ZAMAN

KAVRAM ÇALIŞMA GRUBU

· 24 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1 Esma SAYIN

1 Hicret Ravza AYTEMİZ

2 Nur KAYABAŞI

3 Hatice Hilal POLAT

1 Şevval YİĞİT

2 Ayşe Kübra GÜLLÜ

3 Zülal DURU  *

  1. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  3. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi

*İletişim: zlalduru@gmail.com

İçindekiler

DİLSEL İNCELEME

“Zaman, ne olduğu sorulmadığı sürece hepimizin üzerinde uzlaştığı ve sorunsuzca kullandığı bir kavramdır. Öyleyse zaman nedir? Sormadıkları takdirde bilmeme rağmen, soran birine açıklamaya çalıştığımda bilmediğimi anlıyorum.” (St. Augustine)

Düşünce tarihi boyunca varlık ve yaratılış probleminin çözümüne ilişkin temel paradigmalardan biri olan zaman, ilk bakışta çoğumuza tanıdık gelse de tanımlanmaya çalışıldığında tatminkâr cevabın güç olduğu bir kavramdır. Bu bağlamda zaman konusunda hemen hemen her toplum kendi kültür ve düşünce yapısına uygun bir şekilde zamanı tanımlamaya çalışmıştır.

Zaman kelimesinin kökü, Zerdüştiliğin bir kolu olan eski bir İran din akımı Zurvanizm’deki ‘zaman ve kader tanrısı Zurvan’ ismine kadar uzanmaktadır. Zurvan’ın başlangıçta zamanın kaynağı olan, iyi ve kötü talihi dağıtan, yazgıya hükmeden bir gök tanrısı olduğu belirtilir. Kutsal kitapları Avesta’da da zaman anlamında zruvan/zurvan kelimesi geçmektedir.

Sözlükte ‘kısa veya uzun vakit, az ya da çok bölünebilir müddet’ gibi anlamlara gelen zaman örfte altı ayı aşmayan süre, bir yılın çeşitli dönemleri ve mevsimleri, bir kimsenin yönetimde kaldığı süre anlamında da kullanılır. Çoğulu -ezman- kelimesinin ise bir insanın yaşadığı ömür anlamına geldiği kaydedilir.

BAZI KÜLTÜR VE DİNLERDE ZAMAN

Eski dönemlerde zaman anlayışında tabiatla iç içelik hâkimdir. Zaman aralıkları saat ile değil gün ışığı vasıtasıyla belirlenir. Gün-gece, mevsimler, yıldızların hareketleri, medcezir, yağışlar vb. doğa olayları ile zaman anlam kazanmaktadır.

Eski Yunan’da zaman, içinde olayların geçtiği şey olarak tanımlanır. Zaman kavramı geçmiş ve gelecekten ziyade şimdiki zaman ile ilgilidir. ‘Kairos’ insan yaşamını ve gelişimini ifade eden en uygun zaman anlamında şimdiki zamanın karşılığı olarak kullanılır ve zamanın niteliğini ifade eder. Bunun karşısına ise zamanın niceliksel tarafını karşılayan, durmadan akıp gitmeyi ve saatin gösterdiği zamanı ifade eden ‘khronos’ çıkmaktadır. Khronos zaman tanrısıdır. Zamanın babası ve çocuklarını yutan, çıplak, yaşlı, kel bir varlık olarak tasvir edilir.

Hıristiyanlıkta Tanrı İsa’nın bedenine bürünerek insani bir varoluşa düşüş yaşamıştır. Tanrı tarih üstü bir varlık iken, bu düşüşle zamanın içine karışmış ve sonlu varlık ile sonsuz varlık arasındaki dinamik ilişki ile sonsuzluk zamanın içine, zaman da sonsuzluğun içine dahil olmuştur. Bu sebeple tarih ve zaman kutsallaştırmaya layık bir hale gelmiştir.

Yahudi geleneğinde zaman kutsal bir tarihin aracısı olarak kabul edilir. Seçilmiş bir halkın başına gelen özel birtakım olaylar silsilesinin aracısı olarak zaman kutsanmıştır; o ebedi bir dönüş, Tanrı ile halk arasındaki sözleşme ve inancın ilahi yoludur.

