AKIL

KAVRAM ÇALIŞMA GRUBU

· 18 dk okuma süresi >

YAZARLAR

¹Zülal DURU *

¹Hatice Hilal POLAT

²Şevval YİĞİT

  1. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  2. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi

*İletişim: zlalduru@gmail.com

AKIL KAVRAMI عقل

DİLSEL İNCELEME

“Akıl/akletme” kelimesi Arapça “ع-ق-ل” kökünden türemiştir. İsim olarak akıl,“akale”,“ya’kılu” fiilinin mastarıdır. Kelime Kuran’da isim olarak değil fiil olarak geçmektedir.

DİLDE VE DİNÎ METİNLERDE AKIL KAVRAMI

Sözlükte “el-akl” kelimesi, “tutmak”, “alıkoymak” (istimsâk) ve “engellemek” (habs) anlamındadır. Bazı dilciler, “el-akl” mastarının Arap dilinde ahmaklığın karşıtı olarak kullanıldığını söylemişlerdir. “el-akl”ın en bilinen anlamı ise, tedbirli davranmaktır. Bu nedenle çirkin kabul edilen işlere girmeyen, utanç verici durumlardan uzak duran kişilere “âkıl/akıllı” denilmiştir. Zira akıl kişiyi çirkin ve utanç verici durumlara düşmekten alıkoyar. Akıl kelimesinin sözlük anlamının “hayvanın ayağını bağlamak” olduğu düşünülerek, akıl ile bu mâna arasında bir ilgi kurulmuş ve hayvanın ayağındaki bağ, onu tehlikelere düşmekten alıkoyduğu gibi, aklın da insanı tehlikeden koruduğu, bu nedenle tedbirli insanlara akıllı denildiği söylenmiştir.
Dinî metinlerde ve Arap dilinin İslâm tarihinin ilk dönemlerindeki kullanımında, akıl teriminin daha ziyade amelî yönü ve akletmenin fiilî neticeleri üzerinde durulduğu görülmektedir. Bu dönemde aklın nazarî anlamının bilinmediği ve kullanılmadığı iddia edilemese bile, en azından böyle bir ayırıma gidilmediği söylenebilir.

