DÜNDEN BUGÜNE ASKERİ VESAYETİN GÖLGESİNDE: MISIR

CİHANNÜMA ÇALIŞMA GRUBU

· 24 dk okuma süresi >

YAZARLAR

¹Awab Alneamy

²Hatice Hilal POLAT*

³Muhammed Yusuf BAYKAL

  1. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  3. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi

*İletişim:haticehilalpolat@gmail.com

İçindekiler

MISIR ARAP CUMHURİYETİ

Temel Göstergeler

Resmi Adı: Mısır Arap Cumhuriyeti

Yönetim Biçimi: Parlamenter Demokrasi

Bağımsızlık Tarihi: 28 Ocak 1922 (İngiltere’den)

Başkent: Kahire

Yüzölçümü: 1.001.450 km2

Nüfusu: 99 milyon (2018)

Nüfusun Etnik Dağılımı: %99.6 Mısırlı Araplar, %0.4 diğerleri

İklimi: Sıcak ve kurak çöl iklimi hâkimdir. Kışlar ılık ve az yağışlı, yazlar çok sıcak ve kuraktır.

Coğrafi Konumu: Çok büyük bir bölümü Kuzey Afrika’da, küçük bir bölümü (Sina Yarımadası) Asya’da yer alan Mısır, batıda Libya, güneyde Sudan, kuzeyde Akdeniz, doğuda İsrail, Filistin ve Kızıldeniz ile komşudur.

Komşuları: Sudan (1.276 km), Libya (1.115 km), İsrail (208 km), Gazze Şeridi (13 km), kıyı şeridi (2.450 km)

Dil: Arapça, İngilizce ve Fransızca

Din: %90 Müslüman, %10 Hristiyan-Kıptî

Ortalama Yaşam Süresi: 73.7 yıl

Okuma Yazma Oranı: %73.8

Para Birimi: Mısır Lirası

Milli Gelir: 237 milyar dolar (2017 IMF)

Kişi Başı Ortalama Milli Gelir: 2.501 dolar (2017 IMF)

İşsizlik Oranı: %11.9

Enflasyon Oranı: %23.5 (2017)

Reel Büyüme Hızı: %4.2

Yoksulluk Oranı: %27.8

İhracat Ürünleri: Ham petrol ve petrol ürünleri, altın, elektrik iletkenleri ve kablolar, pamuk, sebze-meyve, işlenmiş gıdalar, tekstil ürünleri, metal ürünler, kimyasallar

İthalat Ürünleri: Petrol yağ ve gazları, buğday, tıbbî ilaçlar, ham petrol, mısır, binek otomobiller ve diğer motorlu taşıtlar, telefon cihazları, demir-çelikten üretilmiş eşya, dondurulmuş sığır eti, kereste, soya fasulyesi, demir cevheri, şeker pancarı, palm yağı

Başlıca Ticaret Ortakları: Çin, Almanya, ABD, Rusya, BAE, Suudî Arabistan, İtalya, Türkiye, ABD, İngiltere, Hindistan, Brezilya, Ukrayna, İspanya

Mısır’ın Yakın Tarihine Kısa Bir Bakış

1882 yılında başlayan İngiltere’nin Mısır’ı fiilî işgali,  Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine resmî himayeye dönüştürülmüş ve İngiltere, Osmanlı’nın Mısır’daki hükümranlığını tanımadığını açıklamıştır. Şubat 1922’de Mısır bağımsızlığını ilan etmişse de İngiltere, ülkedeki varlığını sürdürmüştür. Bağımsızlık ilanının hemen ardından ülkede monarşiye geçilmiş ve yine Kavala Hanedanı’ndan Ahmed Fuad geniş yetkilerle donatılarak kral ilan edilmiştir.

1924 yılında yapılan seçimleri kazanan Vefd Partisi hükümeti kurarken, İngiltere’nin ülke üzerindeki tahakkümünü devam ettirme girişimleri, monarşi ile hükümetler arasında uzun yıllar sürecek olan gerilimlere yol açmıştır. 26 Ağustos 1936 tarihinde imzalanan antlaşma, tam bağımsızlığa giden yolda bir merhale oluşturmuş, 1937 yılında Mısır Birleşmiş Milletler’ e üye olmuştur. Öte yandan yükselen Mısır, Arap milliyetçiliği bağlamında önce Filistin sorununa ilgi duymuş, ardından Arap Birliği’nin kurulması aşamasında aktif rol almıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar Mısır tarafsızlığını korumuş olsa da, İngilizlerin bölgedeki askerî varlıkları engellenememiştir.

Savaş sonrasında Mısır halkının İngiltere’nin bölgedeki varlığına duydukları öfke daha da artmış, siyasî ve ekonomik sorunlar ülke geneline yayılmıştır. Bu süreçte Hasan el-Benna liderliğinde kurulan ve giderek ülke çapında bir yapılanmaya dönüşen Müslüman Kardeşler teşkilatı, İngilizlerin ülkedeki varlığının sonlandırılması, ülke yönetiminde halkın taleplerinin dikkate alınması ve bütün bu süreçlerde İslamî bir yaklaşımın benimsenmesi için mücadele etmiştir. Ancak Şubat 1949’da Benna’ya yönelik suikast, Ekim 1951’de dönemin başbakanı Nahhas’ın İngilizlerle 1936 yılında yapılan antlaşmayı tek taraflı olarak feshetmesi ve Kral Faruk’un Mısır ve Sudan Kralı ilan edilmesi, İngilizlerin Ocak 1952’de İsmailiye kentinde gerçekleştirdiği büyük katliam ve birbiri ardına gerçekleşen hükümet değişiklikleri ile Mısır büyük bir kaosa sürüklenmiştir. Böyle bir siyasal ve toplumsal zeminde Temmuz 1952 tarihinde gerçekleşen askerî darbe ile Cemal Abdünnasır başkanlığındaki Hür Subaylar Hareketi yönetime el koymuştur. 18 Haziran 1953’te monarşi kaldırılarak cumhuriyet ilan edilmiş, anayasa yürürlükten kaldırılarak siyasî partiler kapatılmış ve Müslüman Kardeşler’ in faaliyetleri yasaklanmıştır. 1956 yılında yapılan seçimlerin ardından Cemal Abdünnasır yönetimin başına geçmiştir.

