YAZARLAR
¹ Beyza BEKDİK
¹ Busenur KELOĞLU
¹ Emine Beyza KAYNAR *
¹ Mine BAŞ
² Dilan ONUR
² Elif ERSÖZ
- Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
- Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
*İletişim: beyzahp301@gmail.com
İçindekiler
SURİYE SİYASİ TARİHİ
1918-1946 SURİYE ARAP CUMHURİYETİ
I. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin önemli bir merkezi olan Suriye, İngiliz askeri güçlerinin de hedefi oldu. Bölge vali ve IV. Ordu Komutanı olan atanan Cemal Paşa idaresindeydi. Cemal Paşa, bazı Arap liderlerin İngilizler ve Fransızlar ile iş birliği içerisinde olduğu gerekçesiyle sert bir politika izledi. Kaygılarında da haklı çıktı. 1916 yılında Şerif Hüseyin, İngiltere ile varmış olduğu anlaşmaya uygun olarak Osmanlı’ya karşı ayaklanma başlattığını ilan etti. 1918’de Hicaz’da bulunan bir Arap ordusunun desteğiyle taarruzda bulunan İngiliz birlikleri, bölgeyi işgal etti. İtilaf devletleri Şerif Hüseyin’e ve oğullarına bağımsız devletler kurmayı vaat etmişlerdi. Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Şam’a giderek İngiltere’nin desteğiyle bölgede bir Arap hükümeti kurdu. Osmanlı ordusu 1917 sonunda Kudüs’ten, 1918 sonunda da Şam’dan çekildi. Ekim 1918 sonunda Osmanlı Devleti’nin Mondros Antlaşmasını imzalamasıyla Suriye’deki yönetimi resmen sona erdi. Faysal, Ekim 1918’de eski Osmanlı subaylarından Ali Rıza Paşa başkanlığında bir hükümet kurdu. Faysal bölgenin tamamının babası Şerif Hüseyin’e verileceğini bekliyordu. Ancak hayal kırıklığına uğrayacaktı. Savaş sırasında İngilizlerden bağımsızlık sözü almış Arap önderlerin Şam’da topladığı Suriye Kongresi, Faysal’ı Filistin’i de içine alan birleşik Suriye’nin kralı ilan etmesine rağmen, İtilaf Devletleri San Remo konferansında Sykes Picot Anlaşması çerçevesinde Filistin’i İngiliz, Suriye ve Lübnan’ı da ayrı ayrı Fransız manda yönetimine bıraktı. Bu sebeple aralarında başlayan mücadele 1920’de Fransızların Suriyelileri ağır bir yenilgiye uğratmasının ardından Faysal’ın sürgüne gönderilmesi ile sona erdi. Fransızların işgali iki yıl sonra Milletler Cemiyeti’nin onayıyla resmen manda yönetimine dönüştü. Manda yönetimi devrinde (1920-1946) Fransızlar, Suriye’de dini ve etnik azınlıkları desteklemek suretiyle, Arap milliyetçiliğini zayıflatarak otoritelerini güçlendirmeyi hedeflediler. 1922’de Fransızlar, Sünnilerin yoğun olduğu yerlerle Alevilerin ve Dürzilerin yoğun olduğu yerler ayrı idari birimler haline getirdi. Fransız manda yönetimi başından itibaren mahalli direnişle karşılaştı. 1925’e kadar meydana gelen direnişler kısa sürede bastırıldı ve diğer bölgeleri etkilemesine izin verilmedi. Ancak Sultan Atraş liderliğinde Temmuz 1925’te Cebelidüriz’de başlayan isyan sonunda Fransızlar mağlup oldu. Şam ve Humus’ta da isyanlar başladı. İlk zamanlar kontrolü kaybeden Fransızlar, Ekim 1925’te Şam’ı havadan ve karadan bombalamalarına rağmen isyan 1927 baharına kadar sürdü. 1927’de isyan bastırıldığında binlerce kişi hayatını kaybetti, binlercesi evsiz kaldı ve Şam’ın önemli bir kısmı harabeye döndü. İsyanın bastırılmasının ardından Fransızlar, Suriye politikalarında yumuşamaya giderken el-Kütletü’l-vataniyye adıyla yeni bir oluşum meydana geldi. El-Kütletü’l-vataniyye’de azınlıklar temsil ediliyordu. Bu topluluk bir yandan bağımsızlık mücadelesi verirken bir yandan da Fransız Hükümeti ile ortak hareket ediyordu. Ancak Fransızlar’la uyumlu ilişki kurmak kolay olmadı. 1929’da oluşturulan kurucu meclisin hazırladığı anayasa Fransızlarca reddedildi. Bir yıl sonra Fransa kendisinin hazırladığı manda yönetimini zayıflatıcı unsurlara karşı tedbirleri içeren anayasayı uygulamaya koydu. 1936’da Fransa’da yeni bir hükümet kuruldu. Bu şekilde Suriye-Fransa ilişkilerinde yeni bir dönem başladı. Aynı yılın sonunda her iki taraf heyetlerinin çalışmaları neticesinde taslak bir antlaşma imzalandı. Buna göre Fransa, Suriye’nin savunmasını üstlenmesine, hava ve kara askeri üslerini elinde tutmasına karşılık Suriye bağımsızlık için hazırlıklar yapacak ve Milletler Cemiyeti’ne üye olacaktı. 1936’da Suriye meclisince onaylanan antlaşma Fransa tarafından onaylanmayınca Suriye’nin bağımsızlık yolunda ilerlemesi sağlanamadı. 1939’da Fransız temsilcilerin anayasayı askıya alması ve meclisi feshetmesinin yanı sıra Fransa ve Türkiye Cumhuriyeti arasında yapılan bir antlaşma ile Hatay Türkiye sınırlarına dahil edildi. II. Dünya Savaşı sırasında Suriye sıkı kontrol altında tutulmanın ötesinde savaşın olumsuz etkilerinden dolayı toplumsal ayaklanmalara sahne oldu. 1941’de başlayan gösteriler siyasi bağımsızlık taleplerini beraberinde getirdi. 1943’te Fransa, anayasayı tekrar yürürlüğe koymak ve seçimlerin yapılmasına rıza göstermek zorunda kaldı. Ancak bütün yetkilerini devretmeye yanaşmıyordu. Bir taraftan ülkedeki etkinliğini devam ettirecek antlaşmaları imzalatmaya çalışıyor, diğer taraftan bölgedeki askeri varlığını arttırıyordu. Bu baskı yeni isyanların ve çatışmaların çıkmasına neden oldu. Fransa, Şam’ı havadan ve karadan bombaladı. Çatışmaların yoğunlaşması üzerine İngiltere’nin müdahalesiyle ateşkes sağlandı, Fransa antlaşma taleplerinden vazgeçti ve 1946 baharında Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı.
1946-1970 SURİYE ARAP CUMHURİYETİ
Bağımsızlık sonrası ülkenin sosyal ve siyasi görünümü hiç iç açıcı sayılmazdı. 1943’te Mişel Eflak ve Salahaddin Bitar tarafından kurulan ve çoğunlukla azınlıkları bünyesinde barındıran Baas Partisi, bu dönemde güçlü bir tabana sahip değildi. Toplumun en fakir kesimini oluşturan Aleviler, Sünnilerin kontrolünden kurtulmak için ayaklanma provaları yaparken her etnik sınıf kendi çıkarlarını koruma mücadelesi veriyordu. Bazı gruplar Sovyet Bloğu ile yakınlaşmaktan bahsederken diğer bir kesim de Arap dünyasına ağırlık verilmesini savunuyordu.