A) Aklın Tanımı ve Mahiyeti Hakkındaki Tartışmalar

Akıl konusunun gündeme gelmesiyle birlikte akıl üzerine düşünme ve aklı açıklama gayretleri de başlamış; bunun sonucunda çeşitli akıl tanımları ortaya çıkmıştır. Akıl konusundaki ilk tanımlar felsefeciler tarafından yapılmıştır. Nitekim Yunan felsefecilerinin akıl hakkındaki görüşlerini büyük ölçüde benimseyen ilk İslâm felsefecilerinden Ya’kûb b. İshâk el-Kindî (ö.252/866) aklı, “varlığın hakikatini kavrayan basit bir cevher” şeklinde tanımlamıştır. Felsefeciler akıl ile ilmi ayırmışlar ve aklın insanda yaratılmış bir cevher olduğunu ve ilimlerin merkezi durumunda bulunduğunu iddia etmişlerdir.
İmam Şafii (ö.204/819) aklın, “nesneleri ve zıtlarını ayırıcı (mümeyyiz)” olduğunu söylemiştir. Aklı yaratılışta bulunan bir özellik kabul eden Maturidi, muhtemelen bu ifadeden hareketle aklı, “aynı nitelikte olanları biraraya toplayan, ayrılması gerekenleri ayıran” şeklinde tanımlamıştır.
Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) aklı, insanın yaratılışında bulunan bir tabiat (garîza) şeklinde nitelendirmiştir. Hâris el-Muhâsibî, Ahmed b. Hanbel’i izleyerek aklı, “bilginin (marifet) kaynağı bir tabiattır (garîza)” şeklinde anlatmıştır. Muhâsibî, bilmek, kabul etmek, inkâr etmek ve zannetmenin akıl melekesi ile meydana geldiğini söylemiştir. Bu durumda Gazzâlî, haklı olarak, Muhâsibî’nin aklı, “kendisiyle nazarî ilimlerin bilindiği bir garîza” şeklinde tanımladığını söylemiştir. Ayrıca Gazzâlî, Muhâsibî’nin tanımladığı aklın, insanları hayvanlardan ayıran, nazarî ilim ve sanatların öğrenildiği; nesnelerin idrakini temin eden kalpteki bir nur olduğunu belirtmiştir.
Hâris el-Muhâsibî (ö.243/857) kelâmî meseleler hakkında konuşan ilk Sünnî âlimlerdendir. Aklın mahiyeti üzerinde durduğu için, akla ontolojik açıdan yaklaşan ilk bilgin olduğu söylenmiştir. O, akıl hakkındaki risalesinde aklın görevinin yalnızca anlama ve açıklama olmadığını, aklın fonksiyonlarından birisinin de Allah’ı bilme (marifet) olduğunu söyler. Ona göre kişinin Allah hakkında “âkıl” olması demek, Allah’a iman etmesi demektir.Nitekim âyet-i kerimelerde akıl kelimesi her iki anlamda da kullanılmıştır: “Onu anladıktan (akalûhu) sonra, bildikleri halde tahrif ettiler” meâlindeki âyette “akletmek” fiili anlamak (fehm) mânasında kullanılmıştır. “Onların kalpleri vardır, akletmezler“ şeklindeki âyette de “akletme”, Allah’ı bilmek yani iman etmek anlamındadır. Bu durumda Muhâsibi’ye göre aklın yerinin kalp olduğu söylenebilir. Zaten İslâm âlimlerinin bir kısmı, aklın, duyguların mahalli olan beyinde bulunduğunu, diğer bir kısmı da hayatın özünün bulunduğu kalpte olduğunu söylemişlerdir. Hatta bazı dilcilere göre, aklın anlamlarından birisi de kalptir. Arap dilinde akla kalp, kalbe de akıl denmiştir. Nitekim bir hadiste akletme fiili kalbe nispet edilerek “Kalbin akletsin” buyurulmuştur.
Mu’tezile kelâmcıları ise daha ilk temsilcilerinden itibaren, akla büyük önem vermişler; doğru bilginin ancak akıl yoluyla bilineceğini öne sürmüşlerdir.Bu açıdan onların, rasyonalist düşüncenin İslâm dünyasındaki ilk temsilcileri olduğu söylenebilir. Hatta onlara göre akıl, Allah’ın insandaki vekilidir. Mu’tezile bilginleri, felsefî fikirlerden de yararlanarak temel yaklaşımlarına uygun bir akıl tanımı yapmışlardır. Buna göre, akıl, iyinin kötünün bilinmesini, kişinin mükellef olmasını sağlayan, bir kuvvedir.

B) Aklî İlkeler Hakkındaki Tartışmalar

İnsanların doğuştan “aklın ilkeleri” (mebâdi’u’l-akl) denilen bazı aklî yeteneklere sahip olduğu öne sürülmüştür. İnsanların yaratılışında bulunan akla “garîzî/fıtrî akıl” da denmiştir.Bu yaratılıştan gelen özelliği “istidlal” veya “nazar” şeklinde adlandırılan akıl yürütmeden ayırmak gerekmektedir. Akıl yürütme, “başka hükümlere ulaşmak için bir takım önermeler düzenleme” şeklinde tanımlanmıştır. Akıl yürütülerek kazanılan bilgi ise “istidlalî bilgi” diye adlandırılmıştır. Muarızları tarafından akıl yürütmeye verdikleri önem sebebiyle zaman zaman “nazzâr” şeklinde adlandırılan Mu’tezile imamları da “nazar” terimi ile akıl yürütmeyi kastetmiştir. Onlar nazarı, “bilgiye ulaşmak için delillerin tetkik edilmesi” şeklinde tanımlamışlardır. Elde edilen bilgi yani sonuç dikkate alınarak akıl yürütme işlemi bazen “tecrübî akıl” şeklinde de adlandırılmıştır.
Gazzâlî’nin garîzî(fıtri) akıl ile akıl yürütme arasındaki ilgiyi, güneş ışığı ile göz arasındaki ilgiye benzetmesi de bunu teyit etmektedir. Arap dilinde devenin bağına benzetilerek anlatılan akıl da bu fıtrî akıldır. İnsanlar fıtratlarındaki bu akıl melekesi nedeniyle mükellef olmaktadırlar. Mükellefiyetin kaldırılması ise, fıtrî aklın bulunmaması sebebiyledir. İnsanların ahlâk zayıflığını anlatmak maksadıyla akılsız oldukları söylendiğinde kastedilen de yine fıtrî akıl melekesidir. Bir görüşe göre Kur’an-ı Kerim’de “akıl bulunmadığı” için insanlardan teklifin kaldırıldığının anlatıldığı yerlerde fıtrî akıl yeteneği; “akılsız oldukları için” kâfirlerin kınandığı ayetlerde ise akıl gücü ile kazanılan ilim kastedilmiştir.

