YAZARLAR
*Emine Beyza Nur KAYNAR
Ulviye Esra ERBAŞ
Gülsena DEMİR
Rümeysa BULUŞ
Elif DEMİREL
Kübra Nur ALTINTAŞ
*İletişim: beyzahp301@admin
İçindekiler
DİLSEL İNCELEME-TANIM
Sözlükte “bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşa edip geliştirmek” mânasındaki rabb kelimesi mübalağa ifade etmek üzere daha çok sıfat gibi kullanılmaktadır. Kelimeye hepsi de Allah Teâlâ hakkında olmak üzere “mâlik, seyyid, idare eden, terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren, mâbud” gibi anlamlar verilmiştir. Kelime r-b-b kökünden türemiştir. İbn Fâris, Arapçada r ve b harflerinin birleşiminin bir takım öz anlamlara delâlet ettiğini zikrederek r-b-b kökünün anlamlarını şu üç maddede özetlemektedir.
1) Bir şeyi ıslâh etmek, üzerinde kâim olmak: Bu anlamdan hareketle “Rab” lafzının mâlik, yaratan, sahip ve herhangi bir şeyi ıslâh eden anlamlarını ifade ettiğini zikreder. Yine bu anlamdan hareketle mahlûkâtı terbiye ve ıslâh ettiği için Allah’a (cc.) Rab denildiğini belirtir. Islâh ve terbiyeye muhtaç oldukları için üvey kıza rabibetün denildiğini, tay ve kuzu gibi hayvanlar için merbübün kelimesinin kullanıldığını, üzüm ve benzeri meyve, sebzeler için de merbübün lafzının kullanıldığını, ıslâh ve terbiyeyi üstlendikleri için ana-baba hakkında rabbün–rabbetün lafızlarının kullanıldığını kaydeder.
2) Bir şeyin lazım ve gerekli olması, bir şey üzerinde kâim olmak, dâim olmak: Bu anlamdan hareketle yağmuru devamlı olduğundan dolayı bulut için rababün lafzının kullanıldığını, toplanılan yer, ikamet edilen, yaşanılan yer anlamı için merabün lafzının kullanıldığını, koyun için rubbe kelimesinin kullanıldığını, deve için müribbün lafzının kullanıldığını zikreder.
3) Bir şeyi diğer şeye eklemek, bağlamak: Bu anlamdan hareketle verilen söz ve yemin anlamlarında rıbabetün kelimesinin telaffuz edildiğini, birikerek çoğalmasından hareketle çok su anlamını ifade için rababün kelimesinin kullanıldığını beyan eder.
Görüldüğü üzere r-b-b kökünden gelen birçok kelime Arapların sosyal hayatlarında kullanılmakla beraber, cahiliye toplumunda gerek inandıkları Rabb için gerek taptıkları put için gerek de çeşitli varlıklar için birçok alanda kullanılmıştır. Hatta bu durumun örnekleri cahiliye dönemi Arap şiirinde de görülmektedir.
R-b-b kökünden türeyen Rabb kelimesi Kuran-ı Kerim’de yaratıcıyı anlatmak için Allah’tan sonra en çok kullanılan ikinci isimdir. Özellikle Mekki ayetlerde Rab kelimesinin baskın olarak kullanılması bize o dönemin tanrı tasavvurunu anlamamız için bir ipucudur. Arapların “Allah” fikrine Hz. İbrahim’in (a.s.) dininin etkilerinden dolayı yabancı bir toplum olmamalarına rağmen, onu âlemden çok uzak ve soyut bir tanrı olarak algıladıkları bilinmektedir. Kur’an’da bu fikri değiştirmek için Rab kelimesi tercih edilmiştir. Kur’ânî terminolojide hedeflenen kavramsal çerçeveye yerleşen Rab kavramının, sözlük anlamlarıyla da paralel şu temel manaları taşıdığı söylenebilir:
1) Zatı ve hakimiyetinde benzeri olmayan: Efendi/Hükümdar.
2) Verdiği eksiksiz nimetlerle/rızıklarla varlıkların durumlarını düzenleyen: Terbiye Edici/Mürebbî/Muslih.
3) Yaratma/halk ve emretme mutlak manada kendisine ait olan: Sahip/Malik
Esas olarak Rab ismi, Mekkeli putperestlerin uzak ve soyut tanrı anlayışına bir tepkiyi dile getirmektedir. Bununla tanrının insana yakın olduğu mesajı verilmektedir. Ayrıca insanlara bu isim bir analoji imkânı da sağlamaktadır. Nasıl toplumda, en küçük birim olan aile ve kabileden şehir ve devlete kadar bir yönetici ve terbiye edici bulunuyorsa, evrenin de bir yöneticisi bulunmalıdır. Dolayısıyla İlâh olmanın insanlar karşısında ve onların dünyasında anlaşılabilir yönü, Yüce Allah’ın Rab sıfatıyla açıklanmıştır.
Tarih boyunca insanlar ve toplumlar tanrıyı farklı biçimlerde tasavvur etmişler ve bu tasavvur biçimine bağlı olarak onunla farklı türden ilişkiler kurmuşlardır. İnsanlar, tanrıyı bazen kendilerine veya başka yaratıklara benzetmişler (teşbih fikri), bazen de onu her şeyden tenzih etmişler ve soyutlamışlardır. Gerek teşbihi gerekse tenzihi tanrı tasavvurunun dini ve toplumsal sonuçları bulunmaktadır. Teşbihi tanrı tasavvuru, tanrıyı gökten yere indirmekte ve onu nesnelere benzetmektedir. Bu benzetme işlemi neticesinde tanrı kutsallığını yitirirken, nesneler kutsallaştırılmakta ve onun yerine konulmaktadır. Muhtemelen putperestliğin kaynağı bu teşbih işlemine dayanmaktadır. Bu tasavvura yönelik tepkiler, bu kez insanları başka bir uç noktaya götürmektedir. Bu uç nokta, tanrının her şeyden tenzih edilmesi ve dünyadan soyutlanmasıdır. Bu da başka bir sorunu doğurmaktadır. İnsanlar soyutlanmış tanrıya erişmekte zorlanmakta ve bunu başarabilmek için aracılar düşünmekte ve bu kez de aracıları kutsallaştırmaktadır
İbn Arabî, bu iki tasavvura ek olarak bir başka tasavvurdan daha bahsetmektedir: Hem içkin hem de aşkın tanrı tasavvuru. Bu anlayışta tanrı zat olarak tenzih edilir, fakat sıfatları itibariyle teşbih edilir. Yani Allah, zatı itibariyle aşkındır ve tanımlanamaz, ancak o sıfatları itibariyle tanınan, kendini tanıtan ve kuluna yakın olan bir tanrıdır. Bu yakınlık duygusu şu ayette açıkça ifade edilmiştir: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf 50/16) Bu anlayış, ona göre tanrı ile doğru bir ilişki kurmanın en iyi yolunu açmaktadır. Çünkü bu tasavvur hem uzak hem de yakın bir tanrı tasavvuru inşa ederek, diğer tasavvurların olası sakıncalarını ortadan kaldırır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’in Mekki ayetlerinde Rab ismi kullanılarak hem aşkın hem de içkin bir tanrı fikrinin yerleştirilmek istendiği söylenebilir.