Bağımsız Suriye’nin ilk cumhurbaşkanı Şükrü el-Kuvvetli idi. Ülkenin ilk ciddi problemi ise, Mayıs 1948’de kurulan İsrail’e karşı girişilen 1.Arap-İsrail Savaşı’na Suriye ordusunun katılması ile yaşandı. İsrail karşısında büyük bir yenilgi yaşayan Arap cephesi, bunun bedelini ülke içi siyasetlerindeki çalkantılarla öderken, Suriye yönetimi de bu durumdan nasibini aldı. Bu dönemde Şam eşrafının Suriye siyasetindeki hakimiyeti kırılırken Fransızlar tarafından 1920’de kurulan Suriye Askeri Akademisi’nde yetişen taşra kökenli subayların etkili olduğu dönem başladı. Bu aynı zamanda siyasi istikrarsızlığın da habercisiydi. Fransız manda yönetimi döneminde çoğunluğu Alevi kabilelerden toplanan gençlerden oluşturulan Özel Kuvvetler, daha sonra bağımsız Suriye’nin resmi ordusu haline getirildi. Ordu, yenilgiden hükümeti sorumlu tutup sivilleri suçlarken, siviller de askerlere yükleniyordu. Yaşanan gerginlik, Mart 1949’da General Hüsnü Zaim tarafından gerçekleştirilen darbenin ardından askerlerin galibiyetiyle son buldu. İngiliz ve Fransızlar tarafından desteklenen Hüsnü Zaim, tüm partileri feshederek tek başına katıldığı temmuz seçimlerinde başkan seçildi. Ancak Zaim’in de muhalifleri tarafından aynı yöntemle düşürülmesi gecikmedi. Hüsnü Zaim aynı yıl General Sami el-Hinnavi tarafından düzenlenen bir darbeyle iktidardan uzaklaştırıldı. Sami el-Hinnavi; Devlet Başkanı Zaim ve Başbakan Muhsin el-Barazi’yi idam ettirdi. Hinnavi’nin darbesiyle sivillere geçmesi beklenen ülke yönetimi, Aralık 1949’da gerçekleştirilen yeni bir darbeyle bu kez de Albay Edip Çiçekli’nin eline geçti. Albay Çiçekli, Hinnavi’nin Suriye çıkarları aleyhine dış güçlerle (Irak) iş birliği yaptığını iddia ediyordu.
1951’de hükümetin tüm üyelerini tutuklayıp General Fevzi Silu’yu başbakan olarak atayan Albay Çiçekli, 1952’de kendi partisi Arap Özgürlük Hareketi dışındaki tüm partilerin faaliyetlerini yasakladı. Böylece birkaç yıl sürecek olan diktatörlük dönemi başladı. Temmuz 1953’te yapılan referandum ile Suriye halkı, başkanlık sistemini kabul ederek Çiçekli’nin başkanlığını onayladı. Ancak aynı yılın sonlarında, özellikle öğrenci eylemlerinin yayılması ve diktatörlüğe karşı isyanların başlamasıyla Çiçekli rejiminin de sonunun geldiği anlaşılıyordu. Çiçekli olağanüstü hâl ilan etti ve ordu içindeki tüm muhalifleri temizledi ancak bu tedbirlerin hiçbiri 1954’te gerçekleştirilen darbeye engel olamadı. Çiçekli, başka bir askeri darbe ile görevden uzaklaştırılmıştı. Millet ve Halk partileri koalisyon kurarak iktidara geldi
Artık ordu, siyaseti belirleyen en önemli aktör durumundaydı. Suriye üzerine hesabı olan ülkeler, siyasi yatırımlarını tamamen ordunun tutumuna göre belirlemeye başlarken Suriye iç siyasetinde ise 1955’ten itibaren sol eğilimli faktörler giderek güç kazandı. Halid Bektaş’ın liderliğindeki Komünist Partisi ile Mişel Eflak ve Selahaddin el-Bitar tarafından kurulan Sosyalist Baas Partisi giderek güçlenmekteydi. Bunda özellikle Baas Partisi’nin pan-arabist söylemleri etkili olmaktaydı. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın sosyalist ve pan-arabist politikalar izlemesi giderek iki ülkeyi birbirine yakınlaştırdı. Bu yakınlaşma Şubat 1958’de Mısır ve Suriye’nin Birleşik Arap Cumhuriyeti(BAC) adı altında birleşmesiyle sonuçlandı. Yeni birleşik devletin Cumhurbaşkanı Abdünnasır oldu. Baas ideolojisiyle Abdünnasır liderliğinin birlikte pan-arabizmi başaracağı ve diğer Arap ülkelerinin de birliğe katılacağı umulurken Abdünnasır’ın Baas Partisi’ni kapatmasıyla ülke yönetiminden dışlandıklarını düşünen Suriyeli siyasetçiler durumdan hiç memnun değildi. Eylül 1961’de Suriye’de gerçekleştirilen askeri ihtilal, Birleşik Arap Cumhuriyetini sona erdirdi. İhtilalin ardından yapılan seçimlerde Baas Partisi büyük bir güç kaybına uğrarken bağımsızlar yönetimi ele geçirdi ve Nazım el-Kudsi’yi cumhurbaşkanı yaptı. 1962’de üç küçük askeri ihtilal teşebbüsü oldu. Mart 1963’te gerçekleştirilen yeni bir darbeyle bağımsızların yönetimine son verildi ve Baas Partisi iktidara getirildi. Bu dönemde ordunun siyasetteki etkisi giderek arttı. Aynı zamanda orduda kritik görevlere Baas eğilimli, başta Alevi ve Dürzî olmak üzere gayri Sünni subaylar getirildi. Mısır’la ayrıldıktan sonra Baas Partisi iki ayrı gruba bölündü. Bunlardan biri eski Baasçı görüşü benimseyen Emin el-Hafız önderliğinde daha çok sivil ağırlıklı gruptu. Bir diğeri ise Salah Cedid, Muhammed Umran ve Hafız Esed gibi etnik azınlıklara mensup subaylardan oluşan ve Neo-Baas olarak isimlendirilen yeni Baasçı fikri benimseyen gruptu. Daha çok küçük kasabalar ve köylerdeki alt sınıf Sünni Müslümanlar, Alevi, Dürzi ve İsmaililer gibi toplumun birçok kesimine mensup kişilerin sempatisini kazanan bu liderler, bir Arap birliğinden çok “Suriye ulusalcılığı” kavramına öncelik veriyordu.
