ŞEHİNŞAH’LIKTAN “VELAYET-İ FAKİH”E: İRAN

CİHANNÜMA ÇALIŞMA GRUBU

· 23 dk okuma süresi >

YAZARLAR

¹Hatice Hilal POLAT*

²Merve KARACA

³Awab Alneamy

⁴Muhammed Yusuf BAYKAL

  1. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  2. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
  3. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  4. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi

*İletişim:haticehilalpolat@gmail.com

İçindekiler

TEMEL GÖSTERGELER

Resmi adıİran İslam Cumhuriyeti
BaşkentTahran
Yüzölçümü1.648.000 km²
Nüfusu79,9 milyon(2015)
Nüfusun etnik dağılımıFars, Azeri, Kürt, Beluciler, Arap, Türkmen
Resmi diniŞii Caferi İslam
Dini LiderAyetullah Ali Hamaney
Din%99 Müslüman (%90 Şii, %9 Sünni), %1 Bahai, Hristiyan, Yahudi, Zerdüşt 
Resmi dilFarsça
DillerAzerice, Beluçça, Kürtçe, Arapça, Türkmence
Milli Gelir374 milyar dolar
Kişi Başı Ortalama Milli Gelir5,424 dolar
Para Birimiİran Riyali

İRAN COĞRAFYASI VE JEOPOLİTİĞİ

İran geniş yüzölçümü (1.643.000 km2) ve dağlık bölgelerin hâkim olduğu bir ülkedir. Kuzeyde Azerbaycan, Ermenistan, Türkmenistan ve Hazar Denizi; batıda Türkiye ve Irak; güneyde Umman Denizi ve Basra Körfezi; ve doğuda Afganistan ve Pakistan ile sınırlıdır.

Ülke toprakları fizikî ve beşerî coğrafya bakımından iki kategoriye ayrılmaktadır: Yazın oturulan yüksek-soğuk alanlar (serdsir/yaylak), kışın oturulan alçak-sıcak alanlar (germsir/kışlak). Şehirler ve köylerin tamamına yakını bu iki tür arazinin ortasındaki dağ eteklerinde yer almaktadır. Büyük bir kesimi 1000-1500 metre arasında değişen, yükseltisi nâdiren 600 metreye kadar düşen ve içinde çok sayıda çöküntü çukuru bulunan İran yaylası kaplamaktadır. Kuzeydeki Deştikevir çölü ile güneydoğudaki Deştilût çukurluğu dünyanın önemli çöllerindendir. İran yaylasının kuzeyinde Elburz, doğusunda Kopet ve Horasan, batı ve güneyinde Zağros dağları yer almaktadır. Ülkede sık sık, dağları çevreleyen ve İran yaylasını yaran büyük faylar ve Sebelân, Demâvend gibi yanardağlar sebebiyle depremler meydana gelmektedir.

İran, 300 milimetreden az yağış alan kurak bir ülkedir. Sadece Hazar eyaletlerine bol miktarda yağış düşmektedir. Kışlar, karasal ikliminin hâkim olduğu batıda ve kuzeyde uzun ve sert geçer. Toprakların büyük bir kısmı (% 67) suları okyanuslara ulaşmayan kapalı havza durumundadır. İran yaylasının yüksek kesimlerinden doğan ve Hazar denizine dökülen Sefîdrûd hariç diğer tüm akarsular, Elburz dağlarının nemli yamaçlarından inerek Hazar denizine ulaşanlardan ve Zağros dağlarından Hûzistan ovasına ve Basra körfezine doğru akan büyük nehirlerden oluşmaktadır. Ülkenin kendine has ve zengin bir bitki örtüsü vardır. Bu zenginliği Avrupa-Sibirya, Hint ve Arap-Akdeniz flora bölgeleri arasındaki kavşakta yer almasından kaynaklanmaktadır. Ormanlar ülke topraklarının % 11’ini kaplamaktadır.

Çalışan nüfusun % 29’unun (3,3 milyon kişi) uğraştığı tarım millî üretimin % 13’ünü sağlamaktadır. Bu sektöre ayrılan 17 milyon hektar arazinin % 44’ünde sulu tarım yapılmaktadır. Büyük ekim alanları ülkenin kuzeyinde ve Hûzistan’da yer alırken sadece tarıma elverişli toprakların % 4’üne sahip olan Hazar vilâyetleri üretimin dörtte birini temin etmektedir. Tarım arazilerinin dörtte üçünü tahıl kapsamaktadır (yıllık buğday 4 milyon ton, arpa 1,5 milyon ton, pirinç 1 milyon ton). İran, hayvancılık alanında önemli bir ülkedir ve ovalarla yaylalar arasında gidip gelen sürü sahibi göçebelerin sayısı bakımından Moğolistan’dan sonra dünyada ikinci sırayı almaktadır. İran’ın petrole dayalı olmayan işletmelerinin en büyük kısmı tarım ürünleri üzerinedir.

1908’de Mescidisüleyman’da petrol bulunmasından sonra İran ekonomisinde petrol önem kazanmıştır. Ancak petrol üretimi yıllar boyunca savaş ve iç karışıklıklardan etkilenmiştir. İran, aynı zamanda dünyanın ikinci doğal gaz rezervlerine ve bilhassa Kirman’da çok farklı maden yataklarına (çinko, barit, uranyum, demir, kömür) sahiptir. 

İran Güney Kafkasya’dan Ortadoğu ve Orta Asya’ya uzanan enerji kaynakları ve nakil hatlarına sahip bir bölgenin hemen ortasında yer almaktadır. I. Hürmüz Boğazı üzerinden Umman Körfezi ve Basra Körfezi ile denize açılmaktadır. Ülkenin bu özellikleri dikkate alındığında jeostratejik ve jeopolitik önemi çok daha anlaşılır olmaktadır.

