ADALET KAVRAMI

KAVRAM ÇALIŞMA GRUBU

· 22 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1 Emine Beyza Nur Kaynar*

1 Ayşe Karamemiş

2 Kübra Nur Altınbaş

3 Ulviye Esra Erbaş

4 Rümeysa Buluş

4 Gülsena Demir

  1. Gazi Üniversitesi 
  2. Ufuk Üniversitesi 
  3. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
  4. Kırıkkale Üniversitesi

*İletişim: beyzahp301@gmail.com

DİLSEL İNCELEME 

 Arapça bir kelime olan adalet, “a-d-l (عدل) kökünden türetilmiştir. Sözlükte ‘Her şeyi ve ilişkiyi yerli yerine koymak, hükümde doğru olmak, eşit olarak paylaşmak, denklik, hakka riayetkarlık, eşit olmak, eşit kılmak, orta yol, bir şeyin karşılığı olan ceza’ anlamlarında kullanılmaktadır. Kavram olarak tanzim etme, vasat, kıst, istikamet, nasib, mizan terimleriyle yakın anlamlıdır. ‘Cevr’ (zulm) kelimesine karşıt bir anlam taşır.

İslam alimleri de yüzyıllar boyunca adaletin tanımı hakkında yorumlar yapmışlardır. Bunlardan bazıları şöyle;

İslam alimlerinden el-Ferra’ya göre adalet ‘bir şeyi cinsinden olmayan bir şeyle denkleştirmek’ demektir. İranlı alim Mutahhari adaletin körü körüne matematiksel bir eşitlik değil, herkese hak ettiğinin verilmesi olduğunu söylemiştir.  Osmanlı alimlerinden biri olan Kınalızade Ali Efendi ve İbn Manzur adaletin vasat demek olduğunu, iki uç menzil arasındaki orta nokta olduğunu ve ölçülülük anlamına geldiğini söylemişlerdir. El-İsfehani’ye göre adalet mükafatta eşit davranmak, söz, fiil ve davranışı iyi olana hayırla, kötü ve şer olana da şerle karşılıktır. El-İsfehani adaleti aramanın ise vacip olduğunu söylemiştir.

  İslam felsefesinde adalet her varlığın kendi mertebesine göre ‘İlk Varlık’ tan (Allah) bir varlık payı alması şeklinde açıklanmıştır. Buna göre Allah’ın adaleti var olan her şeye varlık hiyerarşisi içindeki durumuna göre tamlık ve mükemmellik kazandırmasıdır. Yaratılan her şey sırasına göre O’nun cevherinden pay alarak hasıl olduğu için O, Adil’dir.

 Gazali’ye göre adalet sıfatı kaybolursa bundan fazlalık ya da eksiklik doğmaz, sadece zıttı doğar o da cevr (zulm)dir. Yani bu kavram az adalet ya da çok adalet şeklinde kullanılmaz. Öyle uygulandığında bunun adı adalet değil zulüm olur.

 Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig’de adalet ve güneş arasında ilişki kurmuş ve adaletin özelliklerini şöyle anlatmıştır:

‘Güneşe bak küçülmez, bütünlüğünü muhafaza eder; hep aynı şekilde kuvvetlidir. Güneş doğar ve bütün dünya aydınlanır; aydınlığı bütün halka eriştirir. Güneş doğunca yere sıcaklık gelir, binlerce renkli çiçekler açılır. Güneşin burcu sabittir ve yerinden kımıldamaz. ‘

 Platon adil bireylerin adil toplumu oluşturduğunu ve her ikisinin de üç ana erdem tarafından yönlendirilmesi gerektiğini söylemiştir: Ölçülülük, bilgelik ve cesaret. Bu üçü düzgün bir şekilde uygulanıp dengelendiğinde dördüncü erdemle sonuçlanır: Adalet.

KURAN’DA ADALET KAVRAMI

Tevhit inancından sonra Allah’ın insanlığa emrettiği en önemli ilkelerden birisi adalettir. Yüce Kitabımızın tamamı adalete yani denge, ölçü ve nizama uygundur bununla birlikte ‘a-d-l’ kökünden türemiş olan adalet kavram olarak farklı kelime formlarında (isim, fiil) 28 ayette geçmektedir.

Allah, evrende yarattığı her varlığı belirli bir ölçü içinde, özenle yaratmıştır. Bu nedenle Allah’ın yarattığı varlıklarda güzellik, uyum ve denge vardır. Bu güzellik uyum ve denge adaletin kendisidir. Buna kozmik adalet, matematiksel uyum ve ölçü de denilebilir. İnsanın ayakta durmasını sağlayan iskelet yapısını niteleyen “adale” kavramının denge, uyum ve düzenle ilişkisi buna örnek verilebilir.

 “… Her şeyi yaratan ve bir ölçüye göre düzenleyen Allah’tır”(Furkan, 25/2). “…Onun katında her şey bir ölçü iledir” (Rad, 13/8).

“ Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer, 54/49).

“Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için aya evreler koyan Allah’tır. Allah, bunları boş yere yaratmamıştır. O,ayetlerini düşünen bir toplum için ayrıntılı olarak açıklıyor” (Yunus, 10/5). 

 “Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü kılan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitâr 82/6‐8).