C) Gazzâlî’nin Akıl Kavramı Hakkındaki Görüşleri

Gazzâlî’ ye göre aklın birinci anlamı, insanı diğer canlılardan ayırt eden bir vasıf olmasıdır (garize), bu fıtri akıldır. Bu vasfı sayesinde insan düşünce mahsulü olan ilim ve zanaatları elde etmeye elverişli bir durumda olur. Gazzâlî aklın insanda fıtri bir özellik olduğunu hayat (canlılık) ve ayna örnekleriyle açıklar. Ona göre nasıl ki hayat canlı olan cisme cansız olan cisimden farklı bir şeyler temin ediyorsa akıl da canlıları, düşünülerek elde edilmesi mümkün olan bilgileri elde etmeye uygun hale getirir. Ayna da nasıl ki bir özelliğinden dolayı diğer cisimlerden ayrılıp başka şeyleri gösterebiliyorsa, insanın akıl özelliği de ona başka şeylerin şekil ve renklerini hikâye edebilme imkânını verip onu diğer varlıklardan ayırır.
Aklın ikinci tanımı: Gazzâlî’ye göre insandaki evveli bilgilere de akıl demek mümkündür. Çünkü bu bilgiler sayesinde insan imkânsızı imkânsız olarak, mümkünü de mümkün olarak bilir.
Üçüncü tanım: Tecrübeyle elde edilmiş bilgilere de akıl demek mümkündür. Yukarıda ikinci tanımın doğru kabul edilmesi için gerekli olan şart, bu tanım için de geçerlidir. Dördüncü tanım: İnsanda bulunan fıtri kuvve (birinci anlamdaki akıl) öyle bir noktaya ulaşır ki bu aklı elde etmiş kişi, tedbirini işlerin geçici lezzetlerine göre değil sonuçlarına göre alır. Gazzâlî’ye göre bu dört tanımı da akıl için kullanmak mümkündür. Ancak bunlardan birincisiyle, herkeste zorunlu olarak var olan aklın temel ve en genel anlamının, fakat diğer üç anlamla ise daha sonra bir çabayla elde edilenin kastedildiğini söyleyebiliriz.
Gazali, insanları iki gruba ayırır. Birinci grup, yaratılışında kendisinde tabiat olarak bulunan bilgileri hatırlayıp Müslüman olurlar. İkinci grup ise bu saklı bilgilerden yüz çevirmek suretiyle unutup kâfir olurlar. Gazzâlî sahip olduğumuz bilgilerin, en azından Allah ile ilgili olanların akıl cevherinde tabiat olarak bulunduğuna “…Umulur ki hatırlasınlar” ve “…Akıl sahipleri hatırlasın diye” gibi ayetleri delil getirir.