23 Şubat 1966 tarihinde Cedid’in başını çektiği askerler, Suriye’nin bağımsızlığından bu yana on üçüncü ve en kanlı askerî darbeyi gerçekleştirdiler. İki grup arasındaki güç mücadelesi, Emin el-Hafız’ın yenilgisi ve Baas’ın askeri kanadının iktidarı ele geçirmesiyle son buldu. 1966’daki darbeyle birlikte Hafız Esed, Cedid’den sonra ülkenin ikinci adamı hâline gelmiş, aynı anda hem genelkurmay başkanlığı hem de hava kuvvetleri komutanlığını yürüterek Suriye politikasında etkili kişilerden biri olmuştu. Baas Partisi Bölgesel İdaresi’nin beş önemli makamı, ikisi Sünni (Atassi ve Zuayyin) ve üçü Alevi (Cedid, Makhus ve Esed) olmak üzere beş darbeci tarafından dolduruldu. Esed, savunma bakanlığı ve hava kuvvetleri komutanlığı mevkilerini aynı anda işgal etmesinin avantajlarını kullanıyordu. Cedid, daha sivil bir nüfuz yöntemi benimserken Esed, ordudaki yandaşlarını arttırıyordu.1967 yılı haziran ayı başlarında İsrail’le yapılan savaşta (6 Gün Savaşları) alınan yenilgi ve Suriye’nin en stratejik bölgelerinden biri olan Golan Tepeleri’nin kaybedilmesi, Suriye ve Mısır’daki sosyalist rejimlere duyulan güveni yok etti. Bu durum Esed’in otoritesini arttıran bir dönüm noktası oldu. 1967 yenilgisinden sivilleri sorumlu tutan Esed, hükümete yönelik eleştirilerini artırmaya başladı. Esed, Arap ülkeleriyle ilişkilerde Cedid’in dış politikasını fazla sert bularak biraz daha pragmatist ve ılımlı bir tutum sergilenmesi gerektiğini savunuyordu. Cedid’in Ürdün Kralı’nın devrilmesine yönelik politikasını ve Irak’la karşı karşıya gelmesini benimsemeyen Genelkurmay Başkanı Esed, çatışmalara müdahale edilmesine karşı çıkarak uçak göndermeyi reddetti ve Cedid’le ipleri iyice gerdi. Ordunun tamamında gücü eline alan Hafız Esed’in iki rakibi, Başbakan Yusuf Zu’ayyin ve İbrahim Makhus tutuklandı. Ardından Esed’in adamları hükümette önemli görevlere getirildi. Birkaç ay sonra Cedid’e doğrudan meydan okuyacak hale gelen Esed, kendisine bağlı tankları Şam’ın kilit noktalarına yerleştirdi. 12 Kasım 1970’te toplanan Baas kongresi, Esed’i ikilik çıkarmakla suçlayıp Cedid hükümetinin iç ve dış politikasının desteklenmesi kararını aldı. Toplantının ardından harekete geçen Salah Cedid, Hafız Esed’i görevinden almaya kalkıştı. Bu gelişmeler üzerine harekete geçen Esed, Cedid hükümeti ve Baas’ın tüm yöneticilerini tutuklatıp yönetime el koydu. Sonuçta Lazkiye’nin Kardaha köyünde bir Alevî ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen, 1954’te Humus Askerî Akademisi’nden mezun olarak savaş pilotu olan, 1964’te Hava Kuvvetleri kumandanı ve 1966’dan beri Savunma bakanlığı görevlerini sürdüren General Hafız Esed, Kasım 1970’te gerçekleştirilen bir askeri ihtilalle iktidarı ele geçirdi. Mart 1971’de yapılan seçimde yedi yıl süreyle ilk cumhurbaşkanlığı görevini üstlendi.
1970-2009 SURİYE ARAP CUMHURİYETİ
1963’te iktidara gelen Baas Partisi ülkedeki siyasal istikrarı uzun süre sağlayamadı. Hafız Esed 1970’te iktidarı ele geçirdi ve 1971 yılında yapılan referandumda oyların %99,2’sini alarak devlet başkanı seçildi. Devleti istikrara kavuşturması ve sistemin kurumsallaştırılması konusundaki başarılarından ötürü Esed, gözlemciler tarafından Suriye’nin kurucu babası olarak nitelendirildi. Bugünkü siyasal yapının hemen tamamında Hafız Esed’in izlerini bulmak mümkündür. 1972’de Baas Partisi öncülüğündeki altı siyasi partiden oluşan Ulusal İlerici Cephe’yi kurduktan sonra 1973’te kalıcı bir anayasa hazırlanıp yürürlüğe kondu. 30 yıllık iktidarı boyunca Esed, ülkedeki siyasal, ekonomik ve toplumsal hayatı kontrol altında tutan bir rejim kurdu. Stratejik önemi olan görevlere yapılan atamalardaki temel ölçüt Esed’e mutlak sadakatti. Bu çerçevede Baas rejimi, devletin belirlediği ritüellere zorunlu katılımlarla ve söylemini kabul ettirmekle insanlara baş eğdirmiş bir rejimdi.
Esed’le birlikte Suriye’de ilk kez bir Nusayri, devlet başkanı oldu. Nusayrilere destek verenlerin başında Hıristiyan ve Dürzî gibi dinsel azınlıklar geldiler. Bireysel ve ortak çıkarlar temelinde düşünen bu gruplar, Baas rejimi altında sahip oldukları görece rahatlık ve güvenliği kaybetme korkusuyla Nusayrilere destek verdiler. Bunların dışında özellikle kırsal kesimlerde yaşayan dışlanmış Sünni kabileler ile Şam merkezli zengin Sünniler de Baas yönetimine destek oldular.
Toplumun her kesimini sadece Nusayrilerle kontrol edemeyeceğini bilen Esed, meşruiyetini artırmak amacıyla Şam’ın önde gelen Sünni aileleriyle ilişkilerini iyi tuttu ve Sünnileri yatıştırmak için onlara hükümette yer verdi.
Hafız Esed’in 10 Haziran 2000 tarihindeki ölümü ve yerine oğlu Beşar’ın geçmesi ülke tarihinde bir dönemin sonunu ilan etti. Eğitiminin iki yıllık bir kısmını Batıda tamamlayarak bir tıp doktoru olarak yetişmiş Beşar’ın devlet başkanı olması ve Batı düşüncesine aşina olan genç bir liderin yönetime gelmesi Suriye’nin geleceği konusunda iyimser beklentilere yol açtı. Hafız’ın yerine geçmesi beklenen büyük kardeş Basil’in 1994’te geçirdiği trafik kazasında ölmesinden sonra veliaht tayin edilen Beşar, 1994‘ten iktidarı devraldığı 2000‘e kadar devlet başkanlığı için hazırlandı. Önce Humus Askeri Akademisi’nde eğitim aldı daha sonra Beşar’ın iktidarının toplumsal ve siyasal meşruiyet kazanması için bazı adımlar atıldı. Devletlerarası ilişkilerde deneyim kazanması için ülkeyi temsilen yurtdışı ziyaretlerine gönderilen Beşar, Suriye Bilgisayar Derneği’nin başına getirildi. Yönetimde Beşar’ın liderliğine karşı çıkması muhtemel olan kişiler devre dışı bırakıldı.
Babasının ölmesi üzerine Suriye Meclisi ve Baas Partisi Beşar’ın devlet başkanı olması için gerekli yasal düzenlemeleri yaptı. Bu bağlamda devlet başkanı olma yaşı 40’tan 34’e düşürüldü. Beşar, 10 Temmuz’da yapılan referandumda oyların %97’sini alarak devlet başkanı oldu.
İktidara geldiğinde Beşar’ın amaçlarına ulaşmasında yardımcı olacak yakın bir çevresi yoktu. Babasının çevresini ve sosyal sermayesini kullanmanın yanında pek çok arkadaşını önemli mevkilere getirerek kendi kadrosunu oluşturdu ve yönetimini sağlamlaştırdı. Yönetiminin ilk dönemlerinde değişim beklentileri doğrultusunda Esed, muhaliflere uygulanan zulmün sembolü haline gelen Mezze Hapishanesi’ni kapattı; ülkedeki siyasi mahkum sayısını da dört binden, binin altına düşürdü. Ülkede bir bahar havası esmeye, insanlar sokaklarda siyasi ve entelektüel tartışmalar yapmaya ve STK’lar kurulmaya başlandı.
1996’da kullanılmaya başlanan ancak üst düzey yöneticilerin kullanmasına izin verilen internet, Beşar yönetimince serbestleştirildi. 2001’de yeni bir bankacılık yasası çıkarıldı ve özel bankaların açılmasına izin verildi.
Lübnan, Suudi Arabistan ve Ürdün sermayeli bankaların faaliyetlerde bulunmalarına izin verildi. Özellikle ekonomik girişimci sınıf ile akademisyen ve sanatçıların başını çektiği entelektüel kesim, reform ve demokrasi konularında görüş alışverişinde bulundukları platformlar ve sivil toplum forumları oluşturdu. Batılılar bu gelişmeleri “Şam Baharı” olarak nitelendirdi.