KURAN-I KERİM-AYETLER
Arapça’da ‘sahip olmak, ıslah etmek, efendi, yetiştirmek, toplamak’ anlamlarında kullanılan Rab kelimesi Kur’an-ı Kerim’de toplamda 964 kez kullanılmıştır. 884’ü değişik kiplerde zamirlerde ( senin Rabbin, sizin Rabbiniz…), 80 tanesi değişik isim tamlamalarında (alemlerin Rabbi, göklerin ve yerin Rabbi, doğunun ve batının Rabbi) ve 4 kez çoğul olarak (erbab) kullanılmıştır.
İslamdan önce Rab kelimesi tanrılar,putlar,krallar vs. için de kullanılırken İslam’da ise Rab kelimesinin Allah’tan başkası için kullanılması yanlış bulunmuştur.
“De ki: Allah her şeyin Rabbi iken, ben O’ndan başka bir Rab mı ararım?’ (Enam,164)”
Kuran’da sadece 8 yerde Rab kelimesi Allah dışında varlıklar için kullanılmıştır.( Al-i İmran 64,80 , Tevbe 31, Yusuf 39,40,41,42 , Naziat 24)
”De ki: “Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da içimizden bazıları diğer bazılarını rab edinmesin.”
Mekki surelerde Allah kelimesinden çok Rab kelimesi kullanılmıştır. Bunun nedeninin Rab kelimesinin Allah lafzından daha çok kabul görmüş bir kavram olmasıdır. O dönemde Allah lafzı daha çok Hz. İbrahim’in dininin etkileriyle bilinmekte olan bir kelime teşkil etmektedir. Köleler tarafından efendilerine Rab denilmekteyken Peygamber Efendimiz bunu yasaklamıştır.
“De ki: “O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz de sizindir. Biz, O’na gönülden bağlanmış (gösterişten ve art niyetten uzak samimi) muhlis kimseleriz.” ( Bakara,139)”
Bu ayette Rab kelimesinin zamirlerle kullanımına örnek verilmiştir.
“O, göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbi, güneşin doğuş yerlerinin Rabbidir. (Saffat,5)”
“Doğrusu Şira yıldızının Rabbi O’dur. (Necm,49)“
Bu ayetlerde ise Rab kelimesinin isim tamlamasında kullanımına örnek verilmiştir.
Allah, Zariyat suresinde yaratılış amacımızı şu şekilde anlatmıştır: ‘Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’ (Zariyat,56) Çalışmamızda rab kavramını incelerken ayetlerin ele alınmasının ana hedefi Allah’ı daha iyi tanımaktır. Çünkü muhabbetullah (Allah’a muhabbet besleme) ancak marifetullah( Allah’ı tanıma) ile mümkündür. Aynı zamanda bir Hadis-i Şerif’te de bu durum şöyle ifade edilmektedir:
“Bir gün Ashâb-ı kirâm, İslam peygamberi Hz Muhammed’e?
−Yâ Rasûlallah! Amellerin hangisi daha faziletlidir? diye sordular. O da:
−Allah’ı bilmektir! buyurdu.
−Hangi amel mertebeyi artırır? diye sordular. Yine:
−Allah’ı bilmek! buyurdu. Bunun üzerine:
−Yâ Rasûlallah! Biz amelden soruyoruz, Siz ilimden cevap veriyorsunuz! dediklerinde Resûlullah (s.a.s):
−Allah’ı bilerek yapılan az amel bile fayda verir. Fakat cehâletle yapılan çok amel bile fayda sağlamaz!” buyurdular.”
Allah’ı zatı itibariyle tanıtan surelerden en önemlilerinden biri İhlas suresidir:
“De ki: “O, Allah’tır, bir tektir. Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir. O’ndan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir).Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.” (İhlas,1-4)”
Allahın kendini kullarına tanıttığı bir diğer ayet ise Ayet-el Kürsi olarak bilinen Bakara süresinin 255. ayetidir:
“Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur. Onu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey onundur. İzni olmaksızın onun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar onun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek ona güç gelmez. O, yücedir, büyüktür. (Bakara,255)”
Allah’ın kendini tanıttığı diğer bazı ayetler ise şu şekildedir:
“Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. O, rahmândır ve rahîmdir. Ceza gününün mâlikidir. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! (Fatiha,1-6)”
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı bir kan pıhtısından yarattı! Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti. (Alak,1-5)”
“Şüphesiz en son varış Rabbinedir. Şüphesiz O, güldürür ve ağlatır. Şüphesiz O, öldürür ve diriltir. Şüphesiz O, iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır. Şüphesiz tekrar diriltmek de O’na aittir. Şüphesiz O, başkalarına muhtaç olmaktan kurtardı ve varlık sahibi kıldı. Şüphesiz O, Şi’râ’nın Rabbidir. (Necm,42-49)”
“Yüce Rabbinin adını tespih et. O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır. O, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir. O, yeşil bitki örtüsünü çıkaran, sonra da onları çürüyüp kararmış çör çöpe çevirendir. (Ala,1-5)”
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (Nur,35)”
HADİSLER
Rab kavramı hadislerde incelendiğinde rastlanan ilk hadis-i şerif: “Allah’ı rab, İslam’ı din, Hz. Muhammed’i peygamber olarak benimseyen kişi imanın tadını alır.” hadisi olacaktır.
