YAZARLAR
1Betül Büşra BENEK
2Esma SAYIN
3Rabia YÜCEL*
4Şeyma Betül KARAKÖSE
5Zülal DURU
- Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi
- Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
- Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
- Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
- Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
*İletişim: rabiayucel@gmail.com
MEZOPOTAMYA UYGARLIKLARI
SÜMERLER
Mezopotamya’da kurulan medeniyetlerden en eskisi Sümer medeniyetidir. Sümerlerin yaşamış olduğu bölge, bugünkü Bağdat’tan Basra Körfezi’ne kadar uzanan coğrafyadır.
Mezopotamya’da bölgeye su getiren Dicle ve Fırat ırmakları, her mevsim cömert davranmamış; bazı yıllarda yaz aylarında su bulmak mümkün olmamıştır. Bu nedenle, büyük su depolarına ve sulama kanallarına ihtiyaç duyulmuştur. Bunların sağlanabilmesi için ise örgütlü bir mekanizmaya gereksinimleri olmuştur. Sümerler kolektif bir mekanizma içinde su depoları ve kanalları inşâ etmişlerdir. Bu yüzden anıldıkları Sümer kelimesi, yerel dilde Sum-Er şeklindedir ve anlamı, “su adamı” veya “suyu denetleyen adam”dır.
Güney Mezopotamya, coğrâfî özellikleri bakımından gökyüzü olaylarını izlemeye elverişlidir. Gökyüzünü inceleyip anlamdırabilmiş kişiler zamanla bölgedeki ilk râhiplerin hocaları olmuştur. İlerleyen dönemlerde râhiplerin yaptığı işler, hem nitelik hem de nicelik bakımından artmış, yöneticiler baş rahiplerden oluşmaya başlamıştır. Böylece Sümerlerde monarşi rejimi doğmuştur. Kralların yaptıkları tanrıların isteği olarak sunulmaya başlanmış ve iktidârlarının meşrûiyeti, teokratik bir temele oturtulmuştur. Kralların ve tanrıların önemi arttıkça Sümerler, ibâdet amacıyla özel birtakım tapınaklar kurmaya başlamışlardır. Kent-devletleri içinde en görkemli yapılar tapınaklar ve zigguratlar olmuştur.
Dini inanışları çok tanrıcılığa dayanan Sümerlerde râhiplerin birçok görevi vardır. Her tapınakta baş râhip bulunmaktadır. Öncelikli görevleri kent tanrılarının özel işleriyle ilgilenmek olmuştur. Dînî törenlerin ne zaman düzenleneceğinin belirlenmesi için özel bir takvim geliştiren rahipler, rakamları çivi yazısıyla göstermeyi başarmışlardır.
Pek çok eski çağ toplumunda olduğu gibi, Sümerlerde de eşitlik düşüncesi oluşmamıştır. Toplumsal tabakalar krallar, râhipler, tüccarlar, yazıcılar, çiftçiler, zanaatkarlar, sanatçılar, askerler ve kölelerden oluşmuştur.
Sümer ülkesi, M.Ö. 2000’lerde kuzeyden gelen kavimlerin saldırılarına dayanamamış ve önce Elâmlılar sonra Akadlılar ve daha sonra da Asurlular ve Amorîler tarafından işgâl edilmiştir. Ülke üzerinde siyasî egemenlik kurmayı başaran kavim ise Akadlılar olmuştur.
Sümerlerde Bilim
Yazının İcadı
Sümerlerdeki sistem gereğince her vatandaş topraktan elde ettiği ürünleri veya yetiştirdiği hayvanları, avladığı avları, mabede teslim etmek zorundaydı. Mabette görevli memurlar, toplanan bu ürünleri, her ailenin ihtiyacı oranında paylaştırırlardı. Bu sistem bir süre sonra karışıklıklara yol açmış ve işaretlerle, resimleri belirli sistem halinde şifre gibi kullanmışlardır. Bütün bunların sonucunda Sümerler M.Ö. 3200’lerde yazıyı icat etmişlerdir. Bilimin ilk yasalarını yazarak uygulayan ve ilk sağlık reçetesini yazan da yine Sümerlerdir.
Matematik
Eski çağlarda sayılar icat edilmemişken malları hesaplayabilmek için “Toren” olarak adlandırılan çeşitli işaretler kullanılmıştır. Örneğin; 3 çizikli oval 3 kavanoz yağı, 1 silindir 1 hayvanı (koyun veya keçi) temsil etmiştir.
Ardından Sümerli muhasebeciler tarafından ilk kil tabletler ortaya çıkmıştır. “Sayısal Tablet” veya “Nümerik Tablet” olarak isimlendirilen bu tabletlerin en önemli özelliği çokluk ifade eden simgelerin kullanılmaya başlanmış olmasıdır. 60’lık sayı tabanına ait bu sistemde çokluk ifadeleri geliştirilmiştir. Soyut hesaplama olarak isimlendirilen bu aşamada, sayılan nesnelerden bağımsız olarak rakamsal notasyonlar geliştirilmiştir.
Sümerler alan ve hacim hesaplarında da oldukça başarı göstermişler, daire alanı ile silindir hacmini hesaplamada π değeri olarak 3.125’i kullanmışlardır.
Astronomi
Sümerler iyi bir takvim bilgisini de geliştirmişlerdir ve bu bilgiler aynı zamanda astronomi biliminin temelini oluşturmuştur. Bu uygarlığın geliştirdiği ay takvimine göre bir yıl; 5 ay 29 gün ve 7 ay ise 30 gün olmak üzere toplam 12 aydan oluşmaktadır. Güneş yılına göre eksik kalan 10 günden dolayı üçüncü yıla 30 gün çeken bir ay daha eklenmiştir. Yılın ilk ayı “Nisan” olarak isimlendirilmiştir Ayları ilk kez isimlendiren Sümer ve Akad uygarlıklarının takvimlerinde aylara verdikleri bazı isimler günümüzdeki modern takvimlerde de varlığını devam ettirmektedir.
Güneşin etrafında dönen ve ışıklarını kırpıştırmadığı için yıldızlardan farklı oldukları gözlemlenen ilk beş gezegeni keşfedenler Babiller ve Sümerler olmuştur. Keşfettikleri bu beş gezegen ile ay ve güneş adlarını günlere vererek hafta kavramını dünya uygarlığına armağan etmişlerdir. Hatta günümüzdeki bazı modern Avrupa dillerinde gezegenlerin adları, günlerin adı şeklinde kullanılmaya devam etmektedir.
Tıp
Mezopotamya’nın en eski tıp tabletleri M.Ö. 3000’lerin sonlarında Sümerler tarafından kaydedilmiştir. Bu tabletlerin en eskisi Sümerli bir hekimin meslektaşları ve öğrencileri için hazırladığı tıbbi reçetelerini içermektedir.