D) İbn-i Sina’nın Akıl Kavramı Hakkındaki Görüşleri

İbn-i Sina beşeri plandaki akılları dört kategoriye ayırarak inceler. Ona göre “heyülani akıl” bilgi edinmek için nefsin sahip olduğu bir güç ve yetenekten ibarettir. “Meleke halindeki akıl” , bu gücün daha gelişmiş ve olgunlaşmış halidir.”Fiil halindeki akıl” sübje-obje ilişkisi sonucu bilgilerin zihinde tam belirmeye ve şekillenmeye başlamasıdır. “Müstefad akıl” varlığa ait formların maddeden soyutlanarak bilgi şeklinde tam teşekkül etmiş halidir.
Görüldüğü gibi insan nefsinin sahip olduğu akıl gücü, faal aklın yardımı olmaksızın hiçbir şekilde kendiliğinden bilgi üretemez. Bilginin meydana gelişini ve aklın soyutlama yapışını İbn-i Sina kendinden önceki filozoflardan farklı olarak şu şekilde yorumlamaktadır: İnsan aklı hayalde bulunan tikellere yönelerek onları faal aklın etkisini kabul edecek bir kıvama getirir. Faal akıl etki eder etmez derhal bunlar soyut birer kavram ve bilgi haline dönüşürler. Şu halde İbn-i Sina ‘ya göre düşünmek, beşeri aklı faal aklın etkisine hazırlamaktan başka bir şey değildir.
Öğrenimin amacı ve fonksiyonu ise insan aklının faal akılla ittisal yeteneğini daha da geliştirmekten ibarettir. Ne var ki bazı kimselerde bu yetenek çok daha güçlü olduğu için onlar öğrenim görmeden de faal akılla ilişki kurma ve varlığın hakikatini, her şeyin bilgisini doğrudan elde etme imkânına sahiptirler. Böyle bir istidada sahip olan heyülani akla “kudsi akıl” adı verilir. İşte İbn-i Sina peygamberlerin mazhar olduğu vahiy bilgisini bu bağlamda söz konusu etmektedir.

KURAN’ DA AKIL KAVRAMI

“Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik ama onu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.”(Ahzab suresi:72)
Ayette emanetten kastedilen ‘insanın akıl ve hür iradeye dayalı yükümlülüğü’dür. Emanet, ilk bakışta insandan daha büyük, güçlü ve dayanıklı gibi görülen göklerin, yerin ve dağların taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. Bu ağırlık ve önemdeki emaneti insan yüklenmiştir. Çünkü o, bir yandan bunu yüklenecek kabiliyet ve yetenektedir ama öte yandan neyi yüklendiğinin farkında değildir (bu manada cahildir); onu hakkıyla taşımakta başarılı olamamaktadır (bu manada zalimdir).
Kur’an-ı Kerim’e göre insanı insan yapan, onun her türlü eylemlerine anlam kazandıran ve ilahi emirler karşısında onun yükümlü ve sorumlu tutulmasını gerektiren akıldır. Bu kelimenin fiil halinde geçtiği ayetlerde genellikle “akletme”nin yani aklı kullanarak doğru düşünmenin ve gerçeğe yönelmenin önemi üzerinde durulmuştur. İlgili ayetlere bakıldığında akl{etme}, insan zihninin, sınırları içerisinde eşyayı ve işleri bilmesi; iyiyi, doğruyu ve vahyi belirlediği çerçeve içerisinde uygun olanı seçmede etkinleşmesi şeklinde anahtar bir terim olarak görülür.
Kuran’da istenen iman “beyyine” (akıl ve idrakin işletilmesiyle elde edilen açık kanıt) üzerine oturan, akılla kucaklaşan bir imandır. Ve aklın kullanılması, tefekkür etmesi teşvik edilmez, zorunlu görülür.
“Allah’ın izni olmadıkça hiç kimsenin inanması mümkün değildir. O, akıllarını kullanmayanları inkâr bataklığında bırakır.” (Yunus suresi:100)
Bu ayet iman etmeyi bir sünnete bağlamaktadır. O sünnet Allah’ın insanların iman etmesini onların akletmesine bağlamasıdır. İman etmek akletmenin bir sonraki adımıdır. Yani insanın imanı hak etmesi gerekmektedir.
Kuran’da tıpkı Araplarda olduğu gibi akletmeyi kalbe ait bir özellik olarak dile getirilmiştir. Nasıl görmek gözle olan bir eylemse akletmek de kalple olan bir eylemdir.
“Muhakkak ki bunda kalbi olan yahut şahit olarak (zihnini toplayarak dikkatle) kulak veren· kimse için bir öğüt vardır.” (Kaf, 37)
Kuran-ı Kerim’i dikkatli incelediğimizde özellikle şu 3 konuda insanın aklını kullanıp araştırması, düşünmesi istenmiştir:
1. İnsanın nefsi: Kur’ an, insan nefsini özel bir marifet kaynağı olarak tanıtmıştır. Yine Kuran, bütün yaratılış âlemini hakikatin keşfi için bir takım ayet ve nişaneler olarak göstermiş ve insanın dış âleminden “afak”, iç dünyasından da “enfüs” şeklinde söz ederek insan nefsinin önemini hatırlatmıştır.
2. Tabiat: Kuran’ın birçok ayetinde tabiat yer, gök, yıldızlar, güneş, ay, bulut, şimşek, rüzgâr, yağmur, denizler, bitkiler, hayvanlar, mevsimler kısacası insanın etrafında gördüğü her şey üzerinde dikkatle düşünülüp araştırma ve netice alma konusu olarak gösterilmiştir:
“Bakın göklerde ve yerde neler vardır.” (Yunus suresi:101)
3. Tarih: Kuran-ı Kerim’in birçok yerinde, Allah’ın insan hayatı için koyduğu sünnetlere vakıf olmak için, geçmiş toplumların incelenmesi çağrısında bulunulmuştur. Kuran’a göre tarih ile toplumların değişim ve gelişimi bir takım sünnetler ve kanunlara dayanmaktadır. Tarihteki yücelme ve alçalmaların, başarı ve yenilgilerin, mutluluk ve zilletlerin düzenli, ince hesap ve kanunları vardır. İnsanların bu üç alana yönelerek aklını çalıştırması temelde Allah’ın birliğine, O’nun her şeyin üzerinde yegâne kudret, ihsan, güzellik nedeni olduğu bilincine varmayı (tevhit) ve tefekkür etmeyi hedeflemektedir.