Kur’an’da ‘a‐d‐l’ fiilinin kullanıldığı anlamlardan birisi de “denk tutmak, şirk koşmak” tır. Bu bağlamda Kur’an’dan şu ayeti örnek vermek mümkündür: 

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler, başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.” (En‘âm 6/1). (Kur’an’da “denk tutmak, şirk koşmak” anlamında kullanıldığı başka ayetler için bk. En‘âm 6/150; Neml 27/60.)

Kur’an’da ‘a‐d‐l’ fiili, “‘adaletle hükmetmek, ‘adaleti sağlamak, âdil ve eşit davranmak, eşitlik, ‘adalet” anlamlarında da kullanılmaktadır. Bu çerçevede şu ayetleri örnek verebiliriz: 

” Yarattıklarımızdan hakikate yönelten ve onun doğrultusunda ‘adaletle hükmeden bir topluluk da vardır.” (A‘râf 7/181.)

“Ey iman edenler! Kendiniz, ana‐babanız ve en yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitlik yaparak ‘adâleti ayakta tutan kimseler olunuz. (Şahitlik ettiğiniz kişiler) zengin ya da fakir de olsalar (‘adâletten ayrılmayın)! Zira Allah, ikisine de daha yakındır. O halde ‘adâleti uygulama konusunda nefsinize tabi olmayın! Şayet gerçeği çarpıtır ve şahitlik‐ ten kaçarsanız, (bilin ki) Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Nisâ’ 4/135.)

” Allah, size emaneti mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verirken ‘adâletle hükmetmenizi emreder. Allah’ın bu şekilde size verdiği öğüt, ne güzeldir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla işiten ve görendir.” (Nisâ’ 4/58.) (Kur’an’da ‘a‐d‐l’ fiili ve türevlerinin “‘adâletle hükmetmek, ‘adâleti sağlamak, eşit davranmak, eşitlik, ‘adâlet” anlamında kullanıldığı başka ayetler için bk. Bakara 2/282; Nisâ’ 4/3, 129; Mâide 5/8; En‘âm 6/115, 152; A‘râf 7/159, 181; Nahl 16/76; Şûrâ 42/15; Hucurât 49/9.)

Kur’an’da ‘a‐d‐l’ fiilinin isim formunda ilk akla gelen anlamı ‘adâlet ve eşitlik’tir.’ Bu çerçevede şu ayeti örnek verebiliriz:

َ” Allah, adâleti, iyiliği ve yakınlara bakmayı emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” (Nahl 16/90.) (Kur’an’da “‘adâlet ve eşitlik” anlamında kullanıldığı başka bir ayet için bk. Nahl 16/76.)

Kur’an’da isim formunda “Yüce Allah’ın kelimesi olan Kur’an’ın ‘adâleti” anlamında da kullanılmaktadır. Bu kapsamda şu ayeti örnek vermek mümkündür:  

” َRabbinin kelimesi (Kur’ân), doğruluk ve adâlet bakımından tamdır. O’nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, her şeyi işiten, hakkıyla bilendir.” (En‘âm 6/115.)

Kur’an’da, isim formunda kullanıldığı anlamlardan birisi “fidye”dir.

  “Hiç kimsenin bir başkası adına hiçbir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden herhangi bir şefaat ve fidyenin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseye herhangi bir yardımın yapılmayacağı bir günden sakının!”(Bakara 2/48.) (Bu manada başka ayetler için bk. Bakara 2/123; En‘âm 6/70)

Kur’an’da isim formunda kullanıldığı anlamlardan birisi de “kıymet, karşılık, denklik, aynılık”tır:

 “Ey iman edenler! İhramlı iken av hayvanı öldürmeyin! Sizden her kim onu kasten öldürürse, içinizden iki adil kişinin o hayvanla ilgili vereceği karar doğrultusunda öldürdüğünün dengi bir hayvanı kurban edilmek üzere Ka‘be’ye getirmesi veya onun karşılığı olarak yoksulları yedirmesi ya da yaptığı işin yanlışlığını anlaması için ona denk gelecek kadar oruç tutması gerekir. Allah, geçmişte yapılanları affetmiştir. Fakat kim tekrar böyle yaparsa, Allah onu cezalandırır. Allah, mutlak güç sahibidir, kimsenin yaptığını yanına kâr bırakmayandır.” (Mâide 5/95.)

Kur’an’da ‘a‐d‐l’ fiilinin, isim formunda kullanıldığı anlamlardan bir diğeri ise “âdil, karakterli, dürüst, güvenilir ve doğru sözlü kişidir.”  Bu bağlamda şu ayeti örnek vermek mümkündür: 

“Ey iman edenler! Ölüm döşeğine yattığınızda vasiyet sırasında sizden iki âdil kişiyi şahit tutun! Şayet yolculuk esnasında ölüm işaretleriyle karşılaşırsanız, sizin dışınızda iki şahit bulundurun! Onlardan kuşku duyarsanız, namazdan sonra kendilerini alıkorsunuz ve şu  şekilde yemin ettirirsiniz: ‘Akraba da olsa, yeminimizi hiçbir ücret karşılığında satmayacağız. Allah için şahitliğimizi gizli tutmayacağız. Yoksa günahkârlardan oluruz!’”. (Mâide 5/106.) (Bu bağlamda başka ayetler için bk. Mâide 5/95; Talâk 65/2)

Ayetlerde görüldüğü üzere Allah, Kur’an’da adaletle yani nizamla yarattığından, yarattıklarına karşı adaletli olduğundan bahsetmiş ve kullarından da gerek doğaya gerek insanlara karşı adil olmasını, adaletle hükmetmesini istemiştir.