27 Eylül 2000’de idari, ekonomik ve yasal reformlar talep eden 99’lar Manifestosu yayınlandı. Bu bildiride 1963’ten beri ülkede uygulanan olağanüstü halin kaldırılması, bütün siyasi suçluların serbest bırakılması ve siyasal partiler ile STK’ların kurulmasına müsaade edilmesi talep edildi. Farklı kesimleri ve çıkarları temsil eden imzacıların ortak talebi olan siyasi reform beklentisi ülkedeki demokratik muhalefetin temel amacı olarak kabul edildi.
Yönetimin sert tepkisine rağmen ülkenin önde gelen yazar, aydın ve alimlerinden oluşan geniş bir muhalif kesim 2001’de tek parti yönetiminin sonlanmasını talep eden ikinci bir bildiri yayınlandı. Bu kez imzalayanların sayısı 1000 kişi olduğu için 1000’ler Manifestosu olarak adlandırıldı. Baas rejiminin, 1970’ten beri ilk kez Baas iktidarını doğrudan hedef alan bu bildiriye tepkisi sert oldu, reform sürecini baskı altına aldı ve neticede süreci sona erdirdi. Çok sayıda STK lideri tutuklandı, bazı muhalif sivil toplum kuruluşu, gazete ve dergiler kapatıldı.
Baas Rejimi, bildiriye imza atan bazı önemli kişileri tutukladı ve böylece Şam Baharı’nı sona erdirdi. Şam Baharı sürecinin yanında giderek özerkleşen STK’ların artan reform talepleri yoğunlaştı. Kısıtlamaların azalması üzerine çeşitlenen Suriye medyası ve özellikle gelişen cep telefonu ve bilgisayar teknolojisi rejim muhaliflerinin beslenme damarlarını oluşturdu; ancak Şam Baharı bağlamındaki faaliyetler ülkede bütünleşmiş bir muhalefet hareketinin kurulması konusunda başarılı olamadı.
2005’in başlarında muhalif Araplar ile Kürtler tarafından Temel Özgürlükler ve İnsan Hakları Savunması için Koordinasyon Komitesi adıyla bir diyalog platformu oluşturuldu. Hemen sonrasında ülkedeki en büyük muhalefet kuruluşlarından biri olan Sivil Toplumun Canlandırılması Komitesi, Müslüman Kardeşler dahil farklı muhalefet grupları arasında ulusal bir diyalog başlatma çağrısı yaptı. Böylece ülkedeki muhalefet ilk kez çok farklı kesimlerin oluşturduğu geniş bir ittifak oluşturarak bir araya gelme çabalarını eyleme dönüştürdü. Bu iş birliğinin neticesinde, Ekim 2005’te Müslümanlar, Hıristiyanlar, Kürtler, sekülerler ve eski komünistler gibi farklı muhalif kesimlerin hazırladığı Şam Bildirisi ilan edildi ve ortak dört temel ilke (çoğulculuk, şiddete başvurmama, muhalefet arasında birlik ve demokratik değişim) üzerinde uzlaşıldı. Esed yönetimi bildiriyi, ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet eden bir ihanet belgesi olarak yorumladı ve bir kez daha muhalif avına çıktı. Pek çok STK, televizyon kanalı, radyo istasyonu ve internet sayfası yasaklanmış ve kapatıldı. Bildiriyi imzalayan 12 kişi tutuklanarak birkaç yıllık hapis cezalarına çarptırıldı.
İSYANLAR VE KATLİAMLAR
Suriye coğrafyasının Osmanlı Devleti’nden ayrılışı, kısa süren Faysal dönemi ve ardından gelen Fransız manda yöntemi halkta huzursuzluğa yol açtı. Fransız mandasına karşı halkı tek çatıda birleştirmeye çalışan Sunni Suriye Ulusal Grubu oluşturuldu. Ulusal Cephe’nin amacı dini, sınıfsal ayrıcalıkları ve fikirleri bir kenara bırakarak tüm grupları birleştirmekti. Fransa bu durumdan rahatsızdı. Bu yüzden ülkeyi etnik kökene göre beş ayrı ülkeciğe ayrıştı. Bunu Suriye Milli Birlikçilerin karşıtlığı ve geri birleşmeler süreci izledi.
Fransız mandası Suriye halkını yoksulluğa ve kavgaya itmişti. Bu durumun vahametini anlayan halk, Müslüman ve Hıristiyan demeden Fransa’ya karşı ayaklandı. Ancak ayaklanma oldukça kanlı bir şekilde bastırıldı. Ayaklanmada 5.000 kişi hayatını kaybetti. 1925’te başlayan bu isyanın bastırılması ve katliamlar, Fransa’nın otorite kurması 1927’e kadar sürdü. Bu olaydan sonra Suriye’de milliyetçi cephe daha da belirginleşti ve Fransa’ya karşı çok ciddi bir muhalefet hareketi başladı.1928’e gelindiğinde Fransa bu muhalefeti tanımak zorunda kaldı.
1936’da yapılan antlaşma gereğince, 1943’te Suriye’de genel seçimler yapıldı. Seçimlerde Fransızların hoşlanmayacağı bir tablo ortaya çıktı. Halk bu seçimlerde Fransız karşıtı gruba destek vererek Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmasını sağladı. Bu seçimler Suriye’de yeni bir dönemin başlattı. Devlet Başkanı Şükrü el-Kuvvetli oldu. Bu durumdan rahatsız olan Fransa tutuklamalara ve şiddete başvurdu. Fransa bu konuda geniş bir kampanya yürüterek Milliyetçilere karşı savaşan özel birlikleri (Troupes Speciales du Levant) oluşturdu. Özel birlikler kanalıyla Suriye’de birçok tutuklama ve şiddet olayları gerçekleştirdi.
Ocak 1945’e gelindiğinde Milliyetçi Cephe Fransa’ya ulusal ordunun kurulduğunu bildirerek savaş ilan etti. Milliyetçi Cephe Fransızların ülkelerini terk etmelerini istedi. Ancak Fransız yönetimi Suriye’yi terk etmek niyetinde değildi. Bunun üzerine Mayıs 1945’e gelindiğinde Şam, Halep, Humus ve Hama’da büyük kayıpların yaşandığı çatışmalar oldu. Suriye’de her geçen gün tırmanan çatışma ortamına İngiltere müdahale etti. İngiltere Başbakanı Churchill, Fransa yönetimini bölgeye askeri birlik gönderileceği yönünde tehdit etti. Bu durumu göze alamayan Fransa ateşkes ilan ederek Şubat 1946’da BM’nin çözümünü kabul etti. 15 Nisan 1946’da da Fransız askerleri Suriye topraklarını terk etti. Böylelikle Suriye’deki 25 yıllık Fransa mandası son buldu.
HALEP KATLİAMI
Bağımsızlığını Fransa’dan alan Suriye’de ilk katliam Aralık 1947’de Halep’te yaşandı. Katliamda 75 Halepli Musevi öldürüldü. Yüzlerce Musevi yaralandı. Musevilere ait evler ve binalar tahrip edildi. Bunun neticesinde Halep’te nüfusu 10.000 civarında olan Musevilerin çok büyük bir bölümü Halep’i terketti. Birleşmiş Milletlerin 29 Kasım 1947’de Filistin ile ilgili aldığı İsrail yanlısı bir karar Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika’da büyük gösterilere neden oldu. Halep’te Musevileri hedef alan katliamı ondan sonraki katliamlardan ayıran temel bir özelliği vardı; Suriye’de sadece o katliamda Esed Ailesi’nin imzası yoktu.