Akıl kavramının geçtiği ayetlerin birey ve toplum bazında hangi mesajları içerdiğine bakalım:
Dünyadaki iş ve işleyişten yola çıkarak aklını kullanan bir toplumun Allah’ın mülkünde O’na ortak koşmayacağı
“Allah size kendinizden bir örnek veriyor: Elinizin altında bulunan hizmetçileriniz arasında size verdiğimiz rızıklarda, sizinle eşit haklara sahip ve birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekindiğiniz ortaklarınız var mı? İşte aklını kullanacak kimseler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.”(Rum,28)
⋇Yaşamın ve ölümün, gece ve gündüzün değişmesinin; doğunun-batının ve bunlar arasında bulunanların Allah’ın gücünün, iyiliğinin eseri olduğu bilincine varma.
“Yaşatanda öldüren de O’dur. Gece ile gündüzün yer değiştirmesi de O’nun eseridir. Artık aklınızı kullanmayacak mısınız? (Mü’minün, 80)
“Musa devamla şunu söyledi: ‘Şayet aklınızı kullanırsanız anlarsınız ki O, doğunun, batının ve bu ikisi arasında bulunanların rabbidir.’ ”(Şu’ara, 28)
⋇ İnsanın, belli biyolojik gelişimini tamamlayarak büyümesi ve gelişmesini sağlayan Allah’ın bu işteki kudret ve hikmetini düşünme
“Sizi toprak, sonra nutfe, sonra alaka aşamalarından geçirerek yaratan O’dur. Sonra O sizi bir bebek olarak hayat alanına çıkarır, ardından güçlü çağınıza ulaşıncaya, sonra da yaşlılar haline gelinceye kadar sizi yaşatır; içinizden bazıları bundan önce vefat eder. Sonuçta belli bir vakte kadar yaşamaktasınız. Umulur ki bunun üzerine akıl yorarsınız. (Mü’min,67)
⋇Allah’ın gökleri ve yeri yaratması, gece ve gündüzü farklı kılması; rüzgarı, bulutları ve suyu var kılması; arza çeşitli canlıları yayması; komşu kıtalar, çeşit çeşit ürünler var etmesi; geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı insanların hizmetine vermesi;arzı ölümünden sonra diriltmesi vb. olay (ayet)lardan; Allah’ın varlığına deliller çıkarma.
“Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanlara fayda veren yüklerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökten indirerek onunla ölü haldeki toprağa can verdiği ve orada her çeşit canlının yetişmesini sağladığı yağmurda, rüzgarları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirip yönlendirmesinde aklını işleten bir topluluk için elbette nice deliller vardır.”(Bakara,164)
“Yeryüzünde birbirine komşu parçalar, üzüm bağları, ekinler, sürgünlü-çatallı ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır; hepsi bir tek su ile sulanır. Böyle iken üründe bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda aklını kullanan insanlar için ibretler vardır.”(Ra’d, 4)
“O geceyle gündüzü, ayla güneşi hizmetinize verdi; yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Bunda aklını kullanan bir topluluk için önemli ibretler vardır.” (Nahl,12)
“Bilin ki Allah, ölmüş toprağa yeniden hayat verir. Şüphesiz biz düşünesiniz diye delilleri bir bir açıklamışızdır.” (Hadid, 17)
⋇Allah’ın haram kıldığı şeylerin kötü olduğu ve bunlardan uzak durmanın gerekliliğini akıldan çıkarmama.
“De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya iyilik edin. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; biz sizin de onların da rızkını veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın yasakladığı cana kıymayın. İşte bunları Allah size emretti; umulur ki düşünüp anlarsınız.” (En’am, 151)
⋇Şeytanın saptırmalarına karşı uyanık olma.
“Nitekim o şeytan sizden nicelerini saptırdı. Hiç aklınızı kullanmıyor muydunuz?” (Yasin, 62)
⋇Allah’ın Kitabında insanların günlük hayatlarıyla ilgili açıkladığı ve hatırlattığı ilişkileri; düzeni ve adabı düşünüp ondaki güzelliklere kafa yorma.
“ Gözleri görmeyene güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur. Kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde ya da dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı olarak yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin. İşte Allah, düşünesiniz diye âyetleri size böyle açıklar.” (Nur, 61)
⋇Allah’ın yanında olanın, dünyada insana verilene göre daha hayırlı ve daha kalıcı olduğunun bilincinde olma
“ (Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah’ın katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Kasas, 60)
⋇ Korunanlar için ahiret yurdunun daha hayırlı olduğuna hükmetme.
“ Biz senden önce de, memleketler halkından ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. İnkârcılar yeryüzünde dolaşıp da, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Elbette ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Yusuf, 109)
⋇Aklını kullanarak imana ulaşma.
“Andolsun ki, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Enbiya, 10)
⋇Kuran makul olmayı fert için istediği gibi toplum içinde ister. Kollektif aklın kullanılması üzerinde durur.
“ O geceyle gündüzü, ayla güneşi hizmetinize verdi; yıldızlar da onun emrine boyun eğmişlerdir. Bunda aklını kullanan bir topluluk için büyük ibret vardır.” (Nahl, 12 )
⋇Kuran’da aklımızı kullanmamız emredilirken sağlam delillere dayanmamız istenir. Bu delilleri doğru ve geçerli sonuçlar çıkaracak şekilde tertip ve tahlil etmemiz, kısaca ilmi usullere uygun yapmamız emredilir. Ayette alimler olarak geçmesinin nedeni bu.
“… işte biz bu örnekleri böylece yerleştiriyoruz. Ne var ki alimlerden başkası bunlar üzerinde aklı kullanmaz.(Ankebut, 43)