HADİSLERDE ADALET KAVRAMI

Adalet kavramı Kuran-ı Kerim’de fazlaca geçtiği gibi birçok hadiste de zikredilmekte ve adaletin öneminden çokça bahsedilmektedir. Hadislerde çoğunlukla adil bir yönetici olmanın önemi vurgulanmıştır.

Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teala, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:

Adil devlet başkanı, Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, kalbi mescitlere bağlı Müslüman, birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan, güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit, sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, tenhada Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.” (Buhari, Müslim)

Avf b. Malik’den rivayet edildiğine göre bir gün Peygamberimiz ‘Sizlerin sevdiği ve sizi seven, sizin kendileri için dua ettiği ve sizler için dua eden kimselerdir. Kötü yöneticileriniz, sizlerin nefret ettiği ve size lanet eden kimselerdir.’ buyurdu. Peygamberimize ‘Onları başımızdan atmayalım mı? diye  sorduk. Peygamberimiz bize şöyle buyurdu; Size namaz kıldırdıkları sürece hayır, size namaz kıldırdıkları sürece hayır.(Müslim)

Abdullah b. Amr b. el-As’dan rivayet edildiğine göre Peygamberimiz buyuruyor: ‘Adalete bağlı kalanlar Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır. O kimseler ki gerek hüküm verirken gerek ev halklarına karşı ve gerekse omuzlarına yüklenen sorumluluk mevkilerinde adalete bağlı kalırlar.’ (Müslim)

Kıyamet gününde insanların Allah’u Teala’ya en sevgili olanı ve en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır.(Tirmizi)

Kureyş’in önde gelen kabilelerinden birine mensup bir kadının yaptığı usulsüzlüklerin cezasını kaldırtmak hafifletmek için elçi olarak gönderilen azatlısı Üsame’ye Allah Rasulü: “Sizden önceki insanlar şu yüzden helak oldular: Onların ileri gelenlerinden biri hırsızlık yaptığında onu bırakırlar, güçsüz ve zayıf biri çaldığında ise onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin olsun ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun elini keserdim.”(Buhari)

Numân İbn Beşîr in(ra) anlattığına göre;

Babam bana malının bir kısmını bağışlamıştı. Annem Amrâ Bint Ravâha(ra); “-Rasûlullah(sav) buna şahitlik etmedikçe razı olmam,” dedi. Babam Allah Rasûlü nün yanına geldi. Onun bana verilene şahitlik etmesini istiyordu. Rasûlullah(sav) Efendimiz ona; “-Bunu bütün çocuklarına yaptın mı?” diye sordu, babam “-Hayır,” cevabını verdi.    Allah Rasûlü(sav); “Allah tan korkun ve çocuklarınız arasında adaletli davranın!” buyurdu. 

ESMA’ÜL HÜSNA-  EL-ADL

Adl kelimesi Allah’ın isimlerinden biri olup; çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan, her zaman her şeye karşı adaletli davranan, hâkimü’l adl olup her şeyi hakkıyla gören, işiten, her şeyin içini-dışını, önünü-sonunu bilen ve her şeye hakkıyla gücü yeten manalarına gelir. “Adl” Allah’ın diğer isim ve sıfatlarıyla da alakalı olup el-Hak, el-Muksıt, el-Hakim, er-Rezzak, er-Rahman ve er-Rahim isimleriyle de irtibatlıdır. Dolayısıyla adaletin tecellilerinin kainatta görülüp idrak edilmesi de mümkün olabilmektedir. Bunlar, varlığı hiç değişmeden duran, gerçek olan anlamındaki el-Hakk; bütün işlerini birbirine denk yapan, zalimden mazlumun hakkını alan, adâlet ve merhamet sahibi anlamındaki el-Muksıt; hükmeden, hakiki hakim, hükmünde hakkı yerine getiren anlamındaki el-Hakem; hikmet sahibi, buyrukları ve bütün işleri hikmetli anlamındaki el-Hakim; yarattığı bütün canlılara hiçbir ayırım yapmadan rızıklarını ve faydalanacakları şeyleri veren anlamındaki er-Rezzak; hayır ve rahmet isteyen, sevdiğini ve sevmediğini ayırt etmeyerek yarattıklarının hepsini nimetlendiren anlamındaki er-Rahman; merhamet edici, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı anlamındaki er-Rahim gibi yüce isim ve sıfatlardır.

İlahi adalet kelam ilimcileri tarafından çokça sorgulanmıştır.

Mu’tezilî bilginlerin savundukları Beş Temel Esas (Ûsûlu’l-Hamse)’tan biri de Adl/Adalet ilkesidir. Mu’tezilî bilginler, Allah’ın ilahî adaletin bir gereği olarak insanları inanan veya inkârcı olarak ayırmaksızın hepsine karşı aynı davrandığını savunur. Çünkü Allah’ın kullarının iyiliği dışında herhangi bir şey yaratması hikmete ve adalete aykırı olacağı için olanaksızdır. 