1970’de iktidarı ele geçiren Hafız Esed “tek adam” yönetim tarzıyla bütün muhalif grupları sindirdiği gibi Müslüman Kardeşler hareketini de hedef tahtasına koydu. 1976 sonrası şiddet olaylarının tırmanmasıyla beraber Esed rejimi olayları kanlı bir şekilde bastırmaya başladı. Rejimle Müslüman Kardeşler Hareketi arasında yaşanan çatışmalar birçok Müslüman Kardeşler üyelerinin hapse girmesine, ağır işkence ve kötü muameleye maruz kalmasına neden oldu. Bu tarihten sonra Esed yönetimi birçok Müslüman Kardeşler üyesini de idam etmeye başladı.
HALEP TOPÇU OKULU KATLİAMI
Hafız Esed ilk katliamını 1979’da yaptı. Bu katliamda 83 kişi öldürüldü. Halep’e bağlı el-Ramouseh yerleşiminde Ibrahim el-Youssef adlı subay beraberindeki grup, Halep Topçu Okulu’nda 32 harp okulu öğrencisini öldürdü ve 54 kişiyi de yaraladı. Suriye İçişleri Bakanı Adnan al-Dabbagh olayın ardından Müslüman Kardeşler Örgütünü Alevi asıllı öğrencileri katletmekle suçladı. Ama Enformasyon Bakanı İskender Ahmed, ölenler arasında Sünnilerin ve Hristiyanların da bulunduğunu daha sonra kabul etti. Müslüman Kardeşler Örgütü katliamdan iki gün sonra bir bildiri yayınladı ve hükümeti yalanladı. Muhalefet, örgütü katliamla hiçbir ilgisinin olmadığını iddia etti ve Hafız Esed’in muhalefeti halkın gözünde küçük düşürmeye çalıştığını savundu. Bu olayın sonucunda seri tutuklamalar oldu ve Esed yönetimi muhalefet hareketine mensup 15 tutukluyu Irak hesabına casusluk yaptıkları gerekçesiyle idam etti. Ama Esed’in bu sert tepkisi halkta huzursuzluğa yol açtı. Halk silahlı direniş gruplarına destek vermeye başladı. Bu olay muhalif Müslüman Kardeşler Örgütü ile kanlı Hafız Esed rejimi arasında kan davası başlattı.
JİSR AL-SHUGHOUR KATLİAMI
Hafız Esed’in ikinci katliamı 1980’de İdlib’teki Jisr al-Shughour adlı yerleşimde yaşandı. Burada halk, Hafız Esed’in insafsız politikalarını protesto etti. Bu protesto sırasında parti binası ve kışlaya girdi. Hafız Esed muhalefet eden Jisr al-Shughour halkını affetmedi ve protestoları sert biçimde bastırdı. 50 ila 200 sivil hunharca katledildi. Düzinelerce gösterici yaralandı. Halep ile Lazkiye arasında yer alan Jisr al-Shughour’a helikopterlerle sevk edilen Suriye Özel Kuvvetleri’ne bağlı birlikler kışlayı ve parti binasını basıp, buralardaki muhalifleri katletti.
TADMOR HAPİSHANESİ KATLİAMI
Bu katliam 1980’de yapıldı. Palmira kentindeki bu hapishane, Suriye’nin doğusundaki çöldedir. Fransız sömürgeciliği döneminde askeri üs olarak kurulan bu tesis Esed Ailesi ile kısa sürede insan hakları ihlallerinin, vahşetin, işkencenin ve faili meçhul infazların merkezi oldu. Diktatör Esaed 80’li yıllar boyunca binlerce muhalifi buradaki işkence tezgahlarından geçirdi. Muhalif grupların Hafız Esed’e başarısız bir suikast girişiminden sonra kardeşi Rıfat Esed’in komutasındaki kanlı Savunma Tugayı Tadmor Cezaevi’ne girdi ve hücrelerde tahminen 1.000 tutukluyu öldürdü. Tadmor Cezaevi 2001 yılında kapatıldı ve geri kalan bütün siyasi tutuklular Suriye’nin diğer cezaevlerine nakledildi. Ama Tadmor Cezaevi 15 Haziran 2011’de yeniden açıldı ve bugün de Beşar Esad muhaliflerini burada yok ettiği idda ediliyor.
HALEP KUAŞTMASI
Halep kuşatması art arda gerçekleştirilen katliamların toplu adıdır. 1980’de diktatör Hafız Esed’in liderliğindeki Suriye rejimin güçleri tarafından Müslüman Kardeşlere ve diğer bütün Sünni gruplara uygulanan bir askeri operasyondur. “Souk al-Ahad” adlı yerleşimde 13 Temmuz 1980’de askeri araçlarla gelen militan gruplar sıradan işçilere, köylülere, kadınlara ve çocuklara saldırdı. Bu katliamda 192 kişi öldü. Yaralı sayısı hiçbir zaman bilinemedi. “Al-Masharqah” adlı yerleşimde Ramazan Bayramı’nda 11 Ağustos 1980’de, askerler burayı kuşattı ve evleri boşalttı. Daha sonra açılan ateşte en az 100 kişi hayatını kaybetti. Bu toplu katliamın ardından ölüler ve yaralılar buldozerle gömüldü. “Aqyol” yerleşiminde de El-Almagly meydanında 2.000’den fazla genç katledildi.
HAMA KATLİAMI
Katliamlara devam eden Hafız Esed Nisan 1981’de boş durmadı. Katil Esed Hama yakınlarındaki bir Alevi köyüne başarısız bir terör saldırısını bahane etti. Bunun karşılığında intikam eylemi olarak Hama’da 14 yaşın üzerindeki erkek nüfus arasından rastgele seçilen 400 Sünni kökenli Hamalı idam edildi.
BÜYÜK HAMA KATLİAMI
Hafız Esed, Şubat 1982’de Hama’da 40.000 masum sivili gözünü kırpmadan öldürdü. Kötü yaşam şartlarına ve çok ağır baskılara dayanamayan Hama halkı isyan etti ve bunun için çok ağır bir bedel ödedi. Uzun süredir Esed rejiminin işkencelerine, toplu tutuklamalarına, toplu katliamlarına dayanmaya çalışan halk, Hama’da yönetime el koydu. Kısa sürede çatışmalar başladı ve Hafız Esed, kardeşi Rıfat Esed’i ve ona bağlı özel kuvvetleri halkın üzerine gönderdi. Bazı iddialara göre Suriye ordusu saklanan direnişçileri yok etmek için kimyasal silah kullandı. Bu canice saldırının ardından Suriye’de toplumsal muhalefet uzun bir süre sessiz kaldı. Hafız Esed’in ölümünden sonra yerine geçen Beşar Esed babasına göre daha ılımlı bir politika izlemiştir. Ancak onun en büyük katliamı Arap Baharının Suriye’de yaşanmasından sonra görülmüştür.
SURİYE’NİN ETNİK VE KÜLTÜREL YAPISI
1920–1946 yılları arasında Fransız manda yönetiminin egemenliğinde kalan Suriye’de, Fransızların politikaları sonucu etnik ve dini farklılıklar teşvik edildi. 1946 yılında Fransızların tamamen çekilmesiyle kurulan Bağımsız Suriye Devleti ise etnik ve dini farklılıklar ve Batılı devletlerin dış müdahaleleri sonucu uzun süre istikrarlı bir siyasi irade oluşturmayı başaramadı. Toplumsal çatışma ve siyasi kaos da ters tepki olarak etnik ayrımcılığı ve alt kültürleri harekete geçirdi.