Hadis-i şeriflerde imanın tadı, tatlı bir deyimle “halâvetü’l-îmân” veya “ta’mü’l-îmân” olarak dile getirilmiştir.
Âlimler tat anlamına gelen halâveti, itaattan zevk almak, Allah ve Resûlü’nün hoşnutluğu uğrunda zorluklara göğüs germek ve bunları dünyevî çıkarlara tercih etmek olarak yorumlamışlardır. Bu gerçeğin hadisteki ifâdesi, “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Peygamber olarak da Muhammed aleyhisselâm’dan râzı olmak”tır. Rızâ “bir şeyle yetinip başka bir şey aramamak” demektir. Sevilen ve benimsenen şey, seven ve benimseyene kolay gelecektir.
Yine aynı başlık altındaki bir başka hadisi şerifte bu söylem ezan duası şeklinde karşımıza çıkmaktadır:
Sa’d İbni Ebî Vakkas radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim müezzini işittiği zaman: Tek olan ve ortağı bulunmayan Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve resûlü olduğuna şahitlik ederim. Rab olarak Allah’tan, resûl olarak Muhammed’den, din olarak İslâm’dan razı oldum, derse, o kimsenin günahları bağışlanır.”
Rabb kavramını daha iyi anlamak ve rabbimizi daha iyi tanımak amacıyla hadisi şeriflerde tarama yaptığımızda ise aşağıdaki hadisi şerif bizleri İhlas Suresi’ne yönlendirmektedir. Müşriklerin; ‘Bize Rabb’inin nesebini söyle!’ demeleri üzerine nazil olmuştur.
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre :
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbtan bir kişiyi askerî bir bölüğe komutan tayin edip gazaya göndermişti. Bu zat bölüğe her namaz kıldırışında (ikinci rekâtta) İhlâs sûresini okuyarak kıraatını bitirirdi. Dönüşte, komutanın namazı İhlâs sûresi ile bitirmeyi âdet edinmiş olduğunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber verdiler. O da:
– “Niçin böyle yaptığını ona sorunuz!” buyurdu. Sordular.
– İhlâs sûresi, Rahmân’ın sıfatlarını ihtivâ ediyor. Bu sebeple ben onu okumayı severim, dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “Allah Teâlâ’nın da onu sevdiğini kendisine müjdeleyiniz!” buyurdu.
Rabb olan Allahın kulu bir iyiliği sadece aklından geçirdiğinde bile o iyiliği yapmış gibi sevap yazdığını, içinden bir kötülük geçirdiği takdirde ise günah yazmadığını; iyilik yaptığında karşılığını on kat veya daha fazlasıyla yazacağını, kötülük yaptığında ise sadece misli ile muamele edeceğini hadislerde açıkça görülmektedir.
ESMAU’L HUSNA
Yalın anlamı terbiye etmek olan rab, mastar iken özne yerine kullanılmıştır. Çünkü bir işi çok fazla yapan kişinin yaptığı iş, onun adı olacaktır. Terbiye konusu altı başlık altında degerlendirilebilir:
1.Birinin terbiyesini üstlenen kişi onun ihtiyacını da giderir.
Şuara 77-82 : “ İyi bilin ki âlemlerin rabbi dışında taptıklarınız benim düşmanımdır; O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren ve içirendir. Hastalandığım zaman bana şifa verendir. Canımı alacak olan, sonra beni yeniden diriltecek olandır. Hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum yine O’dur.”
2.Terbiye ettiği kişiyi gözetimi ve denetimi altında tutar.
Nisa 1 : “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlıktan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”
3.Terbiye eden terbiye ettiğinin büyüğü ve otoritesidir.
Şûra 10 : “Ayrılığa düştüğünüz bütün konularda (doğru) hüküm Allah’a aittir. İşte o Allah benim rabbimdir; yalnız O’na güvenip dayanmışımdır ve daima O’na yönelirim.”
4.Terbiye ettiği kişinin üzerinde hakkı vardır.
Fecr 15-17 : “İnsana gelince, rabbi ona imtihan için ikramda bulunduğunda ve onu nimetlere boğduğunda, “Rabbim bana ikram etti” der (mutlu olur). Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise “Rabbim beni önemsemedi” der (mutsuz olur). Hayır, hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.”
5.Terbiye ettiği kişiden itaat ve kulluk beklemesi hakkıdır.
Allah’ın hakkını ödeyebilmek için onun yaratmadığı bir şey bulmamız gerekir. Bu da mümkün olmayacağı için Allah’ın hakkını ödeyemeyiz. Ancak bunu itiraf edebiliriz.
6.Her varlık en sonunda kendini terbiye edenin huzurunda toplanır.
Hud 90 : “Rabbinizden bağışlanmayı dileyin, sonra O’na tövbe edin. Muhakkak ki rabbimin merhameti ve sevgisi boldur” dedi.”
Allah herkesin Rabbidir ancak inananların ilâhıdır. Rububiyetin birçok tecellisi olduğu gibi vahiy, en büyük tecellidir. Vahyin iniş amacı Allah’ın terbiye etmesidir.
Alemlerin Rabbi
Esma içinde ‘alem’ ile tamlamaya giren tek kelime Rab kelimesidir. Araf 54 : “Şüphesiz ki rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istivâ eden; geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratma da buyurma da yalnız ona aittir. Âlemlerin rabbi olan Allah yüceler yücesidir.”
Rububiyetin tecellisi canlı, cansız, şuurlu, şuursuz tüm varlıklar üzerinde farklıdır. Atomlar bile tecelli etme şekline göre farklı dizilmiştir. Bu yüzden madenler, elementler birbirinden farklıdır. Maddelerin hal değişikliği de bir tecelli örneğidir. Her birinin bir yasası vardır ve buna boyun eğer. Oluş ve bozuluş bir yasaya bağlıdır. Bu bozulma kaos değildir. Varlığın ilk anından itibaren anlamlılık ve amaçlılık kanunu vardır.