Sümerlerde hekimliğin en basit şekli, hekimlerin suya bakarak hasta hakkında bilgi vermeleri şeklinde olmuştur. Bu sebeple hekimler “suyu tanıyan kimse” olarak tanımlanmıştır. Hekim bir kabın içine su koyup, suyun üzerine bir damla zeytinyağı damlattıktan sonra damlanın şekli ve hareketine göre hastanın sağlık durumu konusunda bilgi vermiştir. Mezopotamya tıbbı dini görüşlerle de tamamen iç içe bir durumda gelişmiştir. Ayrıca sihirden ayırmak da oldukça güçtür.,
Sümerli hekimler, insan vücudunun dış ve iç organlarını, bir anlamda anatomik bir sisteme göre bölgelere ayırmışlardır. Göz ve kulakların, dikkatin bulunduğu yeri; hızlı atan kalbin, anlayışı; heyecanla hareketlenen akciğerlerin, duyguyu belirttiğini düşünmüşlerdir. Mezopotamya insanı nabzın atışının kan dolaşımıyla ilgili olduğunu fark etmiştir. Bazı akıl hastalıklarına tanı konabilmiş ve bunların tedavisi için sihre başvurularak bir tür psikoterapi uygulanmıştır. Hekimler göz hastalığını çok yakından incelemişler ve bu hastalıkları iyileştirmek için göz banyoları, merhemler ve çeşitli yağlar kullanmışlardır. Ayrıca miyopi ve hipermetropiyi gidermek için mercekler kullanılmıştır. Belgelerden göz hastalıkları için bir takım otları kaynatarak yağ içerisinde bir merhem yaptıkları ya da bakır madenini arpa suyuna karıştırarak hastanın gözünü yıkadıkları öğrenilmektedir. Yine ilgili tabletlerde; boğaz, kulak, kalp, akciğer, karaciğer, mide, bağırsak, idrar yolları ve cilt rahatsızlıkları hakkında ayrıntılı bilgi verilmiş ve bunların belirtileri ile tedavi yolları açıklanmıştır. Ayrıca sarılık hastalığının da karaciğerden kaynaklandığı fark edilmiştir. Diş çürüğünü ise kurt yeniği olarak düşünmüşler, çürüyen ve ağrıyan dişi çekmişlerdir.
Sümerlere ait ve Kramer tarafından nakledilen 145 satırlı tıbbi tablet günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bu tablet iksirler hakkında bilgi içermektedir.
Tekerleğin İcadı ve Diğer Gelişmeler
M.Ö. 3000’li yıllarda tekerlek icat edilmiş ve uygarlığın gelişimi bambaşka bir boyut kazanmıştır. Çünkü tekerleğin icadıyla birlikte Sümerlerde eşekler tarafından çekilen dört tekerlekli araçların kullanımı ortaya çıkmıştır. Tekerlek yalnızca taşıma işlemlerinde kullanılmakla kalmamış, imalat için de kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin yatay bir tekerleğin ortasına çamur koyup tekerlek çevrilince çömlekçi ustasının birkaç günde yapamayacağı nitelikteki iş birkaç dakikada yapılabilmiştir.
AKADLAR
Akad krallığı, Asur ve Babil gibi Sami kökenli krallıkların öncüsüdür. M.Ö. 2350-2150 yılları arasında hüküm sürmüştür. Başkent Agade’de saray ve tapınaklar inşa edilmiştir. Buradaki uygarlığın tarihsel seyrinde bir kesintiye sebep olmamışlar aksine egemen bir güç haline gelene kadar Sümer kent kültürünü özümsemiş ve kendi katkılarıyla bu kültürün sonraki toplumlara aktarılmasında aracı olmuşlardır. Yaklaşık 200 yıl kadar tarih sahnesinde olan Akadların zamanla ülkenin farklı yerlerinde çıkan isyanlarla ekonomik dengeleri bozulmuş özellikle Gutilerin de dahil olduğu göç hareketleriyle Agade yıkılmış, Akad devleti tarih sahnesinden yavaş yavaş silinmiştir.
Akad kralları Sümer krallarından farklı olarak çok uzak bölgelere seferler düzenlemişlerdir, bu da kurdukları devletin bir imparatorluk olarak değerlendirilmesine yol açmıştır. Bu yönetim biçiminin sonraki toplumlar tarafından da uygulanması yeni bir yönetim anlayışını getirdiklerini göstermektedir.
Akadların getirdiği yeniliklerden biri de yazılı belgelerde kullanılan tarihleme sistemidir. Bu yeni sistemde her bir yıl, bir önceki yıl meydana gelen önemli bir olayın adıyla anılmıştır. Bu sistem Babil ve çevresinde M.Ö. 1500 yıllarına kadar geçerliliğini korumuştur. Bu bağlamda, krallıkta yaşanan önemli olayları öğrenme şansımız doğmuştur.
ASUR DEVLETİ
Asur tarihi çok genel bir değerlendirmeyle üç başlık altında incelendiğinde M.Ö. 2000’li yılların ilk yarısı ‘Eski Asur’, ikinci yarısı ‘Orta Asur’ ve M.Ö. 1000-612 yılları da ‘Yeni Asur’ olarak adlandırılmıştır. Ülke ve başkent adını baş tanrı Assur’dan almıştır.
Kalay ve tekstil ürünleri, başta orta Anadolu olmak üzere ihtiyaç duyulan bölgelere Asurlu tüccarlar tarafından bu merkezden pazarlanmıştır. Anadolu ticaret aracılığıyla hem Mezopotamya’nın lüks tüketim mallarıyla hem de Asurlu tüccarların tuttukları kayıtlar aracılığıyla ilk kez yazıyla tanışmıştır.
Orta Asur döneminde annal (yıllık) yazma geleneği başlatılmıştır. Ayrıca Asurlular toplum düzenini sağlamak amacıyla uyguladıkları kuralları yazılı hale getirmişler, zaman zaman da saraydan fermanlar yayınlayarak kuralları hatırlatmışlardır.
Yeni Asur devletindeki yönetim anlayışı eski Mezopotamya geleneklerinin devamı olmuştur. Emirleri doğrudan tanrıdan aldığını ileri süren krallar sık sık Sümer, Akad ve Babil tanrı ve tapınaklarını yücelttiklerini hatırlatarak yönetimlerinin kökenini vurgulamıştır. Tahta çıkış töreni de ülkenin en büyük tanrısı Assur’un tapınağında gerçekleştirilmiştir. Asur kralları rahip, komutan ve yargıç özelliklerini bir arada bulundurmuş ve önemli kararlarını kahine danışmışlardır. Dini inançları Sümer dönemine kadar uzanan mitolojik anlatılar, kasideler ve geleneklerden oluşmuştur.
