EDEP

KAVRAM ÇALIŞMA GRUBU

· 21 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1 Zülal DURU *

2 Hicret Ravza AYTEMİZ

3 Ayşe Kübra GÜLLÜ

3 Nur KAYABAŞI

2 Esma SAYIN

2 Şevval YİĞİT

  1. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  2. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
  3. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi

*İletişim: zlalduru@gmail.com

İçindekiler

EDEP KAVRAMININ DİLSEL İNCELEMESİ

Edep bir davranış kuralı, bir hareket tarzı olarak hayatın her alanında yer almasına rağmen hiçbir yerde açık bir şekilde tanımlanamamıştır. Bir Arap edebiyatı uzmanının dediği gibi ‘Edebi somut olarak bir ekrana yansıtamayız. Çünkü edep bir arayışın müteharrik hedefidir.’ Bu nedenle henüz olgunlaşmamış ve tanımlanması zor bir kavramdır. Ancak edebin İslam ahlak düşüncesindeki en temel ve kurucu düşüncelerden biri olduğu belirtilebilir. Edebin amacı bir insanda doğru teamül, tecessüm ve disiplinin oluşmasını sağlamak kısacası onurlu bir şekilde davranma, layıkıyla tartışma, doğru bir şekilde değerlendirme yetilerinin gelişmesini sağlamaktır. İnsanın hataya düşüp utanılacak şeyler yapmasını önleyen, yerinde ve ölçülü davranmasını sağlayan meleke, her hususta haddini bilip sınırını aşmama, terbiye, nezaket, zarafet anlamlarını da taşımaktadır.

Edep kelimesinin etimolojisi ve en eski anlamları hakkında farklı görüşler vardır. Birçok Arap dil uzmanı edep kelimesinin ‘e-d-b’ (ﺍدب) kökünden geldiğini söyler. Bu kökten türediğini kabul ettiğimiz edep kavramının İslam öncesi dönem ve İslamiyet’in ilk yıllarında ‘davet etme, çağırma’ anlamını taşıdığı görülür. Ki onunla aynı kökten türeyen ‘üdbe’ ve ‘me’debe ’ kelimeleri ‘ziyafet yemeği, düğün yemeği’ anlamında kullanılmıştır.

Kuran’da edep veya ondan türetilmiş herhangi bir kelime geçmez. Ancak 4 ayette ‘adet, alışkanlık, eskilerin uygulamaları’ anlamında ‘de’b’, bir ayette aynı anlamda ‘deeb’, başka bir ayette de ‘sürekli’ anlamında ‘daibeyn’ kelimeleri yer almaktadır. Hadislerde ise hem edep hem de çoğulu adap ile aynı kökten isim ve fiiller kullanılmıştır. Abdullah Bin Mesud’un rivayet ettiği ve sözlük yazarlarının edebin kökündeki davet anlamı ile sonradan kazandığı iyi alışkanlıklar anlamı arasında münasebet kurmak için faydalandıkları bir hadiste; ‘Gerçekten bu Kuran Allah’ın bir sofrasıdır(me’dibetullah). O’nun sofrasından gücünüz yettiğince bilgi toplamaya çalışın’ denilmektedir. Başka bir hadiste de Kuran’dan Allah’ın edebi olarak söz edilir. Bu şekilde etimolojik bakımdan ortak bir kökten gelen me’debe ve edep kelimelerinin her iki hadiste de Kuran’a nispet edilmek suretiyle anlamları da ortaktır. Böylece hadis dilinde edebin hayırlı, yararlı bilgiler ile davranış alışkanlıklarını ifade ettiği, Kuran’ın da bu bilgi ve davranışları barındıran ilahi bir edep kaynağı olduğu anlaşılmaktadır.

Edep kavramı ‘gelenek, görenek, ahlak’ gibi ilk anlamları yanında İslam kültürünün tarihi gelişimi içinde son derece geniş kapsamlı bir kavram haline gelmiştir. Örneğin edep kavramı çeşitli mevkiler, meslek ve sanatlar, eğitim ve öğretim, tasavvuf ve tarikat, ilmi araştırma ve tartışmalar, dini faaliyetler, yeme, içme, giyim, kuşam vb. günlük meşguliyetler, her türlü sosyal ilişki ve hayatın diğer bütün alanlarına dair -bilgiler ve en uygun davranış tarzları- için kullanılmıştır. Bu suretle edep terimine dinî, dünyevî, tasavvufî, ahlâkî ve sosyal uygulamaları sistematize eden ilke ve kuralları içine alacak şekilde kapsam zenginliği kazandırılmıştır.

Edep kavramı ahlak kavramını kapsayan bir kavramdır. Bunun nedeni ‘çağırmak, davet etmek’ olan asli manasına teşbihledir. Bu asli manaya teşbihen sahibini hayır ve hasenata çağıran kavli ya da fiili güzel ahlakların tümüne birden edep denmiştir.