21.yy’da Suriye halkı, kültürel olarak önemli ölçüde homojen olmakla birlikte etnik ve dini kimlik açısından büyük bir çeşitlilik sergilemekteydi. 2004’teki tahminlere göre, Suriye nüfusu yaklaşık 18.016.874 kişiydi. Araplar, nüfusun %90’ını oluşturan baskın etnik kimliktir. Ülkenin resmi dili Arapçadır, eğitimde sadece Arapça kullanılır ve nüfusun %82,5’i Arapça konuşur. Ülkede Arapça dışında kendi etnik dillerini konuşan farklı toplumsal gruplar da vardır. Genellikle Sünni Müslümanların dili Türkçe, Kürtçe, Kafkas dilleri, Hıristiyanların Ermenice, Aramice, Süryanice ve Yahudilerin de İbranicedir. Dini bakımdan %86 ağırlığı olan Müslümanlar, %74 Sünni %12 Şii olarak ayrılırlar. Hristiyanların oranı %10, Dürzîlerin ise %3 tür. Geriye kalan %1’lik kısmı Yahudi, Yezidi, İsmaili ve Caferi gibi azınlık gruplar oluşturmaktadır.
ARAPLAR
Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Arapların %70’i Sünni mezhebine, diğerleri Alevi, İsmaili ve Şii mezheplerine mensuptur. Milliyetçiliğin ve Batılıların, etkin bir şekilde Orta Doğu coğrafyasına girdiği 19.yy’dan önce Osmanlı sistemi içinde Araplar, Kürtler, Türkmenler, Çerkezler, Ermeniler gibi belli başlı etnik gruplar Suriye’de genellikle kendi aralarında barış içinde yaşamayı başarmışlardır. Bununla birlikte nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünni Arapların sistem içinde siyasi ve ekonomik ağırlığı olduğunu da belirtmek gerekmektedir.
Osmanlı Devleti çöktükten sonra Fransa’nın Suriye’de uyguladığı etnik ve dini azınlıkları ön plana çıkaran politikası ise 1920’lerden itibaren çatışmayı beraberinde getirdi. Fransız mandası döneminde uygulanan “Böl ve Yönet” politikası, Suriye’deki etnik ve dini bölünmüşlüğün ve Arap kimliğiyle azınlık kimliklerinin çatışmasının en önemli nedenlerinden biri oldu. Suriye’deki Araplarda Suriyelilik kimliğine oranla Arap kimliği daha ağır basmaktadır.
KÜRTLER
Suriye’deki etnik dil konuşan en büyük azınlık, nüfusun yaklaşık %8 kadarını oluşturan Kürtlerdir. Kürtlerin çoğu Sünni’dir, az bir kısmı ise Alevi, Yezidi ve Hristiyan’dır. Sünni çoğunluk dil olarak Kuzey Kurmançisi, Hıristiyanlar ise Kurmançi’nin yanı sıra Süryanice ve Neo-Aramice’nin çeşitli lehçelerini konuşur.
1925 nüfus sayımında Suriye ve Lübnan’ı içeren Fransız bölgesinde Kürtler toplam nüfusun %6,2’sini oluşturmaktalardı. Suriye içinde Kürt oranının manda yönetimi döneminde Lübnan’ın Suriye’den ayrılması ve Türkiye’den Suriye’ye Kürt göçü ile arttığı görülmektedir. Suriye Kürtleri hakkındaki son istatistiklere göre Fransız manda yönetimi tarafından oluşturulan Suriye’de 1943’te yapılan nüfus sayımlarında ülkede yaşayan Kürtlerin Suriye’nin toplam nüfusunun %7,5-8 ‘ini oluşturduğu tespit edildi. 1943 sonrasında Suriye’ye Kürt göçü çok fazla olmadığı için bu oran sonraki yıllarda çok fazla değişmedi.
Suriye’deki Kürt nüfusunun Afrin civarındaki Kürt Dağında %30 ‘u Ayn-El Arap (Kobani) bölgesinde %10’u Cezire bölgesinde de %40’ının yaşadığı belirtilmektedir. Özellikle Cezire bölgesindeki Kürtler Suriye yerlisi olmayıp Türkiye’den göç etmişlerdir.
Cezire bölgesine II. Abdülhamid döneminde bölgenin asayişi sağlanarak göçebe Kürt aşiretleri daha güneydeki arazilere yerleşmeye başladılar. I. Dünya Savaşından sonra Fransız mandasında Suriye Devletinin kurulmasıyla sınırlar aşiretlerin göçlerine kapatılmışsa da Türkiye’de devlet ile çatışan aşiretlerin göçü devam etmiştir.
1920 sonrasında Suriye Kürt göçü sadece politik değil, ekonomik gerekçelerle de devam etti. 1950’lilerde Cezire bölgesindeki makineleşme ve su kuyularıyla sulama, büyük bir tarım mucizesi gerçekleştirdi özellikle Mardin çevresinden göçün devam etmesine neden oldu. Bu şartlarda Suriye Hükümeti bu gelenlere karşı bir tedbir almak zorunda kaldı ve 1962’de 1945 yılı öncesinde Suriye’de yaşadığını ispat etmeyen 120.000 Kürt’ü vatandaşlıktan attı. Cezire’ye süren bu göç dalgaları 1950’lilere kadar devam etti.
ERMENİLER
Ermeniler, tarihin eski zamanlardan beri Suriye bölgesinde yaşamaktadır. Halep, Memluklular devrinden günümüze kadar Suriye’de Ermenilerin en önemli merkezi olmuştur. Suriye’ye, 20 yy’daki ilk büyük Ermeni göç dalgası ise Birinci Dünya Savaşı devam ederken Osmanlı Devleti’nin çıkardığı “Tehcir Kanunu” sonucu gerçekleşti. Bunları 1920’lerde Fransa’nın Anadolu’dan çekilmesiyle Halep’e göç eden 50.000 Ermeni göçmen takip etti. Kilikya’dan Halep’e gelen bu Ermeni göçmenler, daha sonra El-Cezire bölgesindeki Kamışlı, Haseke gibi kasabalara yerleştiler.
Fransız Mandası Döneminde, Fransız karşıtı bölgesel Sünni Arap isyanlarını bastırmakta kullanılan “Troupes Speciales” birliklerine katılan Ermeniler uzun süre Suriyeli Araplardan düşmanca bir yaklaşım gördüler. Baas ve BAC dönemlerinde Ermeni dilinde çıkan gazeteler ve kültürel faaliyetleri yasaklandı.
ÇERKESLER
Çerkesler iki farklı tarihte Suriye’ye göç ettiler. İlk gelenler Rusların baskısı sonucu Kafkasya’dan Samsun’a göç ettiler, daha sonra da Suriye’ye yerleştiler. 1872 göçüyle gelen bu Çerkes grubu 1000 kişi civarındadır. Bir kısmı Hama ve Humus’a, diğerleri de Golan’a yerleştirildiler. İkinci aşamada gelenler ise 1878’de Balkanlar’da yerleşik haldeyken Suriye’ye gönderilen 1200 dolayında Çerkesti. Ardı ardına göç eden kafilelerle Suriye Çerkes nüfusu 70.000’i buldu. Fransız mandası döneminde çeşitli ayrıcalıklar elde eden Çerkesler için Arap-İsrail Savaşları bir dönüm noktası oldu. 1948 Savaşında Suriye Ordusu içinde özel bir Çerkes birliği İsrail’e karşı savaştı ve Çerkesler devlet yapısında yer almaya başladı. 1967 Savaşı’nda İsrail’in, “Çerkeslerin Başkenti” denen Kunteyra’yı da içine alan, Golan’ı işgal etmesiyle Golan’da yaşayan 25.000 Çerkesin çoğu Şam yakınlarındaki yerleşim birimlerine, bir kısmı da ABD’ye göç etti.