Yeni Asur krallığından günümüze uzanan en popüler eserler saray duvarlarını süsleyen kabartmalardır. Louvre ve British müzelerinde sergilenen örnekleri mevcuttur. Asur devleti Mezopotamya’da egemen olan Babiller ve Anadolu’ya kadar ilerleyen Medler tarafından yıkılmıştır.
BABİL DEVLETİ
Babil devleti temelde Eski Babil Krallığı ve Yeni Babil (Kalde) Krallığı (MÖ 625-539) olmak üzere 2 kısımda incelenmektedir.
Eski Babil Krallığı esas ününü kanunlarıyla ünlü olan Kral Hammurabi’den almıştır. Hammurabi Mezopotamya’daki geleneksel anlayışı ve Sami kökenli toplumlardaki ‘kısasa kısas’ olarak değerlendirilen ağır cezalar öngören kanunlarını, 2,25 m yüksekliğindeki bazalt steli üzerine yazdırmıştır.
Kalde krallığı kısa sürede Yeni Asur’un parlak dönemini aratmayacak kadar büyük bir güce ulaşmıştır. Babil kulesi ve daha sonraki yüzyıllarda dünyanın yedi harikası arasında sayılan “Asma Bahçeleri” gibi oldukça ünlü yapıları vardır.
Babil’in yeni yıl kutlamaları mart ayının ikinci yarısında başlar ve 11 gün sürerdi. Günümüze dek varlığını koruyan birçok gelenek ve uygulama gibi bu törenlerin de Ön Asya ve çevresinde ‘Bahar Bayramı’ veya ‘Nevruz’ adlarıyla aynı günlerde kutlanan bayramların esin kaynağı olduğu anlaşılmaktadır.
Akad, Asur Ve Babil’de Bilim
Mezopotamya’da çoğu önemli bilimsel belgeler ‘Asurbanipal Kitaplığı’nda bulunmuştur. Asur kralı Asurbanipal (M.Ö. 668-627) bilime ve sanata büyük ilgi duymuş bir hükümdardır. Ortadoğu’nun sistemli bir şekilde kataloglanmış ilk kitaplığını kurmuştur. 22.000’in üzerinde tabletten oluşan kitaplık, tapınak kitaplıklarından toplanmış metinlerin asıllarından ya da kopyalarından oluşturulmuştur. Tabletlerdeki metinler edebiyat, tarih, felsefe, astronomi ve tıp ile ilgilidir.
Matematik
Babil matematiğinde bulunan 60 ölçekli “Babil Cetveli” astronomide hala kullanılmaktadır. M.Ö. 3000-300 tarihlerine ait kil tabletlerde 10 ve 60 tabanlı sayı sistemi karışık kullanılmıştır. 60’tan küçük rakamlar için 10’luk taban kullanılırken 60’tan büyük rakamlarda 60’lık taban kullanılmıştır.
Kesirli sayıları kullanmış olan Babiller aynı zamanda üçgenin alanını bulabilmiş ve tekrarlı ölçümlerle π’yi 3 alarak dairenin alanı, silindirin hacmini hesaplamışlardır. Pisagor’un özel üçgenlerini de Babiller keşfetmiştir.
Astronomi
Astronomi Mezopotamya’da, mevsimleri belirlemek ve tarımsal faaliyetleri düzenlemek üzere sosyal bir önem taşımaktaydı. Mezopotamya halkları ay ve güneş takvimlerine benzer takvimler oluşturarak günlük işlerde kullanmışlardır. Güneş ve su saati yardımıyla gece ve gündüz sürelerinin değişimi, bir çubuğun gölgesinin takip edilmesiyle de mevsim değişimleri belirlenmiştir.
M.Ö. 2000’li yılların ortalarında Babil astronomlarınca gezegenlerin konumları sistematik bir şekilde gözlemlenmiş ve kaydedilmeye başlanmıştır. M.Ö. 600’lü yıllarda ise hem tutulmaları hem de karşılaşma konumlarını kesin bir şekilde belirleyebilmek için gezegen hareketlerini tanımlayan yüksek düzeyde matematiksel yöntemler geliştirmişlerdir.
Tıp
Babil tıbbı için en önemli belgeyi “Hammurabi Kanunları” oluşturmuştur. Kanun maddelerinde hekimlerden ziyade cerrahlar konu edilmiş, başarılı oldukları zaman ödüllendirildikleri, aksi takdirde cezalandırıldıklarından bahsedilmiştir. Ayrıca kanunlar cerrahların ne kadar ücret alacağını da belirlemiştir. Metinlerde kırık ve ameliyatlardan, iltihap dokusunun drene edilmesi ve göz ameliyatı gibi tıbbi konulardan söz edilmiştir. Hatta bazı metinlerde Babil ülkesindeki hekimlerin bilgi ya da eğitim amaçlı Mısır’a gittikleri ifade edilmiştir.
Eski Mezopotamya’da bilinen pek çok bitkisel ilaç ve bazı cerrahi yöntemler olmasına rağmen hastalıkların nedenleri anlaşılamamıştır. Hastalıklar çoğunlukla günahların cezası olarak düşünülmüş ve tanrıların veya tanrının temsilcisi olarak çalışan ifritlerin işi olarak değerlendirilmiştir. Mezopotamya insanı bu ifritlerden korunmak ya da belirli günahkâr eylemlerin etkilerini yok etmek için büyüye başvurmuşlardır. Asurbanipal Kütüphanesi’ndeki Akadca metinlerin önemli bir parçasını, kötülükten korunma amacıyla yazılmış efsunlar ve kötülük kovucularının kullandıkları yazmalar oluşturmaktadır.
ANTİK MISIR
Mısır kültürü Nil Vadisi’nde gelişmiştir. Kuzeyde Aşağı Mısır ve güneyde Yukarı Mısır olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Batısı ve doğusu çöllerle, kuzeyi Akdeniz’le, güneyi çağlayanlarla kuşatılmıştır. İklim hemen hemen yağışsız olduğu için toprağın verimliliği tümüyle Nil nehrinin taşkınlarına bağlıdır Ünlü Yunanlı tarihçi Herodotos, “Mısır Nil’in bir armağanıdır.” diyerek bu nehrin Mısır için taşıdığı hayati önemi vurgulamaktadır.
Mısır tarihine ait belgeler, Mezopotamya belgelerine göre daha erken dönemde bulunduğu için, bilim ve uygarlığın en erken Mısır’da başladığı ve özellikle Yunan uygarlığı aracılığıyla dünyaya yayıldığı düşünülmüştür. Yazıyı bulup geliştirmiş olan Sümerler, uygun lif ve kağıt malzemesi bulamadıklarından yazıyı kil tabletlere yazmışlardı. Binaları da kerpiç ve tuğladan yaptıklarından sel baskınlarında tüm belgeler toprak altında kalmıştır. Mısırlılar ise şekilli yazılarını papirüslere yazmış ve önemli yapılarını taştan inşa etmiş oldukları için papirüs rulolar, taş binaların içinde korunarak günümüze kadar hasarsız ulaşmıştır. Papirüs ruloları o belgeleri bulan ve korumaya alan kişilerin adları ile anılırlar.