Cahiliye Araplarında ise zamanın, âlemdeki oluş ve bozuluşlarda etkin olduğu şeklinde bir görüş hâkimdir. İslam’dan önce Araplar yaratıcı olarak Allah’ı görmekle beraber yaratılıştan sonra yaratıcıyla tüm ilişkilerin kesildiğine ve hayatın daha kuvvetli bir varlığın yani ‘dehr’in yönetimine geçtiğine inanmaktadır. Dehre kudret ve ilahlık payesi verilmiştir. Dehr ve zaman kavramları ileride daha ayrıntılı anlatılacaktır.

ZAMAN KAVRAMINA KURAMSAL YAKLAŞIMLAR

Zamanın varlığını inkâr edenler Septikler (Şüpheciler) olarak bilinir. Şüpheciler zamanın gerçeklikten yoksun olduğu lehinde şöyle bir kanıtlama yaparlar: Eğer zaman var olsaydı ya bölünebilir ya bölünemez olacaktı. Bölünemez olduğu takdirde yıllar, aylar, saatler, geçmiş ve geleceğin ondan çıkması imkânsız olacaktı. Tersine bölünebilir olsaydı ya bütün parçaları ile birlikte ya da parçalarından bir kısmı ile var olacaktı. Birinci ihtimal saçmadır çünkü bu durumda geçmiş ve gelecek eş zamanlı olacaktı. İkinci ihtimal de olanaksızdır çünkü zamanın hiçbir parçası fiilen var olmaz. Zira geçmiş yaşanıp bittiği, gelecek ise henüz gelmediği için fiilen yok hükmündedir.

Zaman konusunda görüş bildiren ilk düşünürlerden biri olan Platon’a göre, zihnin var olanları bir bütün olarak birdenbire kavrayamamasının bir sonucu olarak değişmez ve zaman dışı olan zaman, yetkin idealar dünyasının yetkinlikten yoksun bir taklididir.

Fizik adlı eserinde ‘Zaman var mıdır? Eğer varsa doğası nasıldır?’ sorusundan yola çıkan Aristo’ya göre zaman ise ya yoktur ya da kaygan ele avuca gelmez bir şeydir. Buna göre zamanın bir parçası var olmuştur ama yoktur (geçmiş); öteki parçası ise henüz yoktur ancak var olacaktır (gelecek). Zaman bu parçalardan oluşur fakat var olmayanlardan oluşan bir şey varlıktan pay alamaz. Aristo harekete bağlı bir zaman tanımı yapmıştır. Ona göre zaman, önce ve sonraya göre devinimin sayısıdır. Bireyler düşüncelerinde bir şey değişmediğinde ya da değişimi fark etmediklerinde zamanın da geçmediğini düşünmektedirler. Fakat Aristo’da zaman hareketle bağıntılı olsa da onunla özdeş değil; önce ve sonraya göre hareketin sayısıdır. Bu aritmetik sayımı yapacak olan insan zihnidir. İslam filozofları arasında en yaygın şekilde benimsenen tanım budur.

Einstein’a göre ise zaman mutlak ve doğrusal değildi, zaman kişiye göre şekilleniyordu göreliydi. Einstein, kuramını şöyle açıklar: “Bir adam sevdiğiyle oturup bir saat geçirdiğinde, bu süre kendisine bir dakika gibi gelir. Bir de onu, bir dakika için sıcak bir fırının üzerine oturtun; bu süre ona bir saatten daha uzun gelecektir. İşte görelilik budur!”

İSLAM DÜŞÜNCESİNDE ZAMAN

Kelam geleneğinde zamanın daha küçük parçaya bölünmesi imkânsız olan cüzlerden(an) meydana geldiği ifade edilir. Zaman, mekân ve hareketin birbirinden ayrı düşünülmesi imkânsız olduğu için kelamcılar mekân ve hareket gibi zamanın da sonsuz bölünebilirliğini reddetmişlerdir.

İlk İslam filozofu Kindi zaman kavramı konusunda Aristocu bir yaklaşım sergileyerek zamanı hareketin sayısı ve hareketin saydığı süre olarak tanımlamıştır.