Mutezile imamlarında olduğu gibi Maturidi imamlarında da akıl imana giden yolun hazırlayıcısı olarak görülür. Yani bir elçi gelmemiş olsaydı da insan aklını kullanarak Allah’ı bulabilirdi. Buna delil şu iki ayettir:
“…(cehenneme atılanlar) şayet (peygambere) kulak vermiş ya da aklımızı kullanmış olsaydık şu çılgın alevli cehennemlikler içinde olmazdık.” (Mülk, 10)
“Onlara Allah’ın indirdiğine uyun dendiğinde onlar ‘Hayır biz atalarımızın tuttuğu yoldan yürürüz’ dediler. Ya ataları bir şey akledemeyenler ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?” (Bakara, 170)
Akıl hem insanın hareketlerini fıtrat istikametinde yönlendiren hem de onu hakikate yani Allah’a bağlayan şeyi gösterir. Bu nedenle Kuran sapıtan kimseleri aklını kullanmayan, duyularını gerçekten işletmeyen, kalplerini gerçeğe kapamış kimselerle özdeşleştirir. Mutlak varlığa, inanca ulaşabilmek için insanın aklını kullanarak bunu hak etmesi gerekir.
Kuran’da “akletme” fiilinin kullanıldığı ayetlere, ne kadarının Mekke’de, ne kadarının da Medine’de indiği açısından bakacak olursak, akılla ilgili ayetlerin ilk etapta ( Allah’ın varlığı, birliği, kudreti, ihsanı, peygamberlerin çağrısına icabet etmenin gerekliliği, şirke düşenlerin çelişkileri, ölüm-ötesi hayat ve hesap gibi daha ziyade düşündürücü nitelikte olan çarpıcı ayetlerin ağırlıkla nazil olduğu) çoğunlukla Mekke’de indiği akla gelmektedir. Hâlbuki bunlar neredeyse yarı yarıyadır. Yani bu tür ayetlerin yarısının inançsız Mekke toplumuna, ,Yarısının da inançlı Medine toplumuna inmiş olması bizi, aklı kullanmaya çağırma açısından Allah’ın her iki toplumu da eşit tuttuğu fikrine vardırmaktadır. Bu durum, “inanan toplumun’ artık akla ihtiyacı olmadığı, onu kullanmaya gerek kalmadığı” görüşüne asla geçit vermemektedir.