İran aynı zamanda etnik açıdan çok karışıktır. Fârisî asıllı olmayan etnik gruplar ülkenin merkezine uzak yerlerde, daha çok sınır bölgelerinde yaşamaktadır. Fârisî asıllı nüfus ise merkezde yaşamaktadır. Nüfustaki bu dağılım farkı nedeni ile İran halkı fiziki olarak iki bölümden oluşmaktadır. Tarih boyunca bu iki yapı arasında İran siyasetini de etkileyen olaylar yaşanmıştır. Özellikle sınır bölgede yaşayan etnik gruplar ve onların siyasi tutumları dış güçlerin müdahalesine açık olmuşlardır. Bu etnik gruplar içerisinde en fazla nüfus yoğunluğuna sahip olan Kürtler, merkeze karşı daha fazla güce sahip olmuşlardır. Ancak tarih boyunca çoğunlukla İran yönetimi merkezi bölgenin hakimiyeti altında olmuştur.  

ETNİK YAPI

Pek çok büyük devlet ve medeniyete ev sahipliği yapan ve tarihi göç yolları üzerinde bulunan İran oldukça kozmopolit bir ülkedir. Bir çok topluluğu bünyesinde bulunduran İran’da etnik köken ve inanca göre hiçbir resmi sayım yapılmadığı için nüfusla ilgili veriler genelde tahmin ve çıkarımlardan ibarettir.

Farisiler, genellikle İran’ın Tahran, İsfahan, Meşhed, Yezd ve Şiraz şehirlerinde yaşamaktadır. İran’ın yüksek oranda nüfusunu teşkil eden Türkler, İran’da çeşitli bölgelerde dağınık halde yaşamaktadırlar. Fakat yoğun olarak İran’ın kuzeybatısında ve siyasi söylemle Güney Azerbaycan (İran Azerbaycan’ı) denilen bölgede yaşamakta olup çoğunlukla Şii mezhebine mensupturlar. Azerbaycan Türkleri İran’da; Gazneli, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Harzemşahlar, Atabaylar (Atabekler), İlhanlı, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi, Afşar ve Kaçar devletleri içinde kurucu unsur olarak yer almışlar.

İran’ın yaklaşık yüzde ikisini oluşturan Kürtler, ülkede genellikle kırsal bölgelerde yaşar ve çoğunlukla sünnidirler. Nüfus bakımından az olsalar bile siyasi bakımından etkindirler. İran’da milliyetçilik duyguları doğrultusunda devam ettirdikleri silahlı mücadelelerle tarihte birçok defa adlarından bahsettirmişlerdir.

İran-Irak savaşının önemli faktörlerinden biri İran’ın güneybatısında yaşayan Arap etniği olmuştur. Yoğunlukla Ahvaz kenti ve çevresinde yaşamaktadırlar. Yukarıda sıraladığımız etnikler dışında İran coğrafyasında Lorlar, Gilekler, Maziler, Talişler ve Tatlar da yaşamaktadırlar ama kendilerini İranlı bilip siyasi tehlike teşkil etmemektedirler.

1979 İRAN DEVRİMİNDEN SONRA ETNİSİTELERİN SİYASİ DURUMU

Devrimin başarı kazanması ile birlikte özerklik alabileceği umuduna kapılan İran’ın Fars olmayan halkları, 1979 Anayasası’nda umduklarını bulamamışlardır. Rıza Şah döneminde ‘şahçılık’ adı altında yürütülen asimilasyon ve ayrımcılık politikaları İslam Devrimi sonrası ‘imamcılık’ adı altında yürütülmüştür. Fars milliyetçiliğinin dini-milli boyutu, 1979 devriminden sonra İran İslam Devleti tarafından resmi ideoloji olarak benimsenmiştir. Kurulan yeni rejim İslam’da etnik gurupların eşitliğinden bahsetse de din ve millet ilişkilerine farklı boyutlar kazandırarak İranlılık ve Şialık üzerinde durmaktadır.

MİLLİ KİMLİK

İranlıların mili kimliğini oluşturan ve onlara özel olan ortak değer ve sıfatlar şunlardır:

  • İranlıların coğrafi kimliğini oluşturan ve onlara vatan olan İran’ın coğrafi sınırları
  • İranlıların tarihi kimliği olan ortak tarihi geçmiş
  • İran’ın kültür hazinesi olan diller: Farsça, Beluçca, Kürtçe 
  • Kutlamalarda, matem günlerinde, giyimlerinde, yemeklerinde görülen ortak gelenek ve görenekler, adetler, bayramlar. Örneğin; Aşura matemi, nevruz bayramı,
  • Pasargad, Tahtı Cemşid, Hegmatane gibi kültürel ve tarihi eserler. Şiraz, İsfahan, Yezd, Hemedan, Tebriz, kirman gibi tarihi şehirler
  • Halıcılık, seramikçilik,  minyatür vb. gibi geleneksel sanatlar, İran’ın geleneksel ve klasik müziği; camilerde ve saraylarda bulunan geleneksel mimarisi
  • Bir taraftan hikayeler, destanlar, anlatılar gibi edebi; diğer taraftan irfan ve tasavvuf gibi manevi miraslar
  • Felsefe, coğrafya, tıp, matematik, astroloji, edebiyat gibi önemli bilim alanlarında olan İbni Sina, Firdevsi, Mevlâna, Hayyam, Biruni, Farabi, Hâce Nasreddin Tusi, Taberi, Gazali, Şirazi gibi yüzlerce ilim adamı ve onlardan kalan miras
  • Şiilik mezhebi
  • Para birimi, milli marş, mili nişan ve bayrak gibi İran milli simge ve sembolleri
  • İran halkının uluslararası arenadaki vekili olan İran hükümeti

DİNİ YAPI

İran anayasasına göre resmi din İslam’dır. Resmi mezhep ise Şiiliğin Caferi koludur. Nüfusunun % 98’i Müslüman olan İran’ın % 90’ı Şii Müslümanlardan oluşmakta iken; % 8’lik paya sahip olan Sünni topluluklar, daha çok ülkenin sınır bölgelerinde dağınık ve küçük gruplar halinde yaşarlar. Sünniler, Şiilerden etnik anlamda da farklılık göstermektedir. Beluciler, Türkmenler, Larlar, Tacikler ve Arapların bir kısmı ile Kürtlerin çoğunluğu Sünnidir. İran anayasasında Sünniliğin Hanefi ve Şafii mezhepleri tanınmış; kendi dini eğitimlerini yapmalarına izin verilerek evlenme-boşanma ve miras gibi konularda kendi hukuklarına yasal geçerlilik kazandırılmıştır.