Edep bir tac imiş Nur-u Huda’dan

Giy o tacı emin ol her beladan

Yunus Emre

EDEP KAVRAMI KUR’AN AYETLERİ İNCELEMESİ

İslam düşünürü İmam Gazali,  ‘Ahlakın en üstünü dinde edeptir. Müslüman için gaye olan bu mertebeye ulaşmak, Allah’ın (cc) emirlerine ve O’nun resulü Hz Muhammed’in edebine uymakla mümkündür. ’ diyerek edebi kulun yaşama kılavuzu olan Kuran’da ve hadislerde aramamız gerektiğine değinmiştir.

Kuranı Kerim’de edep kavramı Arapça bir kelime olarak orijinal haliyle kullanılmamakla birlikte iyi ve güzel davranışları örnekleyen, kötü davranışlardan da onları çirkinlik addederek uzak durmamızı öğütleyen pek çok ayet mevcuttur. Kuran’da edep kavramı şahsiyetlerin ve toplumun Müslümanca inşasında hal ve davranışlarda riayet edilmesi gereken ölçü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu cihette Kuran ayetlerini ‘toplumsal ve şahsi inşayı hedef alan edep’ olarak iki başlık altında inceledik.

ŞAHSİ EDEP

Ankebut 45 – Sana vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak Allah’ı anmak en büyük iştir ve Allah, her ne işlerseniz bilir.

Isra 37 Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin!

Hucurat 2 Ey iman edenler! Sesinizi, peygamberin sesi üzerine yükseltmeyin. Farkında olmadan çalışmalarınızın heba olmaması için, birbirinize bağıra çağıra konuştuğunuz gibi ona karşı bağırarak konuşmayın.

Lokman 18-19 –  “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüneni sevmez. Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt.”

Müminun 3 – Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.

A’raf 55 – Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Çünkü o haddi aşanları sevmez.

TOPLUMSAL EDEP

Nur 27-28 – Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip (izin alıp) ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir; herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız. Orada hiçbir kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün!” denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.

Nur 61: Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize) selâm verin. İşte Allah, düşünüp anlayasınız diye size ayetleri böyle açıklar.

Nisâ-86: Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin.

Mücadele 11 – Ey iman edenler! Size “Meclislerde yer açın” denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size “Kalkın” denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Hucurat 11- Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

Nur 58:  Ey inananlar! Ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar (çocuklar), üç vakitte odalarınıza girebilmek için izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi çıkarıp yatacağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir. Bunların dışında hizmetçilerin ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı size ve onlara bir günah yoktur.

İsra 23-24: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”

‘Gerçekten bu Kuran Allah’ın bir sofrasıdır(me’dibetullah). O’nun sofrasından gücünüz yettiğince bilgi toplamaya çalışın.’

HADİS-İ ŞERİFLERDE “EDEB”

İmam Gazali edebi şu şekilde tarif ediyor: “Edep, güzel huyların süsüdür.”

Elbette ki huyu en güzel olan Peygamberimiz (s.a.v)’dir ki O Kur’an ahlakı ile ahlaklanmıştır. Bizi Müslüman olmayan kimselerden ayırt edecek olan husus da Kur’an ahlakını hayatımızın vazgeçilmez süsü kılmaktır. Bu konuda bize yol gösteren de en başta Rasulullah (s.a.v)’in öğütleri ve sünnetleridir. Yaşamımızın her alanında güzel ahlakı da adabı da ondan öğreniriz.

‘HAL’İMİZDE EDEP

İmran bin. Husayn (r.)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Hâyâ ancak hayır kazandırır.” (Buhari, Edeb 77; Müslim, İman 60)

Ebû Hureyre (r.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah  (s.a.v): “ Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır”, buyurdu. ”Ey Allah’ın Resulü nedir onlar?” denildi. “Onunla karşılaştığında ona selam ver, seni davet ettiğinde davetine git, senden nasihat istediğinde nasihat ver, aksırdığında ve ‘elhamdülillah’ dediğinde ‘yerhamükellah’ de, hasta olduğunda ziyaretine git, vefat ettiğinde cenazesinde bulun.” buyurdu. (Müttefekun Aleyh Hadisler, Selam, sf. 594)

Ebu Hureyre (ra) Rasulullah ’tan(sav) hadis rivayet eder ve şöyle derdi: “O ön tarafa döndüğü vakit, vücudunun tamamıyla dönerdi. Geriye döndüğü vakit de vücudunun tamamıyla dönerdi. Hiçbir göz onun gibisini görmemiştir ve asla görmeyecektir.”