HADİSLERLE AKIL KAVRAMI

Akıl Allah’ın insanlara verdiği nimetlerin en büyüğüdür. Hz. Peygamber(sav) bir çok hadisinde bu nimetin ne kadar şerefli olduğunu bizlere açıkça göstermiştir. “Allah akıldan daha şerefli ve üstün bir varlık yaratmamıştır.” buyurarak bizlere verilen bu nimetin sadece müslümanlara değil bütün insanlığa verilmiş olduğunu ve herkesin aklını kullanmakla mükellef olduğunu anlatmak istemiştir.
Hz. Ömer’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
“Hiç kimse akıl gibi büyük bir fazileti elde etmiş değildir. Akıl sahibini hidayete erdirir, felaketten kurtarır. Kişinin aklı tamam olmadıkça imanı tamam, dini müstakim olmaz.”
Bu hadisteki ‘hidayet’ kavramıyla kastedilen İslamdır. Çünkü kişi aklını kullanıp doğru ve yanlışı ayırt ettikten sonra anlar ki asıl hakikat Allah’tır. En hak yol ise İslamiyettir. Ancak bu demek değildir ki kişi aklını kullanıp hak yolu bulduktan sonra akletme yükümlülüğü üstünden kalkıyor. Aksine bu aşamadan sonra kendisine yine aklını kullanması ve Allah katında olan derecesini artırmak için uğraşması emredilir. Hz.Peygamber’in Ebu Derda’ya hitaben söylediği şu sözler aklın gerçek amacını göstermektedir:
“- Ey Ebu Derda! Aklını geliştir ki Rabbine yaklaşmakta çabuk olasın.
-Annem ve babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulu! Benim için bu söylediğiniz nasıl mümkün olabilir?
-Allah’ın yasaklarından sakın, farzlarını eda et. Bunları yaptığın takdirde geçici dünyada şanın yücelir, şerefin artar. Gelecek ahirette bu yaptıklarından ötürü Rabbinin manevi yakınlığını ve salih kullarına ihsan buyuracağı izzet ve ikramı elde edersin.”
İbn Abbas’tan rivayet edilen hadiste müminlerin akledenlerinin dereceleri şöyle anlatılmıştır:
“Her şeyin bir aleti ve hazırlığı vardır. Mü’minin aleti ise akıldır. Her şeyin bineği vardır. Kişinin bineği ise akıldır. Her şeyin direği vardır. Dinin direği ise akıldır. Her kavmin bir hedefi vardır. Abidlerin hedefi ise akıldır. Her kavmin bir davetçisi vardır. İbadet edenlerin davetçisi ise akıldır. Her tüccarın bir sermayesi var, Allah yolunda çalışanların sermayesi ise akıldır. Her hane halkının bir idarecisi var, sıddıkların hanelerinin reisi ise akıldır. Her harabe olan yerin bir tamircisi vardır, ahireti imar eden ise akıldır. Her kişinin bir zürriyeti ve nesli vardır, ona nisbet edilir ve onunla yad edilir, sıddıkların nispet edilen ve yad edilmelerine vesile olan nesilleri ise akıldır. Her kavmin bir çadırı vardır, Müslümanların çadırı ise akıldır.”
Akıl aynı zamanda insanların Allah’ın emir ve itaatlerine uymak için bir aracı olarak görülmüştür. Peygamber efendimiz ile Hz. Ayşe arasında geçen şu diyalog bunu göstermektedir:
“- Ey Allah’ın Resulü! Dünyada insanlar birbirlerinden ne ile üstün olabilirler?
-Akıl ile.
-Ahirette ne ile üstünlük sağlanabilir?
-Akıl ile.
-Peki ahirette herkes yaptıklarıyla mükafat veya ceza görmez mi?
-Ey Aişe! Acaba insanlar Allah’ın kendilerine vermiş olduğu akıldan daha mı fazla ibadet ederler? Bu bakımdan herkese ne kadar akıl verilmişse onun nisbetinde hayırlı hareketleri olur ve hayırlı hareketleri nisbetinde de mükafat alır.”
Hz. Enes’ten şöyle rivayet edilir: “Bir topluluk Allah Resulü’nün yanında mübalağa edecek derecede bir kişiyi övdü. Bunun üzerine Allah resulü’ Övdüğünüz kişinin aklı nasıldır?’ diye sordu. Onlar ‘Ey Allah’ın Resulü! Biz sana kişinin yaptığı ibadet ve gösterdiği çeşitli hayırları sana söylüyoruz, sen ise onun aklının soruyorsun., bu nasıl oluyor?’ deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Yarın kıyamet gününde Allah’a en yakın derecelere her abid, aklının miktarı nisbetinde yükselecektir.”
Başka bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır:
“Ey insanlar! Rabbinizi biliniz ve anlayınız. Birbirinize aklın kemalini tavsiye ediniz. Çünkü size emredilenler gibi yasak edilenleri de akılla bilirsiniz. Biliniz ki Rabbinizin nezdinde sizi kurtaracak olan aklınızdır. Biliniz ki akıllı insan Allah’a itaat eden insandır. Bu kişinin görünüşü çirkin, zahiri kıymeti düşük, dünya mertebesi düşük ve üstü başı perişan olsa bile. Ve yine biliniz ki cahil Allah’a isyan eden kişidir. Velev ki görünüşü güzel, kıymeti halkça büyük, dünya mertebesi yüksek olsa bile. Allah nezdinde maymunlar ve domuzlar, Allah’a isyan edenden daha akıllıdır. Dünya ehlinin sizi büyütmesine itibar etmeyin ve böyle şeylerden kaçının. Çünkü esas zararda olan ehl-i dünyadır.”