Eski Mısır tarihi beş döneme ayrılarak incelenmektedir:
- Erken Devir (M.Ö. 3100-2650) (1-2. Sülaleler)
- Eski Krallık (M.Ö. 2650-2134) (3-8. Sülaleler)
- Orta Krallık (M.Ö. 2040-1640) (11-14. Sülaleler)
- Yeni Krallık (M.Ö. 1550-1070) (18-20. Sülaleler)
- Geç Dönem (M.Ö. 712-332) (25-31. Sülaleler)
MÖ 3100 yıllarında Erken Devir Döneminde Yukarı Mısır’ın kralı Menes, Nil deltasını fethederek Mısır’ı birleştirmiştir. Bu dönem Mısır’ın tek bir hükümdar idaresinde birleştiği ve uygarlık tarihine tek devlet olarak çıktığı dönemdir.
Eski Krallık Dönemi, “Piramitler Çağı” olarak da bilinir. İlk Piramit, 3. Sülale Dönemi’nde vezir İmhotep tarafından, Kral Zoser için Sakkara’da inşa edilmiş basamaklı piramittir.
Dördüncü Sülale firavunları Keops, Kefren ve Mikerinos’un Gize’de yaptırdıkları devasa piramitler hâlâ ayaktadır. Fakat piramitlerin kolaylıkla soyulması, piramidin altına ya da içine inşa edilen mezar odalarındaki hediyelerin, mezar soyguncuları tarafından talan edilmesi üzerine, Orta ve Yeni Krallık zamanlarında kaya mezarlara ağırlık verilmiştir.
Din, Mısır kültürünün önemli bir parçasıdır. Sülalelerden önceki dönemlerde hayvan biçimli tanrılara inanılmıştır. Daha sonra tanrılar insan biçiminde düşünülmüş, hayvan totemlerinin bazı uzuvları insan vücuduna eklenmiştir. Böylece “hayvan başlı insan vücudu” şeklinde tanrı betimlemeleri ortaya çıkmıştır.
ANTİK MISIR’DA BİLİM
Matematik
Mısır matematiği ile ilgili olarak günümüze ulaşan birkaç papirüsten en meşhuru olan Rhind Papirüsü, eski çağın en önemli matematik kitaplarından biri olarak kabul edilmektedir. Mısırlıların sayı sistemi on tabanına dayanmaktadır. Sistemleri daha çok toplama ve çıkarmaya uygun olup çarpım sistemleri sadece iki ile çarpma, tam ve kesirli sayıların 2/3’ünü bulma temeline dayalı işlemlerdir ve sıfır yoktur. Pratikte piramit ve kesik piramit hacmini hesaplamış olmalarına rağmen geometride Mezopotamya gibi iddialı bir düzeye ulaşamamışlardır.
Astronomi
Mısırlılar mevsimleri Nil’in taşkın zamanlarına göre ayarlamışlardır. Buna göre kış, hasat ve taşkın olmak üzere üç mevsimleri vardır.
Aynı Babiller gibi, yılı 30’ar günlük 12 aya bölüp her yıla ayrıca 5 gün eklemişlerdir. Mezopotamya’da ay takvimi yaygın olmasına rağmen Mısır’da güneş takvimi kullanılmıştır. Eski çağda güneş yılını kullanan ilk uygarlık Mısırlılar olarak kabul edilmektedir. Takvimlerinde başlangıç yılı yoktur. Her hanedan ve hükümdarın başa geçmesiyle tkavim yılları yeniden başlatılmıştır.
Fizik ve Kimya
Bulunan papirüs tomarlarında doğrudan fizik ve kimya ile ilgili bilgilere rastlanılmamaktadır. Ancak günümüze kadar ulaşan dev piramitlerin, dikilitaşların, tapınakların yapımı teorik olmasa da pratik fizik bilgisine sahip olmalarını gerektirir. Sürtünme kuvvetinin sebebini bilmeseler de, sürtünme kuvvetini azaltmak için yüzeyleri yağlayarak ağır taş blokları taşımışlardır. Palanga ve makara sistemini bilmeseler de kazıklı beşik sistemi gibi ağırlık kaldırma yolları geliştirmişlerdir.
Kimya bilinmese de başta altın ve bronz olmak üzere metaller Mısır’da biliniyor ve kullanılıyordu. Özellikle firavun mezarlarında altın ve bakır bulunması, bu metalleri ürettiklerini göstermektedir.
Mumyalama, Mısır’da öldükten sonra ruhun bedene tekrar girip öteki dünyada yaşamaya devam edebilmesi için bedenin korunması gerektiğine inanılmıştır. Bu nedenle cesetleri mumyalamışlardır. Mısırlıların anatomi ve cerrahi bilgisi, mumyalama geleneğinden gelmiştir. Günümüze kadar ulaşabilmiş olan mumyaların hazırlanması için aynı zamanda kimya bilgisi ve bir dizi kimyasal işlem de gerekmekteydi. Bunun için öncelikle vücut yıkanıyordu. Burun deliğinden çengele benzeyen bir alet yardımı ile beyin, karnın sol alt kısmında küçük bir yarık açılarak mide, karaciğer, akciğer ve bağırsaklar çıkarılıyordu. Nil nehrinin kenarında doğal olarak bulunan Natron tuzu vücut içine ve dışına konularak kırk gün bekletilerek vücudun nemi alınırdı. Vücut bu işlemlerle kurutulduktan sonra yağlanır, erimiş reçine sürülür ve keten bezlerle sarılırdı. Hazırlanan mumya ahşap bir tabuta, sonrasında taş bir lahitin içine yerleştirilirdi. Mumyalama işlemi toplam 70 gün sürerdi.
Yapı Sanatı
Mısır’da mimarlık ve yapı sanatı büyük gelişim göstermiş, hatta bilimden daha öncelikli konuma gelmiştir. Günümüze kadar ulaşan çok sayıda, yükseklikleri 30 metreye ulaşan dikili taşlar, 150 metreye ulaşan dev piramitler, kaya mezarları, dev tapınaklar, taşkın önleme setleri, su kanalları Mısırlıların çok daha eski çağlardan itibaren ileri bir yapı sanatına sahip olduklarını gösteren kanıtlardır.
İleri bir fizik, mühendislik, matematik ve geometri bilgisi olmadan, hayvan gücünün de kullanılmadığı bu çağda, sadece insan kas gücü kullanılarak piramitlerin inşası için taşlar mavnalarla Nil boyunca yapının yakınlarına kadar taşınmıştır. Silindirler üzerinde ve eğik düzlemde kaydırma, kaldıraç sistemi gibi fiziksel kural ve araçlardan yararlanmışlardır.