İran’da Şii İslam’ın bu kadar güçlü olmasının en temel nedeni, 14. yüzyıldaki Safevi hanedanlığının Şiiliği devlet dini olarak kurumsallaştırmasıdır. 

İran’da ayrıca, Asuri, Ermeni, Musevi ve Mecusi gibi gayrimüslim toplulukların yanı sıra Bahai, Yezidi ve Zerdüştlük gibi dini gruplar da bulunmaktadır. İran şeriatla yönetilen bir İslam devleti olmasına rağmen İran anayasası, dini azınlıkların dinlerini yaşamalarını koruma altına almıştır. Ancak buradan hareketle İran’da üst düzey bir dini özgürlük yaşandığı söylenemez. Özellikle Bahailer, İran’da en fazla dini ayrımcılık yaşayan topluluktur. Bahailerin üniversiteye girmek ve suç işlediklerinde avukat tutmak gibi temel insani hakları İran tarafından kısıtlanmıştır. İran’daki dini baskıya bir diğer örnek, bir Müslümanın başka bir dine geçmesinin yasak olmasıdır.

DEVLET YÖNETİMİ VE YÖNETİM YAPISI

İran’da Safevi döneminden beridir yaklaşık 500 yıldır din adamlarının etkinliği söz konusudur. İran siyasetinde merkezi rol oynayan ulema Şia tarihi boyunca ne ideal bir devlet ortaya koymuş, ne de böylesi bir ideal devlet oluşturma iddiasında bulunmuştur. Çünkü Şia yorumuna göre ideal devlet, ancak Kayıp İmam’ın devlet başkanı olduğu zamanki devlettir. İmamın gaybetinden itibaren bütün devletlerin gayrimeşruluğu şeklindeki geleneksel Şia siyasi düşüncesinden ayrı olarak, Ayetullah Humeyni, devletin gayri meşru olarak görülmediği “Velayet-i Fakih” adında bir politik yaklaşım geliştirmiştir.

Anayasaya göre, devlet ve iktidarın temel İslami sorumluluklarından sapmamasını güvence altına alan makam, dini önderlik yani “Velayet-i Fakih” makamıdır. Bu şekilde sistem içinde dini lider bütün yasama ve yürütme işlerinde son söz hakkına sahiptir. Örneğin; üyeleri seçimle gelen İslam Şura Meclisi’nin çıkardığı yasaların yürürlüğe girebilmesi için son söz hakkı “Velayet-i Fakih” e verilmiştir. Aynı şekilde genel seçimle belirlenen cumhurbaşkanının göreve başlaması için de dini rehberin onayı gerekir. Dini liderlik atama ve görevden alma yetkisini elinde tuttuğu gibi, askeri ve sivil kurumları bünyesinde toplamasıyla da sistem içinde muazzam bir güce sahiptir. Sahip olunan bu güç seçilmiş hükümetin yetki ve gücünü büyük oranda sınırlamaktadır. Bu sebeple İran’da kuvvetler ayrılığı prensibi birbirinden bağımsız olma bağlamında da nispidir. Yani bu kuvvetler tam anlamı ile egemen değildir. Yani İran’da yasama, yürütme ve yargı arasında var olan ayrım demokratik bir hassasiyetten kaynaklanmamakta; devlet işlerinin rahat yürütülebilmesi için bir nevi işbölümü niteliği taşımaktadır. 

İran siyasal sistemiyle ilgili olarak vurgulanması gereken bir diğer önemli nokta, İran’da siyasal partilerin bulunmamasıdır. İran meclisinin milletvekilleri ferdi olarak seçilir. İran’da herkesin seçilme hakkının olduğunu söylemek pratikte mümkün değildir. Zira İran’da siyasal yetkiye sahip tüm şahıslar sistemin birer parçası oldukları için seçilmekte ve işlevlerini de dini lider tarafından atanmışlarla uyum içerisinde hareket ettikçe yerine getirebilmektedirler. 

Özetle, bugünkü İran’da İslam Cumhuriyeti düşüncesi çerçevesinde “seçilmişler” ve “atanmışlar” şeklinde ikili bir yapı ortaya çıkmıştır. Yani İran’da iktidarın ulema ile halk tarafından seçilen temsilciler arasında hiyerarşik bir şekilde paylaşıldığı dini teokrasi ile başkanlık sistemi karışımı kendine özgü bir yönetim biçimi söz konusudur.

EKONOMİ

Şah döneminde, özellikle de 1970’lerde İran’ın petrol gelirlerinin düşmesi sonucu enflasyon yükselmiş, ekonomik dengeler ve gelir dağılımı bozulmuştu. Tarım kesimi ihmal edilmiş, kırdan kente büyük bir göç dalgası yaşanmıştı. Kentlerde gettolar oluşmuş, işsizlik hızla büyümüş, plansız, programsız yürütülen bir kalkınma hamlesi diktatör mantığıyla işletilmeye çalışılmıştı. Silahlanmaya, gösterişe ve lüks tüketime harcanan kaynaklar, gelir dağılımının giderek daha fazla bozulmasına neden olmuştur.