1953 yılında İngilizlerle varılan mutabakat neticesinde Sudan’a bağımsızlık verilmiş, 1958 yılında ise Mısır, Suriye ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Aralarında sınır olmayan bu iki ülkenin başkenti Kahire olarak belirlenmiş ve devlet başkanı da Cemal Abdünnasır olmuştur. Yemen’in de şeklî olarak kısa süreliğine katıldığı bu birliktelik fazla uzun sürmeyerek 1961 yılında dağılmışsa da, Mısır bu ismi 1971 yılına kadar kullanmaya devam etmiş, bu tarihten itibaren de devletin ismi Mısır Arap Cumhuriyeti olarak değiştirilmiştir.

Mısır’da Cemal Abdünnasır (1956-1970) ile başlayan süreç, daha sonra Enver Sedat (1970-1981) ve Hüsnü Mübarek (1981-2011) dönemlerinde de benzer şekilde devam etmiş, Mısır yarım yüzyılı aşkın bir süre dikta rejimleri tarafından yönetilmiştir. Abdünnasır döneminde öne çıkan sosyalist politikalar, daha sonra tedricen kaldırılmış, ilk yıllarda İsrail’e karşı girişilen Arap Savaşlarının ardından, 1979 yılında ABD’nin arabuluculuğunda imzalanan Camp David Antlaşması ile Filistin sorununa ilişkin tavır değişikliğine gidilmiştir.

2011 yılında başlayan “Arap Baharı” sürecinin en etkili olduğu ülkelerden biri Mısır olmuştur. Yaşanan kitlesel olaylar nedeniyle Hüsnü Mübarek 11 Şubat 2011 tarihinde istifa etmiş, Haziran ayında yapılan seçimler sonucunda Muhammed Mursi cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Ancak gerek küresel aktörler, gerek ülke içinde yerleşik statükocu yapılanmaların müdahaleleri ile bu sürecin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi mümkün olmamış ve nihayet 3 Temmuz 2013 tarihinde Abdülfettah Sisi liderliğinde gerçekleştirilen kanlı darbe ile yönetime el konulmuştur. Ülke halen darbeci rejim tarafından yönetilmektedir.

ARAP – İSRAİL SAVAŞLARI

Arap-İsrail sorunu, her ne kadar Birleşmiş  Milletler’ in Filistin’i taksim kararının ardından 1948’de kurulan İsrail devletine karşı Arap ülkelerinin savaş açmasıyla başlamış görünse de temeli 1917’de Balfour Deklarasyonu’yla Filistin’de bir “Yahudi milli yurdu” kurmayı taahhüt eden İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Ortadoğu politikalarına dayanmaktadır.     

Filistin sorununun ilk evresi, Yahudilerin Yahudi milli yurdunu kurma, Arapların da bunu engelleme mücadelesi etrafında 1948’e kadar sürmüş ve İsrail devletinin kurulmasıyla neticelenmiştir. 1948’den sonraki evre ise İsrail ile Arap devletleri arasındaki savaşlar ve sonuç getirmeyen barış girişimleriyle şekillenmiştir.     

Arap-İsrail sorunu; 1948, 1967 ve 1973’te üç büyük savaşa, Filistin ve Arap topraklarının işgaline, yurtlarını kaybeden Filistinlilerin mülteci durumuna düşmesine yol açmış, bölgede kamplaşmalara sebep olmuştur. Silahlanmayı arttırmış, radikalizmi güçlendirmiş, büyük güçlerin bölgeyi nüfuz alanlarına bölmesine zemin hazırlamıştır.

1948 Arap İsrail Savaşları

15 Mayıs 1948’de Ürdün, Irak, Suriye, Mısır ve Lübnan ordularının Filistin’e girmesiyle başlayıp 7 Ocak 1949’da biten 1.Arap-İsrail Savaşı’nın ilk günlerinde Araplar, nispi bir üstünlük elde etmiş, Mısır Gazze’yi, Ürdün Kudüs’ün doğu kesimi dahil, Batı Şeria’yı almıştır. Ancak ateşkes sırasında, ambargoya rağmen, Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya kanalıyla silah sağlaması , asker ve silah takviye etmesi sayesinde İsrail toparlanarak üstünlüğü ele geçirmiştir. Arapların savaşı kazanamayacağı anlaşılınca 1949’da yapılan ateşkes antlaşmalarıyla nihai olmayan ateşkes sınırları belirlenmiştir. Buna göre, Filistin; İsrail, Mısır, (Gazze Şeridi) ve Ürdün (Doğu Kudüs ile Batı Şeria) arasında paylaşılmıştır. İsrail, “bütünlüklü ve savunması mümkün bir sınır” elde etmiştir. Filistin, Taksim Planı’na  göre elinde olması öngörülen toprakların büyük kısmını kaybetmiştir. Kudüs bölünmüş, yaklaşık 150 bin Filistinli İsrail, 450 bin Filistinli Ürdün, 200 bin Filistinli de Mısır yönetiminde kalmış, 750-800 bin civarında Filistinli de mülteci durumuna düşmüştür.