Tıp ve Diş Hekimliği
Eski Mısır hekimleri mabetlerde yetişmiş ve din adamı niteliği taşımışlardır. Ayrıca her organ özel bir tanrı ile ilişkilendirilmiş ve hastalığı veren tanrının onun tedavisini de yaptığı düşünülmüştür. Örneğin Sekhmet; tıp sanatlarıyla ilgili en önemli tanrıdır, salgın hastalıkları tedavi ettiğine inanılmıştır.
Mısır tıbbı hakkında en eski dönemi anlatan Kahun papirüsü günümüzden 3000 yıl öncesinin tıbbi bilgilerini yansıtmaktadır. Bu papirüste jinekolojiden ve veteriner hekimlikten bahsedilmektedir. Ebers papirüsü, oldukça detaylı tıp bilgileri içermekte ve bir hekimin elinin altında bulunması gerektiği düşünülerek yazıldığından ilk tıp el kitabı olarak anılmaktadır. Smith papirüsü cerrahi bilgilerden söz etmektedir. Büyük ve Küçük Berlin papirüslerinde obstetrik alana ait bilgiler de mevcuttur.
Herodotos, Mısır hekimleriyle ilgili şu cümleleri kurmaktadır: “Bir hekim, yalnız bir hastalığa bakar, birden fazlasına bakmaz. Bundan ötürü hekim sayısı çoktur; göz, diş, karın ağrılarına, iç hastalıklarına ayrı hekimler bakarlar.” Genel uzmanlıkları da kendi içinde pratisyenlikten, şef-doktorluğa kadar çeşitlilik göstermiştir. Ayrıca bu dönemde kadın doktorların da görev yaptığı kaynaklarda yer almaktadır.
Hiyeroglif yazıların çevirisinde tıbbi personel olarak kaydedilen yaklaşık 150 kişiden 9’u diş hekimi olarak kabul edilmiştir. Ebers Papirüsünde dişeti iltihapları, pulpa iltihapları, diş aşınması ve diş ağrıları hakkında bilgiler bulunmuş, bunların tedavileri için çeşitli bitkiler kullanılmıştır.
Ayrıca kazılarda bulunan insan iskeletlerinde kökleri rezorbe olan dişleri, sağlam dişlere splintledikleri ve ilkel protetik köprü tedavileri yaptıkları görülmüştür.
HİNT UYGARLIĞI
Hint uygarlığı, İndus ve Ganj nehri havzalarında meydana gelmiştir.
ERKEN DÖNEM HİNT TARİHİ
İndus Uygarlığı
Hindistan alt kıtasında ilk yerleşik hayata M.Ö. 8000’lerde İndus havzasında geçilmiştir. Bu uygarlık M.Ö. 2300-1700 yıllarında yaşayan İndus veya Harappa adıyla bilinen, bugün bile hayranlık uyandıran şehircilik anlayışına sahip Güney Asya’daki en eski kent uygarlığını doğurmuştur.
İndus Uygarlığının keşfi eski dünya tarihinde düzeltmeler yapmayı gerektirmiştir: Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarından sonra İndus, insanlığın üçüncü büyük erken medeniyeti olarak kabul edilmiştir. Hâlâ çözülememiş bir yazının da icat edildiği İndus Uygarlığı, M.Ö. 1500 yıllarında Ariler tarafından yıkılmıştır.
Ganj Uygarlığı
Göçebe olan Ariler bu yeni topraklarda yerleşik düzene geçerek Ganj Uygarlığını kurmuşlardır. M.Ö. 1500-1000 yılları arasında yaşayan Ganj Uygarlığı, Hindistan dini inanış ve sosyal geleneklerinin de oluşmaya başladığı dönemdir. Sanskritçe yazılmış Hindu kutsal metinleri Vedalar ve kast sistemi bu zaman diliminde ortaya çıkmıştır.
Kast Sistemi: Ganj Uygarlığı döneminde toplum brahminler (din adamları), kşatriyalar (yöneticiler ve askerler), vaisyalar (tüccarlar, esnaflar ve çiftçiler) ve sudralar(hizmetçiler) olmak üzere 4 kategoriye ayrılmıştır. Bunların dışında kastın kurallarını çiğnemiş olmak gibi değişik nedenlerle kast dışına itilmiş paryalar (dokunulmazlar) sınıfı mevcuttur. Hindulara göre kast sistemi dini bir inançtır. Bu inanca göre kastlar Tanrı Brahma’nın insan şeklinde tasavvur edilen vücudunun çeşitli yerlerinden yaratılmıştır.
Magadha Krallığı
Ganj Uygarlığı ile sosyal hayatta belirginleşen sistemler küçük krallıkların oluşmasına zemin hazırlamıştır. Yaşanan mücadelelerde galip gelen Magadha Krallığı M.Ö. 6. yüzyılda Ganj Vadisi’nin kontrolünü eline geçirmiş ve bu vadide ilk güçlü devlet kurulmuştur. Yaşanan Pers istilalarına direnen Madagha Krallığı İskender’in müdahaleleri ile yıkılmıştır.
Maurya Krallığı
İskender’in çekilmesinden sonra, kuzeyde ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanarak M.Ö. 321 ‘de Maurya Krallığı kurulmuştur. Üçüncü hükümdar Aşoka ise bu krallığı bir imparatorluk haline getirmiştir. İmparator Aşoka’nın ölümüyle dağılmaya başlayan devlet M.Ö. 185’te yok olmuştur.
HİNT UYGARLIĞINDA BİLİM
Astronomi
Veda döneminde Güneş’in yörüngesi ve Ay gözlenmiş ve bu iki gök cisminin hareketini temel alan takvimler hazırlanmıştır. Yıldızlarla ve gezegenlerle fazla ilgilenilmemiş olsa da, güneş ve ay takvimini belirleyebilmek amacıyla yıldız gözlemleri yapılmıştır.
Hintli astronomlar yalnızca takvim hesabı ile ilgilenmemişler; gökyüzünü incelerken sayısal yöntem ve ölçümlerin uygulanmasına da ilgi duymuşlardır.
Hint kıtasına Mezopotamya ve Yunan astronomi bilgilerinin girişi, gezegenlerin pozisyonlarını gösteren cetvellerin düzenlenmesine ve Yunan gezegen teorisi üzerinde çalışmaların başlamasına sebep olmuştur. Ayrıca, Güneş’in ve Ay’ın büyüklüklerini ve uzaklıklarını ölçme çalışmaları yapılmıştır.
Hindu astronomisinin belirtilmesi gereken bir diğer yönü de uzun zaman devreleriyle ilgilenilmiş olmasıdır. Uzun zaman devreleri, Budizm’de evrenin çevrimsel olarak yok olması ve yeniden doğması için gereken sürelerdir.
