüfus vardır. Mülteciler, tutuklama, taciz, gözaltı koşullarına maruz kalmış, hatta bazen zorla ülkeyi terk ettirilmiştir. 2011 yılından beri Suriye İç Savaşı’ndan kaçanların arasında Suriye’deki Filistinli mülteciler de bulunmuştur (PRS). Filistinli mültecilerle, BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı (UNRWA) ilgilenmiştir. Bu mülteci grubu da 1948’den sonra Lübnan’a yerleşen anne babaları ve büyükbaba büyükanneleri gibi oraya yerleşip 270,000 nüfuslu Filistinli mülteci grubunun parçası haline gelmişlerdir. Lübnan’daki Filistinliler çok kısıtlı bir yasal statüye sahiptirler. Pek çok mesleği yapmaları yasak, kentlerde Lübnan askerleriyle çevrili kamplarına hapsolmuş durumda ve kısıtlı hareket etme koşulları altında yaşamışlardır. Oraya varışlarından altmış yıl sonra, Filistinliler, ancak yasal statüsü çok kısıtlı haklara sahip yabancıların yasal statülerine sahip olabilmişlerdir.

B. ÜRDÜN

Ürdün’de 635.000’den fazla yerinden edilmiş Suriyeli erkek, kadın ve çocuk vardır. Bunların yaklaşık yüzde 80’i kamp dışında yaşamaktadır. Ürdün Kralı Abdullah, ülkesinin Suriyeli mülteci kabul kapasitesinin doyum noktasına ulaştığını belirtmiştir ve kendilerine yardım edilmemesi durumunda daha fazla mülteci kabul edemeyecekleri uyarısında bulunmuştur.

Bütçenin yüzde 25’i mültecilere ayrılmıştır. Amman yönetimi, ülkede 635 bin Suriyeli dışında, aralarında 2011’de çatışmaların başlamasından önce ülkeye gelen Suriyelilerin de yer aldığı 1 milyon Suriyelinin daha bulunduğunu söylemiştir.

Kral Abdullah BBC röportajında mülteci akışı nedeniyle büyük zorluk çektiklerini, ülke bütçesinin yaklaşık yüzde 25’inin mültecilere yardıma ayrıldığını, kamu hizmetlerinin zor bir durumda olduğunu ve birçok kişinin iş bulmakta zorlandığı belirtilmiştir.

C. MISIR

Ordunun Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirmesi ile Mısır’daki tüm Suriyelilerin hayatı aniden değişmiştir. Bölgedeki STK çalışanları, bölgede insanların davranışlarının tamamen tersine döndüğünü ifade etmiştir.

1958’den 1961’e kadar Suriye ve Mısır, Birleşik Arap Cumhuriyeti olarak bilinen tek bir ülkeydi. Her ne kadar birlik kısa sürse ve sonunda başarısız olsa da, hem Suriyeliler hem de Mısırlılar bu duruma ithafen aralarında tarihi bir ilişki olduğuna işaret etmektedir. Suriyeli mülteciler iki sene önce ülkeye gelmeye başladıklarında; Mısırlılar evlerinde ağırlanmış, boş daireler verilmiş, nakit yardımı yapılmış ve Mısırlılar her şeylerini paylaşmışlardır. Şimdi ise durum tam tersine dönmüştür.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Ofisi ile ortaklık içinde çalışan ve Damietta’daki Suriyelilere yardım eden Resala örgütü yönetim kurulu başkanı Nesrin Farkusa’ya göre çoğu Suriyeli mülteci, işten çıkarılmıştır.

Filistinliler ve diğer yabancıların yanı sıra Suriyeliler de Mursi’nin devrilmesi ve Müslüman Kardeşler’e yapılan baskılar sonrasında yabancı düşmanlığı ve öldürücü Mısır milliyetçiliğine hedef olmuşlardır. Düşman ve istikrarsız bir ortamdan kaçan bu insanlar şimdi kendilerini bir başka düşman ve istikrarsız ortamda bulmuşlardır. Yerli halktan gelen saldırılar ve artan bürokratik engellerle devlet tarafından verilen sıkıntılar arasında çoğu Suriyeli, Mısır’dan ayrılma yolunu seçmiş, çok daha fazlası da bunları takip etmiştir.