Yaratılmış her varlığın çift kutuplu olması da bir tecellidir. Ancak yaratılmamış olan tektir. Cehennem olmasaydı cennet; kâfir olmasaydı mümin olmayacağı buna örnektir. Zaman, mekan ve hız kanunları da birer tecellidir. Allah ne hükmetmişse onunla kulunu terbiye eder. Hükmüne karşı gelmek terbiyesine karşı gelmektir.
Aklını daha fazla kullananlara Allah’ın daha fazla yardım etmesi rububiyet yasasının bir gereği, tecellisidir. Verilen kapasite kullanılmalıdır. Yunus 100 : “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimsenin inanması mümkün değildir. O, akıllarını kullanmayanları inkâr bataklığında bırakır.”
Bir insanın hatasını görüp hemen üstünü çizmek Arşın Rabbinin emeğini yok saymaktır. Hz. Muhammed bir yahudi cenazesi geçtiğinde ayağa kalkmış, etrafındakiler ise “O bir yahudi “ demesi üzerine Allah rasulü ise “O da bir insan değil mi” diye karşılık vermiştir. Bu durum Allah’ın emeğine saygıdan dolayı ayağa kalkma şeklinde yorumlanabilir. Rabb olan Allah’ın bizim ve tanımadığımız birçok varlığın üzerinde çokça emeği vardır.
İnsan
Rububiyetin bir büyük tecellisi de insandır. Melekleri aşan bir yanı dahi vardır. Hayat ve ölümün her mertebesi rububiyetin tecellisidir.
Rabb olan Allah insanı en basit halinden alıp, kemale erdirendir. İnsanın tekamülü için gereken kuralları, sünnetullahı, koyandır. Fatır 11 : “Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yarattı. Sonra da sizi birbirinize eş kıldı. O’nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır ne doğurur. Bir canlının ömrünün uzun olması da kısa tutulması da mutlaka yazgıya uygun olarak gerçekleşir. Kuşkusuz bunlar Allah için kolaydır.”
Ruh da rububiyetin bir tecellisidir. İnsan olmak için ruha gerek vardır. İns, vahşinin zıttıdır. İnsanın yaratılışı ve sonrası mükemmel bir tecellidir. Vücut kendisine yabancı olan bir maddeyi yaratılış icabı reddeder. Dişi üreme hücresinin erkek hücresini kabul etmesi bir mucizedir. Burada Allah’ın müdahalesi söz konusudur. Doğum sonrası süreçte her organ yaratılış potansiyeli ile yaratılır ve amaca yöneltilir. Mümin 67 : “Sizi toprak, sonra nutfe, sonra alaka aşamalarından geçirerek yaratan O’dur. Sonra O sizi bir bebek olarak hayat alanına çıkarır; ardından güçlü çağınıza ulaşıncaya, sonra da yaşlılar haline gelinceye kadar sizi yaşatır; içinizden bazıları bundan önce vefat eder. Sonuçta belli bir vakte kadar yaşamaktasınız. Umulur ki (bunlar üzerine) akıl yorarsınız.”
Anne bebek ilişkisi de bir tecelli örneğidir. Çocuğun gelişimine göre de sütun bileşimleri değişir. Bunları ayarlayan Rabdır.
Evladın ana babaya terbiyesi de bunlardan biridir. İsra 23-24: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! Ikisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster” diyerek dua et.”
Allah’ın birtakım sınırları vardır. Kul, terbiyeye muhtaçtır ve terbiyeye muhtaç olan kusurludur. Bu yüzden rahmete de muhtaçtır. Yeteneklerimizi öğretmesi de ilahi rububiyetin bir tecellisidir. Konuşmak için gerekli tüm uzuvlar olsa dahi insan tek başına konuşamaz.
Rububiyetin gereği şükürdür. İşlenen günahlarda ısrar ise rububiyet tecellisine ihanettir. Tüm kavimlerin helak sebebi rububiyeti inkar etmeleridir. En’âm 162 : “De ki: “Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir.” Allah’ın hakkını teslim etmenin tek yolu ona teslim olmaktır.
İLGİLİ KAVRAMLAR
Kur’ân-ı Kerim’de “Rab” Kavramının Türevleri
1. Erbâb : “Rab” kelimesinin çoğulu olan “erbâb” lafzı Kur’ân’ı Kerîm’de Allah’tan başkasına rubûbiyyet isnâd etmenin eleştirisi ve Allah’tan (cc.) başka Rab edinmenin yanlışlığını ifade sadedinde dört ayrı yerde zikredilir.
Bu dört âyet şunlardır:
-Âl-i İmrân 3/64 “De ki: Ey Kitablılar (yahûdîler, hıristiyanlar), hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvî (ve âdil) bir kelimeye gelin, (şöyle) diyerek: [Allah’dan başkasına tapmayalım. O’na hiç bir şey’i eş tutmayalım, Allah’ı bırakıb da kimimiz kimimizi Rabler (diye) tanımıyalım.] (Buna rağmen) eğer yine yüz çevirirlerse (o halde) deyin ki: [Şâhid olun, biz muhakkak müslümanlarız.]”
-Âl-i İmrân 3/80 “Sizin, melekleri ve peygamberleri tanrılar edinmenizi de emretmez O. Ya size, siz müslümanlar oldukdan sonra, hiç kâfirliği emreder mi?”
-Tevbe 9/31 “Onlar, Allâh’ı bırakıb bilginlerini, râhiblerini, Meryem’in oğlu Mesîhi tanrılar edindiler. Halbuki bunlar da ancak bir olan Allah’a ibâdet etmelerinden başkasıyle emr olunmamışlardır. Ondan başka hiç bir tanrı yok. O, bunların eş tutageldikleri her şeyden münezzehdir.”
-Yûsuf 12/39 “Ey zindan arkadaşlarım, darma dağınık bir çok düzme Tanrılar mı hayırlıdır, yoksa hepsine ve her şey’e gaalib, kahhâ’r olan bir tek Allah mı?”