Ebû’l-Hasen el-Eş’ari’ye (ö.324/936) göre adalet, sınırları tümüyle Allah tarafından belirlenen ve insanın hiçbir şekilde dahil olmadığı ahlakî bir süreçtir. Ona göre adaletin ölçüsü, vahyin kendisi olduğu için akla göre kötü, hikmetsiz ve adaletsiz görünen işler, gerçekte hikmet ve adalete göre işlemektedir. Dolayısıyla Allah, herhangi bir sebep göstermeksizin kullarına zulüm yapacak olsa, ahlâkî olarak O’nun herhangi bir suç veya sorumluluk ile itham edilmesi düşünülemez.

Ehl-i Sünnet’in diğer bir önemli temsilcisi olan Ebû Mansûr Muhammed el-Mâturîdî (ö.333/944) ise ilahî adalet konusunda Eş’arî kadar katı değildir. Nitekim ona göre Allah, fiillerinde tevhidin bir gereği olarak hiçbir otorite ve ilkenin mecburiyetine bağlı olmamakla birlikte hikmet ve adaletten uzak olamayacağı için asla varlıklara zulmetmez. Bu durum Allah’ın ulûhiyet ve merhametin bir gereği olarak başkası tarafından değil bizzat kendisi tarafından konulmuş bir ilkenin sonucunda böyledir.

Mâturîdî ’ye göre, Allah’ın zulüm olarak algılanan fiilleri, gerçekte Eşârîlerin dedikleri gibi Allah’ın kullarına zulmü değil, çözmekle yükümlü oldukları sorumluluklarıdır. Afet ve hastalık gibi sonuçları itibariyle insanlara zarar veriyor gibi görünen işler, gerçekte tam olarak hikmeti yalnızca Allah’ın bildiği, olması gereken, doğal yaşamın bir sonucu olarak gerçekleşen işlerdir.

Nitekim bir insanın hikmetsiz davranmasına neden olan cehâlet ve menfaatleridir. Ancak bunların her ikisinden de münezzeh olan Allah’ın hikmetsiz davranmasını gerektirecek hiçbir neden yoktur. Dolayısıyla zulüm/cevr ve hikmetsizlik/sefeh kavramları gibi basit ve yetersizlik çağrıştıran hiçbir fiilin Allah’a nispet edilmesi düşünülemez. Bir çocuğun şifa için kendisine verilen ilacın acılığına gösterdiği tepkide olduğu gibi insanların kimi durumlarda Allah’ın fiillerindeki hikmeti tam olarak anlayamadıkları için yaşamlarındaki ve evrendeki bazı fiilleri zulüm olarak değerlendirmeleri uygun değildir.

Mâturîdî, tüm fiillerin ontolojik anlamda Allah’a ait olması ve iyi-kötü tüm fiillerin yaratıcısının Allah olmasının, insanların işledikleri fiillerin sorumluluğundan kaçmaları için bir neden olmadığı kanaatindedir. Ona göre, fiillerinin yaratıcısı Allah olmakla beraber, kullara gerçek anlamda kendi fiillerinin sorumluluğu yüklenebilir. Mâturîdî’yi ilahî adalet konusunda özgün kılan bir diğer durum ise onun insanın fiillerinde hiçbir sorumluluğu olmadığını savunan Cebriyye’yi şiddetle eleştirmesi ve bunu yaparken sıklıkla güncel hayata atıf yaparak insanların fiillerinin sahibi olduklarına kendilerinin tanık olduğunu göstermesidir. O’na göre insanın işlerinde hür ve sorumluluk sahibi olması Allah’ın istediği ve emrettiği bir gerçektir. 

İlahî fiillerin adalet ve hikmet üzere oluşu İslâm kelamcılarının genel kanaatidir. Dolayısıyla kişinin de fiillerini, yani insan-eşya ilişkileri, insanların birbirleriyle olan münasebetleri ve insanın devletle olan alâkasını, Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenlenmesi de adalettir. Allah bütün mahlukatı üzerinde hükümran olup her şeyi hikmet ve adalet üzere yaratmıştır. Bundan dolayıdır ki adalet mülkün temelidir denmiştir.

ADALET TİMSALİ BİR ŞAHSİYET-  HZ.ÖMER

Sosyal Konumu

Mekke bir site devleti olarak, tamamen oligarşik bir temel üzerine oturtulmuştur. “Resmi görevler” on kadar aile arasında babadan oğula geçen bir anlayışla elde edildiğinden, idarî işler çok sayıda insana bölüştürülmüş durumdaydı. Yani Hz. Ömer, o dönemde Arapların sosyal ve iktisadî açıdan önem verdikleri Mekke şehrinde, yine Araplar tarafından dinî açıdan önemli olan Kâbe’nin muhafızlığını ve hizmetini gerçekleştiren Kureyş kabilesine mensup Adiyoğullarından olması hasebiyle, daha doğarken verâseten önemli bir sosyal konuma sahipti.

Karakteri

Hz. Ömer’in şahsiyetini incelerken, öncelikle fiziki yapısından başlayalım. Fiziki yapısının en dikkat çeken yönü, uzun boyu ve iri gövdesiyle heybetli bir bünyeye sahip olmasıdır. Muhakkak ki şahsiyetinin gelişimine çok önemli etkilerde bulunmuş olan uzun boyu sebebiyle, halkın arasında yürürken adeta bir binek üzerinde yürüyormuş görünümü verdiği rivayet edilir.

Heybetli yapısına ek olarak, çok gür bir sese sahip olduğu rivayet edilir. Şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Ömer her dönemde liderlerde aranılan ve idealize edilen fiziki özelliklere doğuştan sahiptir.