İhvan-ı Safa grubu zaman için “saat, gün, ay ve yılların geçişi, gökküre hareketlerinin yinelenen sayısı, gökküre hareketlerince sayılan süre” gibi yaygın tanımları aktarır. Ek olarak iki farklı görüşten de bahseder. İlki Septiklerin görüşüne paralel olarak zamanın gerçek bir varlığa sahip olmadığıdır. İkincisi ise yirmi dört saatlik zaman dilimleri dünya üzerinde farklı boylamlarda daima gerçek olarak yaşandığı için zaman sürekli olarak vardır.

İslam dünyasında zaman hakkında Aristocu fikirlerin yaygınlık kazanması İbn-i Sina aracılığıyla olmuştur. Ona göre hareket eden nesnelerin hız ve mesafe değişkenlerine bağlı olarak birbirlerine göre farklı konumlara sahip oluşu, insan zihninde öncelik-sonraki fikrinin meydana gelmesini sağlar. Buna göre zaman, önce ve sonra gelen diye bölünebilen hareketin sayısıdır. İbn-i Sina fizik alanındaki zamanla, ‘dehr’ ve ‘sermed’ dediği mutlak zamanı birbirinden ayırır. Fiziksel varlıkların zaman tarafından kuşatılmasına karşılık metafizik varlıklar zamanla beraberlik ilişkisi içindedir. Bu ilişki ‘dehr’ adını alırken; dehri de kuşatan, zamanda olmak veya zamanla beraber bulunmaktan tamamen bağımsız durumdaki mutlak varlığın sürekliliği için ‘sermed’ kelimesini kullanır. Fahreddin Razi İbn-i Sina’ya ait terminolojiyi şu şekilde formüle eder: “Değişenin değişene nisbeti zaman, değişmeyenin değişene nisbeti dehr, değişmeyenin değişmeyene nisbeti sermeddir.”

Zamanı hareketin ölçüsü sayan Meşşâî filozofların aksine Ebu’l- Berekat el-Bağdadi’ye göre zaman, varlığın ölçüsüdür. Bu tanımı zihindeki varlığı bakımından hareket olmasa da zamanın zihinde var olmasına dayanarak yapar. Yani zaman hareketten önce gelir. Ebu’l- Berekat ise  ister yaratıcı ister yaratılmış olsun hiçbir varlığın zamansız tasavvur edilemeyeceğini belirterek her varlığın zamanda bulunduğunu ileri sürer.

ZAMAN KAVRAMI ve KURAN AYETLERİ İNCELEMESİ

Kur’an-ı Kerim zamanı hem kavramsal hem de pratik yaşamla, hatta öldükten sonraki yaşamla ilişkisi bağlamında ele alır. Kur’an-ı Kerim’de zamanı ifade eden kelimeler işin ya da ibadetin vaktini belirlemek, yahut tarihi bir hadiseye atıfta bulunmak amacıyla kronolojik bağlamlarda hem de kozmolojik anlamda yer alır. Kur’an-ı Kerim’de her şeyin faili ve maliki olduğu ifade edilen Allah’ın kudret ve yaratma alanına zaman/dehr de dâhildir. Allah zamanın yaratıcısı ve düzenleyicisi olarak vasfedilmiştir.

Zaman kavramı bahsinin Kuran’da sıkça geçmesinin yanında birçok ayette zaman üzerine yeminler de edilir. Çünkü Allah (c.c) Kuran’da bizim için yaratıldığı halde önemini idrak edemediğimiz veya unuttuğumuz şeyler üzerine dikkat çekmek için yemin eder. Zaman da pek çok farklı formu ile Kuran’da üzerine yemin edilen, vurgulanan, hatırlatılan önemli ve değerli kavramlardandır: -Asra yemin olsun, duhaya yemin olsun, yeryüzünün sonuna yemin olsun, hasat gününe yemin olsun…-

Kuran içinde bahsedilen farklı zaman kavramlarını aşağıdaki başlıklar altında gruplayarak inceledik:

A) İbadet tanzimi

Hud 114. Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.