Bu dört âyet tevhîd ilkesinin benimsenmesi ve ona aykırı davranılmasının yanlışlığını ortaya koyma hedefiyle zikredilmişdir.
2.Rabbâniyûn: Müberred ,“ilim sahipleri” demek olduğunu, Abdullah b. Mes’ud, “hikmet sahibi ulema” anlamında olduğunu, Abdullah b. Abbâs ,“yumuşak huylu, derin bilgi sahipleri” manasında kullanıldığını ifade etmişlerdir. “Rabbâniyyûn” kavramını İsfehânî, “Kendini ilim ile terbiye etmiş kişi, dışarıdan bilgiyi alıp kendi nefsini, yani şahsiyetini onunla geliştirip, oradan tekrar bilgiyi dışa vuran (başkalarına aktaran) âlim” olarak tanımlamaktadır. Cevherî , “Kendini Allah’a adamış, Allah’ı hakkıyla tanıyan âlim.” Zebîdî ise “din ve ilimde en üst mertebeye ulaşmış âlim, öğrendiği ilme uygun yaşayan ve insanlara o ilmi öğreten âlim” anlamlarını vermişlerdir. Bu anlamlara bağlı olarak Hz. Ali : “Ben bu ümmetin rabbânîsiyim (ilim ve hikmetle donatılmış neferiyim)” buyurmuştur. Bu lafız bazı âlimlerin vasfı olarak da zikredilmiştir. İlim ve hikmette yüce mertebe sahibi olması münasebeti ile Ebû’l-Berekât Ahmed b. Abdilehad b. Zeynilâbidîn el-Fârûkî es-Sirhindî ’ ye “İmâm-ı Rabbânî” denilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de “rabbâniyyûn” kavramı yahûdî geleneğine atıfla üç ayrı yerde zikredilir.
Taberi, “rabbâniyyûn” kelimesi hakkında özetle şunları söylemiştir: “Rabbâniyyûn kelimesi ‘rabbâni’ kelimesinin çoğuludur. Bunun mânâsı ise “İnsanları yetiştiren, işlerini düzene koyan ve onları sevk ve idâre eden” demektir. Bu nedenle, âlimler de, fakihler, hikmet sahipleri, müttakiler, liderler ve eğiticiler de, ‘Rabbâniyyûn’ kelimesinin ihtiva ettiği mânâya girmektedirler. Çünkü bunlardan her biri, kendi ihtisas alanlarında insanları yetiştirirler, eğitirler, işlerini düzenlerler, sevk ve idare ederler.” Netice olarak, r-b-b kökünden türemiş olan “rabbâniyyûn” kavramını, Kur’ân-ı Kerîm Rab teâlâyı hakkıyla tanımış, ibâdete düşkün, dinî ahkâma vakıf kimseler iken üzerlerine düşen sorumlulukları yapmayan kimseler olarak bizlere tanıtmakta olup dine sıkıca sarılmak, dinin gereklerini yerine getirmek konusunda noksanlık göstermemek gerektiğini öğütlemektedir.
Al-i İmran 3/79:“Allah’ın vahiy, sağlam muhakeme ve peygamberlik bağışladığı hiç kimsenin bundan sonra halkına, “Allah’ın yanı sıra bana da kulluk edin!” demesi düşünülemez; aksine, onlara şöyle öğüt verir: “ilahî kelâmın bilgisini yayarak ve kendiniz onu derinlemesine inceleyerek Allah adamları olun!” Bu âyetle ümmete ve hatta tüm insanlığa rabbânî olmanın yöntemi izah edilerek, rabbânî olmaları, Allah’ın (cc.) ilmini öğrenerek onu başkasına gereği şekilde aktarma görevinin emredildiği anlaşılmaktadır.
3. Ribbiyyûn: Kur’ân-ı Kerîm’de yalnızca bir kez zikredilen “Ribbiyyûn” kavramının “rabbâniyyûn” kavramı ile anlam ilişkisi vardır. Zira “rabbâniyyûn”, ilâhî ilimle donanmış ve o ilmi insanlara aktaran âlim anlamını ifade ederken “ribbiyyûn”, bu âlimlere tabi olan toplulukları ifade eden bir terimdir. “Ribbiyyûn” kavramı “rabbî” veya “ribbî” kelimelerinin çoğulu olarak anlamlandırılmıştır.
Bazı müfessirler “Rab” kavramının bir türevi olarak anlamlandırmayı tercih ederek Rabbe layıkıyla kulluk eden kimseler, yol ve yöntemleri ilâhî olan kimseler, Rabbin ahlakı ile ahlaklanan kişiler, rûhânî yönleri ağır basan zatlar, fakîh ve âlimler, savaş usûlünü bilen rabbânî kimseler anlamlarını ihtiva ettiğini zikretmişlerdir.
Bazı müfessirler de seçkin gruplar, öncü topluluk, bilgili cemaat, bin/binlerce kişi anlamlarında olan (ة رب ) kelimesinin bir türevi olarak anlamlandırarak bilgili, öncü, seçkin topluluklara mensup kimseler anlamında olduğunu kaydetmişlerdir.
4. Rabâib: Rabâib, rebibe kelimesinin çoğuludur. Araplar rebîbe kelimesini ilk olarak ağılda besledikleri koyun anlamında kullanırken sonrasında tüm yavru hayvanlar için kullanılan bir terim haline gelmiştir. Göz önünde tutulup, korunup kollandığı ve özel olarak yetiştirildiği için koyundan kinâye yoluyla üvey kız çocuğu için kullanılan bir kavram olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm ıstılahında rebîbe,“ kadının önceki kocasından olan kız çocuğu” anlamına gelmektedir.Nisa 4/23 rebîbeleri de mahrem kategorisinde zikretmiştir. Bu anlamıyla “Rab” kelimesinin bakıp gözeten, koruyup kollayan terbiye eden anlamlarına atıf yapılmaktadır.