DUANIN EDEBİ

Rabbimizle mahremimizde nasıl bir rikkatin gerektiği hususundaki hadisleri incelediğimizde bu edep ‘duanın kalbinde’ başlar. Evvela kul bilmelidir ki; her türlü ihtiyacında, işinde, Rabbinin fazlından istemeli.  Bu isteyiş ki, kulun aciz olduğunun, atâ etmek kudretinin ancak Rabbinin elinde oluşunun bir idrakidir.

Efendimiz(sav) şöyle buyurmaktadır: “Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin.”  (Tirmizi, Da’avat 149, (3607, 3608))

“Allah dua eden herkese icabet eder. Bu icabet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur, yeter ki günah talep etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun. ” Tirmizi, Da’avat 146, (3602, 3603)

Allah Resulünün bu kutlu beyanına sarılmak ne büyük rahmet. Duasında aceleci olmamalı mümin, etmiş olduğu duanın elbet icabet gördüğünü bilmeli. Kul bu hal ile hem özündeki sabrı palazlandıracak, hem de nefsi şu ayeti celilenin sırrına bir nebze vakıf olacaktır: “Allah bilir, siz bilmezsiniz.”

Hayra dua eder gibi şerre de dua ettiğimiz vaki. Efendimizin; “Nefislerinizin aleyhine dua etmeyin”(Ebu Davud, Salat 362)  inzarı işlemeli içine bir müminin. Rabbinden ancak afiyeti dilemeli.

Bir adam Rasulullah’ın (sav) yanında “Bana sadaka verebileceğim bir mal vermedin, hiç olmazsa içinde mükâfat olan bir bela bana ver” diye Rabbine yakarınca, Allah Resulü ona şöyle buyurdular: “Allah’ı tesbih ederim! Senin o belaya gücün yetmez. Onun yerine şöyle deseydin ya: “Allah’ım! Bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru”  (Buhari, Edebül Müfred 748)

Hâlbuki o kimse, bunu Rabbine yakınlık vesilesi olarak istemişti. Öyleyse kimi zaman, güzel bir niyet üzere olduğumuzu düşünürken, edebe riayet etmeyişimiz ziyanımızı hazırlar. Kulun edebi, kendini her daim Rabbine karşı aciz görmesinde ve muvaffakiyetin ancak O’nun inayetiyle mümkün olduğunu bilmesindedir. Belki, belayı dilemek, beraberinde, ona göğüs gerecek kudrette olduğumuzu iddia etmenin bir göstergesi olduğundan Efendimiz(as) bunu hayır görmemiştir. Bizler de Mevla’mızdan sözlerimizin özündeki mahiyetin idrakinde olmayı diliyoruz.

Duanın edebi, ‘bedeni’ ile devam eder. Bu duanın nasıl inşa edildiği ile alakalıdır. Okuduğumuz hadislerden derledik ki duamızın efdal olanı, O çağrıyı yaptığımız yegâne Zat’a, hamdederek başlamakla, sonra O’nun habibine salât ve selam getirmekle hâsıl olur. Duayı; öz ama muhtevası geniş, kendinden başlayıp halka halka genişleyen ve tüm müminleri sinesine alan bir yakarışla gönle, dile dökmek, Âmin diyip, Efendimize(sav) salat ile tamamlamak icap eder.

İLMİN ADABI

İlmin adabından söz ettiğimizde ise, şu hadis-i şerifler üzerinde durduk:

“Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu ketmedip söylemezse (kıyamet günü) ateşten bir gem ile gemlenir.” (Ebu Davud, İlm 9, (3658), Tirmizi, İlm 3, (2651))

“Vallahi, senin hidayetinle bir tek kişiye hidayet verilmesi, senin için kıymetli develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır.” (Ebu Davud, İlm 10, (3661), Buhari, Ashabu’n-Nebi 9, Müslim, Fedailu’l-Ashab 34, (2046))

Bildiklerini unutmaktan endişe eden ve Resulullah(as)’a ‘bana câmi bir kelime söyle’ diyen sahabeye hitaben Efendimiz: “Bildiklerinde Allah’a karşı muttaki ol (bu sana yeter) ve onunla amel et!” buyurdular. (Tirmizi, İlm 19, (2684))

Mümin iman ettiği şeyin mahiyetini öğrenmelidir, bu onun imanına karşı edebidir. Edindiği bu malumata karşı edebi ise, o ilimle amel etmesi, amelinde ihlas sahibi olmasındadır. Onunla kibirlenmek, öğretilmesi icap eden bir malumatı enaniyetle kendine saklamak, onu dünyalık bir meta olarak kullanmak, ilme karşı zulüm ve edepsizlikten başka bir şey değildir.