İsra 78. Güneşin doruğu aşmasından gecenin çöküşüne kadar(ki süre içinde) namazı(nı) gereği üzere yerine getir; sabah (namazı) okumasını da (tam bir dikkat ve duyarlık içinde gerçekleştir); çünkü sabah okuması(nda insan) gerçekten de (ulvi olan her şeye) açıktır.

Bakara187. Gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadar yiyip içebilirsiniz. Sonra gece çökünceye kadar oruca devam edersiniz.

Bakara189. Sana, ayın evreleri hakkında soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.

B) Toplumsal düzen

Bakara 194. Saldırmazlık örfünün geçerli olduğu aylarda size saldıranlara siz de karşılık verin: zira saldırmazlık örfünün ihlali, adil karşılık (kısas yasasına tabi)dir.

Bakara 226. Eşlerine yaklaşmayacaklarına dair yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır; şayet (yeminlerinden) dönerlerse, unutmayın ki Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır.

Bakara 233. Ve (boşanmış) anneler, eğer emzirme müddetini tamamlamak istiyorlarsa, çocuklarına iki tam yıl bakabilirler; onların yeme-içme ve giyimlerini uygun bir şekilde temin etmek, çocuğun babasına düşer.

Tevbe 36. Bilin ki, Allah’ın nazarında ayların sayısı, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gün koyduğu ölçü uyarınca on ikidir (ve) bunlardan dördü haram aylardır; işte (Allah’ın) her zaman geçerli sapasağlam yasa(sı) budur.

Yunus 5. Güneşi parlak bir ışık (kaynağı) ve ayı aydınlık kılan ve yılların sayısını bilesiniz, (zamanı) ölçebilesiniz diye ona evreler koyan O’dur.

Kuran geçmişi ihmal etmez, anlatır ibret-i kul için.

Tevbe 25. Gerçekten de Allah, (sayıca az olduğunuz zaman) pek çok savaş meydanında size yardım etmişti ve Huneyn Gününde de, o sayıca çokluğunuzun sizi kurumlandırdığı ama (tek başına) pek bir işinize yaramadığı o gün de (öyle yapmıştı); çünkü yeryüzü, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti de arkanızı dönüp geri çekilmiştiniz.

Kehf 19. Derken (günü gelince) onları uykudan kaldırdık ve (olup biteni) birbirlerine sormaya başladılar. İçlerinden biri: “(Burada) bu şekilde ne kadar kaldınız?” diye sordu. Ötekiler: “Ya bir gün ya da günün bir kısmı kadar” dediler. (İçlerinden daha derin bir sezgiyle donanmış olanlar:) “Ne kadar kaldığımızı en iyi Rabbimiz bilir” dediler.

Huzura toplanıldığı zaman – O gün –  Son saat

Yunus 45. Ve o Gün Allah onları (huzuruna) topladığı zaman (onlara öyle gelecek ki yeryüzünde) sanki sadece tanışmalarına yetecek kadar (kısa bir süre), sadece gündüzün bir saati kadar kalmışlar.

Bakara 254. Siz ey imana ermiş olanlar! Pazarlığın, dostluğun ve şefaatin geçerli olmayacağı bir Gün gelmeden önce size rızık olarak bağışladığımız şeylerden (Bizim yolumuzda) harcayın.

Ali İmran 9. “Ey Rabbimiz! (Geleceğine) hiç şüphe olmayan o Gün’ü görüp yaşamaları için mutlaka insanlığı bir araya toplayacaksın: Allah vaadini yerine getirmekten asla kaçınmaz.”

Enam 60. Odur sizi geceleyin ölü (gibi) yapan ve gündüzün ne yaptığınız bilen. O, sizi (Kendisi tarafından) tespit edilen ömrü tamamlamak üzere her gün hayata geri döndürür.

Araf 187. (Ey Peygamber), sana Son Saatten soracaklar, “Ne zaman gelip çatacak?” diye. De ki: “Doğrusu, buna dair gerçek bilgi ancak Rabbimin katındadır.

HADİS-İ ŞERİFLER IŞIĞINDA “ZAMAN” KAVRAMI

Zaman olgusu, her devrin anlaşılması zor konularından biri olarak çeşitli boyutlarıyla tartışılagelmiştir. Kur’an; bir süreye kadar faydalanma, belirlenmiş bir vakit, mühlet ve müddet verme gibi kelimelerle farklı bir zaman kavramı oluşturmaktadır.