Kur’ân’da “Rab” Kavramı ile Anlam Bağı Olan Bazı Lafızlar
1. Mâlik/Melik: M-l-k kökü lügâtlerde sahip olmak, halk üzerinde otorite kurmak anlamlarına gelir. Mâlik, melik Allah (cc.) ve başkası için kullanılabilen terimlerdir.Allah’ın (cc.) ismi olarak melik/mâlik; emreden, yasak eden, aziz ve zelil eden, kulların işlerini istediği gibi evirip çevirme kudretini haiz yüce varlık anlamını ifade eder. “Rab” kavramı mâlik kavramını tamamen karşılarken mâlik kavramı “Rab” kavramını tamamen karşılayamaz. Yani her Rab mâliktir lakin her mâlik Rab değildir.
2. Hâlik: Esmâ-i Hüsnâ’dan olan Hâlik: Her şeyin varlığını ve geçireceği halleri takdir eden, yaratan, yoktan var eden büyüklükte eşi olmayan anlamlarında olup, mahlukâtın tüm fiil ve eylemlerine taalluk eden bir isimdir.
3. Razzâk: “Razzâk”; rızkı bolca veren, rızka ulaştıran, rızkın sahibi, rızkın membaı anlamlarındadır. Allah’tan (cc.) başkası için “Razzâk” kavramını kullanmak caiz değildir.
4. Hâdî: “Hâdî” kavramı, doğruyu bulmaya vesile olan, rehber kişi, yol ve yöntemin en doğrusuna ileten anlamlara gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de h-d-y kökü üç yüzden fazla zikredilmektedir. Kullanıldığı bölümlerde hidâyet genelde Allah’a (cc.), nisbet edilirken bazen Peygamber Efendimize (sav),Kur’ân’a bazen diğer peygamberlere ve salih kullara nisbet edilmektedir.
5. Kâdir/Kadîr: Kadr mastarı lügâtte, hüküm, yetki, bir şeyin miktarı, değer, planlamak, taksim etmek, darlık gibi anlamlar ifade etmektedir. Kur’ân’da g-d-r kökü türevleri ile birlikte 132 defa geçmektedir. Allah’a (cc.) nispetle 103 defa zikredilmektedir.
6. Ma’bûd: “Ma’bûd” kelimesi, boyun eğilen, itâat edilen anlamlarındadır. Kur’ân terminolojisinde ise, birlenilmesi (tek olduğuna inanılması), kendisine itâat edilmesi emredilen yüce varlık (Allah) anlamındadır. Kur’ân’da “Rab” kavramı ile birlikte 13 kez zikredilmiştir.
7. Muslih: S-l-h kökü lügâtlerde ‘’f-s-d” kökünün zıddı olarak zikredilip, uygun/münasip olmak, layık olmak anlamlarını ifade eder. “Muslih” lafzı ise fesâdı gideren, kötülüğü def eden, iyi ve uygun duruma getiren, olgunlaştıran, düzenleyen ve düzelten nesne/kişi anlamlarını ifade eden bir kavramdır.
8. Müdebbir: Müdebbir, tedebbür mastarından türemiş bir kelimedir. Tedebbür işin, eylemin sonucunu önceden hesap etmek, işin veya mevzunun sonunu veya sonucunu düşünmek, üzerinde düşünerek veya dikkat göstererek işi yapmak, işi tasarlamak/planlamak, işi idare etmek, yönetmek anlamlarını ifade eder. Kur’ân Allah’ın (cc.) yeryüzünü, gökyüzünü ve arşı yarattıktan sonra bunların tümündeki her emri, hareketi, oluşumu, değişimi, her ânı varacakları sonucu hesap ederek planladığından bahseder.
9. Murabbî: R-b-v kökü lügâtlerde ziyadeleşmek, çoğalmak, yükselmek anlamlarındadır. Mecâzî olarak karıştırmak, mezc etmek, toplum lideri, topluluğun önde gelenleri anlamındadır. Bu kökten olan “murabbî” lafzı ise mecazî olarak kişinin/nesnenin değerini ziyadeleştiren, kişiyi/nesneyi yücelten, ona değer katan anlamlarına gelir.
KİTAP İNCELEMESİ-KUR’AN’A GÖRE DÖRT TERİM (MEVDUDİ)
“Allah’ın bizden istediği tevhid inancı nasıl olmalıdır?” sorusunu yine Allah’ın ayetleri açıklayan Mevdudi, Kur’an’ı kavramların temeli ve Kur’an’ın mesajını dört kavram çevresine odaklamıştır: İlah, Rab, İbadet ve Din. Kur’an-ı Kerim’in öğretisini anlamak için bu dört terimin sahih ve mükemmel anlamını tam manasıyla kavramak zorunludur. Eğer herhangi bir kimse İlah ve Rabb’in manasının ne olduğunu, ibadetin ne anlama geldiğini ve dinin neye isnat edildiğini bilmezse onun için Kur’an’ın tamamını anlamada başarı elde edemez.