TÜRKMENLER
7. ve 8. yy’dan beri Fırat ve Dicle’ye indikleri, Mezopotamya ve Anadolu’dan Suriye’ye göçtükleri, 9. ve 11. yy.dan bu yana Suriye coğrafyasında yaşadıkları bilinen Suriye Türkmenleri, nüfusun yaklaşık %2’lik bölümünü oluştururlar. Suriye Türkmenleri, ilk yerleşimlerinde göçebe olarak kalmışlarsa da sonradan yerleşik düzene geçmişlerdi. Türk dili konuşan nüfus sayısının 300.000’nin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
SÜRYANİLER
Hristiyanlığın yayıldığı ilk dönemlerde bu dini kabul eden Mezopotamyalılar, Süryani ve Süryanilik adı altında bir bloklaşma gösterdiler. Nasturi, Yakubi ve Keldani Kiliselerine mensup olanlar ırki olarak Süryani’dir, ayin dilleri de Süryanicedir.
SURİYE’NİN DİNİ YAPISI
Tek tanrılı üç ana dinin doğduğu topraklar, Suriye bölgesinin çevresinde yer aldığı için ilk yayılma alanları da Suriye oldu. Roma İmparatorluğu döneminde Hristiyanlığın tesirinde kalan bölge Hz. Ömer’in 636’da fethi sonucu İslamlaşmaya başladı. Dört Halife döneminde başlayan İslamiyet teki parçalanmalar dinin farklı yorum şekillerini ortaya çıkardı. Bununla birlikte Orta Doğu’daki dinlerde; Zerdüştlüğün, eski Yunan dinlerinin ve Hinduizm’in etkilerini de görmek mümkündür. 21. yy’ın başında Suriye’nin dini yapısının %90’a yakınını Müslümanlar, %10 civarını Hristiyanlar oluşturmaktadır. Bir miktar da Yahudi ve Yezidi bulunmaktadır.
Müslümanlar Sünni ve Şii olarak mezheplere ayrılırlar. Sünni Müslümanlar Suriye’de nüfusun çoğunluğunu oluşturmaktadırlar. Sünniler toplam nüfusun %74’ü kadar olup, Lazkiye ve Es-Süveyde eyaleti dışında her yerde çoğunluktadırlar.
Nüfustaki çoğunluğunun da etkisiyle Sünni İslam; Memlukler ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde hâkim siyasi güç merkezleri tarafından desteklendi ve Hafız Esed’in iktidara geldiği 1970’lere kadar Suriye siyasi ve idari mekanizmasında hâkim sınıf konumunda oldu. Manda dönemindeki Fransa’nın azınlıkları destekleyen politikalarına rağmen Sünniler, Bağımsız Suriye kurulduktan sonra gerek ordunun üst düzey kademelerinde gerekse Baas Partisi’nin üst kadrolarında önemli yerler işgal ettiler. Hafız Esed hakimiyetindeki Suriye yönetiminde de Sünnilere önemli görevler verildi.
Şiilik, Sünnilikten sonra Suriye’de en yaygın İslami mezheptir. Nusayrilik kendini Alevi olarak yani Şia’nın bir kolu olarak sunmaktadır. Nusayrilerin ise Suriye’deki %75’i, nüfus olarak çoğunluğu oluşturdukları Lazkiye bölgesinde yaşarlar. Büyük bölümünün tarım sektöründe çalışması nedeniyle Lazkiye’ye bağlı kırsal kesimde de çoğunluğu oluştururlar. 1970’lilere kadar Nusayriler kıyı şehirlerinde ve kasabalarda Sünnilere ve Hristiyanlara oranla azınlıkta yer aldılar. Nusayrilerin yaşadığı Lazkiye bölgesi, “Bağımsız Suriye” kurulmadan önce ekonomik olarak yoksul ve az gelişmiş bir bölgeydi. Fransız Mandası döneminde Nusayri kimliği ön plana çıkarıldı ve Nusayrilerin geçmişi Fransızların eliyle tekrar oluşturuldu. Nusayriler için asıl büyük gelişme, Hafız Esed’in 1970’de iktidarı ele geçirmesidir. 1970’lerden sonra Nusayriler devlet ve ordu kadrolarında etkin bir şekilde yer alarak kısa yoldan sınıf atlamış ve şehirlerde yaşamaya başlamışlardır.
Dürziler, 1017 yılında kendini Tanrı ilan ettikten sonra esrarlı bir şekilde ortadan kaybolan Fatimi halifesi el-Hakimi’in veziri Hazma bin Ali’nin kurduğu mezhebin üyeleridir. Dürzileri Franklara bağlayan bir söylentiye göre ise, 12.yy’da yurtlarına geri dönemeyen Comte de Dreux komutasındaki bir miktar Haçlı askeri Suriye dağlarına çekilip oradaki yerli halkla evlenerek İslam ülkesinde bir Hıristiyan topluğu kurmuşlardır, Dreux adının değişime uğramış hali olan “Dürzi” adını almışlardır. Günümüzde %90’ından fazlası güneydeki El-Süveyde ilinde yaşarlar. Golan Tepeleri, Halep ve Şam’da da bir miktar Dürzi yaşamaktadır ve ülkedeki toplam nüfusları 350.000 civarındadır.
Müslüman Araplar 8.yy’da Suriye’yi fethedene kadar ülkedeki en kalabalık topluluk Hristiyanlar idi. Suriye’de farklı alanlara yayılmış olan Hristiyan mezhepler arasında nüfus bakımından en geniş topluluk, çoğunluğu Arap etnik kimliğine sahip, Grek Ortodokslar’dır. Fransız Mandası döneminde ise Fransa’nın yoğun desteğini alan Hristiyanlar, 1930 Anayasası ile hükümet kurumlarında temsil edilme hakkını elde etmişler, kendi yüksek eğitim düzeyleri sayesinde de kamu idaresinde tercihli bir yere sahip olmuşlardır. Bunlarla birlikte kendi çabalarıyla elde ettikleri ekonomik zenginleşme sonucu modern Suriye’de Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında ekonomik, kültürel ve siyasi çatlak büyümüştür. Günümüzde Grek Ortodokslar, Şam, Lazkiye, Humus, Hama civarında yaşarlar. Yahudiler ise günümüzde; Halep, Şam ve Kamışlı civarında yaşamaktadırlar. Eski dönemlerden beri bölgede yaşayan Yahudilere Orta Çağ’da İspanya’dan kaçıp Osmanlı Devleti’ne sığınan Yahudi göçmenler katılmıştır.
İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra, Yahudiler’ in önemli bir kısmı İsrail’e göç etmiştir (1943’te 30.000 olan Yahudi nüfusu,1948 sonrası 6.000’e düştü). Bununla birlikte 1967 Savaşı’nda, Golan’ı işgal eden İsrail’in uyguladığı yerleşim politikaları sonucu şu anda yaklaşık 20.000 Yahudi yerleşimci Golan Tepeleri’nde yaşamaktadır.
BİR GÖÇMEN OLARAK SURİYE TÜRKMENLERİ
Bugün Suriye’de yaklaşık 3,5 milyon Türk yaşamaktadır. Bu konuda kesin bir rakam bulunmamaktadır. Suriye’de yaşayan Türklerin azınlık hakları olmadığı için nüfus sayımlarında milliyetleri ile sayılmamaktadırlar. Gündelik hayatta Türkmen olarak anılmaktalar. *
Ön Asya’ya Türk göçlerinin başlangıç tarihi çok kesin bilinmemektedir. Tarihi olarak; Türklerin Ortadoğu’da varlığı 8. Asrın ilk yıllarından sonra; 865 de Mısır’da Tolunoğlu Beyliğinden başlayarak I. Dünya Savaşı sonuna kadar süren kesintisiz bir süreçtir.