1967 Arap-İsrail Savaşı

1966’da Suriye’de Baas Partisi’nin iktidara gelmesinden sonra artan Suriye-İsrail gerginliği, Suriye ile Mısır arasında karşılıklı savunma anlaşması imzalanmasına neden olmuştur. Suriye ve Ürdün’den İsrail’e yönelik olarak sürdürülen Filistin gerilla faaliyetleri nedeniyle İsrail’in kendisini kuzeyden ve güneyden iki düşman devlet arasında sıkışmış hissetmesi ve önleyici amaçlı bir harekat planlamasıyla Haziran 1967’de savaş gündeme gelmiştir. Mısır, İsrail’in Suriye sınırına yığınak yaptığı istihbaratı üzerine, önce Sina’ya girmiş, buradaki BM gücünün çekilmesini sağlayarak, İsrail ile arasındaki tampon bölgeyi ortadan kaldırmıştır. Ardından Mısır’ın Tiran Boğazı’nı kapatması, İsrail tarafından savaş nedeni olarak kabul edilmiştir. İsrail Hava Kuvvetleri’nin 5 Haziran 1967’de Arap havaalanlarına eş zamanlı saldırısıyla henüz havalanmamış 304 Mısır, 53 Suriye ve 287 Ürdün uçağı vurulmuş ve savaş resmen başlamıştır. Bu operasyonla hava üstünlüğünü sağlayan İsrail 10 Haziran’a kadar süren kara savaşında  Mısır, Suriye ve Ürdün’ü rahatça yenmiştir. Bu şekilde, Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü, yani tüm Filistin topraklarını ve Suriye’nin Golan Tepeleri ile Mısır’ın Sina Yarımadası’nı  ele geçiren İsrail, topraklarını üç katına çıkarmış, güvenliği için çok önem verdiği stratejik derinliği kazanmıştır. Kudüs’ün tamamen İsrail hakimiyetine girmesi sadece Arap ülkelerinde değil, tüm Müslüman dünyasında büyük tepkiye yol açmıştır.

1973 Arap-İsrail Savaşı

Nasır’ın 1971’deki ölümünden sonra yerine gelen yardımcısı Enver Sedat, hem savunma harcamalarının yükünden kurtulup hem Amerikan yardımı alabilmek için  İsrail’in Sina’dan çekilmesini, Süveyş Kanalı’nın yeniden uluslararası deniz trafiğine açılmasını ve İsrail ile barış yapılmasını planlamıştır. Ancak o günkü güvenliği için sınırlarını hayati önemde gören İsrail bu öneriyi kabul etmemiştir. Bu çerçevede Mısır, Suriye ve Ürdün arasında yapılan savaş planlamalarının ardından, İsrail’in Yom Kippur tatilinde olduğu 6 Ekim 1973’te Mısır ve Suriye kuvvetleri iki ayrı cepheden İsrail’e saldırıya geçmişlerdir. Mısır Ordusu Süveyş Kanalını geçmiş, Suriye Ordusu da Golan’ı ele geçirmiştir. Ancak  İsrail, ABD’nin havadan cephane ikmali yaparak yardımda bulunmasıyla karşı saldırıya geçmiş ve durum değişmiş, ateşkes ilan edilmiştir.

1974’te, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in “mekik diplomasisi” sonucunda, İsrail ile Mısır ve Suriye arasında ayırma antlaşmalarının imzalanması önemli bir gelişme olmuştur. Bu antlaşmalar, İsrail’in işgal ettiği topraklardan –Sina ve kısmi olarak Golan- çekilebileceğini göstermiş ve FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü)’nün politikasında bazı değişikliklere yol açmıştır. İsrail ile Ürdün arasında bir ayırma antlaşması yapılması halinde, 1967’de Ürdün’den alınan Batı Şeria’nın bu ülkeye iade edilme olasılığı ve ABD’nin FKÖ’yü devre dışı bırakıp Ürdün ile anlaşmayı tercih edeceğinin anlaşılması, Arap ülkelerini ve FKÖ’yü harekete geçirmiştir.

FKÖ, Haziran 1974’te 10 maddelik bir siyasi program kabul ederek Filistin topraklarının İsrail’den kurtarılan herhangi bir parçasında bağımsız ulusal otorite kuracağını açıklamıştır. Bu değişiklik, FKÖ’nün Batı Şeria ve Gazze’de bir Filistin devleti kurulmasını onayladığı ve zımnen de olsa İsrail’in varlığını tanıdığı şeklinde yorumlanmıştır. Bununla birlikte, siyasi programda 242 sayılı BM kararı reddedilmiş ve İsrail’e karşı silahlı mücadelenin sürdürüleceği belirtilmiştir. Siyasi programın açıklanmasından sonra Ekim 1974’te Rabat’ta yapılan Arap Zirvesi’nde FKÖ’nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak tanınması, Ürdün’ün Filistinlileri temsil iddiasına ciddi bir darbe olmuştur. Bu nedenle Kral Hüseyin, bu kararı ancak Arap ülkelerinin yoğun baskıları ve maddi yardım taahhütleri karşılığında kabul etmiştir.  Ürdün’e göre, Rabat Zirvesi kararı Filistin halkına danışılmadan alınmış ve FKÖ Filistin halkına empoze  edilmiştir.

1973 Arap-İsrail savaşının bir diğer sonucu ise , Arap ülkelerinin petrolü Batıya karşı silah olarak kullanmaya karar vermeleri ve bütün dünyada bir petrol krizinin ortaya çıkması olmuştur. Petrol üreticisi Arap ülkelerinin , Suriye ve Mısır’ı desteklemek amacıyla İsrail’in  işgal ettiği Arap topraklarından çekilinceye kadar petrol üretimini kısacaklarını açıklamaları ile petrol fiyatları hızla yükseltmiştir. Petrol fiyatlarındaki artışlar, özellikle Batı Avrupa ve Japonya’da paniğe neden olmuş, ancak sarsıntı kısa sürede atlatılmıştır. Sonuçta, BM’nin 242 ve 1973 savaşı sonunda kabul edilen aynı içerikteki 338 sayılı kararlarının desteklendiğine dair yapılan bazı açıklamalar dışında, Batılıların ve ABD’nin Ortadoğu politikasında ciddi bir değişiklik meydana gelmemiştir.

1973 savaşı sonunda Mısır, yalnızca Sina’yı geri almakla kalmamış, ABD ile ilişkilerini geliştirerek, Sovyet kampından uzaklaşmaya başlamıştır. Mısır gibi önemli bir Arap ülkesinin ABD ile yakınlaşması, Ortadoğu’da dengeleri ciddi şekilde etkilemiştir. Esasen 1973 savaşının en önemli sonuçlarından biri 1978 Camp David antlaşmalarına giden yolu açmış olmasıdır. Camp David antlaşmalarıyla Mısır, İsrail ile ikili barışın sağlanmasından ziyade, kapsamlı bir Ortadoğu barışını ve Filistin sorununun çözümünü amaçlamıştır. Ancak, İsrail’in olumsuz tutumu buna imkan vermemiştir.