Matematik
Hinduların matematiksel eserleri, astronomi eserlerinden daha dikkate değer olup, şekillerden çok sayılara, geometriden çok aritmetik ve cebire eğilimlidir. Bununla beraber, geometride de bazı çalışmalar yapılmış ve esas olarak çeşitli katı cisimlerin hacimleri hesaplanmıştır.
Hindular 2 ve 3’ün kare kökünü virgülden sonra birkaç basamağa kadar hesaplamış ve Pisagor bağıntısı üzerine de çalışmışlardır.
6. yüzyılda, Hinduların sıfır sayısı için kendilerinin icat etmediği bir işaretleri vardı. Bu tarihlerde on tabanlı sayma sistemi kullanılmaya başlanmış, Sanskrit rakamları kullanışlı şekiller alarak bugün kullanılan rakamlara benzer hale gelmiştir. Hindu rakamları, el-Harezmi vasıtasıyla 9. yüzyılda İslam matematiğinde benimsenmiş ve 300 yıl sonra, Adelard’ın Arapça eserleri Latince’ye çevirmesiyle, Avrupa’ya girmiştir. Bu sebeple, aslında Hint kaynaklı olmasına rağmen, Arap rakamları olarak tanınmıştır.
Bu dönemde, Aryabhata 1 ve ondan yüz yıl sonra yaşamış olan Brahmagupta gibi dikkate değer matematikçiler yetişmiştir. Aryabhata 1, pi değerini virgülden sonra dördüncü basamağa kadar hesaplamış ve aralarında değişik açılar oluşturan doğrular için dairenin yay ve kiriş cetvellerini hazırlamıştır. Ayrıca küresel trigonometri konusunda da çalışmıştır. Brahmagupta, bütün Hindu matematikçiler arasında belki de en ünlüsüdür. Kendisini şöhrete götüren başarıları arasında, prizmanın hacmi ile dairenin içine ve dışına çizilen dört yüzlünün hacmini bulmak için verdiği kurallar ve özellikle diziler konusunda yaptığı çalışmalar sayılabilir. Ayrıca birinci dereceden belirsiz denklemleri çözmek ve ikinci dereceden denklemlerin bir kökünü bulmak için genel metodlar vermiştir.
Mahavira, sıfırı kullanarak, toplama, çıkarma, çarpma ve bölme işlemlerini anlatmıştır. Herhangi bir sayının sıfırla bölümünün sonucunu sıfır olarak vermiştir. Sonucun sonsuz olacağına ise ilk kez Bhaskara işaret etmiştir.
Kimya
Antik dönemde kimya bilgisinin çanak çömlek ve boya maddeleri yapımı gibi pratik kullanımları mevcuttur. Fakat bunlar bir teoriye dayanmadığı gibi, bu işlemlerin doğasını araştırma yolunda bir teşebbüs de görülmemiştir. Ancak kimya bilgisinin ilk kullanım alanları içinde en önemlisi demirin eritilmesidir. Hindu dökümcülerin ünlü demir sütunlarından bir tanesi Delhi’de 7 metreden uzun ve aynı dönemin ürünü diğer sütunlar gibi hiç bozulma veya pas emaresi göstermeyen Ashoka Sütunu’dur.
Bununla birlikte, bu durum 7. yüzyılda, Tantra Budizminin yayılmasıyla değişmeye başlamış ve simya sahneye çıkmıştır. Fakat diğer medeniyetlerle karşılaştırıldığında, bu oldukça geç bir gelişmedir ve dışarıdan alındığı açıktır.
Tıp
Veda dönemi hekimleri çeşitli hastalıklar için tedavi teknikleri geliştirmiştir. Bu dönemde hastalıkların genellikle kalıtsal olduğu, mevsim değişikliklerinin bazı hastalıkları beraberinde getirdiği ve bazı hastalıklara vücut içindeki çok küçük canlı varlıkların sebep olduğu düşünülmüştür. Fakat hastalıkları sınıflandırma yolunda bir teşebbüs görülmemiştir. Tedavide, bitki kökenli ilaçlar kullanılmıştır. Dini ayinlerin, sihir ve sihirli şarkıların da tedavide yeri olmuştur. M.Ö. 2. yüzyıldan itibaren yoga yapmak da, bir çeşit fizik tedavi olarak kabul edilmiştir.
Bütün bunlardan şu sonuç çıkmaktadır: tıp bilimi çok az sistemleştirilmiş olsa da, tedaviyle uğraşanlar çok sayıda gözlem yapmış ve kendi teknik terimlerini icat etmişlerdir. Böylece zamanla, Hinduların en önemli temel tıp eseri olan ve günümüzden yaklaşık 2000 yıl önce hazırlandığı tahmin edilen Ayurveda‘yı derleyecek kadar bilgi bir araya toplanmıştır.
Ayurverda tıbbi uygulamaların geniş bir derlemesi, bir anlamda Hinduların “Hippokrates Külliyatı”dır. Hastalığın vücut içindeki bir dengesizlik olduğu fikri Ayurveda’daki temel fikirdir. Ayurveda cerrahi tedavi konusunda da ayrıntılı bilgi vermektedir. Hindu hekim, kan damarlarının kesildikten sonra nasıl kapatıldığını bilmekte ve dağlama yapmaktaydı.
En eski Hindu tıp eseri, M.Ö. 4. yüzyıldan kalan Bower elyazmasıdır. Bu elyazması, bir ilaç listesi ile bunların nasıl kullanılacağına ilişkin bilgileri içermektedir. Bu bilgiler M.S. 2. yüzyılda yazılan Charaka adlı tıp eserinde ve ameliyatlar üzerine temel bir eser olan ve 5. yüzyıldan kalan Susruta’da da verilmiştir.
ÇİN
Suya dayalı bir medeniyet olan Çin’de ilk uygarlıklar, Sarı Nehir ve Yangzi ırmakları boyunca gelişmiştir. Arkeolojik çalışmalardan edinilen bilgilere göre Çin kültürü M.Ö. 2000’li yıllarda başlamıştır. M.Ö. 1500 dolaylarında yazının kullanılmaya başlanmasıyla Çin tarihiyle ilgili yazılı belgeler ortaya çıkmıştır.
M.Ö. 1500 civarında ortaya çıkan Shang Hanedanı, Sarı Nehir Vadisi’nin büyük bir kısmını kontrol altına almıştır. Bu dönemde ilk defa yazı ve bronz kullanılmıştır. Shang Hanedanı, batı komşuları Zhoular tarafından ortadan kaldırılmıştır. İki döneme ayrılmış olan Zhou (Cov) Hanedanının ilk dönemi olarak bilinen Batı Zhou, Çin’in altın yılları olarak da kabul edilmiştir. Doğu Zhou dönemi ise iki evreden oluşmuştur. İlk evrede hanedan gücünü kaybetmiş, karışıklıklar ile birlikte yarı bağımsız feodal devletler ortaya çıkmıştır. İkinci evrede yedi devlet iktidarı ele geçirmek için mücadele etmiş ve bu dönem “Savaşan Devletler Dönemi” olarak adlandırılmıştır.