30 Haziran’dan önce Suriyelilere yardımların çoğu İslami hayır kuruluşlarından ve İslami cemaatlerle bağlantılı fertlerden gelmiştir. 15 Haziran’da Mursi, hükümetinin “Suriye halkının kurtarılmasına” olan taahhüdünü vermiştir ancak 18 gün sonra görevden alındığı için uygulayamamıştır. 30 Haziran’dan bu yana Mısır medyası, Müslüman Kardeşler’le birlikte çalıştıkları ve devrik cumhurbaşkanı Mursi’ye destek mahiyetinde oturma eylemi yaptıkları suçlamasıyla Suriyelileri hedef haline getirmiştir. Oturma eylemi sebebiyle tutuklanan Suriyeli ya da Filistinli olmamıştır.

Kahire dışında bir yer, “Küçük Şam” olarak adlandırılmaktadır. Mısır’daki tahmini 300.000 Suriyeliden 33.000’i orada yaşamaktadır. Bu yerin merkezinde, yedi katlı iki binanın arasında tamamen Suriye restoranlarıyla dolu bir alan bulunmaktadır.

Yeni Mısır hükümeti, Suriyelileri Mısır’da kalmaktan vazgeçirmek için kurallar koymaktadır. 30 Haziran’dan önce Suriyeliler vizesiz olarak Mısır’a girebilmiştir. Ama hükümet, 8 Temmuz’da politikasını değiştirmiştir. Artık Suriyeliler, gelmelerinden önce geçmişleriyle ilgili olarak bir ayı bulabilecek güvenlik kontrolleriyle birlikte vize almak zorundalardır. Suriyeli mültecileri kaydeden ve onlara hizmet sunan UNHCR, 8 Temmuz’dan beri Suriyelilerden ofislerine yeni gelişler olmadığını bildirmektedir.

Mısır ayrıca yaz başında Suriyeli çocukların artık Mısırlı çocuklarla aynı şartlarda okula gidemeyeceklerini duyurmuştur. Eğitim Bakanlığı okulların başlamasından kısa bir süre önce bu kararı değiştirse de çoğu aile zaten ülkeyi terk etmiştir.

D. SUDAN

Ülke şu anda Güney Sudan, Eritre, Etiyopya, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nden olmak üzere, yarım milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapmaktadır ve ülkede yaklaşık 2,3 milyon kişi, ülke içinde yerlerinden edilmiş durumdadır. Suriyelilerin vizesiz uçabileceği sayılı ülkelerden biri olan Sudan, aynı zamanda büyük bir Suriyeli mülteci nüfusa da ev sahipliği yapmaktadır.

2011 ve 2016 arasında en az 100.000 Suriyeli Sudan’a gelmiştir. Vizesiz politikayla BMMYK’ya kayıtlı Suriyeliler, eğitim ve sağlık hizmetleri de dahil olmak üzere aynı hak ve hizmetlere sahip olmuştur.

Sudan’daki Suriyeli mültecilerin çoğunluğu, genel olarak hoş karşılanabilecekleri bölge olarak Hartum’a yerleştirilmiştir. Başkentte iyi kurulmuş ve önceden var olan bir Suriyeli topluluğun varlığı, gelenlerin entegrasyonunu kolaylaştırmaya yardımcı olmuştur.

E. BREZİLYA

Eylül 2013’te Brezilya Ulusal Mülteciler Komitesi (CONARE), Suriyeli ve Suriye krizinden etkilenen diğer uyrukların Brezilya’da sığınma talep etmek için insani vizelere başvurabileceğini açıklanmıştır. 2015 yılında Brezilya hükümeti ve BMMYK arasındaki ortaklık güçlendirildi ve Brezilya bu konuda Suriyelilere yönelik insani vizelerin daha verimli ve güvenli hale getirilmesini taahhüt etmiştir. 2016 yılının sonuna kadar 8,450 kişiye vize verilmiştir.