BİRLEŞİK ARAP CUMHURİYETİ (1958–1961)

Mısır ile Suriye arasında gerçekleşen ve 3 yıl süren bu birlik Arap ülkelerinin tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Resmi olarak 1 Şubat 1958 yılında kurulmuştur. Suriye tarafından bu istek daha önceleri dile getirilse de Mısır Cumhurbaşkanı Abdülnasır tarafından uygun şartların oluşmadığı gerekçesi ile hep ertelenmiştir. Suriye tarafından ilk birleşme önerisi 1955 yılında Bağdat Paktına tepki olarak gündeme gelmiştir. Suriye Başbakanı Halid El-Azimi iki ülke ordularının entegrasyonu için ekonomik-siyasi birleşmeyi önermiştir. Bu birleşmeden önce dönemin siyasi olaylarına bakmamızda fayda vardır.

Dönemin Türkiye Başbakanı Adnan Menderes Suriye’ye yaptığı ziyaretinde Suriye’yi Bağdat Paktına ikna için uğraşmıştır. Fakat Suriye Menderes’in bu teklifine olumlu ya da olumsuz bir cevap vermemiştir.Kısa bir süre sonra  Suriye’nin Mısır ile birleşme isteği gündeme gelince Türkiye bu birleşmeyi tehdit olarak algılamış ve sert tepki vermiştir. Suriye politikasının gözden geçirileceği sinyalini vermiştir. İlerleyen dönemlerde Türkiye söylemini sertleştirerek sınıra askeri sevkiyatı arttırması Sovyetlerin de tepkisini çekmiştir. Olası bir saldırı durumunda Suriye’nin yanında yer alacağını açıklayan Sovyetler Türkiye’nin dikkatli olması gerektiğini bildirmiş, Nasır’da bu duruma tepki olarak sembolikte olsa Suriye’ye asker yollamıştır. Komşu ülkeler Türkiye’nin bu sert tutumuna karşı tavır takınmışlar ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğini bildirmişlerdir. Suriye’nin 1957 yılında konuyu BM’ye taşıması ve Suudi Arabistan’ın iki ülke arasındaki sorunların çözümü için arabuluculuk rolüne soyunması ile tansiyon düşmüştür. Tansiyonun düşmesindeki bir diğer önemli etkende ABD’nin Ortadoğu politikasıdır. Türkiye’nin sert söylemlerinden yakınan ABD, bu durumun bölge çözümü için yararlı olmadığını ve Türkiye’nin daha fazla sert tavır takınmamasını istemiştir. Nihayetinde iki ülke savaşa girmeden tansiyon düşmüştür.

Bu kargaşa durumları sonlanınca özellikle Suriye’nin Türkiye ile yaşadığı sorundan kazançlı çıkması (Sovyet desteği ile Mısır’ı yanında görmesi) Mısır ile birleşmenin hızlandırılması açısından önemli olmuştur. Mısır Parlamento Sözcüsü Enver Sedat Suriye’ye giderek birleşmenin önkoşullarını oluşturmuş fakat Abdünnasır hala şartların olgunlaşmadığını söylemiştir. Abdünnasır’ın isteksiz olmasının nedeni Suriye’de ordunun ülkenin iç politikasında çok güçlü olması , ekonomi uyuşmazlığı ve Suriye’deki çok partili siyasi yapıdan kaynaklanmıştır.

Suriyeli liderler ise Arap Milliyetçiliği felsefesine bağlılıklarının ötesinde aynı zamanda Mısır’la birleşmenin Suriye içinde birliği sağlamanın tek yolu olduğunu düşünmüşlerdir. Çünkü ülkede muhafazakar feodal yapı, Baasçılar, Nasırcılar ve Komünistler ciddi bir şekilde birbirleri ile mücadele etmelerine rağmen  hepsi Mısır ile birleşmeye destek vermişlerdir. Baas partisi bu süreçte önemli rol oynamış, Bu konuda Michel Eflak ; ’’Birbiri ile çelişir gibi görünen iki şey istedik. Bir taraftan içerideki muhaliflerin,diğer taraftan dışarıdaki yabancı hükümetlerin manevralarına karşı koyabilecek derecede güçlü ve federal bir devlet istedik. Fakat bizim güçlü hükümet isteğimiz ikinci bir nedenden dolayı yumuşatıldı. Her iki ülkenin siyasal farklılıkları hesaba katılarak bir federasyon hayal ediyorduk’’ diyerek beklentisini açıklamıştır.

Nasır’ın birleşme konusunda çekingen davranması üzerine Suriye Genelkurmay Başkanı Afif el-Bizri ile birlikte 15 subay Mısır’a gitmiş ve  Bizri bu konuda şöyle demiştir : ‘’Kimse birlik istemiyordu, Nasır bile istemiyordu. Bu yüzden uygun anı bekledik ve Nasır’a birlik önerisini götürdük. Çünkü Suriye’de herkes birlik diye tutturmuştu. Kimse hayır demeye cesaret edemezdi, kitleler ona karşı ayaklanırdı’’ diyerek Nasırı ikna etmeye çalışmışlardır. Nasır ise Suriyeli grupla konuşmasında onlara şunları söylemiştir: ‘’Onlara dedim ki, öncelikle gelin, birliğin yolunu açalım, çünkü birlik hazırlık gerektirir, çünkü birlik pek çok zorluk ve sorunlar doğuracaktır ve çünkü bu iki karışım arasında olacaktır. Ben bunları söylediğimde onlarda bana, bugüne kadar savunduğum hedeflerin nerede olduğunu sordular: İlan etmiş olduğun hedefler nerede? Bu hedeflerden döndün mü? Suriyeyi kavga sonucu bölünmeye mi terk edeceksin? Asla dedim, Bana göre o, üzerinde yemin ettiğim arap anavatanının bir parçasıdır. Dedim ki birleşmeyi kabul ediyorum.’’