Ekonomik koşulların, 1978-79 devrimini hazırlayan koşulların en başında yer aldığı kabul edilen bir gerçektir. İran ekonomisi devrim yıllarında da büyük bir yıkıma uğramıştır. Devrim sonrası işletme sahipleri ülkeyi terk etmiş, el koymalar, kırsal kesimden kentlere sürekli göç, büyük inşaat projelerinin kesilmesi ekonomiyi altüst etmiştir. Yeni rejimin bir gelişim stratejisi olmadığı için millileştirme, sağlıklı ve büyüyen bir ekonomi oluşturulamamıştır. Devlet ağırlıkla sosyal hizmetler ve savaşla uğraşmak durumunda kaldığı için, büyük işletmeler birer mali sorun haline gelmiştir.

Ekonominin temel taşıyıcısı olan petrol gelirlerinde 1981-88 yılları arasındaki savaş döneminde kaydedilen azalma ve savaşın kilit sektörlerdeki üretimi ve istihdamı azaltması sonucu, 1980’li yılların sonları bir yıkım fotoğrafı verir hale gelmiştir. Körfez’deki petrol terminalleri tamamen tahrip olmuştur. Savaş bölgesindeki insanların yerlerinden edilmeleri gibi bir çok neden, ekonominin normal işleyişinin bozulmasına yol açmıştır. Hükümet bankacılık ve sigortacılık sektörleri ile büyük endüstrileri ve dış ticaretin büyük bir kısmını millileştirme yoluyla kontrol alanını genişletmiştir. Ambargonun ve savaşın da etkisiyle ithalatta zorunlu bir indirim uygulanmıştır. İran dışsatımının % 90’ının petrol gelirlerinden oluşmasından dolayı İran ekonomisi petrol fiyatlarının dalgalanmasına ve petrol üzerinden uygulanacak ambargolara karşı son derece duyarlıdır.

Haşimi Rafsancani döneminde kısıtlı da olsa dışa açılma ve özelleştirmeye yer veren ekonomi politikası uygulanmaya başlanmıştır. Ekonomideki yıkıntı, dış borç ile tamir edilmeye çalışılmıştır ancak Körfez Savaşı sırasında artan petrol gelirlerinin savaşın son bulması ile düşmesi karşısında dış borçları ödemekte bir sorun haline gelmiştir.

EĞİTİM

Tarihsel olarak İran eğitim sistemini Kaçar Hanedanlığı, Pehlevi Hanedanlığı ve 1979 İslam Devrimi olarak üç döneme ayırmak mümkündür. Kaçar hanedanlığı döneminde ilk başta medrese sistemiyle eğitim verilirken 19.yüzyılda Rus işgaliyle birlikte askerlere eğitim vermesi için yurtdışından eğitmenler çağrılmıştır. 1910’da Milli Eğitim Bakanlığı kurulduktan sonra devlet tarafından okullar açılmış ve müfredat hazırlanmıştır. Ayrıca yurtdışına öğrenci de gönderilmeye başlanmıştır. Sonuç olarak Kaçarlar döneminde İran’da eğitim sisteminin kurumsallaşmasında geleneksel medrese ve cami eğitimi yanında şu dört ana kol etkili olmuştur: Yabancı ülkelerden gelen eğitimciler, askerî ve teknik danışmanlar, yabancı misyonerlerin İran’da açtığı modern okullar, İran’daki dinî azınlık gruplarının açtığı okullar ve yurt dışına gönderilen öğrencilerin eğitim sistemine katılması.

Kaçarlar döneminde başlayan eğitimdeki reform ve yenilikler Pehlevi Hanedanı’nın İran’ın başına geçmesiyle daha da hızlanarak devam etmiştir. Pehlevi Hanedanlığı başlangıçta eğitimdeki batılılaşmayı oldukça radikal adımlar atarak sağlamıştır. Bunun için ABD’den bir grup danışman davet edilmiş, bu danışmanlar ABD’de yürürlükte olan batı eğitim felsefesinin ve ideallerinin İranlı eğitimciler tarafından benimsenmesini tavsiye edip uyguladıklarından, ülkede Amerikancı bir ekol ortaya çıkmıştır.  

Oğul Muhammed Rıza Şah döneminde daha da ileri gidilerek okul programlarından İslami eğitim kaldırılmış ve karma eğitim için düzenlemeler yapılmıştır. Geleneksel eğitim kurumlarının kapatılması ve buralardaki çocukların modern okullara gönderilmesi için de ailelere ve okul yöneticilerine baskı yapılmıştır. Nihayetinde bu okullar kapatılmış ve İran eğitim sistemi tek bir kalıba sokulmuştur.

İran’a eğitim konusunda ciddi ivme kazandıran bir diğer önemli gelişme 1973 yılında yaşanan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) krizidir. Artan petrol fiyatları sayesinde İran birden büyük finansal imkânlara sahip olmuştur. Bu gelişmeye müteakip İran’da çok sayıda okul açılmıştır.

1979 yılındaki İslam devrimi’nin ardından İran, “laikleşerek modernleşme”yi hedefleyen eğitim politikasını terk ederek dinî anlayışın merkezde olduğu bir eğitim sistemine geçmiştir. Nisan 1980’de yayınlanan fetva ile “Eğitimle alakalı bütün program ve problemleri araştırmak, İslami kültür üzerine kurulu eğilimi yönlendiren strateji ve politikaları formüle etmek, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda farklı çalışma alanları için müfredat hazırlamak, devrim davasına kendisini adamış seçkin eğitim kadroları yetiştirmek ve atamak” üzere çalışma başlatılmıştır. 

Devrimden sonra yapılan politika değişikliğine göre eğitimde kız-erkek karma sistem iptal edilmiş ve üniversitelerin İslami değerleri teşvik etmesi zorunlu hale getirilmiştir. Ülkede faaliyet gösteren ilk, orta ve lise seviyesindeki bütün yabancı okullar kapatılmış, İslam dışı akademik kadrolar tasfiye edilmiş, 40.000 öğretmen ihraç edilmiş veya emekli olmak zorunda bırakılmıştır. Bütün kitaplar ve eğitim materyalleri İslam karşıtı söylemlerden arındırılmak için toplatılmıştır.  Geleneksel mektep uygulaması geri getirilmiştir. 