F. MALEZYA

Ekim 2015’in başlarında Malezya Başbakanı BM Genel Kuruluna üç yıl boyunca Malezya’nın 3000 Suriyeli mülteciyi alacağını duyurmuştur. Nisan 2017’den itibaren 1966’ı Suriyeli mülteci, Malezya’da BMMYK’ya kayıtlı olarak kalmaya devam etmiştir.

Malezya; 1951 Mülteci Sözleşmesi’nin imzacılarından biri olmadığından ve turist olarak gelen Suriyeliler BMMYK’ya kayıtlı olmak zorunda olmamışlardır.

GÖÇ ESNASINDA KULLANILAN YOLLAR

Deniz yoluyla Avrupa’ya gelen mülteci ve göçmen sayısı 2015’ten 2016’ya kadar önemli ölçüde azalmıştır. 2017’de de düşüş devam etmiştir. 2016 Mart’tan itibaren gerçekleşen bu düşüşün nedeni, doğu akdeniz yolunun kullanıma kapatılmasıydı. Mültecilerin çoğu Avrupa’ya girişte üç temel yolu kullanmışlardır: Doğu Akdeniz Yolu (Türkiye’den Yunanistan ve Bulgaristana), Orta Akdeniz Yolu (Kuzey Afrika’dan İtalya) ve Batı Akdeniz (Kuzey Afrika’dan İspanya).

18 Mart 2016’da Türkiye ile AB arasında yapılan anlaşma gereğince Doğu Akdeniz yolu geçişe kapatıldığı için Orta Akdeniz yolu yeni anayol haline geldi. Buna rağmen İtalya’ya deniz yolu ile varan göçmen ve mültecilerin milletlerinde büyük oranda değişiklik olmadı. İtalya’ya gelen göçmenlerin sadece %23’ü en çok mülteci üreten on ülkeden (Suriye, Afganistan, Somali, Sudan, South Sudan, Kongo, Orta Afrika, Irak, Erteria, Pakistan) gerçekleşmiştir. %77’lik dilimin içinde ise mülteci, insan ticareti mağdurları ve refakatsiz çocuklar bulunuyordu. Yunanistan’a varanların ise %87’si en çok mülteci üreten on ülkendendi. 2016’da toplam 362.376 kişi deniz yoluyla Akdeniz’e geçti; bunların 173,450’si Yunanistan’a, 181,436’sı İtalya’ya ve 7.490’ı İspanya’yaydı. Bu rakam 2015’e göre %64 azaldı. (2015’te bu rakam 1.015.078)

2017’de 171.635 göçmen ve mülteci Avrupa’ya deniz yoluyla ulaşmıştır. Onların %70’i Orta Akdeniz yoluyla geçmişti. Kalanları ise Yunanistan ve İspanya’ya geçmiştir. 2017 rakamları 2016’ya göre %53 azalmıştır.
2016, 2017(3.139) ve 2015(3.771) yılı ile karşılaştırıldığında deniz yolunu kullanan göçmenler için 5.096 ölenle en ölümcül yıl olmuştur.

A. DOĞU AKDENİZ YOLU

2016 yılında, 2015’e kıyasla Türkiye’den Avrupa Birliği’ne deniz yolu ile geçen göçmen sayısı 173.450 ile büyük ölçüde azalmıştır. Kara yolu ile Yunanistan’a geçen göçmen sayısı ise 3.282’dir. 2017’de ise Yunanistan’a varan toplam mülteci sayısı 30.000’e dahi ulaşmamıştır.

2016 Mart’tan sonra, Türkiye’den Yunanistan’a varan göçmen sayısı dramatik bir şekilde düşmüştür, Ekim 2015’e göre Ekim 2016’daki mülteci sayısı %99 azalmıştır. 2016’nın ilk üç ayında geçiş yapan mültecilerin %60’ını kadın ve çocuklar oluştururken, anlaşmayı takiben kadın ve çocuk oranı %46’ya düşmüştür.