İslâm, zaman kavramını gündelik hayatın bir parçası yaparak, dünya hayatında geçirilen zamanın geçiciliğini ısrarla dile getirmiştir. Zira bu süre iyi kullanıldığı takdirde, yerini mutlu bir âhiret hayatına bırakabilir. Bu çerçevede iman, salih amel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye zamana yenik düşmemek için önerilen bir formül olarak sunulmuştur. Bu formül, insanoğlu için dünya hayatında geçirdiği zamanı “tanınmış bir mühlet” olmaktan çıkarıp, “ebedî” kalınacak cennet bahçelerine taşıyacaktır.

Bu hususta şöyle buyrulmuştur: “Kıyamet gününde insan şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nerede kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyame 1)

İslam, hayatı zamana göre programlamıştır. Temel ibadetlerin belli zamanlara hasredilmiş olması da bir yönüyle insanların dünya hayatını belli bir program dâhilinde geçirmeleri hikmetine mebnidir.

Allah Rasulü’nün sahabi efendilerimizden birine “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bilmelisin; ihtiyarlığından önce gençliğinin, hastalığından önce sağlığının, yokluğundan önce varlığının, meşguliyetinden önce boş vaktinin, ölümünden önce hayatının.” şeklindeki nasihati de hayatımızda çoğu defa ‘zamanında’ değerini bilmediğimiz şeylere dikkat çekmektedir.

Zamanın bizim için kıymeti defaatle vurgulanırken zamanı kötü görmemek hususunda da uyarıda bulunulmuştur.

Ebû Hureyre (r)’nin aktardığına göre Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur: “Allah Azze ve Celle ‘Âdemoğlu zamana söverek/kötü söz söyleyerek beni incitir. Ben zamanım (zamanın sahibi, yöneticisi benim), tüm işler benim elimdedir, gece ve gündüzü ben evirip çeviririm.’ demiştir.” (Buhari, Tefsir, Câsiye 1; Müslim, el-ElfâzFi’l-Edeb 2)

Ebu Hureyre (r)’den rivayet edildiğine göre Allah Rasulü (s) Cuma gününden bahsetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Onda öyle bir an vardır ki şayet bir Müslüman kul namaz kılarken o ana rastlar da Allah’tan bir şey isterse Allah ona dilediğini mutlaka verir.” (Müslim, Cum’a 13)

Öyle anlaşılıyor ki bu zaman dilimlerinin kutsallığı Allah’ın onlara yüklediği değere dayanmaktadır. Örneğin Kur’an’ın Ramazan ayında ve Kadir Gecesi’nde indirildiği, Kadir Gecesi’nin bin aydan daha hayırlı olduğu Kur’an’da bildirilmektedir. Bu mübarek gece için Hz. Peygamber (s) “O Kadir Gecesi’ni Ramazan’ın sonlarındaki on gecede, geriye kalan dokuzuncu gecesinde, geriye kalan yedinci gecesinde, geriye kalan beşinci gecesinde arayınız.” sözüyle yol göstermiştir.

Kadir Gecesi’ne benzer şekilde günün belli vakitleriyle ilgili de özellikle uyarıda bulunulmuştur.

Amr b. Abese (r) anlatıyor: Dedim ki “Ey Allah Rasulü! Allah’a biri diğerinden daha yakın olan bir saat var mıdır?” “Evet, Rabbin kula en yakın olduğu vakit gecenin son kısmının ortasıdır. Eğer o saatte Allah’ı zikreden kimselerden olmaya gücün yeterse ol! Çünkü namaz (o saatlerde) şahitlidir!” buyurdular. (Müslim, Müsafirîn 294)

Rabb ile buluşulan vaktin kıymetiyle ilgili Enes bin Malik (r)’dan gelen rivayette Rasulullah (s): “Namazı beklediğiniz sürece, namaz içerisinde olmuş olursunuz.” buyurmuştur. (Buhari, Mevâkîtü’s-Sâlât 40)

Abdullah b. Mesud (r) anlatır: “Hz. Peygamber (s) ’e ‘Hangi amel Allah’a daha sevimlidir?’ diye sordum. ‘Vaktindeki namazdır.’ buyurdu. (Buhari, Mevâkîtü’s-Sâlât 5; Müslim, İman 135)

Bu hadisle öğrenilecek bir diğer düstur her işi vaktinde yapmaktır, ibnu’l-vakt olmaktır, vakit neyi gerektiriyorsa onu sorumluluk bilmektir.