Ancak bir süre sonra akademik kadro, öğretmen ve personel açığını kapatmak ciddi bir sorun haline gelmiş, bütçedeki daralma sebebiyle -ulema sınıfının bütün itirazlarına rağmen- hükümet, özel okullar konusunda bazı tavizler vermek zorunda kalmış, tekrar paralı üniversitelere izin verilmiştir. Ders kitaplarına müfredatın yeni değerleri ve ideolojileri eklendikten sonra tıp ve mühendislik eğitimi veren üniversiteler yeniden açılmıştır. Ancak beşeri ve sosyal bilimler eğitimi veren üniversiteler bir süre daha kapalı kalmaya devam etmiştir. 

Bu dönemde diğer ülkelere bağımlılığın ortadan kaldırılması için nitelikli öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla “Öğretmen Eğitim Üniversitesi” kurulmuştur. İhtiyaç duyulan öğretim elemanları, giriş imtihanları yoluyla üniversite mezunları arasından seçilmiştir. 

Devrimle birlikte özellikle sosyoloji, felsefe, edebiyat, coğrafya, tarih ve iktisat derslerinin tümünde İslamiyet ve Şiilik ile ilgili konulara yer verilmektedir. Bu bağlamda İran’da eğitim sistemindeki gelişmelere bakıldığında, eğitimin bütün aşamalarında dinin temel alındığı ve din dersinin zorunlu olduğu görülmektedir. Öyle ki öğrencilerin bir üst sınıfa devam edebilmek için din dersinden geçmeleri zorunludur.

Günümüzde İran’daki okuma yazma oranları erkeklerde %90, kadınlarda %80 olarak belirtilmektedir. Anayasaya göre hükümetin eğitim imkânını herkese eşit şekilde ücretsiz olarak sağlaması gerekmektedir. Ayrıca ülkedeki Zerdüşt, Ermeni ve Yahudi azınlıklar da okullarda kendi dinlerini öğrenmede serbesttir. 

Şİİ DİNİ OKULLARI (HAVZA OKULLARI)

Şii mezhebinde din adamlarının ve dinî mercilerin yetiştiği okula Havza denilmektedir. Bin yılı aşkın bir süredir Şii din adamlarını yetiştiren Havza okulları, Humeyni’nin Şah rejimini devirmesinden sonra İran’ın siyasi, toplumsal, kültürel ve eğitim alanlarında önemli bir yer edinmiştir. Bu okullardan mezun olan din adamları dinî bilgileri belli bir seviyede ise dinî merci konumuna terfi edebilmektedir. Dinî merciler, şeriat hakkında her türlü dinî fetvada bulunabilir. Havza, mali ve siyasi olarak herhangi bir otoriteye bağlı değildir; tamamen bağımsızdır. 

İran devrimi başarılı olduktan sonra Humeyni, Havza ile üniversitelerin birbirinden ayrı olmasının bir tehdit oluşturduğunu düşünmüş ve bilim dünyasıyla Havza’nın birlikte hareket etmesini hedefleyen bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu bağlamda da Havza okullarının ülke kalkınması ve kurtarılması için önemli bilim merkezleri olduğu vurgulanmış ve bilimin tek başına faydadan ziyade zarar vereceği esası kabul edilmiştir. 1982 yılına gelindiğinde Humeyni, İran’daki din okulları ve üniversitelerin iş birliğine verdiği önemi daha açık bir şekilde yansıtmak için, Havza ve Üniversite Araştırmaları Enstitüsü’nü kurmuştur. Bu enstitünün kurulmasının temel hedefi, üniversitelerle din okulları arasında bilimsel ve fikirsel bağlar oluşturmaktır.       

İRAN DEVRİMİ

DEVRİM ÖNCESİ İRAN

İran tarihinde önemli bir dönüm noktası olan İslam Devriminden önce İran’ı Pehlevi Hanedanlığı yönetmiştir. Babası Rıza Şah Pehlevi yerine geçen Muhammed Rıza Şah İranı devrime kadar yöneten isimdir. Tahta 1941’de çıkan Şah, 1953’te Musaddık’ın  darbeyle uzaklaştırılmasına kadar meşru bir lider olarak yönetimini sürdürmüştür. 

1940’ların sonuna gelindiğinde İran siyasetinde milliyetçi hareketlerin oluşturduğu Milli Cephe ortaya çıkmıştır. Musaddık’ın liderliğinde mecliste petrolün millileştirilmesini kabul ettiren hareket, 1951 yılında Musaddık’ın başbakan seçilmesiyle millileştirmeyi yürürlüğe koymuştur. İran’da millileştirmeden önce petrol çıkarım işlerini İngiliz Petrol Şirketi AIOC (Anglo Iranian Oil Company) yürütmekteydi, millileşme ile birlikte büyük bir imtiyazı kaybeden Britanya hükümeti yapılabilecek bir operasyonla başbakan Musaddık’ın görevden uzaklaştırılması taraftarıydı. Musaddık’a darbe yapma konusunda  Britanya, başlangıçta Amerika (ABD)’dan yeterli desteği bulamamıştır. Kasım 1952’de yapılan seçimler ABD’nin İran politikasını revize etmesine sebep olmuştur. Seçilen cumhuriyetçi başkan Eisenhower, Mart 1953’te Ajax Operasyonu’nu onaylamış ve Tahran’daki CIA merkezine 1 milyon dolar gönderilmiştir. Mali yardımlarla ordudaki kritik noktalar darbeye ikna edilmiştir. Darbenin lideri olarak, General Zahidi belirlenmiştir.