Kur’an-ı Kerim Arap toplumunda indirildiği için İlah’ın ne manaya geldiği, Rab diye kime hitap edildiği toplumun her kesimi tarafından bilinmektedir. Çünkü bu iki terim onların günlük konuşmalarında önceden beri kullanılmakta olan terimlerdir. Bu yüzden onlara “Yalnızca Allah, İlah ve Rab’dir, O’nun ilahlık ve Rabliğinde başka bir kimsenin kesinlikle ortaklığı yoktur” denilmiştir ve halk bunu tamamen anlamıştır. İslam davetine muhalefet edenler, Allah’tan başkasının ilahlık ve Rabliğini inkâr etmenin ne manaya geldiğini bilerek karşı çıkmıştır. Aynı şekilde, İbadet ve Din terimleri de Arapların konuşmalarında yaygınca kullanılmakta olan terimlerdir. Onlar abd’in (kul) kime dendiğini, hangi eylemin ibadet olduğunu ve dinin ne anlama geldiğini bilen bir toplum olduğundan, onlara “Her şeye (putlara) ibadeti bırakıp yalnız Allah’a ibadet ediniz ve şirk dinlerinden uzaklaşarak yalnız Allah’ın dinine giriniz” denildiği zaman, Kur’an’ın davetini anlamakta herhangi bir yanlış anlamaya düşmeleri söz konusu olmamıştır. Kur’an’ın nazil olduğu dönemlerde anlaşılan bütün bu terimlerin gerçek manaları daha sonraki asırlarda gitgide değişmeye yüz tutar. O kadar ki terimlerin her biri kendi geniş anlamlarından kaya kaya oldukça dar ve anlaşılmaz birer ifade haline gelir. Yetişen nesil için artık İlah, Rab, İbadet ve Din kavramlarının; Kur’an’ın nazil olduğu dönemdeki yaygın anlamlarını kaybetmiştir. Bu nedenlerle, daha sonraki lügat ve tefsir kitaplarında Kur’an terimlerinin çoğunun açıklaması; asıl lügat manaları yerine, daha sonraki Müslümanların anladıkları anlamlarla yapılmaya başlanır. Örneğin; İlah terimi hemen hemen putlar ve ilahlarla özleştirilmiştir. Rab; büyüten, besleyen ve yetiştirenle eş anlamlı bir hale getirilmiştir. İbadet’ in manası tapmakla özdeşleşmiştir. Din de (aynı şekilde) mezhep, meşrep ve “Religion” kelimelerine karşılık olarak kullanılır olmuş, Tağut, put ya da şeytan şeklinde tercüme edilmiştir. Bunun neticesinde insanlar Kur’an’ın asıl söylemek istediğini anlamakta zorlanmıştır. Kur’an “Allah’tan başkasını ilah edinmeyin” demektedir. İnsanlar putları ve ilahları bırakırlarsa Kur’an’ın isteğinin yerine geleceğini sansalar da, onlar ilah tanımı içerisine giren diğer birçok nesneye çok sıkı bir şekilde bağlanmışlar, ancak bu durumlarının Allah’tan başkasını ilah edinmek manasına geldiğini bilmemektedirler. Kur’an “Allah’tan başkasını rab olarak kabul etmeyiniz” buyurmakta, insanlar ise, “Biz şüphesiz ki Allah’tan başkasını rab olarak görmeyiz. Bu yüzden bizim tevhidimiz mükemmeldir” derler. Oysa “Rab” kavramının ıtlak edildiği diğer mefhumlar açısından insanların çoğu Allah yerine başkalarının rabliğini kabul etmektedir.
İlah
Bir kişinin olağanüstü anlamda bir varlığı kendi hami ve yardımcısı, sorunlarının halledicisi, gereksinimlerinin karşılayıcısı, niyazlarının işiticisi, menfaatlendiricisi ve zararlarının gidericisi olarak görmesinin nedeni; ona göre, söz konusu varlığın kâinat nizamı üzerinde bir yaptırım gücü, bir otoriteye sahip olmasındandır. Aynı şekilde birisinden çekinen, korkan ve onun darılmasının kendisine zarar vereceğini, razı olmasının fayda getireceğini düşünen bir kimsenin, bu inanç ve davranışlarının sebebi, bu kişinin söz konusu varlığın bir çeşit otoriteye sahip olduğunu düşünmesindendir. Yine, en yüce tanrıyı kabul etmekle birlikte, ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla başkalarına yönelen kişinin bu davranışı, onun yöneldiği varlığı tanrılık otoritesinde şu veya bu şekilde ortak olarak görmesi nedeniyledir. Benzer bir çıkarsamayla, herhangi bir kimsenin hükmüne, kanun, emir ve yasaklamalarına mutlak itaat ve benimsemek de onu en üstün otorite olarak kabul etmektir halde uluhiyetin temel esası egemenliktir. Bu egemenlik, ister kâinat nizamı üzerinde olağanüstü bir nitelik arzeden bir anlamda düşünülsün; isterse dünya hayatında, insanın onun hükmü altında olduğu ve yalnızca o hükümlere uymak zorunda bulunduğu manasında alınsın, değişmez.
Rab
1.Mürebbi, gereksinimleri karşılayan, terbiye veren ve yetiştiren;
2.Kefil, gözetici, koruyup kollayan, ıslahla sorumlu olan;
3.Çeşitli kimselerin oluşturduğu bir toplulukta merkezi bir sıfata sahip olan;
4.Kendisine bağlananların efendisi, sözü geçen, üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve
tasarruf hakkına sahip, itaat ve boyun eğilen efendi, güç ve egemenlik sahibi reis;
5.Malik, efendi
Kavimlerin gözünde, metafizik manada yaratıkları rızıklandırması, ihtiyaçlarını görmesi, sıkıntılarını gidermesi ve koruyup kollaması anlamlarıyla Rabb kavramı başka bir keyfiyete sahiptir. Bu anlayışları itibariyle, onlar her ne kadar en yüce rab olarak sadece Allah’ı kabul etmiş olsalar da melekler, sahte ilahlar, cinler, görünmez güçler, yıldızlar, gezegenler, peygamberler, veliler ve ruhani liderleri de O’nunla rububiyete ortak görmüşlerdir. Yine Rab kavramının, emretme ve nehyetme yetkisine sahip tek merci, egemenliğin tek sahibi, hidayet ve yönlendirme kaynağı, kanun koyucu, ülkenin başkanı ve toplumun merkezi olması şeklindeki anlamı onların gözünde tamamen başka bir niteliğe sahiptir. Bu anlayışları nedeniyle onlar; teorik planda Allah’ı mutlak otorite, egemen güç vs.. anlamlarıyla rab olarak