M.Ö. 221 yılında Qin Shihuangdi bu savaşlardan zaferle çıkarak Qin (Çin) Hanedanı’nı kurmuş ve ülkeyi birleştirmiştir. Ayrıca para, yazı ve ölçüm birimlerini standart hâle getirmiştir. Yeni yollar, kanallar ve daha önce parça parça inşa edilen duvarları birleştirerek Çin Seddi’ni inşa etmiştir. Konfüçyüs’ün eserleri dâhil birçok kitabı yaktırdığı kaydedilmiştir. 1974 yılında gün ışığına çıkarılan Terracotta ordusu, Qin Shihuangdi’nin mezarını korumak için yapılmıştır.
İmparatorun ölümünden sonra Han Hanedanı kurulmuştur. İmparator Wu-di zamanında önemli gelişmeler yaşanmıştır: Wu-di Konfüçyüs öğretilerini devletin temel felsefesi olarak ilan etmiş ve okullarda okutulmasını sağlamıştır.
ÇİN UYGARLIĞI VE BİLİM
En eski Çin uygarlığı dönemi olan Shang hanedanı döneminde bronz işlenebildiği, çömlekçi tekerleği ve atla çekilen savaş arabası kullanılabildiği, batıdakilerden farklı olarak ise arpa yerine pirinç ekildiği, keten yerine ipek dokunduğu görülmüştür. Şimdiki ideografik yazının ise henüz ilkel bir resim yazısı şeklinde olduğu bilgilerine ulaşılabilmiştir.
Eski Çağ’da Çin uygarlığı pratik aletlerin üretimi konusunda da başarılı olmuştur. En önemli buluşları arasında olan pusula fikri M.Ö. 3. yüzyılda belirmiştir. Pusulanın yapımında gök ve yeri gösteren, dönen tahta diskler kullanılmıştır.
Bu uygarlık aynı zamanda deprem kuşağında yer aldığından M.Ö. 780 yılından itibaren deprem kayıtlarını tutmaya başlamıştır.
Çinliler su çarkı ve kuvvet aktaran dişli sistemi icat etmişler ve böylece çok sayıda değirmen taşını aynı anda döndürme başarısını göstermişlerdir.
Çinliler barut, kağıt ve matbaanın icadıyla bilinmiştir. Barutu ateşli silahlar yerine kötü ruhları kovmak için kullanmışlardır. Kağıdın icadı M.S. 105’de TshaiLun’a kadar geri gitmekte olup korunan kağıt örnekleri, M.S. 150’den kalmıştır.
Astronomi
Ülkelerinin coğrafi yapısını, yağış ve hasat mevsimlerini saptayabilmek için ülke haritasını çizmiş ve takvim düzenlemişlerdir. Güneş ve Ay’ın hareketleri yanında gezegen ve yıldızları da gözlemlemiş olan Çinliler, kuzey kutup yıldızı ve kuzey yöndeki takım yıldızlarını da belirlemişlerdir. Diğer uygarlıklardan farklılık gösteren Çin astronomisinde yıllık hesaplamalar yerine günlük hesaplamalar kullanılmış, ekliptik düzlem yerine ekvator düzlemi benimsenmiş, takvim hesaplamalarında ise Güneş ve Ay’ın hareketleri yerine yıldızlar esas alınmıştır. Ayrıca Çin astronomisinde Galileo’dan önce güneş lekeleri konusunda bilgiler verildiği görülmüştür.
Matematik
Çin’de kullanılan sayı sistemi on tabanlıdır. İşlem yapmalarını kolaylaştıran abaküs ve çarpım cetveli gibi bazı basit aletler de kullandıkları bilinmektedir. Diğer uygarlıklardan farklı olarak daha çok aritmetik ve cebir bilimleri gelişmiş, geometri problemleri de bu iki disiplinden yararlanılarak çözülmeye çalışılmıştır.
Fizik
Mohistler, (M.Ö. 479-381) optikte, mekanikte ve tahkimat yapımındaki fiziksel problemleri araştırmaya yönelmişlerdir. Işığın düzlem, içbükey ve dışbükey aynalardan yansımasını incelemişlerdir. Aynanın eğrilikleri arasındaki yer ve büyüklük ilişkileri hakkında ampirik kurallar çıkarmış, mekanikte de manivela ve makara sistemlerine ilgi duyarak onları da ampirik olarak incelemişlerdir. Işık hakkında teorileri olmadığı gibi, çalışmalarında geometrik çizimlerden de yararlanmamışlardır.
Tıp
Çin tıbbı, ömür uzatmak ve hastalık iyileştirmek için benimsenen beslenme teknikleriyle Taoizm tarafından şekillendirilmiştir. Çin’de yılın ilk gününde bütün yıl için insanı canlandırmaya yetecek bir öz taşıdığı düşünülen bir tavuk yumurtası yutmak adetinin yanında besin maddeleri uzun ömürlü olan hayvanlardan (kaplumbağa gibi) hazırlanmış ve canlılığı arttırmak amacıyla da kükürt ve güherçile gibi yüksek Yang içeriği olduğuna inanılan mineral maddeler yenmiştir.
Yin ve Yang felsefesi Çin tıbbını büyük oranda etkilemiştir. Bu felsefe, görünüşte karşıt olan kuvvetlerin aslında birbirlerini tamamladıklarını anlatmaktadır. Taoculara göre Dünya ve içindeki bütün nesneler, iki zıt ilkel maddenin etkileşimiyle ortaya çıkmıştır. Yin edilgen, koyu renkli ve dişi bir gücü; Yang ise etken, açık renkli ve erkek bir gücü simgeler. Bu iki ilkel madde en başta var olan ve anaforla dönen, akışkan şeklindeki bir madde ve enerji karışımından çıkmıştır. Yin ve Yang ilkel maddelerinin kimyasal olarak izole edilmesi amacıyla yapılan çalışmalar sonucu simya, beslenme bilgisi ve eczacılık bilimleri gelişmiştir.
Evren, doğa ve insan arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu anlayışına dayanmış olan Çin tıbbında, evrensel sistemin bir parçası olan insanın, ikilem gösteren Yin ve Yang ilkesinin etkisi altında olduğu düşünülmüştür. İnsan vücudunun bütün anatomik özellikleri ve onun maruz kalabileceği bütün hastalıklar, Yin ve Yang karakterleri üzerinden düşünülmüştür. Ateşlenmeler Yang, ürpermeler ise Yin bozuklukları olarak kabul edilmiştir. Çin tıbbında nabza büyük önem verilmiştir. Yang bozukluklarının nabzı kuvvetlendirdiği, Yin’in ise zayıflattığı düşünülmüştür.Nabızdan anlaşılan hastalıklar, Yin ve Yang fazlalığını düzeltici ilaçlarla tedavi edilmiştir.