Ağustos 1953’te Şah Muhammed Rıza Pehlevi, Başbakan Musaddık’ın azline karar veren fermanı ilan edince darbe için bütün hazırlıklar tamamlanmış oldu. Daha önce yapılması düşünülen girişim çeşitli sebeplerden dolayı ertelenmiş ve bu süreçte hükümetin darbe girişiminden haberi olmuş, bu sayede darbeyi bastıran Musaddık hükümeti Şah’ın da ülkesinden kaçmasına sebep olmuştur. Şah’ın kaçmasıyla birlikte Tudeh partisi destekçileri (sosyalistler) sokaklara çıkıp cumhuriyet talep etmeye ve Şah’a ait heykelleri devirmeye başlamışlardı. Bu noktada Musaddık asker ve polisi devreye sokunca hem kendisini destekleyen Tudeh’i karşısına almış hem de sokakları tekrardan orduyla doldurmuştu. 19 Ağustos’ta oluşan atmosferi iyi değerlendiren birlikler başbakanlık konutunu kuşatmış; 9 saat çatışmanın ardından Musaddık’ı ele geçirmişlerdir. 

Ajax Operasyonu birçok açıdan 1979’daki İran Devrimine giden süreci etkilemiştir. Şah’ın yönetimi dış güçlerin yardımıyla ele alması İran halkında onun meşruiyetine karşı büyük soru işaretleri oluşmasına sebep olmuştur.Şah artık yönetimde daha sert ve etkisini giderek artıran bir yol benimsemiştir. Bu yönde 1957’de kurulan SAVAK, Tahran sokaklarında Şah’ın kulağı olmuş, İran istihbaratı kendini Şah karşıtlarını tespit etmeye adamıştır.

DEVRİME GİDEN SÜREÇTE İRAN

Şah, planladığı bir dizi reformu 1963 yılında hayata geçirmeye başlamıştır. Ak Devrim olarak bilinen bu reformlar kapsamında İran Batılılaşma ve modernleşme yönünde önemli adımlar atmıştır. Toprak reformuyla feodal yönetimler kırılınca toprak sahiplerinin büyük tepkileri Şah’ın üzerinde toplanmıştır. Öte yandan modernleşme ve batılılaşma çabaları İran’ın eski geleneklerini baltalamaya başlayınca bu durum ulema ile Şah’ı karşı karşıya getirmiştir. İranlı mollalardan biri olan Ayetullah Humeyni, Şah’a karşı olan sert eleştirileriyle dikkati üzerine çekmiş ve Beyaz Devrim’in batı emperyalizmine tam anlamıyla boyun eğmek olduğuna dair açıklamalarda bulunmuştur. Humeyni, yaptığı eleştirilerden dolayı yargılanmıştır. Dîni derecesinden ötürü idam edilmek yerine sürgüne gönderilmiştir.

1963-1973 yılları İran’ın ekonomik olarak kayda değer ilerlemeler kaydettiği yıllar olmuştur. Şah ülkenin sanayi altyapısını modernleştirmeye başlamıştır. Bunu yaparken de petrol gelirlerini kullanmıştır. 1974’te ise Şah OPEC’i petrol fiyat artırımı için sıkıştırmıştır ve petrol %14’lük bir artışla satışa sunulmuştur. Ayrıca Şah Rıza, kendi ülkesinde giderek artan nefreti sosyalist gruplara bağlayarak; ülkesini Sovyet etkisinden kurtarmak için şehir şehir dolaşmış ve halkı komünistlere karşı uyarmıştır. Bu noktada Şah ulemayı kendi yanında zannederek komünistlere karşı alternatif olarak gördüğü ulemayı güçlendirmiştir. 

1964’te, Türkiye’ye sürgününden bir sene sonra, Humeyni’nin Irak’ın kutsal şehri Necef’e geçmesine izin verilmiştir. Humeyni’nin burada verdiği vaazların ses kayıtları alınmış ve bu kayıtlar gizli yollardan  İran’a sokulmuştur. Sonraları Kaset Devrimi olarak adlandırılacak bu çalışma; İran’da Humeyni’nin etkisinin artışına çok büyük katkıda bulunmuştur.

1971’de Şah’ın düzenlediği, “Büyük Pers İmparatorluğunun 2500. Kuruluş Yılı” kutlamalarında, halk yükselen enflasyon altında ezilirken kutlama için Şah’ın hiçbir masraftan kaçınmaması büyük tepki toplamıştır. Farklı olayların etkisiyle, giderek artan sokak gösterileri önü alınamaz hale gelmiştir. İran sokaklarında binlerce insan Şah’a ölüm sloganları atarken Ocak 1979’da Şah Rıza, ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. O ülkeyi terk ettikten sonra Fransa sürgününden dönen Humeyni, İran’a sevinç gösterileri eşliğinde giriş yapmıştır.

DEVRİM SONRASI İRAN

İran Devrimi, sonrasında yaşanan olaylar sebebiyle de 20. yüzyıl Ortadoğu tarihine damga vurmuş bir olaydır. Devrim sonrasında patlak veren  İran-Irak savaşı ve ABD ile yaşanan rehine krizi bugünkü İran dış politikasının temellerini oluşturmuştur. Devrim sonrası İran’da kurulan İslami Cumhuriyet yönetimi “Devrim ihracı”nı dış politikada önemsemiştir. Fakat Humeyni’nin ölümü sonrasında bu politika terk edilmiş;  İran ideolojik temelli bir yaklaşımdan çok pragmatist ilişkiler geliştirmeye başlamıştır. 

İran Devrimi ABD’ye Ortadoğudaki önemli bir müttefikini kaybettirirken İran’ı körfez ülkeleri için bir tehdit haline getirmiştir. Bugün dahi etkilerini sürdüren İran devrimi hem islam temelli olması, hem de İran’ın 2500 yıllık süregelen Şahlık geleneğini yıkması sebebiyle 20. yüzyılın kayda değer olayları arasında yerini almıştır.

İRAN – ABD İLİŞKİLERİ

DEVRİM ÖNCESİ

Devrimden önce İran, ABD’nin Ortadoğudaki en önemli müttefiklerindendi. 1953’te CIA destekli darbeyle Musaddık’ın görevden uzaklaştırılması İran halkının ABD’ye olan tepkisinin sebeplerinden birisidir. Şah’ın ABD ile yakın ilişki içerisinde olması onun dış devletlerin birer kuklası gibi görülmesine sebep olmuştur. Özellikle 1953 sonrası Şah’ın ABD’ye tanımak zorunda kaldığı askeri imtiyazlar ve ülkedeki batılılaşma dalgası İran’daki gelenekçi ve sosyalist çevrelerin tepkisini çekmiştir. 