SÖZÜMÜZDE VE KONUŞMAMIZDA EDEB

Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Güzel söz sadakadır.” (Buhari, Edep 34, Cihat 128; Müslim, Zekât 58)

Ebû Hureyre  (r.)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Münafığın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder.” (Buhari, İman 24, Edeb 69; Müslim, İman 107- 108; Tirmizi, İman 14; Nesai, İman 20)

İLİŞKİLERİMİZDE EDEP

Ebû Zer (r.)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa, hiçbir iyiliği küçümseme.” (Müslim, Birr 144; Tirmizi, Et’ime 30, Birr 45)

YEME-İÇME ADABI

Ömer b. Ebû Seleme (r.) şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Besmele çek. Sağ elinle ye. Hep önünden ye.”  (Buhari, Et’ime 2-3; Müslim, Eşribe 108)

MİSAFİRLİK ADABI

Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Biriniz yemeğe davet edildiği zaman davete katılsın; şayet oruçluysa yemek sahibine dua etsin; oruçlu değilse yesin.”  (Müslim, Nikâh 106, Siyam 159; Ebû Dâvûd, Et’ime 1, Savm 75)

Ebû Şüreyh Hüveylid b. Amr el Huzâ’i (r.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah  (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirini güzel ağırlasın. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasına iyilik etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhari, Edeb 31, 85; Müslim, İman, 74, 75, 77; Ebû Dâvûd, Edeb 123; İbni Mace,  Edeb 4)

GİYİM-KUŞAM ADABI

Muaz b. Enes (r.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Bir kimse, gücü yettiği halde mütevazı davranarak lüks elbise giymeyi terk ederse Allah kıyamet gününde o insanı yarattıklarının en başında huzura çağırır ve onu iman ehlinin giyeceği elbiselerin dilediğini giymede serbest bırakır.” (Tirmizi, Sıfatu’l Kıyamet 39; Ahmed bin Hanbel, Müsned III 338,339)

Aişe (ra.) şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v) temizlenmeye, (saçını sakalını) taranmaya, ayakkabısını giymeye varıncaya kadar her işe sağdan başlamayı çok severdi. (Buhari, Vudû 31, Salat 47, Et’ime 5, Libas 38; Müslim, Taharet 66-67)

SOHBET MECLİSİNDE EDEP

Ebû Hureyre (r.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah  (s.a.v) şöyle buyurdu: “ Bir kimse bir mecliste oturur da orada Allah’ın ismini anmazsa Allah’a karşı eksik bir iş yapmış, bir günah işlemiş olur. Bir kimse yatağa yatar da orada Allah’ı zikretmezse yine eksik bir iş yapmış olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb 25; Ahmed bin Hanbel, Müsned II 422)

Abdullah bin Ömer  (r.)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ”Bir kimse diğer bir kimseyi oturduğu yerden kaldırıp oraya kendisi oturmasın. Ancak siz yer açınız, genişleyiniz(desin).” (Müttefekun Aleyh Hadisler, Selam, Toplantı Yerlerinde Bazı Görgü Kuralları, sf. 597)

EDEP KAVRAMI VE ESMÂ-İ HÜSNÂ

İsmin çoğulu olan esma ile “güzel, en güzel” anlamındaki hüsna kelimelerinden oluşan Esmâ-i Hüsnâ (el – esmaü’l-hüsna) terkibi naslarda Allah’a nispet edilen isimleri ifade eder. Sadece Kuran’da geçen ilahi isimler 100’den fazladır; muhtelif hadislerde Allah’a nispet edilen başka isimler de mevcuttur. Bu başlıkta El-Latif ve El-Halim isimlerini işledik.

EL-LATİF (اللطيف)

Sözlükte “nazik ve merhametli davranmak, iyi muamele etmek” anlamındaki lutf kökünden sıfat olan latîf kelimesi “nazik ve yumuşak davranan, yumuşaklıkla muamele eden” demektir. Latîf Allah’ın isimlerinden biri olarak “fiillerini rıfk ile gerçekleştiren, kullarına iyilik ve merhamet eden, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan, zatı duyularla algılanamayan, en gizli ve ince hususları dahi bilen” manalarına gelir.

Latîf ismi Kur’an-ı Kerîm’in yedi yerinde geçmektedir. Her ne kadar bazı âlimler Latifte “lütuf ve ihsanda bulunma manasının ağır bastığını söylüyorsa da, Kur’an’daki bütün kullanışlarında ” hiç kimse tarafından bilinip sezilemeyen en ince noktalara vakıf olma” anlamının hâkim olduğu görülmektedir.

Gazali ‘Latîf’ isminden ilham alarak kulun edinebileceği niteliğin şundan ibaret olduğunu kaydeder: Allah’ın kullarına müşfik davranmak; Allah’a ve ahiret mutluluğuna davet ederken şiddet ve taassuba kapılmadan, tartışmaya girmeden nezaket ve yumuşaklıkla hareket etmek. Bu çağrı konusunda takip edilecek en güzel yöntem çağrı sahibinin kabul görmüş güzel davranışlar sergilemesidir. Bu yöntem tumturaklı çok daha etkili ve başarılıdır.