SON TAHLİLDE,
CENAB-I HAK BUYURUYOR:
“HİÇ AKLETMEZ MİSİNİZ?”

KAYNAKÇA

  1. Tekineş A. İlk devir İslam dünyasında akıl üzerine tartışmalar, DİVAN Dergisi; Sayı:1; s 199-209; 2001
  2. Yıldız M. Gazali’ye Göre Akıl ve Dini Bilgi Kaynağı Olarak Aklın Önemi, Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi; Cilt:3; Sayı:4; s 14-27; 2014
  3. Bolay S.H. AKIL, İslam Ansiklopedisi, cilt:2,sayfa:240-242
  4. Gazali, İhya-u Ulumuddin, Akit yayınları,1992,cilt:1,s.271-283
  5. Feyizli H.T.Tefsirli Kuran-ı Kerim Meali, Server İletişim Yayınları, 2014
  6. Paslı C. Akıl Etmez Misiniz, Çimke Yayınları, 2017
  7. Emiroğlu İ. Kur’an’da Akıl ve İnsan, D.E.O. İlahiyat Fakültesi Dergisi Sayı XI, İzmir 1998, ss. 69-99
  8. Pişgin Y. Kuran’da Kalbin Akledişi:İman, Kelam Araştırmaları 11:2 (2013), SS.112-128.
  9. Tayfur H. Kur’an’da Akıl Kavramı, İslami Yorum Dergisi,21.06.2015