1243 Kösedağ bozgunu sonrasında 40.000 çadırlık Türkmen boyu Anadolu’dan Suriye’nin muhtelif yerlerine göç etmiştir.
1516 yılında Mercidabık’da Memluk sultanını yenen Yavuz Sultan Selim Han, Suriye ve tüm İslam coğrafyasında Osmanlı Türkleri’nin hakimiyet dönemini başlatmıştır. Suriye, Osmanlı hakimiyetine girdiği 1516 yılından 1918 yılına kadar 400 seneden fazla bir zaman kuzeyde Halep ve güneyde Şam olmak üzere, merkeze bağlı iki vilayet halinde idare edilmiştir. Bu iki vilayetten Şam, esas itibariyle Arap nüfusunun iskân sahası olurken, Halep vilayeti nüfus bakımından çoğunlukla Türk vilayeti durumunda idi. Kahramanmaraş, Gaziantep, İskenderun, Antakya, Şanlıurfa ve Rakka, Halep vilayetinin sancakları idi. 1918 yılında Türk kuvvetlerinin Halep’in kuzeyine çekilmesini takip eden hadiseler ve 1950 yılında Fransızlar ile yapılan hudut anlaşması Halep vilayetini ikiye böler şekilde oldu. Anadolu ve Suriye’deki Türk Devletlerinin hakimiyetleri, doğudan gelen Moğollar ve batıdan gelen Haçlı orduları ile zayıfladığı dönemlerde; Anadolu’dan Suriye’ye, bazen de Suriye’den Anadolu’ya devamlı Türkmen göçleri olmuştur.
SURİYE’YE YERLEŞEN OĞUZ BOYLARI
Bozoklar: Bozoklar Amik Ovasından itibaren doğuya doğru Halep bölgesinde ve buradan da Asi ırmağı vadisi boyunca Şam bölgesine kadar yaygındır. Bozoklu Türkmenler içinde en mühimleri Bayat, Afşar, Beğdili ve Döğer Boyuna mensup olan oymaklar yer almaktaydı.
Üçoklar: Üçoklar ise Amik Ovasından güneye doğru Lazkiye ve Trablusşam istikametinde Ensariye Dağlarının batısında meskûn idiler. Bunların en meşhurları Yüreğir, Yıva, Kınık, Bayındır, Salur ve Eymür boylarına bağlı oymaklardır.
Kaynaklarda Suriye’nin kuzeyinde oturan Türkmenlere “Halepli Türkmenler” güneyinde oturanlarına ise “Şamlı Türkmenler” denmektedir.
Rakka bölgesindeki Türkmenler de ağır ağır göç ederek, Azez, el-Bab, Münbiç, Cerablus, Çobanbey ve Gaziantep’in güneyinde oturan diğer Türkmenlerin yanına yerleştiler. Bu şekilde devam eden hareket neticesinde XIX. yüzyılda Rakka bölgesi, yerleştirilen Türkmenlerin terk ettiği bir saha durumuna geldi.
TÜRKMENLERİN BUGÜNKÜ YERLEŞİM BİRİMLERİ
Her ne kadar söylediğimiz üzere, 1939’da Hatay Türkiye’ye dahil olmuşsa da Suriye’de bilhassa Hatay vilayeti ile Gaziantep vilayetimizin Suriye’ye komşu olan bölgelerinde kesiksiz olarak yüzlerce Türk köyü Suriye tarafında kalmıştır. Bunlardan 1. grubun Bayır ve Bucak Türkmenleridir. Bugün Lazkiye vilayetine bağlı olan Bayır-Bucak bölgesi çoğunlukla Türk köyleri bulunur. Bu köyler isimlerinden de anlaşıldığı üzere, eski Türk köyleri olmalarına rağmen Fransız idaresi döneminde Ermenilerin adı geçen köylere yerleştirildikleri anlaşılıyor. Aslında, bölge, Güney-Doğu Anadolu ile birlikte değerlendirilmelidir. Etnik yapı, yaşayış biçimi, maddi ve manevi kültür unsurları, inanç dokusu, coğrafi özellikler olarak bölgenin kuzeyi ile güneyi arasında hiçbir fark yoktur. Bölgeyi ikiye bölen bugünkü hudutlar sunidir.
Bayır-Bucak Bölgesi ve Lazkiye: Hatay’ın hemen güneyinde, 54 köy, 2 nahiye ve Lazkiye’de iki mahalle. Bu köylerin arasında Arap köyü yoktur. Ayrıca Türkiye ile de aralarında Arap köyü yoktur. Bu bölge, Suriye yönetimini elinde tutan Nusayriler için çok önemlidir.
Halep ve Çevresi: Halep şehir merkezi ve çevresindeki kaza ve köylerde Türk nüfusu çok yoğundur. Bu bölge; Gaziantep ve Şanlıurfa’nın her türlü özelliklerini taşır. Türk, Kürt, Sünni Arap ve şehir merkezlerinde yerleşik Türkiyeli Ermenilerden oluşan bölgede hâkim unsur Türklerdir. El Cezira bölgesinde Arap yoğunluğu daha fazladır.
Hama-Humus ve Çevresi: Özellikle köylerde Türkler yaşamaktadır. Buradaki Türklerin bir kısmı Kafkasya kökenlidir.
Şam ve Çevresi: Osmanlı döneminden kalan büyük toprak sahipleri ve zengin tüccar, Türk aileler yaşar. Ayrıca 1967 savaşı sonrasında Golan tepelerinden çok sayıda Türk Şam’a göçmüştür. Şam çevresinde Havran bölgesinde de Türklerin yaşadığı bilinmektedir.
Kuneytra ve Golan Tepeleri: Osmanlı Döneminde, Filistin ve Şam gibi iki büyük Arap merkezi arasındaki en stratejik bölgeye, Bayır-Bucak’ta olduğu gibi Türkler yerleştirilmiştir. Burası, en son 1877 yılında Kafkasya’dan olmak üzere, devamlı olarak Türk göçleri ile desteklenmiştir.
KAYNAKÇA
- Buzpınar ŞT. TDV İslam Ansiklopedisi; Cilt:37; s550-555.
- Dağ AE. ‘‘Bilad-İ Şam’ın Hazin Öyküsü’’; s24-34; 2013.
- Bulut F. ‘‘Ortadoğu’nun Solan Renkleri: Bedeviler, Çerkesler, Nusayriler, Dürziler, Yezidiler’’; Berfin Yayınları; s65; İstanbul; 2002.
- Yılmaz H. “Suriye Ve Nusayriler”; Der: Uluçay Ö. ‘‘Tarihte Nusayriler’’; Adana; Gözde Yayınevi; s97; 2001.
- Siyaset, Ekonomik Ve Toplum Araştırmalar Vakfı. ‘‘Seta Rapor’’; s13-53; Nisan 2012.
- İnce E. ‘‘Suriye’de Baas Rejiminin Kuruluşu Ve Türkiye 2010 Suriye İnsan Hakları İhlalleri Raporu (Mazlum-Der)’’; 2010.
- Turan O. ‘‘Selçuklular Ve İslamiyet’’; Boğaziçi Yayınları; s10-19; 1993.
- Kitapçı Z. ‘‘Ortadoğu’da Türk Askeri Varlığının İlk Zuhuru’’; Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını; İstanbul; 1987.
- Kitapçı Z. ‘‘Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler’’; Konya; 1996.
- Gresh A, Vıdal D. ‘‘Ortadoğu’’; Alan Yayıncılık; İstanbul; 1991.
- Levıs B. ‘‘Ortadoğu’’; Sabah Yayınları; İstanbul; 1996.
- Fromkın D. ‘‘Barışa Son Veren Barış’’; Sabah Yayınları; İstanbul, 1994.
- Candar C. ‘‘Ortadoğu Çıkmazı’’; Seçkin Yayıncılık; İstanbul, 1988.