Birleşme haberi duyulunca halk sokaklara dökülmüş ve sevinç gösterileri ile kutlamışlardır. Her iki ülkede de %98 gibi yüksek oy oranı ile birleşme kabul edilmiştir. Mart 1958’de geçici anayasa ilan edilmiş ve Cumhurbaşkanı Abdünnasır, başkenti Kahire olan Birleşik Arap Cumhuriyeti kurulmuştur.

Fakat planları yapılmamış bu birliktelik uzun soluklu olmamıştır. Nasır’ın yönetimde ağırlığını hissettirmesi ve Suriyeli yöneticileri ikinci planda tutarak tek adam olması Suriyelilerin bakışını değiştirmiştir. Büyük bir özveriyle birliği destekleyen Baas Yönetimi bu birlikten en zararlı çıkan taraf olmuştur. Nasır’ın talebiyle tüm siyasi partilerin kapatılması Baas’ı yaralamıştır. Suriye ordusunun üst düzey subaylarından birçoğu ya emekli edilmiş ya da Mısır’a çekilerek gözlem altında tutulmuştur. Ordu içerisinde büyük bir kıdemli subay boşluğu oluşmuştur. Suriye’de ki karar alıcı mekanizmalara yerleşen Mısırlılar kendilerini Nasır gibi görerek Suriyelilerin tepkisini çekecek uygulamalar yapmışlardır. Bu dönemde yüzbaşı olan Hafız Esed gizli bir askeri konseyin başı olmuştur. Hafız Esed, 1961 yılında yapılan darbe ile yönetimi devirmiş, darbeden bir gün sonra da  Birleşik Arap Cumhuriyetinden ayrıldığını ilan etmiştir. Mısır ise Birleşik Arap Cumhuriyeti adını 1971 yılına kadar kullanmıştır.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER  (İHVÂN-I MÜSLİMİN) (الإخوان المسلمون)

Müslüman Kardeşler Teşkilatı, 1928 yılında Mısır’ın İsmailiye kentinde bir ilkokul öğretmeni olan Hasan El Benna tarafından, kısmen ülkedeki sömürgecilerin varlığına ve kısmen de son hilafet olan Osmanlı İmparatorluğunun sona ermesine cevap olarak doğmuştur.Bu teşkilat ,günümüz İslam dünyasında en etkili, en yaygın ve en eski siyasal İslamî harekettir.

Kuruluşunun ardından ilk dönemde Süveyş Kanalı civarında faaliyet göstermiş, bölgedeki kent ve kasabalarda şubeler açmıştır. Teşkilatın kitlesel destek kazanması ve genişlemesi ise, 1932 yılında genel merkezin Kahire’ye taşınmasından sonra olmuştur. Öyle ki kuruluşundan 20 yıl sonra 1948 yılına gelindiğinde şube sayısı 2 bine çıkmıştır. İlk 10 yılda daha çok tebliğ ve sosyal yardım kurumu olarak faaliyet gösteren Teşkilat, sonraki yıllarda toplum katmanları düzeyinde örgütlenmeye başlamış; doktor, eczacı, diş hekimi, tüccar ve öğretmen gibi meslek grupları üzerinden toplumun geniş kesimlerine ulaşmıştır.

İhvân-ı Müslimîn siyasî, ilmî, sportif, kültürel ve sosyal alanlarda faaliyet gösteren çok yönlü bir teşkilât olarak gelişmiştir. İçeride idarenin ıslahını, dışarıda İslâm ülkelerinin diğer ülkelerle olan mevcut ilişkilerinin düzenlenmesini savunmuştur. Kurucusu Hasan el-Bennâ’nın benimsediği ‘toplumu ve devleti aşağıdan yukarıya ıslah metodu’ kapsayıcı olmak özelliği ile temayüz etmiştir. Yani ıslah programlarının sırasıyla fert, aile, toplum, devlet ve bütün bir beşeriyeti içine almasına önem verilmiştir.

Teşkilat aynı zamanda iktisadi, içtimai ve siyasi alanlardaki faaliyetlere de önem vermiş, eğitim alanında İslâm kültürünün öğretildiği en önemli merkezlerden olan Ezher’in ıslah edilmesini, okullarda ve üniversitelerdeki ders programlarının yeniden düzenlenmesini önermiştir. Bu arada anayasayı ve parlamenter sistemi bazı şerhlerle kabul ettiğini açıklayarak ümmeti bölmekte olan particiliğin ve bütün siyasî partilerin kaldırılmasını savunmuş, yabancıların kültürel, siyasî ve ekonomik baskılarından kurtulmak için çaba harcamıştır. Ayrıca bütün Arap ve İslâm ülkelerinin tam bağımsızlığa kavuşması ve başka ülkelerde yaşayan Müslümanlara azınlık haklarının tanınması için çalışmıştır. Filistin’de İngiliz manda yönetimine karşı sürdürülen mücadeleye destek olan İhvân-ı Müslimîn, 1937 yılında İngiltere tarafından teklif edilen Filistin’in Taksim Planını reddetmiştir. Başta kurucusu El Benna olmak üzere Müslüman Kardeşler, kendilerini yabancı ve seküler ideolojilerin bozgunlarına karşı yerli halk kültürünün muhafızları olarak sunmuşlardır.

Esasında Müslüman Kardeşlerin kitleleri harekete geçirmedeki başarısı da, büyük ölçüde sömürge geçmişi olan Ortadoğu coğrafyasında kullandığı Batı karşıtı ideolojik söyleme, İslam dininin sosyal adalet boyutunun öne çıkarılmasına ve buna uygun uygulamaların başarı ile pratiğe aktarılmasına dayanmıştır.

Hasan el-Bennâ’ya göre emperyalizme karşı cihad etmek her müslümanın üzerine farzdır. Bennâ cihad hakkında uzun açıklamalarda bulunmuşsa da bu konudaki fikirlerini sistemleştirmemiştir. Hasan el-Bennâ silâhlı devrime karşı çıkarken İhvân-ı Müslimîn’in rejimlerle arasının açılması ve üyelerinin özellikle 1954’ten itibaren Cemal Abdünnâsır rejimi tarafından çeşitli işkencelere mâruz bırakılmasından sonra cihad anlayışını daha geniş bir alana yaydığı ve fikirlerinde radikalleştiği görülmektedir.