Hz. Ömer’in ahlaki özelliklerine geçmeden evvel önemle belirtmeliyiz ki, Arap coğrafyasının kâmil manadaki terbiyesi, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in tebliği ile başlamış olmasına rağmen, İslam öncesinde de Arapların arasında asalet kıstasları ve güzel hasletler mevcuttu. Elbette bazı şahıslar muasırlarının üstünde gelişmiş olup, kavminin şeref ve önderlik payesine mazhar olmuşlardır. Bu özelliklerin en başta gelenleri belagat, fesahat, hitabet, şiir, ensaba riayet, cengaverlik, yiğitlik, cömertlik, misafirperverlik ve şahsi hürriyetti. Bir kabile başına getirdiği kabile şefinde veya savaşları yönetecek askerî komutanlarda bu güzel özellikleri arardı. Hz. Ömer genel itibariyle bu özellikleri şahsında barındırmaktaydı. Bunu, kabilesinin onu önder olarak görmesinden anlayabiliriz çünkü önceden belirttiğimiz gibi Hz. Ömer Adiyoğulları’nın  temsilcisi konumunda olup, Kureyş’in elçiliği vazifesini yerine getirmekteydi.

 Hz. Ömer’in şahsiyetindeki en bariz özellik, kendisinin gerek cahiliye devrinde gerekse Müslüman olduktan sonra sahip olduğu şiddet ve sertlik vasıflarıdır. Bu vasıfları, sahabe topluluğu tarafından bilinmekteydi. Hz. Ömer her zaman toplumda şiddetinden çekinilen bir şahıs olma özelliğini taşımaktaydı. Hz. Ömer’in bariz vasıflarından birisi de, sahip olduğu ferasetti. Feraset zeka ve ilhamın karşılığıdır. Kamu işleriyle alakadar olanlarda bulunması gerekli olan bir sıfattır. Feraset Allah korkusuna, tam anlamıyla sorumluluk hissetme duygusuna, zeka gücüne ve şeffaflığa dayanan irsî bir meyildir. Hz. Ömer, lüks ve ihtişamdan hiçbir surette hoşlanmazdı. Sadelik Hz. Ömer’in huyunun ana hususiyetlerindendir.

İlmi kişiliği 

Hz. Ömer’in Müslüman olmadan önce, Kureyş toplumu içerisinde okuma ve yazma bilen ender şahsiyetlerden biriydi. Rasulullah (s.a.v.)’in zuhuru sırasında bütün Kureyş kabilesi içerisinde sadece on yedi kişi okuma ve yazma bilmekteydi. Şecere ilminde de hünerliydi. 

Hz. Ömer hilafeti döneminde ilmi teşvik eder ve ilim sahibi olanlara, toplumsal konumu ne olursa olsun değer verirdi.

İslamiyeti Kabulü 

Hz.Ömer’in müslüman oluşuyla ilgili pek çok rivayet bulunmasının yanında bu rivayetlerin pek çok benzerliği de bulunmaktadır. Bu rivayetlerden en kuvvetlisi: 

“Taberî’ye göre; Hz. Ömer’in Talha b. Abdullah’ın hatunu olan bir kız kardeşi vardı. Hz. Ömer bir gün onun evinin önünde geçerken, kız kardeşinin Kurân okuduğunu işitip içeri girdi. Hz. Ömer, “O okuduğun nedir? Yoksa sende mi Muhammed’in dinine girdin?” dedi. Kız kardeşi “O, Allah’ın gerçek Resulüdür” diye cevap verdi. Hz. Ömer “Getir onu, bir okuyayım” dedi. Kız kardeşi itiraz ederek “Sen temiz değilsin, O’na dokunamazsın” dedi. Hz. Ömer de, “Temiz olmam için ne yapmam gerekir?” diye sordu. Kız kardeşi ona nasıl gusletmesi gerektiğini tarif etti. Hz. Ömer guslettikten sonra, kız kardeşi Mushaf’ı getirip verdi. Mushaf’ta Taha suresinin ilk ayetlerini yazılmış gördü. Hz. Ömer çok etkilenerek “Bugüne kadar inandığımız din ve taptığımız tanrılar bir hiçmiş” diyerek “Muhammed nerededir?” diye sordu. Kız kardeşi “Eğer ona bir zararın dokunmayacaksa, seni O’na ileteyim” dedi. Hz. Ömer hiçbir zararının dokunmayacağını söyledikten sonra, kız kardeşi O’nu Hz. Hatice (r.a.)’nın evine getirdi. Hz. Ömer içeri girerek Müslüman olduğunu iletti.”

Taberî, Hz. Ömer’in Müslüman olmasıyla birlikte Müslümanların açıktan namaz kılmaya başladıklarını rivayet eder, buna sebep olarak ise Kureyş’in Hz.Ömer’den çekinmesini gösterir.

Hz. Ömer’in Müslüman olmasıyla Müslümanların kazandığı gücü en iyi ifade eden Abdullah b. Mesud olmuştur. “Ömer’in Müslüman olması fetih idi. Onun hicreti yardım idi. Ve onun emirliği rahmet idi. Biz Ömer Müslüman oluncaya kadar Kâbe’nin yanında namaz kılamıyorduk. Müslüman olduğu zaman Kureyş’le savaştı, Kâbe’nin yanında namaz kıldı ve biz de onunla birlikte namaz kıldık.”