Latîf ismi,  “en gizli ve ince hususları bilen” manasıyla Âlim ve Habir isimleri; “kullarına iyilik ve merhamet eden” manasıyla Berr, Rahman, Raûf ve Kerîm isimleri; “zatı duygularla algılanamayan” anlamıyla da Batın ismiyle muhteva yakınlığı içinde bulunur. Latif ismi bu manaların birincisine göre sübûtî, ikincisine göre fiili, üçüncüsüne göre de tenzihi isim ve sıfatlar grubuna girer.

El-Latîf isminin geçtiği ayetler:

• Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.(33:34 Ahzâb)

• Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır kuvvetlidir, güçlüdür.(42:19 Şûrâ)

• Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.(67:14 Mülk)

EL-HALİM(الحليم)

“Sabırlı ve temkinli, akıllı ve ağır başlı olmak” manasındaki hilm mastarından sıfat olup “sabırlı ve temkinli olan, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyip ileride meydana gelecek gelişmelere fırsat tanıyan” demektir.

Dil âlimleri kelimenin “kudreti olduğu halde cezalandırmayan” ve “cezayı büsbütün terk etmeyip gelişmelere göre hareket eden” şeklindeki iki anlamına dikkat çeker. Halîm ismi “sabırlı, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen” manasına gelir.

Hak edilmiş cezaları hemen uygulamayıp mühlet veren, anlamının yanı sıra “yapılan iyilikleri ve faziletli davranışları bazı eksiklikleri hesaba katmadan fazlasıyla mükâfatlandıran” manasını da içerir.

Halîm isminin tecellisi Allah’ın içtimai hayatı yönetmede ve toplumların varlıklarını sürdürmedeki nizamını da açıklamaktadır. Kur’an-ı Kerîm’de yaptıkları zulüm ve kötülükler yüzünden insanlar hemen ilahi cezaya çarptırılmış olsaydı yeryüzünde hareket eden hiçbir canlının kalmayacağı, yani sosyal düzenle birlikte ekolojik ve fizik düzenin de bozulacağı ifade edilmekte ve bu tür davranışların cezalarının belli bir süreye kadar ertelendiği haber verilmektedir.

Halim isminin türediği hilm mastarı “Sabırlı ve temkinli, akıllı ve ağır başlı olmak” manasıyla da edep kavramının alanına girmektedir. Halîm Esma-i Hüsnası’ ndan ilham alarak kulun edinebileceği güzel nitelikler, bir durum bir olay karşısında sabırlı olmak, acele ve kızgınlıkla muamelede bulunmamak, yapılan hatalar karşısında muhataba mühlet verebilmektir.

Halîm isminin yukarıda zikredilenlerden başka şu isimlerle de anlam yakınlığı vardır: “Günahları bağışlayan ve tövbeleri kabul eden” anlamındaki Afüv, Gaffâr, Gafûr ve Tevvâb; “her şeyin iç yüzünden haberdar olup bütün ayrıntıları bilen” anlamındaki Habîr, Muhsî, Vâsi; “her şeye gücü yeten, kudretli” anlamındaki Kâdir, Kavî, Metîn, Muktedir ve “çok sabırlı” manasındaki Sabûr.

El-Halîm isminin geçtiği ayetler:

• Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah Gafûrdur, Halîmdir.(2:225 Bakara)

• Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur. (2:263 Bakara)

• (Uhud’da)iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan(yerlerinden)kaydırmıştı. Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, Halîmdir. (3:155 Âl-i İmrân)

• Eğer Allah’a(rızası uğruna) ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, ceza vermekte acele etmeyendir. (64:17 Teğâbun)

EDEP İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

EDEP VE EDEBİYAT

Hicri 5. yüzyılın sonundan hicri 6. yüzyılın başına kadar geçen sürede edep kelimesi sarf, nahiv, lügat, belâgat, meani, beyan, aruz, kafiye gibi ilimlerin karşılığı kullanılmıştır. Günümüzde “duygu, düşünce, istek ve hayallerin estetik kaygı güderek, edebi zevk vermek amacıyla yazılı ve sözlü ifade edilmesi” şeklinde tanımlanabilen edebiyat kelimesi, çeşitli sözlüklerde; dini ve bilimsel nitelikte olmayan yazın tekniklerinin tümü; nazımlı nesirli güzel sözler, bu sözlerden bahseden ilim şeklinde anlam bulur. Edebiyat sözcüğü kelime dağarcığımıza Tanzimat döneminde girmiştir. Tanzimat dönemine kadar edebiyat kelimesi yerine ilm-i edeb ve belagat kelimeleri kullanılıyordu. Edep ve edebiyat kelimeleri hem lafız hem de mana bakımından iç içe geçmiş ve birlikte bir bütünlük arz eder halde iki kavramdır. Bu iki kelime iç içe geçip tek bir kelime olduklarında her ikisinin ayrı ayrı taşıdıkları manalardan daha ulvî, daha derin, daha estetik bir mana arz etmektedir. Edebiyat, en genel manada “sözün edebi ”dir. Bir başka deyişle sözü, bir kural, bir ölçü dâhilinde söylemek üzere lafzı tanzim etmektir.