Ege Denizi’nden gerçekleşen geçişlerde 2015’te ölüm oranları 1072 kişide 1 iken, bu oran 2016’da 393 kişiden 1 kişiye yükselmiştir. 2016’da ölenlerin çoğunluğu hava şartları yüzünden vefat etmiştir.

Yunanistan’dan en yaygın olarak kullanılan yol, genel olarak eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti aracılığıyla Sırbistan’a olan yoldur. Fakat ülkeler sınır kontrollerini sıkılaştırdıkça yollar giderek çeşitlenmiştir. Temmuz ayında Macaristan’da yeni bir sınır sisteminin uygulamaya konulmuş, sınırın 8 km yakınında tutuklananlar sınırın diğer tarafına dönmek benzeri hükümler yer almıştır. Sırbistan’dan Macaristan’a giriş, haftada 100 kişiye kadar sığınma talebinde bulunulan ve bazılarının giriş hakkı elde etmek için altı buçuk ay bekledikleri bildirilen “transit bölge” ile sınırlandırılmıştır.

B. ORTA AKDENİZ YOLU

Nisan ayından itibaren Orta Akdeniz, mülteciler ve göçmenler için Avrupa’ya ana giriş noktası olmuştur. 2016 Eylülüne kadar her ay gelenlerin sayısı genel olarak 2015’te gelenlerle benzer olmuştur. İtalya’da yapılan araştırmalara göre 2016’nın ekim ayında gelenlerin rekor sayıya ulaşmıştır ve 2015’te 153.000’e ulaşan sayı 170.000’e yükselmiştir. 2016 yılında ise İtalya’ya ulaşan 181.436 mülteci ve göçmenin %90’ı Libya’dan gelmiştir.

Orta Akdeniz’deki mülteci ve göçmenlerin Avrupa’ya ulaşmaya çalıştıkları sırada ölüm sayıları 2015 yılı genelinde 2.913 iken, 2016 yılında 4,578 ölüm ile en yüksek seviyeye çıkmıştır. 2016 yılında Orta Akdeniz’i geçmeye çalışırken ölen mülteci ve göçmenlerin oranı, her 40 da 1 olmuştur. Bu oran, 2015 yılında kaydedilen 53’te 1 ölümden daha yüksektir.

C. BATI AKDENİZ YOLU

2016’da mülteciler ve göçmenler tarafından yaygın olarak kullanılan üçüncü bir yoldur. Batı Akdeniz yolu olarak bilinen yol, Kuzey Afrika’dan İspanya’yadır. İspanya üzerinden Avrupa’ya giren mülteci ve göçmen sayısı 2015’te 16.263 iken, 2016’da 13% düşerek 14.094’e gerilemiş, 2017’de tekrar 21.666’ya yükselmiştir. 2016 yılında İspanya’ya en başta gelen uyruklar Gine’liler (%19), Cezayirliler (%17), Suriyeliler (%14) ve Fildişililer (%14) idi.
2015 yılında 59 kişi ölmüş ya da kayıp olarak bildirilmiştir, 2016 da 77 kişi denizde hayatını kaybetmiş ve daha sonra 2017 yılında sayı 223’e yükselmiştir.

KAYNAKÇA

  1. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye Temsilciliği. ‘‘Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’’
  2. Uluslararası Af Örgütü. ‘‘Uluslararası Af Örgütü Bilgilendirme Raporu’’, 2013.
  3. UNHCR. ‘‘Desperate Journeys’’; 2017
  4. UNHCR, ‘‘Refugees & Migrants Sea Arrivals In Europe’’; 2016.
  5. NECCAR, M. Ş. M. ‘‘Suriye’den Türkiye’ye Göç: Nedenler, Sonuçlar ve Umutlar’’.
  6. http://www.bamf.de/EN/Startseite/startseite-node.html
  7. https://www.unhcr.org/germany.html