Müslüman olduktan sonra da Peygamber’in en yakınında bulunmuş, vahiy katipliği yapmış, ilk halife Ebu Bekir’in  yardımcılığını yapmıştır. Bu nedenlerle de sahabe topluluğundan daima saygı ve hürmet görmüştür.

Lider ve Yönetici Kimliği

Hz. Ömer beytülmâl’e emanet gözüyle bakmakta ve çok büyük hassasiyet göstermekteydi. Rivayetlerde  Hz. Ömer’in Müslümanların hazinesini, hiç bir zaman kendi keyfî uygulamaları için kullanmadığı anlatılır. 

Hz. Ömer’in özel hayatında lükse kaçmaması, bilakis çok mütevazı ve sade yaşaması onu halkının gözünde karizmatik kılarken, diğer taraftan da görevlendirdiği kamu görevlilerine hal dili ile nasıl yaşamaları gerektiğini öğütlüyordu.

Müslümanların emirliği makamında olan Ömer b. Hattab’da eşine az rastlanır bir sorumluluk hissiyatı vardı. Kendisini tüm Müslümanlardan, hatta Müslümanların hakimiyeti altında yaşayan gayrimüslimlerden sorumlu kabul ederdi. Bu noktada Hz. Ömer’e atfedilen aşağıdaki meşhur sözü, kendisinin bu konudaki duygularını belirtmede çok manidardır.

“Eğer bir çobanın koyunu Fırat veya Dicle kenarında helak olsa, korkarım ki Allah Teâla niçin korumadın diye onu benden sorar.”

Hz. Ömer’in hilafeti sırasında en çok temayüz eden vasfı, şiddetidir. Bir şeyi emrettiği veya yapılmasını yasakladığı zaman önce ailesinden başlardı. Nitekim onları bir araya toplar ve şöyle derdi: “Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi, yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. (Yani insanlar, halifenin ailesinin ve yakınlarının bu işte gevşeklik gösterdiklerini görürlerse, onları taklit ederek o işe dalar ve düşkünlük gösterirler.) Allah’a yemin ederim ki, sizden birinizin bu yasakları yaptığını görürsem, onun cezasını kat kat veririm.”

Hz. Ömer’in idaresini halka sevdiren ve şiddetine milletin katlanmasına sebep olan asıl husus, dost-düşman ayırt etmeksizin uyguladığı kesin adaletiydi. Suçluların cezalandırılmasında Hz. Ömer’in suçlunun toplum içerisindeki siyasal ve sosyal konumuna aldırmıyordu.

İslam toplumunun fetihler yoluyla büyüyüp gelişmesi sürecinde, Hz. Ömer yenilik ve değişikliklere açık bir liderlik metodunu benimsemiştir. Hz. Ömer, İslam’ın vazettiği siyasi ve ekonomik değerlerden taviz vermeksizin devletin kurumlaşması için çaba gayret etmiş ve bunu siyasi sistemi yozlaştırmaksızın başarmış bir liderdir. Uygulamalarında her daim adaleti göz etmiş, gelecek nesillere sadece yönetim alanında değil hayatın her alanında nasıl adaletli olunacağı konusunda örnek olmuştur.

KİTAP İNCELEMESİ- İSLAMDA SOSYAL ADALET (SEYYİD KUTUP)

Müslüman olduklarını söyleyen insanlar adaletsiz bir toplumda yaşadıklarını düşünerek farklı ülkelerin sistemlerini, kendi toplum yapılarını hiç hesaba katmadan uygulamaya başlamışlardır. Zamanla dini pratik hayatlarından uzaklaştırmışlar ve dinin yalnızca kul ile Rabbi arasında bir bağ olarak görmeye başlamışlardır. Bu düşünce Hristiyanlık ile yayılmıştır. Zamanla din adamları sınıfı oluşmuştur ve kilise neredeyse kraldan daha üstün bir otoriteye sahip olmuştur. Ta ki rönesans dönemine kadar. Kilise ile düşünce arasında zıtlık rönesans ile oluşmaya başlamıştır. Kilisenin otoritesi iyice sarsılmış ve dinin insanları uyuşturduğu düşünülmeye başlamıştır. 

Oysaki İslam’ın pratik hayattan uzaklaşıp insan vicdanına hapsedilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla sosyal hayattan ayrı düşünülemez. Buradan hareketle İslam’da sosyal adalet diğer otoritelerde olduğu gibi sadece iktisadi yönden değil, insan hayatının görünen tüm yönlerini kapsar. İslam sosyal adaleti üç temele dayandırır:

Mutlak Vicdan Özgürlüğü

İslam, vicdanı başkalarına kulluktan kurtarıp sadece Allah’a kulluk etme özgürlüğüne kavuşturur. Ondan başka kimsenin insanlar üzerinde bir hakkı ve yetkisi yoktur. Hiçbir kulun da diğerine üstünlüğü yoktur. 

İnsan her türlü şirkten kurtulup, tüm araçları ortadan kaldırıp bir tek olan Allah’a kulluk etmelidir. Böylece kendisi için bir rızık ve makam kaygısı söz konusu olmaz çünkü mülkün ve kudretin sahibi Allah’tır. Bununla birlikte insan birtakım toplumsal değerlere, kendi zevk ve arzularına da köle haline gelmemelidir. 