Standard Çin tıp kitabı olan “Tıp Kanunu” içerisinde anatomi ve fizyoloji teorileri, mikro kozmos olan insan ile makro kozmos olan evren arasındaki benzetmelere dayanmıştır. Bu benzetmeler şöyle yapılmıştır; gökler yuvarlak, dünya ise kare idi. Bu nedenle, kafa yuvarlak ve ayaklar da kare idi. Bir yılda dört mevsim ve on iki ay vardı ve bu sebeple insanın dört organı ve on iki eklemi mevcuttu. Kalp, vücudun prensi ve ciğerler onun bakanları idi. Bedenin generali karaciğerdi. Safra kesesi ise merkez bürosu idi. Dalak ve mide tahıl ambarı, bağırsaklar ulaşım ve kanalizasyon sistemi idi. Kanın bir daire üzerinde sürekli olarak aktığını belirtmiş olan Tıp Kanunu, kanın bu hareketini mevsimlerin birbirini izleyişine ve gök cisimlerinin hareketlerine benzetmiştir.
Tedavide bitkisel ilaçları tercih etmişlerdir. Kullandıkları masaj ve akupunktur yöntemleri bugün bile kullanılmaktadır.
Simya
Simya ile ilgili ilk referans, “Eski Han Hanedanın Tarihi” adlı kaynakta bulunmaktadır. Burada anlatıldığına göre bir simyacı, imparator Han Wu-Ti’ye gelerek, zincifreden (cıva sülfür minerali) nasıl altın yapılabileceğini ve böyle altın kaplardan içilecek sıvıların içeni ölümsüz kılacağını göstermeyi teklif etmiştir. Çin simyası başından itibaren ucuz metalleri altın yapmaktan çok, ölümsüzlük hapının araştırılmasının peşine düşmüştür. Kayıtlara göre Yirmi iki Thang imparatorundan yedisinin, uzun ömür hapının aşırı dozundan öldüğü düşünülmüştür.
KAYNAKÇA
- Şeker S, Şeker F. Rakamların İcadında Muhasebenin İtici Gücü: Sümer Sayı Sistemi Örneği. Uluslararası Muhasebe Ve Finans Araştırmaları Dergisi 2009; 1(1): 80-90.
- Keseroğlu HS, Demir G. Antikçağda Bilim ve Kütüphane. Türk Kütüphaneciliği 2016; 30(3): 365-397.
- Özbay M. Bilim Ve Kültür Aktarıcısı Olarak Yazı. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları (HÜTAD) 2005; Bahar(2):67-74.
- Tiryaki S. Bilimsel faaliyetlerin kökeni ve Eski Çağ’da Bilim 2017;14(3):2453-2471.
- Uncu EM. Eski Mezopotamya’da Tıp. History Studies 2013; 5(5): 107-118.
- Saygın A. Sümer Medeniyeti Üzerine Bir İnceleme. Acedemia.edu. 2017. URL: https://www.academia.edu/32746768/Sümer_Medeniyeti_Üzerine_Bir_İnceleme_Alkım_Saygın_academia.edu_01.05.2017. Mayıs 24, 2020.
- Doğan M. Bilim ve Teknoloji Tarihi. Ankara: Anı Yayıncılık; 2010. p. 33-41.
- Avcı HE. Uygarlıklar Tarihi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi; 2010
- Aydın H, Sivas H, Yılmazel AF, Tek AT, Elam N, Pınar H. Uygarlık Tarihi. 2. baskı. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi; 2013.
- Forshaw RJ. The Practice of Dentistry in Ancient Egypt. Br Dent J. 2009 May 9;206(9):481-6.
- Ceran B. Antik Mısır ve Eski Anadolu Uygarlıklarında Tıp [Internet]. Konya: Selçuk Üniversitesi; 2008. http://acikerisimarsiv.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/9640/219204.pdf?sequence=1&isAllowed=y
- Dönmez OO. Eski Mısır Uygarlığında Tıp Uygulamaları. [Internet]. Pamukkale: Pamukkale Üniversitesi; 2019. http://acikerisim.pau.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11499/27787/10289887.pdf?sequence=1&isAllowed=y
- Köroğlu K. Eski Mezopotamya Tarihi. 3.baskı, İstanbul: İletişim yayınları; 2008.
- Unat Y. Astronomi. Felsefe Ansiklopedisi; 2003.
- Tiryaki S. Bilimsel Faaliyetlerin Kökeni ve Eski Çağ’da Bilim. Journal of Human Science 2017;14(3).
- Uncu EM. Eski Mezopotamya’da Tıp. History Studies 2013;5(5):107-118.
- Aydın İH. Matematik ve Düşünce. Sinir Sistemi Cerrahisi Dergisi 2008;1(4):209-213.
- Ovalı T. Bir Medeniyet Tasavvuru Olarak Kurucu Hint Metinleri. Medeniyet Araştırmaları Dergisi 2019;4(2):115-134.
- Erinç S. Hindistan Fiziki ve Beşeri Coğrafya. TDV İslam Ansiklopedisi. 1998;18:69-73.
- Özcan A. Hindistan tarihi. TDV İslam Ansiklopedisi. 1998;18:75-81.
- Karaoğlu H. Erken Dönem Hint Tarihi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Hindoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Programı. 2015:1-17.
- Avcı HE. Dünya Uygarlıkları Tarihi. 1. Baskı. Çanakkale; 2019.
- Özsoy S. Topdemir HG. Uygarlık Tarihi. 2. Baskı. Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık; 2015.
- Gündüz Ş. Yaşayan Dünya Dinleri. 3. Baskı. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları; 2010.
- Ronan C. Bilim Tarihi Dünya Kültürlerinde Bilimin Tarihi ve Gelişmesi. 3. Baskı. Ankara: TÜBİTAK Yayınları; 2003.
- Çandarlıoğlu G. Çin Tarihi. TDV İslam Ansiklopedisi 1993; 8: 321-323
- DİA. Çin Fiziki ve Beşeri Coğrafya. TDV İslam Ansiklopedisi 1993; 8: 318-321
- Mason SF. Bilimler Tarihi. 1.Baskı. Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları;2001.
- Özmen İ, Buluş A, Başlangıçtan Devrime Çin’i Anlamak(mı)? .Medeniyet ve Toplum Dergisi 2017, 1(1): 9-33
- Tiryaki S. Bilimsel Faaliyetlerin Kökeni ve Eski Çağ’da Bilim. Journal of Human Sciences.2017.
- Yörükoğulları E, Orhun Ö, Topdemir HG, İhsanoğlu E. Bilim ve Teknoloji Tarihi. 1. Baskı. Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi Yayını; 2013. P.15-16.