El Benna, teşkilatı ‘herkes için her şey olma’ kaidesiyle yürütmüştür. Bu ilke çerçevesinde zaman zaman Teşkilatın esas kurallarından taviz vermek zorunda kalmıştır. Çok partili siyasal sistemi açık bir şekilde eleştirmesine rağmen İhvan’ın Hızbul Vatani’ye (Vatan Partisi) katılmasını önermiştir. Partinin yaygın popülerliğinin kendi hareketine olumlu katkıda bulunacağına inanmış olup sonrasında Mart 1942’deki seçimlere 17 adayla katılmaya karar vermiş, kendisini de İsmailiye’den aday göstermiştir. Gelgelelim el Benna İhvanın adaylarını geri çekmesi konusunda hükümet tarafından çok yoğun baskılara maruz bırakılmış, ayrıca Mısır’daki İngiliz varlığının yasal zeminini oluşturan 1936 Anglo-Mısır Antlaşmasına bağlılığını yazılı bir şekilde hükümete bildirmesi konusunda da baskı görmüştür. Bu Teşkilat için kabul edilmesi çok zor bir durumdur çünkü 1938-39’da antiemperyalist duruşunun bir parçası olarak bu anlaşmanın değiştirilmesini talep etmiştir. Her ne kadar Teşkilat yönetimi tarafından El Benna’nın bu teklifi reddetmesi gerektiği söylense de El Benna, hükümetten İhvan hareketinin serbestçe hareket etmesi ve alkol satışları ve fuhuşla ilgili düzenlemelerin sözünü alarak bu anlaşmayı tanıdığını yazılı bir şekilde bildirmiştir.    

II. Dünya Savaşı sırasında İngilizler’ in yanında savaşa girilmesine karşı çıkan İhvân mensupları hükümet tarafından baskı altına alınmıştır. Teşkilât İngilizler’ in Siyonist gruplarla iş birliği yaparak onları silahlandırdığını, sonuçta da Yahudilerin Filistin topraklarını ele geçirip orada devlet kuracaklarını düşünmüştür. Bu sebeple 1940’ta İngilizler’ i Mısır’dan çıkarmak ve Filistin’i kurtarmak amacıyla gizli bir mücahit ordusu oluşturmayı kararlaştırmış ve aynı yıl bu ordunun nizamnâmesi mahiyetindeki et-Teʿâlîm risâlesini yayımlamıştır. 1948 yılında ortaya çıkan bu silâhlı kuruluş en-Nizâmü’l-hâs (el-Cihâzü’s-sırrî) adıyla tanınmıştır. Uzun yıllar varlığını devam ettiren bu ordu sadece Filistin meselesiyle ilgilenmemiş, Mısır’daki bir çok şiddet eylemine dahil olmuş, aynı zamanda İhvan yönetiminde de yüksek mevkilerde söz sahibi olmuştur. Öyle ki Teşkilat yönetimine gelen isimleri belirleyen gizli bir faktör olmuştur. 

İhvân-ı Müslimîn’in yürüttüğü cihad hareketi Fransa, İngiltere ve Amerika gibi Batılı ülkelerin tepkisini çekmiş; bu ülkelerin Kahire’de bulunan büyükelçileri hükümetin İhvân-ı Müslimîn’i dağıtması tavsiyesinde bulunmuşlardır. Mısır hükümeti bunun üzerine devlete karşı ayaklanma hazırlıkları içinde olduğu gerekçesiyle teşkilâtın dağıtılmasına ve bütün mallarına el konulmasına karar vermiştir (8 Aralık 1948). Bu karar sert tepkiyle karşılanmış ve yirmi gün sonra Başbakan Nukrâşî Paşa İhvân mensubu bir genç tarafından öldürülmüştür. 12 Şubat 1949 günü ise Hasan el-Bennâ hükümetin düzenlediği bir suikasta kurban gitmiştir. Nukrâşî Paşa’nın arkasından hükümetin başına getirilen İbrâhim Abdülhâdî, İhvân-ı Müslimîn’e karşı çok acımasız bir baskı ve işkence politikası uygulayarak altı ay içinde 4000 üyesini tutuklatmıştır.

Ocak 1950’de Nehhas Paşa hükümetinin kurulmasından sonra İhvân-ı Müslimîn üzerindeki baskılar yavaş yavaş hafiflemiş ve bundan istifadeyle ed-Daʿve adında bir derginin yayımına başlamışlardır (30 Ocak 1951). Ancak öldürülen Hasan el-Bennâ’nın yerine kimin getirileceği konusunda iç çekişmeler başlamış ve teşkilât sarsıntı geçirmiştir. Ekim 1951’de Hasan el-Hudaybî’nin göreve başlamasıyla iç çalkantılar son bulmuştur. Yeni başkan, Nehhas Paşa hükümetinin 1936 tarihli İngiltere-Mısır antlaşmasını yürürlükten kaldırma yönündeki kararını destekleyerek İngilizler’ e karşı cihad çağrısında bulunmuş ve bu maksatla Kanal bölgesinde milis birimleri kurulmasında faal rol oynamış ve çok sayıda İhvân mensubu da bunlara katılmıştır. Hür Subaylar (ed-Dubbâtü’l-ahrâr) hareketinin 23 Temmuz 1952’de iktidarı ele geçirmesi ile İhvân-ı Müslimîn darbecilere destek vermiş ve dört gün sonra yayımladığı bir beyannâme ile bu eylemi “mübarek hareket” olarak nitelendirmiştir. İhtilâlden sonra kurulan konseyle teşkilât arasında yakın bir ilişki olmuştur. Yeni hükümet bütün partileri kapattığı halde İhvân’ın çalışmalarına siyasî bir kuruluş olmadığı gerekçesiyle izin vermiştir. Ancak çok geçmeden Mısır’ın yeniden inşası ve izlenecek temel politikalar konusunda darbecilerle, bir İslâm devleti arzulayan ve hükümetin İslâmî esaslara göre düzenlenmesini hedefleyen İhvân-ı Müslimîn arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Nihayet İhvân-ı Müslimîn’in Nizâmü’l-hâss’ın hükümet programına alınmasını istemesi üzerine ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. 15 Ocak 1954 tarihinde yayımlanan bakanlar kurulu kararıyla teşkilât siyasî parti kabul edilerek kapatılmış; ayrıca kurulu düzeni yıkma ve İngilizler ile gizli görüşmeler yapma gibi suçlamalarda bulunularak, başkanı ile birçok önde gelen mensubu tutuklanmış ve aleyhinde yıpratıcı bir neşriyat başlatılmıştır.