Bu bağlamda edep ile edebiyat arasındaki ilişki iki başlık altında incelenebilir:

• Pedagojik Amaç: Edebin sosyal bir ıslah aracı olduğu bilinen bir gerçek olduğu gibi geçmişten günümüze edebiyata yüklenen farklı misyonlar olsa da edebiyatın bir eğitim aracı olarak görülmesi sürekli olmuştur. Bu çerçeveden bakıldığında edebin ve edebiyatın telkine dayalı bir yöntemle toplumun idealize ettiği tavır ve davranışları ortaya çıkarma çabasında olduğu görülmektedir.

• Şekil – Yöntem – İçerik: Tüm sanat dallarında olduğu gibi edebiyatın özünde de estetik kaygı ve estetik haz yatmaktadır. Estetik kaygı nitelik olarak edepten ayrı düşünülmemesi gereken bir olgudur. İki olgu da ideal olanı benimser. Estetik kaygı ve haz, ideal olanın fiziksel ve göreceli kombinasyonu iken edep, bu kombinasyonun toplumdan topluma değişebilen sosyal bir uzantısıdır. Edebiyat da edebin bir uzantısı olarak ruhu eğitmek, estetik hazzı beslemek şekli ile vücut bulmuştur.

EDEP VE EĞİTİM

Günümüzde eğitim, genel olarak insanın her yönden gelişmesi ve olgunlaşması için yapılan etkinlikler bütünü olarak anlaşılmaktadır. Eğitimin yalnızca bir bilme, ders öğrenme, bilişsel yönden aydınlanma ve gelişme olmadığı, bilginin karakter kazanımı ve mesleki formasyon için bir araç olduğu da bir gerçektir. Bundan dolayı eğitim olayının, öğrenme ve öğretimi içine almakla birlikte ondan daha geniş anlamlar taşıması bakımından başka türlü ifade edilmesi gerekmektedir. İnsanın maddi boyutunu aşan, ruhsal ve bilişsel yönünü kapsayan bir eğitim tanımı bu noktada önem kazanmaktadır. Bu ve benzeri değerlendirmelerin etkisiyle olsa gerek ki, özellikle insanın karakter yapısı, ahlaki eğilimleri ile ulaşılması gereken eğitim hedefleri dikkate alındığında daha çok edeb ve aynı kökten türeyen âdâb ve te’dib gibi kelimelerinin eğitim ile sıkı sıkıya ilişkili olduğu görülmektedir. Te’dib kelimesinin içinde geçtiği iyi bilinen bir hadis vardır: “Beni Rabbim eğitti ve eğitimimi (te’dibî) ne güzel yaptı!” Burada te’dib kelimesinin eğitim öğretimle doğrudan ilişkili bir biçimde ve daha çok anlayış ve kavrayış gücü, huy, ahlak ve karakter güzelliği kazandırma anlamını dile getirdiği görülmektedir.

Genel kullanımı bakımından eğitim kavramının “değer ”den ve belli bir hedeften yoksun nötr bir kavram olduğu söylenebilir. Edep ve te’dib ise, özellikle insanın ahlaki olgunlaşması yolunda bilinçli bir çabayı, toplumsal ilişkilerde ölçü, denge ve uyumu, hikmet ve adaleti gözeten bir tutumu ifade etmesi bakımından eğitime farklı ve incelikli bir pencere açar. Edep, insanın doğrudan doğruya bir “değer” varlığı olduğu düşüncesinden hareket eden bir eğitim anlayışıdır.

EDEP, MEDENİYET VE MEDENİLİK

Medeniyetin ve medeniyetin türediği “medeni(leşmiş)” kavramı, belli bir yönetim şekli olan, genellikle yerleşik şehir hayatı yaşayan ve okur-yazar olan kişileri; göçebe olan yani kaba, görgüsüz ve doğru toplumsal davranışlardan haberi olmayan ve de barbar kişilerden ayırmak için kullanılan bir kavramdır. Ancak, genel medeniyet kavramının merkezinde bir paradoks vardır. Bir yandan medeniyet, sömürgeci amaçlar için sömürgeci düşünürler ve sömürgeci güçler tarafından kullanılan modern bir kavramken aynı zamanda medeniyet kavramının özünde, bir medenilik mefhumu veya kişinin nasıl davranması gerektiğine dair geliştirilmiş bir duyarlılıklar dizisi vardır. Özetle medeniyet hem sömürgeci bir kavramdır hem de toplumun temellerini kurucu işlevi vardır.