Kişi asaletini yitiren şeylerden bilinçli olarak kurtulabilir fakat ihtiyaç sahibi ise dilenmek zorunda bile kalabilir. Bu durumda İslam devleti devreye girer ve zenginin malı ile o kişinin ihtiyacı karşılanır. Bu şekilde İslam vicdan özgürlüğünü koruma altına alır.

İnsani Eşitlik

Yaratılış bakımından hiç kimsenin diğerini üstünlüğü yoktur. Belli bir soy, ırk, kabile üstünlüğü söz konusu değildir. Üstünlük yalnızca takva iledir. Peygamberler dahi kendilerinin kutsallaştırılmasından çekinmişlerdir. Onlar da beşerdir. Kutsiyet yalnızca Allah’a aittir. 

Kadın ve erkek beceri ve kabiliyet bakımından farklıdır fakat ruhi ve dini açıdan eşittir. İslam kadına hiçbir kültürün bahşedemeyeceği hakları vermiş ve tüm bu hakları koruma altına almıştır. 

Her bireyin saygınlığı ve asaleti vardır ve bu saygınlık korunur. Bu yüzden kimse kimsenin hakkını çiğnememelidir.

Sosyal Dayanışma

İslam bireye, kimseye zarar vermeyecek şekilde özgürlük hakkı tanımıştır. Bu özgürlük beraberinde sorumlulukları da getirir. İnsan sürekli kendi nefsini sorgulayıp hesaba çekmelidir. Özgürlük ve sorumlulukları birbirini dengelemelidir. 

Kişi ailesiyle de dayanışma içinde olmalıdır. Çocuklar anne ve babalarından birçok şeyi miras olarak alırlar. Onların kazançlarından harcamaları da haktır. 

Her birey toplumun faydasını gözetmek zorundadır. Yalnızca kendi özgürlüğünü düşünerek hareket edemez. Görev ve yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Eğer toplumda bir yanlış görüyorsa da bunun önüne geçmek için çabalamalıdır. 

İslam devleti zekatı toplayıp gerekli yerlere harcanmasını sağlamakla yükümlüdür. Eğer yeterli olmazsa durumu iyi olanlara vergi yüklenir.

İslam kısası teşvik etmiştir. Bunda toplum için hayat olduğunu ifade eder. 

Ferdi Mülkiyet

Ferdi Mülkiyet Hakkı

İslam mülkiyet hakkını meşru yollardan çalışarak edinmeyi kabul etmiştir ve malları koruma altına almıştır. Bu hak ile çalışma ve karşılığında alınan ücret ile de adalet sağlanmış olur. Miras alma ve bırakma da kesin haktır.

Ferdi Mülkiyet Yapısı

Birey sahip olduğu mal üzerinde sadece bir görevlidir. Aslen o mal topluma aittir. Mal sadece zenginler arasında dönüp durmamalıdır. Devlet eli ile zenginden alınıp fakire aktarılmalıdır.  Böylelikle denge sağlanmış olur.

Ferdi Mülk Edinmenin Araçları

Mülk edinmek için çeşitli yollar meşrudur: avcılık, toprak işleme, hammadde işleme gibi. Çalışmak insanı diri tutar ve tembellikten korur. İnsan bunun karşılığında tatmin edici bir kazanç da sağlar.

Mülkiyeti Geliştirmenin Yolları

İslam mal sahibine malını artırma özgürlüğü verir fakat toplumu aldatamaz, malını faizle işletemez. Hakların sahiplerine verilmesinde son derece titiz davranır. Stokçuluk yapmak da kabul edilemez. 

İnfakın Yolları

İslam fakire zekat vermeyi emreder fakat sadece karın tokluğu değil hayatının normalleşmesini sağlayacak şekilde verilmesini emreder. Allah’ın bizim için helal kıldığı şeyleri kendimize haram kılmamalıyız. İsrafa kaçmadan ve mahrumiyet de çekmeden dengeli bir biçimde harcamalıyız. 

İslam’da Sosyal Adaletin Araçları

İslam insanlık açısından tam kapsamlı bir adaleti hedefler. Bunu da iki güçlü temel üzerine ayakta tutmuştur: İnsanın ruhi derinliklerine dayanan bir vicdan ve toplumsal çerçevedeki kanuni yükümlülük. İslam vicdanı arıtıp eğittikten sonra ona güven duyulması noktasında cimriliğe gitmez, vicdanı uygulayacağı kanunlar üzerinde bir bekçi tayin eder. Vicdan üzerine de Allah korkusunu gözetici kılar. ‘İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki alıcı yaptığını alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız. O hiçbir söz söylemez ki yanında çok dikkatli bir gözetleyici olmasın!’ (Kaf, 16-18) 

İslam’ın meydana getirdiği dengeli sosyal toplumdan iki örnek olarak zekat ve sadaka konuları üzerinde durduk. Zekat, mali gücü yerinde olanların malında yoksulların bir hakkı olarak yasa gücü ile farz kılınmıştır, miktarı bellidir. Bunun yanı sıra sadakada miktar belli değildir ve tamamen vicdana bırakılmıştır. Bu şekilde İslam kardeşlik ve şefkat duygularını geliştirme temelli bir dayanışma sağlar. Dinimizde merhamet elini canlı olan her şeye uzatmaktadır. Nitekim sahabenin ‘Ey Allah’ın Rasulu! Hayvanlar yüzünden de biz ecir ve mükafat alır mıyız? ‘ sorusuna Peygamberimiz(a.s.m.):’ Evet. Kendisinde can olan her şey için ecir vardır.’ cevabını vermiştir. İslamda merhamet imanın temeli ve alametidir. İşte İslam bu esasa dayanarak kişiyi sadaka vermeye ve iyiliğe yöneltir. İsteyerek ve mükafatını yalnızca Allah’tan bekleyerek kişiye infak etmeyi sevdirir. Bu durumun çarpıcı örneklerinden biri olarak hepimizin bildiği muhacir ensar kardeşliğini düşünebiliriz.