26 Ekim 1954’te Cemal Abdünnâsır’a başarısız bir suikast teşebbüsünde bulunulması İhvân-ı Müslimîn’in tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Her ne kadar bunun bir tertip olduğu sonradan ortaya çıktıysa da suikasttan sorumlu tutulan teşkilât kanun dışı ilân edilmiş ve binlerce mensubu tutuklanmış; 4 Aralık 1954’te yedi lideri idam cezasına çarptırılmış ve bazı İslâm devletlerinin ricası üzerine başkan Hasan el-Hudeybî’nin cezası müebbet hapse çevrilmekle birlikte diğerleri idam edilmiştir (9 Aralık 1954). Cezaevlerindeki tutuklu üyelere ağır işkenceler yapılmış; Ekim 1954’ten 1955’in başına kadar yirmi yedi kişi işkenceden ölürken Haziran 1957’de yirmi iki kişi görevlilerin üzerlerine açtığı yaylım ateşinden ötürü hayatını kaybetmiştir. İhvân-ı Müslimîn bu tarihten sonra faaliyetlerini yer altına kaydırma kararı almıştır. 1965 yılının ilk aylarında tutukluların çoğu şartlı tahliyeyle veya sağlık durumlarının bozulması gibi sebeplerle serbest bırakılmış, fakat aynı yılın ağustos ayında daha geniş çaplı bir tutuklama faaliyeti başlatılmış; aralarında yüzlerce kadın ve genç kızın da bulunduğu tutukluların sayısı 20.000’i aşmıştır. Yargılama sonunda idam cezasına çarptırılanlardan bir kısmının cezası müebbet hapse çevrilirken Fî Ẓılâli’l-Ḳurʾân adlı tefsirin müellifi Seyyid Kutub ile Yûsuf Hevvâş ve Abdülfettâh İsmâil’in cezaları 29 Ağustos 1966’da infaz edilmiştir.

Cemal Abdünnâsır’ın ölümünden (28 Eylül 1970) sonra yerine seçilen Enver Sedat, hapisteki İhvân-ı Müslimîn mensuplarını kademeli olarak serbest bırakmış ve 1970-1978 arasında sorunsuz bir dönem geçirilmiştir. 15 Ekim 1971’de serbest bırakılan Hasan el-Hudeybî’nin ölümü üzerine (8 Kasım 1973) teşkilâtın liderliği Ömer et-Tilimsânî’ye geçmiştir. 1978-1981 döneminde İhvân-ı Müslimîn ile Mısır hükümeti arasındaki ilişkileri İran İslâm Devrimi ve Mısır-İsrail Barış Antlaşması etkilemiştir. Bu arada tutuklanan Ömer et-Tilimsânî, Hüsnü Mübârek iş başına geldikten sonra serbest bırakılmıştır (6 Ekim 1981). Onun döneminde daha çok siyasî faaliyetlere yönelen İhvân-ı Müslimîn tek başına seçimlere katılmasına izin verilmediği için 1984 seçimlerinde yeni kurulan Vefd Partisi’yle işbirliğine gitmiş ve parlamentoya altı milletvekili göndermiştir. Tilimsânî Mayıs 1986’da vefat edince yerine getirilen Muhammed Hâmid Ebü’n-Nasr’ın, Amel ve Ahrâr partilerinin şemsiyesi altında katıldığı 1987 seçiminde bu sayıyı otuz altıya çıkaran teşkilât 1990’da ise sağlıklı yapılmadığı iddiası ile seçimlere katılmamıştır.

İhvân-ı Müslimîn, 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde özellikle öğrenci ve meslek kuruluşlarındaki etkinliğiyle rejimi endişelendirecek derecede güçlenmiştir. Ocak 1995’te teröristlerle bağlantılarının bulunduğu ileri sürülerek önde gelen liderlerinin tutuklanması ile birlikte teşkilâtın rejimle olan ilişkileri iyice gerilmiştir. Kasım 1995’te Kahire’deki büroları kapatılmış ve birçok mensubu hakkında askerî mahkemede ağır cezalar içeren mahkûmiyet kararları verilmiş; ayrıca 29 Kasım 1995’te yapılan seçimlere katılması da engellenmiştir. Muhammed Hâmid Ebü’n-Nasr’ın 20 Ocak 1996’da vefatının arkasından yerine Mustafa Meşhûr seçilmiş ve alınan bir kararla başkanlık görev süresi hayat boyu olmaktan çıkarılarak tekrar seçilebilmek kaydıyla altı yıl ile sınırlandırılmıştır.

Müslüman Kardeşler, 2000 yılındaki seçimlerde Mısır Meclisi’nde 17 sandalye kazanmayı başarmıştır. 5 yıl sonra ise o güne kadarki en iyi seçim sonucunu elde etmiştir. Yasak nedeniyle seçime bağımsız giren Müslüman Kardeşler adayları, Meclis’teki sandalyelerin yüzde 20’sini kazanmış, bu sonuç dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’i derinden sarsmıştır. Hükümet, bir kez daha Müslüman Kardeşler’ i çökertmeye yönelik operasyon başlatmış, yüzlerce Müslüman Kardeşler üyesi tutuklanmış, yeniden örgütlenmeleri önünde engel oluşturabilecek bir takım düzenlemeler yaşama geçirilmiştir.