Devrime giden süreçte Humeyni’nin kurduğu ‘müstekbir-mustazaf’ başka bir deyişle ‘sömüren-sömürülen’ ilişkisi, İran halkının ABD’yi emperyalizmin kaynağı olarak görmesine ve Şah’a karşı olan kutsal direnişine ABD karşıtlığını da katmasına sebep olmuştur.

DEVRİM VE SONRASI

İran’da İslam Devrimi her ne kadar Şah’a karşı olsa da daha sonra yapılan hamlelerden anlaşıldığı üzere içinde ABD karşıtlığı da barındırmıştır. Bu karşıtlıkta sosyalistlerin büyük etkisi olduğu gibi islami grupların katkısı da oldukça fazlaydı.

Bir grup üniversite öğrencisinin Tahran’daki ABD büyükelçiliğini basması ve devamında gelen 444 günlük rehine krizi, İran-ABD ilişkilerinin bundan sonra eskisi gibi olmayacağını açıkça ortaya koymuştur. İran devriminin hemen sonrasında patlak veren Irak savaşında, Irak’ın tarafını tutan ve Arap ülkeleri üzerinden yardım yapan ABD, 1988’de yolcu taşımakta olan bir İran Airbus uçağını düşürmüştür. Bu olay İran tarafından açıkça bir savaş girişimi olarak değerlendirilmişse de Amerika olayın kaza olduğunu iddia etmiştir.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD’nin Irak ve Afganistan’ı işgali, İran tarafından bir kuşatma olarak algılanmış ve var olan ABD karşıtlığını tırmandırmıştır.  Başkan Bush dönemine gelindiğinde ise ABD, İran’ı Irak ve Kuzey Kore ile birlikte şer ekseni içerisine dahil etmiştir. 

GÜNÜMÜZ ABD-İRAN İLİŞKİLERİ

ABD’nin büyük tepkisine rağmen 2002’de Rusya İran’da nükleer reaktör yapımına başlamıştır. Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle nükleer araştırmalarına hız veren İran ABD’deki yeni Obama yönetimiyle sıcak temaslarda bulunmuştur. 2015 Temmuz’unda İran ABD ile nükleer müzakerelerde anlaşmaya varmıştır. Daha sonra gelen Trump yönetimi aynı politikayı gütmemiştir. Bugün gelinen noktada ABD-İran ilişkileri diplomatik kriz niteliğini devam ettirmektedir.  

İRAN-IRAK SAVAŞI 

IRAK İLE İLİŞKİLER VE SAVAŞIN NEDENLERİ

İran’da 1979’da Şah’ın devrilmesi ve yerine geçen Humeyni’nin Şii rejimi, Irak’ın hem dış güvenliği hem de iç güvenliği açısından tehdit oluşturmuş ve Saddam’ın emelleri önünde önemli bir engel teşkil etmiştir. Çünkü İran’daki Şii ideolojisine dayanan devrimci rejimin, Baas ideolojisine alternatif bir ideoloji olarak ortaya çıkmış olması ve bunun bölge devletlerinde yayılması Saddam’ın konumunu ciddi şekilde sarsabileceği gibi, bu rejimin Irak’taki Şii toplumları tarafından benimsenme ihtimali Baas rejimi için kuşkusuz önemli bir tehlike arz etmiştir. Irak, nüfusunun yaklaşık %60’ının Şii olması nedeniyle, Bahreyn’den sonra İran dışında Şiilerin en yoğun olduğu ülkedir. Irak’ı bu noktada diğer körfez ülkelerinden ayıran diğer bir önemli özelliği, Kerbela ve Necef gibi, Şii dünyası tarafından kutsal sayılan şehirlerin burada bulunmasıdır. Bu doğrultuda İran’daki devrimden bir süre sonra Irak’taki Şiiler arasında da kıpırdanmalar başlamış; Necef, Kerbela ve Bağdat’ta yer yer olaylar çıkmıştır.  Dolayısıyla Saddam, Humeyni’yi ve onun devrimci ideolojisini kendi açısından bir tehlike olmaktan çıkarmak istemiştir.

Irak’ın 22 Eylül 1980 günü baskın şeklinde 700 km’lik bir cephede saldırıya geçmesiyle birlikte sekiz yıl sürecek savaş başlamıştır. 24 Mayıs’ta Saddam diğer Arap devletlerinden acil yardım göndermelerini istemiştir. Öte yandan İran, savaşı durdurmaya yönelik girişimler karşısında şu şartları ileri sürmektedir:

  • Irak’ın İran topraklarından tamamen ve koşulsuz olarak çekilmesi,
  • Savaş tazminatı (50 ile 150 milyar dolar arasında) ödenmesi, 
  • Irak’ın savaş suçlusu ilan edilmesi veya bir uluslararası hakem komitesinin saldırganı belirlemesi, 
  • Saddam tarafından sınır dışı edilen 100 bin dolayındaki Şii Müslüman’ın Irak’a geri dönmesine izin verilmesi ve 
  • Saddam Hüseyin ve Baas rejiminin yönetimden çekilmesidir. 

Savaş artık Irak için oldukça masraflı hale gelmiş (ayda yaklaşık 1 milyar dolar) olmasına rağmen İran’ın özellikle son şart üzerinde ısrarla durması savaşın sürdürülmesini Irak yönetimi için kaçınılmaz hale getirmiştir.