görmüşler, pratik hayatlarında ise toplumun katında güçlü olan, nüfuz sahibi kimselerin ahlaki, siyasi ve toplumsal anlamdaki rububiyetlerini kabul ederek onlara itaat etmişler, onların siyasal otoritelerine tabi olmuşlardır. Bu sapıklığı ortadan kaldırmak için yüce Allah her dönemde değişik toplumlara kendi içlerinden peygamberler göndermiş ve son olarak da bu görev için Hz. Muhammed (s.a.v)’i memur kılmıştır. Söz konusu bütün peygamberler insanları şuna davet etmiştir; Bütün anlamları itibariyle Rab sadece bir tanedir. Bu tek Rab ise Allah (c.c.)’tır. Rububiyet bölünmez bir bütündür. Rububiyette hiçbir anlamda, hiçbir yaratığın Allah’tan başka hiç kimsenin en ufak payı yoktur. Kâinat nizamı tek bir ilahın yaratmış olduğu kâmil, külli bir nizamdır. Yine bu nizam üzerinde bir tek ilahın hakimiyeti vardır. Bu nizamda bütün yetki ve güçlerin sahibi de yine o bir tek ilahtır. Bu nizamın yaratılmasında başka bir varlığın herhangi bir şekilde herhangi bir katkısı söz konusu değildir. Bu nizamın yönetim ve idaresinde herhangi bir kimsenin rolü yoktur ve O’nun hakimiyeti mutlaktır, ortaksızdır. Merkezi otoritenin sahibi olması itibariyle tek bir ilah olan yüce Allah hem metafizik manada hem de siyasi, ahlaki ve toplumsal manada Rabb’dir. Yegâne mabudumuz O’dur. O’dur secde ve rüku edilecek olan, O’dur duaların ulaşacağı hedef. O’dur tevekkül ve itimadın destekçisi. O’dur gereksinimlerin kefili. Aynı şekilde padişah da O’dur, mülkün sahibi de O. Kanun koyucu da O’dur, emretme ve nehyetme yetkisine sahip olan da O. Cehalet nedeniyle insanların birbirinden ayırmış olduğu rububiyetin bu iki özelliği, gerçekte uluhiyetin gereği ve ilahın ilah olmasının vazgeçilmez özelliğidir. Bu iki özelliği birbirinden ayırmak mümkün değildir. Aynı zamanda bu iki özellikten herhangi birinde herhangi bir yaratığı Allah’a ortak koşmak doğru bir davranış olamaz
Rububiyette hiçbir anlamda, hiçbir yaratığın Allah’tan başka hiç kimsenin en ufak payı yoktur. Kâinat nizamı tek bir ilahın yaratmış olduğu kâmil, külli bir nizamdır. Yine bu nizam üzerinde bir tek ilahın hakimiyeti vardır. Bu nizamda bütün yetki ve güçlerin sahibi de yine o bir tek ilahtır. Bu nizamın yaratılmasında başka bir varlığın herhangi bir şekilde herhangi bir katkısı söz konusu değildir. Bu nizamın yönetim ve idaresinde herhangi bir kimsenin rolü yoktur ve O’nun hakimiyeti mutlaktır, ortaksızdır. Merkezi otoritenin sahibi olması itibariyle tek bir ilah olan yüce Allah hem metafizik manada hem de siyasi, ahlaki ve toplumsal manada Rabb’dir. Yegâne mabud O’dur. O’dur secde ve rükû edilecek olan. O’dur duaların ulaşacağı hedef. O’dur tevekkül ve itimadın destekçisi. O’dur gereksinimlerin kefili. Aynı şekilde padişah da O’dur, mülkün sahibi de O. Kanun koyucu da O’dur, emretme ve nehyetme yetkisine sahip olan da O. Cehalet nedeniyle insanların birbirinden ayırmış olduğu rububiyetin bu iki özelliği, gerçekte uluhiyetin gereği ve ilahın ilah olmasının vazgeçilmez özelliğidir. Bu iki özelliği birbirinden ayırmak mümkün değildir. Aynı zamanda bu iki özellikten herhangi birinde herhangi bir yaratığı Allah’a ortak koşmak doğru bir davranış olamaz.
İbadet
Kur’an’ı Kerim’e yöneldiğimizde söz konusu kelimenin çoğunlukla ilk üç manasının (köle, itaat ve kulluk) kullanılmış olduğunu görürüz.
İbadet kavramının sadece tapınma veya sadece kulluk ve itaat manasına alınması için hiçbir sebep yoktur. Kur’an’ın daveti gayet açıktır ister kulluk ister itaat, isterse tapınma olsun hepsi Allah’a has kılınmalıdır. Bu yüzden, yukarıdaki ve benzeri diğer ayetlerde ibadet kavramını tek bir anlamı ile sınırlamak, gerçekte Kur’an’ın bütün bir davetini sınırlamaktır. Bu durum ise şöyle kaçınılmaz bir netice doğurur; Kur’an’ın davetini sınırlı bir düşünceyle anlayıp, iman eden kimseler, O’na eksik bir şekilde tabi olacaktır. İbadet kavramının diğer anlamlarını Allah’tan başka kişi, güç ve nesnelere hasletme tehlikesini bünyelerinde sürekli taşıyacaklarından bu onlar için şirke açılan bir kapıyı ifade etmektedir. Dolayısıyla Tevhid inancı sürekli tehlike içindedir.
Din
1. Hakimiyet ve egemenlik.
2. Hakimiyet karşısında boyun eğme ve itaat.
3. Söz konusu hakimiyetin etkisi altında kurulan fikri ve ameli düzen.
4. Bu düzene bağlılık ve itaat sonucu elde edilen mükafat ya da isyan ve karşı çıkmanın neticesi olarak, yüce egemenlik tarafından verilen mükafat ya da ceza.
Din, insanın benimseyip, itaat ederek boyun eğdiği herhangi bir yüce egemenliktir. Bu egemenliğin koyduğu yasa ve kurallar çerçevesinde hayatını sürdürür. Boyun eğdiği egemenliğin siyasal otoritesine itaat etmesine karşılık izzet, yücelme ve mükafat bulmayı umar. İsyan etme veya otoriteyi tanımama durumunda alçaklık ve perişan hale düşmekten, en ağır azaplarla karşılaşmaktan korkar.
KAYNAKÇA
- Aydın H.İ; Kur’an’da Rab Kavramı, 2017.
- Canatan K; Erken Mekkî Surelerde ‘Tanrı Tasavvuru’ Üzerine Bir İnceleme, Eskiyeni, 2019.
- Temizer A; Kur’ân’da “Rab” Kavramı Üzerine Semantik Bir Analiz, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013.
- Topaloğlu B; TDV İslam Ansiklopedisi, cilt:34, s.372-373, 2007.
- İmam Nevevi; Riyazü’s Salihin
- Mevdudi; Kur’an’ın Dört Temel Kavramı
- İslamoğlu M; Kur’an’a Göre Esma’ül Hüsna