Muhalefete yönelik baskılar, Tunus’ta başlayan ve “Arap Baharı” diye adlandırılan süreçle birleşince, 2011 yılının Ocak ayında binlerce Mısırlı sokaklara dökülmüştür. Çok sayıda üyesi eylemlere katılsa da Müslüman Kardeşler başlangıçta Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda görünür olmamayı tercih etmiştir. Teşkilat ilk günlerde bu gösterilerin kısa sürede asker tarafından bastırılacağını, gösterilere açıktan destek vermenin yapıya zarar vereceğini düşünmüştür. Her ne kadar destek vermediklerini açıklasalar da Teşkilat içerisinden gösterilere katılanlara da herhangi bir tepki vermemişlerdir. Devam eden sokak gösterileri, devrimle ve Hüsnü Mübarek’in istifa etmesiyle sonuçlanmıştır.

Mübarek’in istifasından sonra, Şubat 2011’de yapılan ilk parlamento seçimlerinde Müslüman Kardeşler’ in kurduğu Özgürlük ve Adalet Partisi, Meclis’teki sandalyelerin neredeyse yarısını kazanmıştır. Radikal İslamcı Nur Partisi de seçimde ikinci olunca, İslamcı güçler parlamentonun yüzde 70’ine sahip olmuştur. Böylece yeni anayasayı hazırlamakla görevlendirilen 100 üyeli kurucu meclisin çoğunu da İslamcılar oluşturmuştur. Müslüman Kardeşler, daha önce yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday çıkarmayacağını taahhüt etmesine karşın, Nisan 2012’de aday göstereceğini açıklamıştır. Bu durum liberallerde, laiklerde ve orduda hareketin fazla güçlenebileceği kaygılarını doğurmuştur. Hareketin pek çok muhalifi, bu kaygılarına gerekçe olarak Müslüman Kardeşler’ in 2007′ de yayımladığı bir siyasi bildiriye işaret etmiştir. Bildiride yasama ve yürütme organlarına İslam hukuku konusunda tavsiye verecek bir Din Adamları Konseyi kurulması çağrısı yapılmıştır. Deklarasyonda ayrıca, bazı dini görevleri de üstlenecekleri için Müslüman olmayanların ya da kadınların, cumhurbaşkanı ya da başbakan olamayacağı vurgulanmıştır. Aslında Müslüman Kardeşler üyeleri de, bildirideki bu ikinci nokta konusunda bölünmüş ve daha sonra bazıları ikinci maddenin bağlayıcı olmadığını söylemiştir. Hareketin mensupları ayrıca anayasada da “Devletin dini İslam ve Şeriat başlıca yasa kaynağıdır” ifadesinin bulunduğuna dikkat çekmiştir.

Bütün bu çekincelere rağmen 2012 yılında Özgürlük ve Adalet Partisi’nin lideri Muhammed Mursi, kutuplaşmanın yoğun olduğu seçimde yüzde 51 oyla Mısır’ın demokratik yollarla seçilen ilk cumhurbaşkanı olmuştur.

Devrimden bu yana Müslüman Kardeşler liderleri Şeriat uygulanmasından çok, yasalara “İslami bir çerçeve” kazandırılmasından bahsetmiştir. Muhammed Mursi de cumhurbaşkanlığı döneminde dini özgürlükleri ve barışçıl gösteri hakkını garanti altına alan “demokratik, sivil ve çağdaş” bir devlet kurulması gerektiğini söylemiştir. Mursi ayrıca, Kıpti Hristiyan bir danışman atayacağını ve İslami giyim kurullarının uygulanmayacağını belirtmiştir.

Ne var ki, geleneksel olarak güçlü pozisyonda olan Cumhurbaşkanı, bürokrasi üzerinde hakimiyet kuramamıştır. Müslüman Kardeşler Teşkilatının adayı olan Mursi, seçimin üzerinden bir yıl geçtikten sonra Silahlı Kuvvetler darbesiyle 3 Temmuz 2013’te devrilmiştir. Askeri darbeden sonra parlamentonun iki kanadı da kapatılmış, anayasa yazım komisyonu ilga edilmiştir. Darbe yönetiminin kontrolünde hazırlanan yeni anayasa, 14-15 Ocak 2014’te düzenlenen ve seçmenlerin yüzde 38’inin katıldığı referandumda onaylanarak yürürlüğe konulmuştur.

KAYNAKÇA

  1. Nigar Neşe Kemiksiz, Arap İsrail Sorunu ve Bölgesel Yansımaları, Journal of Awareness 2018;3(Özel,2018):127-144
  2. Encyclopaedia Britannica 2020-01, URL:https://www.britannica.com/event/Arab-Israeli-wars
  3. Ülke Profilleri,Mısır. URL:https://insamer.com/tr/misir_840.htm. Şubat 21,2020
  4. Pargeter A. Müslüman kardeşler- muhalefetten iktidara, çeviri:Çelik S. İstanbul: Ayrıntı Yayınları; 2016,Haziran.
  5. Boztemur R. “De-Radicalization of Political Islam in the Middle East: the Case of the Egyptian Brotherhood”, Journal of Oriental and African Studies. 2003;c:12:147-169.
  6. Ülger İK. Müslüman kardeşler teşkilatının ideolojisi ve mısır siyaseti üzerindeki etkileri. Temmuz 2016;6(12):132-149.
  7. el-BEYYÛMÎ GĀNİM İ, Görgün H. TDV islam ansiklopedisi- İhvan-ı Müslimin. İstanbul: Diyanet Yayınları;2000;c:21:580-586.       
  8. Doğan S. Bie siyasi proje olarak arap cumhuriyetinin doğuşu ve yıkılışı, URL: https://www.academia.edu/9539590/B%C4%B0R_S%C4%B0YAS%C4%B0_PROJE_OLARAK_B%C4%B0RLE%C5%9E%C4%B0K_ARAP_CUMHUR%C4%B0YET%C4%B0. Şubat 21,2020
  9. Kızılkan Ş, Mısır’ın vietnam’ı: 1962 kuzey yemen iç Savaşı, URL: https://www.stratejikortak.com/2019/06/misirin-vietnam.html. Şubat 21,2020