1988 yılına gelindiğinde gerginlik bir ölçüde azalmış olmakla beraber Irak, bir taraftan Sovyetler Birliği’nden aldığı füzelerle Tahran’ı füze yağmuruyla çökertmek istemiş, bir taraftan da sınırda Fransa ve İngiltere’den aldığı kimyasal silahları kullanmıştır. Söz konusu kimyasal silahların kullanılması en geniş çapta Halepçe’de olmuş ve 5.000 Kürdün öldüğü bu olay tarihe Halepçe Katliamı olarak geçmiştir. Diğer taraftan Irak’ın İran petrolü taşıyan tankerlere saldırması, Kuveyt havayollarına ait bir uçağın İran’a kaçırılması, ayrıca bir Amerikan askerinin mayına çarparak yara almasına misilleme olarak ABD’nin İran’a ait iki petrol platformunu vurması 1988’in önemli olaylarıdır. Yine bu yıl içinde Irak, yaklaşık iki yıldır İran’ın elinde bulunan Fao yarımadasını ve Mecnun adalarını geri almıştır. 1988 yılının ortalarına doğru İran artık bir taraftan silah ve teçhizat eksikliği, diğer taraftan Irak saldırıları karşısında zor durumda kalmıştır. Irak sınırda da kimyasal silah kullanmaya başlamıştır. ABD’nin ve Körfez ülkelerinin Irak’a olan desteklerini iyice artırmaları üzerine yapacak bir şey kalmadığını anlayan İran yönetimi BM’nin ateşkes kararını kabul etmek zorunda kalmıştır. İran, BM’nin 598 sayılı kararını kabul ettiğinde takvimler 18 Temmuz’u göstermektedir. Sekiz yıl süren savaş, hiç beklenmedik bir anda böylece sona ermiştir.

İran ile Irak arasında 1980’de başlayan ve galibi olmayan 8 yıllık kanlı savaşın üzerinden 39 yıl geçmesine rağmen nedenleri tartışılmaya devam ederken etkileri hala hafızalardaki tazeliğini koruyor. Saddam’a göre, Humeyni İran’da yaptığı devrimin bir benzerini Irak’ta yapmak istiyordu, Humeyni’ye göre de Saddam, İran’ın devrimden sonra zayıf kaldığını düşündüğü için İran’ı işgal etmek istiyordu. ( Murat Usubaliev – Anadolu Ajansı )

SAVAŞIN İRAN VE IRAK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

1979’un başında önemli ölçüde desteğini yitirmiş ve büyük bir muhalefetle karşı karşıya olan Humeyni rejimi, Irak’ın saldırısından kısa bir süre sonra hızla toparlanmış ve içeride siyasal istikrar büyük ölçüde sağlanmıştır. Rejim için istikrarsızlık faktörü olan grupların (Azeriler, Kürtler, Türkmenler ve Sünni Müslümanlar) muhalefetinin savaşın başlamasıyla beraber desteğe dönüşmesi gerçekten şaşırtıcı olmuştur. Zira, İran’ın kısa bir süre içinde çökeceği ve rejimin parçalanacağı beklenmekteyken, Humeyni’nin İslami rejimi Irak’ın saldırısı ile birlikte daha da derlenip toparlanmıştır. Irak’ın savaştan önce 2.6 milyon varil olan (bu bir ara 3.5 milyon varile çıkmıştı) günlük petrol üretimi savaşın başlamasından sonra birdenbire düşmüştür. Ayrıca İran’ın Körfezin denetimini ele geçirmesi, Irak’ın deniz yoluyla yaptığı ticaretin kesilmesine neden olmuştur. Buna 1982 Nisan’ında Irak’ın Suriye’den geçen boru hattını kapatması da eklenince, 1982 sonunda Irak’ın durumu pek parlak gözükmemiştir. Bu durumda 1982 Nisan’ında, Irak’ın petrol ihracını sürdürdüğü tek boru hattı, Türkiye’den geçen Kerkük-Yumurtalık boru hattıydı. 1980’de yıllık petrol geliri 26 milyar dolar olan Irak’ın, savaş süresince yıllık petrol gelirinin 12 milyar doların da altına düştüğü gözlenmiştir.

KAYNAKÇA

  1. Ankara Üniversitesi. [Online]. Available from: http://geography.humanity.ankara.edu.tr/cografya-hakkinda/. November 12, 2019
  2. Hourcade B (2000). ‘‘İran Fiziki ve Beşeri Coğrafya’’. TDV İslam Ansiklopedisi, cilt:22, sayfa: 392-394
  3. Citlioğlu, E. ‘‘İran’ı Anlamak’’; Başkent Üniversitesi; Ankara; 2015.
  4. Country Profile of Iran. Iranian National Committee of ICID; 2000
  5. Harita-1: Harita Genel Müdürlüğü. [Online]. Available from: https://www.harita.gov.tr/urun-234-iran-fiziki-haritasi.html. /. November 23, 2019
  6. Gene R. Garthwaite, İran Tarihi, 3. Baskı, İstanbul, İnkılap Yayınevi,2016
  7. Yaşar Semiz, Birol Akgün, Büyük Ortadoğu Jeopolitiğinde İran-ABD İlişkileri, Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi 5 (9), 162-181, 2005.
  8. Ünal Gündoğan, Geçmişten Bugüne İran İslam Devrimi: Genel Değerlendirme, Ortadoğu Analiz, 2011 05;3(29):93-99.
  9. Alptuğ Kuduoğlu, İran’da Musaddık Dönemi: 1951-1953, İran Çalışmaları Dergı̇si, 2019 02 04;2(2):37-62
  10. Aljazeera, Iran 1979: Anatomy of a Revolution, URL: https://www.aljazeera.com/programmes/specialseries/2017/11/iran-1979-anatomy-revolution-171112085321494.html
  11. İNSAMER; İran. URL: https://insamer.com/tr/iran_515.htm . Kasım 24,2019
  12. İNSAMER, İran’da Eğitim: Batı Eğitim Mirasından Devrimci Bir Eğitime. Ağustos 27,2018. URL: https://insamer.com/tr/iranda-eğitim bati-eğiyim-mirasından-devrimci-eğitime-1597.html
  13. T Arı, Irak, İran, ABD, Petrol.  İstanbul: Alfa Basım Yayım, 2007