Medeniyet kavramının ‘sömürgecilik’ ve ‘toplumsal gelişme’ paradoksuna açıklık getirmek ise İslam medeniyeti özelinde toplumun kurulmasında en merkezi rolde yer alan edeb kavramı ile mümkün olmaktadır. Zira İslam medeniyetinin önemli bir yapı taşı olarak edep kavramının toplumların oluşturulması, geliştirilmesi ve evrensel bir miras oluşturulması yönünde dünya tarihine açtığı ufuk; medeniyetin toplumu kurucu işlevinin açıkça bir parçasıdır. İslam medeniyetinin dünya tarihini yeniden inşa etmeye yönelik rolü, bu medeniyetin merkezinde yer alan edeb kavramının doğru toplumsal davranışı telkin edici, insan fiillerini motive edici ve toplumun geneline yayılan bir erdemin gelişmesine sebep olan işlevleri ile açıklanabilir. Gelişmiş teknoloji, ileri teknik, edebî ve felsefi başarılar temelinde şekillenen Batı Medeniyeti özelinde medeniyet kavramı ise modernite tarihindeki asıl kavramlardan biridir ve İslam medeniyeti gibi esas olarak edep kavramının toplumu kurucu işlevlerine dayanmaz.

İMAM RABBANÎ VE EDEB

Fikir ve irşadlarıyla asırların ötesine ışık tutan İslam büyüklerinden biri de “ikinci bin yılın müceddidi” ve İmam-ı Rabbani gibi lakap ve vasıflarla anılan Serhendli Ahmed el Farûkî’dır. Asıl ismi Ahmed bin Abdülehad bin Zeynülabidin bin Abdülhay. El Farûkî lakabı da büyük dedesi Hz. Ömer’den kaynaklıdır. 971. hicret yılında Sirhind’de doğmuştur.(m.1564)

Okuma çağına gelince ilk tahsilini babası Abdullah’tan almıştır. Ondan Arapça öğrenmiş ve küçük yaşta Kuran-ı Kerim’i ezberlemiştir. Daha sonra tahsilini ilerletmek için Siyâlkût şehrine gelmiş, arada Kemâleddin Keşmirî’ den aklî ilimleri esaslı bir şekilde tahsis etmiştir. Hadis ilimlerini Mekke ve Medine’nin büyük muhaddislerinden öğrenmiştir. Genç âlim henüz 17 yaşındayken tahsil devresini bitirmiş; telif, cihad ve irşad faaliyetlerine başlamıştır.

İmam Rabbanî hazretleri bir müddet Serhend’de talebe yetiştirmekle meşgul olup, insanlara doğru yolu anlattıktan sonra, hocası Muhammed Bakibillâh’ı ziyaret için Delhi’ye gitti. Hocasına yapılması mümkün olmayan bir edeple davranırdı.

Talebelerinden Muhammed Haşimi Keşmi (k.s) şöyle anlatmıştır: “Hocam, İmam Rabbanî’yi methedip övdükten sonra; ‘Mertebesi yüksek fazileti çok olmakla birlikte, edebe riayette Muhammed Bakibillâh’ın talebelerinden hiçbiri İmam Rabbanî hazretleri gibi değildi. Bunun için bereketler herkesten önce ona nasip oldu.’”

Edebe riayetle ilgili kendisi de Mektuplar adlı eserinde şöyle demiştir: “Edepten arî ve uzak olanların Allah’u Teâlâ’ya vasıl olmaları mümkün değildir.”

İmam Rabbanî küçük büyük her hareketinde mutlaka Resul’ü Ekrem Efendimizin sünnetine uyar ve herkese de böyle yapmasını tavsiye ederdi.

Yolculuk esnasında dahi bineğinin üzerinde, bir yastığın üzerine koyarak, Kuran-ı Kerim’i tilavet ederdi. Bir gün hafızlardan biri, kendi minderlerinden aşağı bir minder koyup üzerine oturarak, Kuran’ı Kerim okumaya başladı. İmam Rabbani hazretleri(k.s) derhal bu durumun farkına varıp, hemen üzerinde oturduğu yüksek minderi bir kenara çekip yere oturdu. Hiç bir zaman Kuran’ı Kerim okumakta olan hafızdan yüksekte oturmazdı.