Sadakayı Kurani bağlamda incelediğimizde, sadakanın ödenmesi garanti altına alınan Allah’a verilmiş bir borç, karlı bir ticaret, ruhu ve malı temizleyen, kişiyi tehlikeden koruyan ve karşılığında cennet vaat edilen bir ibadet olduğunu görüyoruz. Ayrıca sadaka için de birtakım kurallar ve adap belirlenmiştir. Hem kişinin onurunu korumak hem de böbürlenmeyi engellemek için gizli verilmesi güzel görülmüştür.

‘Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğe erişemezsiniz.’ (3:92)

İslam’da Yönetim Politikası

Seyyid Kutub’un bu konuda değindiği ilk nokta kişinin İslam nizamıyla diğer beşeri sistemler arasında benzerlik arayışına girmesinin aşağılık kompleksi ve yenilgi duygusunun bir sonucu olduğu düşüncesidir. İslami sistem ve beşeri sistemler kimi zaman bazı noktalarda birleşir kimi zaman ayrılırlar. Fakat tüm bunlara rağmen İslam mükemmel ve bağımsız bir sistemdir. 

İslam literatüründe din kavramı modern terminolojide geçen düzen, sistem kelimeleriyle eş anlamlıdır. Aynı zamanda akide, ahlak ve şeriat da din mefhumu içerisindedir. İslami yönetim sisteminde yöneticiler hiçbir zaman kendilerinde yasa koyma yetkisini görmemelidirler zira bu hak sadece Allah’a aittir. İşte İslam nizamı beşeri nizamlardan köklü bir şekilde ayrılır ve en büyük farklılık burada görülmektedir. Yönetim politikası ise şu temel üzerinde ayakta durur. Yönetenlerin adil davranmaları, yönetilenlerin itaati ancak yönetici ve yönetilenler arasında şura ile mümkündür. 

Yönetenlerde adalet: Ayet ve hadislerde görüyoruz ki hiçbir sevgi ve nefretin, akrabalık ve yakınlığın, mal ve soyun terazinin dengesini değiştiremediği, İslam’ın bütün fertlerinin eşit yararlandığı bir adalet emredilmektedir.

Yönetilenlerde adalet: ‘Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan idarecilere itaat edin.’ (Nisa,59)

İslam’da yönetici, Müslümanların mutlak hürriyetleriyle seçtikleri ve otoritesini sadece şeriatı uygulamaktan alan kimsedir. Peygamberimizin kendisinden sonraki halifeyi tayin etmemesinin hikmeti de budur.                                                                                                 

Şura: Hakkında ilahi hüküm olmayan konularda ashapla istişarenin pek çok örneğini hem peygamberimizin hayatında hem de halifeler zamanında görmekteyiz. İslami hareket her zaman ve her dönemde danışma meclisini belirlemektedir. Bu şekilde dengeli ve adil yönetim sistemi sağlanmaktadır.

SON TAHLİLDE,

CENAB’I HAK BUYURUYOR Kİ

Ey iman edenler!

Adâleti ayakta tutan kimseler olunuz.”

KAYNAKÇA

  1. Çağlayan H. Sosyolojik Açıdan Müslüman İlahî Adalet Algısı. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi. 2016 Nisan; 5(2).
  2. Oral O. KELÂM İLMİNDE İLÂHÎ ADALET. KADER Kelam Araştırmaları Dergisi. 2013; 11(1).
  3. Toksöz H. Fârâbî Düşüncesinde İlahi Cömertlik (Cûd) ve Adalet (Adl). Diyanet İlmi Dergi. 2016 Ocak-Şubat- Mart; 52(1).
  4. KALKIŞIM MM. KUTADGU BİLİG’DE “ADÂLET” DEĞERİ. MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi. 2013 Güz;(1).
  5. KARA M. KUR’ÂN’DA ‘ADÂLET KAVRAMI VE GÜNCEL DEĞERİ. ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ. 2013;(34).
  6. ERSÖZ R. Kur’ân’a Göre “Hakk” ve “Adalet” Kavramları Bağlamında İslâm Toplumunun İctimâî Değerleri. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 2016 Aralık; 18(2).
  7. KUŞPINAR B. Adalet Kavramı Konusunda Gazâlî, İbn Arâbî ve Mevlânâ’nın Görüşlerinin Analizi. Beytulhikme: An International Journal of Philosophy. 2017; 7(2).
  8. YÜKSEL MM. KARİZMATİK LİDER ÖRNEĞİ OLARAK Hz. ÖMER. YÜKSEK LİSANS TEZİ. KONYA: SELÇUK ÜNİVERSİTESİ, DİN SOSYOLOJİSİ; 2006.
  9. Kutub S. İslam’da Sosyal Adalet Ünal H, editor.: Beka Yayınları; 2014.