Kuran’ı Kerim’e çok büyük bir hürmet ve edeple yaklaşırdı. Bu konuyu İmam Rabbanî hazretlerinin talebelerinin meşhurlarından olan Muhammed Haşimi Keşmi şöyle anlatmıştır:

“Bir gün Hazret-i İmam’ın huzurlarında oturuyordum. Onlar marifetleri yazıyordu. Aniden bevl sıkıştırması sebebiyle kalkıp helâya gitti. Fakat hemen süratle dışarı çıktı. Böyle süratle helâya girip, hemen aceleyle dışarı çıkmalarına hayret ettim. Helâdan çıkar çıkmaz su ibriğini istedi ve sol elinin baş parmağının tırnağını yıkadı ve ovaladı. Sonra tekrar helâya girdi. Bir müddet sonra çıkınca buyurdu ki: ”Bevl sıkıştırdı, aceleyle helâya girdim ve oturdum. Gözüm tırnağımın üzerine gitti. Üzerinde siyah bir nokta vardı. Kalem yazıyor mu diye kontrol etmek için bunu yapmıştım. Hâlbuki o nokta Kuran’ı Kerim harflerini yazarken kullanılırdı. Orada oturmayı doğru görmedim ve edeb dışı buldum. Bevl sıkıştırmasından dolayı sıkıntı çektimse de, bu sıkıntı bir edebi terk etmenin vereceği sıkıntının yanında çok az geldi. Dışarı çıktım. O siyah noktayı yıkadım ve tekrar içeri girdim’”.

İmam-ı Rabbani edep noktasındaki hassasiyetini şu sözleriyle zirveye taşımıştır:

“Manevi yolun tamamı edeptir. Hiçbir bî edeb, vasıl-ı Hüdâ olamaz.” (Mektuplar Risalesi, s.155)

“Manevi yolda kaybedip zarar eden ve hüsrana uğrayan, bu yola girdiği halde adabına riayet etmeyen şahıstır.”(Mektubat, Cilt 1,s.292)

“Edebi gözetmek, zikirden üstündür. Edebi gözetmeyen Hakk’a kavuşamaz. ” (Mektubat, Cilt 1)

KAYNAKÇA

  1. Topaloğlu B. Latîf; TDV İslam Ansiklopedisi; Cilt:27; sayfa: 108-109
  2. Topaloğlu B. Halîm; TDV İslam Ansiklopedisi; Cilt:15; sayfa: 334-335
  3. Hughes M. A. Edep ve Medenilik Fetih veya Terbiye Olarak Edep; Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Medeniyetler İttifakı Enstitüsü Medeniyet Araştırmaları Anabilim Dalı; 2014.
  4. Toprak Ş. Hadis Literatüründe Kitab’ül Ahlaklar; 2006
  5. Yılmaz İ. Edep ve Adap Kavramlarının Semantiği ve Tarihsel Seyri; Marife Dergisi; yıl 6; sayı 2; s. 165-17; güz 2006
  6. Dündar İ.H. İslam’da Edep Geleneği ve Feridüddin-i Attar’ın Pendnamesi; Van; 2008.
  7. Karaman H. İmam-ı Rabbani ve İslam Tasavvufu; 2009
  8. Rabbani İ. Mektubat-ı İmam-ı Rabbani; 2004
  9. İslam Âlimleri Ansiklopedisi. Türkiye Gazetesi Yayınları. Cilt 15, sayfa 318. 2015
  10. Çekiç İ. Edep ve Edebiyat Arasındaki İlişki Üzerine Bir İnceleme, 2016 Hoca Ahmet Yesevi Yılı Anısına Uluslararası Türk Dünyası Eğitim Bilimleri ve Sosyal Bilimler Kongresi. 2016.
  11. Hökelekli H. Eğitim ve Edep İlişkisi Üzerine Kavramsal Bir Değerlendirme, Dem Dergi. Sayı 4. 2007
  12. Kocaer A.F. Müttefekun Aleyh Hadisler- Buhari ve Müslim in İttifak Ettiği Hadisler; Hüner Yayınevi; 2.baskı; Konya; 2007
  13. Nevevî İ. Riyâzü’s-Sâlihîn Elçilerin Efendisi’nden Sözler; Konevi Yayınları; 5.baskı; 2013
  14. Canan İ. Kütüb-ü Sitte Hadis Ansiklopedisi Tercüme Ve Şerhi; Akçağ Yayınları; Ankara; 2016
  15. Buhari İ. Edebü’l-Müfred (Tercüme ve Şerhi, Rauf Pehlivan); Motif Yayınları; İstanbul, 2010
  16. http://mervealkan.blogspot.com.tr/p/ilgili.html
  17. https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir
  18. http://www.gencdoku.com/nezaketlerin-en-guzeli-edeb-6928.html
  19. http://www.illaedep.org/1447/ayetler/