Bir başka hadiste ise zamanın niceliğini aslında niteliğinin belirlediğinden bahsedilir. “Sıla-i rahim, güzel ahlak ve iyi komşuluk beldeleri mamur(yaşanır) hale getirir ve ömürleri uzatır.”(İbn Hanbel, VI, 159) Ömrün uzamasından kasıt, yaşanan hayatın bereketlenmesi ve rahmetle, nurla dolmasıdır. Aynı şekilde ömrün ya da vaktin kısalması da bu bereketten ve rahmetten uzaklaşmaktır.

Tüm bunlardan kendimize çıkaracağımız hisse ise şudur: Her birimize verilmiş yalnızca bir dünya hayatı vardır ve bu hayatın amacı asıl hayat olan ahiret için bir hazırlıktır. Bu dünyada geçirdiğimiz vakit Allah’a olan inancımızla ve salih amellerimizle anlam bulacaktır. Ömrümüzün ne kadar olacağını bilemeyiz; fakat onu bereketlendirmek de yine salih amellerle mümkün olur. Bu uğurda geceleri ve gündüzleri, namaz ile dua ile güzel ahlak ile ihlas ile ihsan ile Rasulullah (s)’in gösterdiği şekilde Allah’ın rızasını arayarak yaşam sürmek asıldır. Ezcümle bu dünyadaki mana arayışımızda “zaman” a anlam katan yalnızca ve yalnızca O’dur.

ZAMAN VE İLGİLİ KAVRAMLAR

Dehr: Klasik Arap dili sözlüklerinde “uzun zaman” (el-emedü’l memdûd) şeklinde karşılık bulur. Çoğulu edhûr, duhûr’ dur. Kur’an’da putperest Arapların şöyle dediği bildirilir: “Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder…” (Câsiye 54/24). Burada sözü edilen zamandan maksat “dehr” dir. Araplar, kozmolojik alanda, rızık, ecel, saadet ve şekavet gibi, insan hayatını ilgilendiren birçok hususun dehr veya eyyâm diye adlandırılan kaçınılmaz bir kuvvet tarafından daha başlangıçta tayin edildiğine inanıyorlardı. Bu inanç sisteminde dehr, kendisine ibadet edilecek bir mabud değil mutlaka hesaba katılması gereken kozmolojik bir kuvvet idi. Zamanın insan yaşamındaki olayları belirlediği düşüncesi, bu olayların önceden belirlendiği inancı ile bağlantılıdır. İnsanın rızkının, ecelinin, bahtiyarlık ve bedbahtlığının önceden tespit ve tayin edilmiş olduğu inancı İslam’da da mevcuttur. Ancak İslam inancında bütün bu olayları takdir eden kudret dehr değil Allah’tır.

Sermed: ‘Uzun zaman’ ve ‘tüm dünya hayatı’ anlamlarının vurgulu ve sanatsal bir şekilde dile getirildiği kelimedir. Ancak gerek dehr, gerekse sermed kelimesi Arap dilinde kesinlikle ‘sonsuz zaman’ anlamına gelmez. Zira ‘sonsuzluk’, insan varlığının ölümle son bulduğunu düşünen İslam öncesi Arap toplumunun zihin dünyasında yeri olmayan bir mefhumdur. Nitekim klasik Arapça ’da genellikle “bir gün bir gece boyunca devam eden zaman” şeklinde anlamlandırılan sermed kelimesi, Kasas 28/72. ayette de, kıyametin kopuş vaktine kadar sürecek olan mukayyet bir zaman dilimi anlamında kullanılmıştır.

Ebed: Sözlükte “dehr” ile eş anlamlı olarak “uzun zaman” anlamına gelir. Sonu düşünülmeyen müddet demektir.

Huld: Süreklilik anlamına gelen ve ebedilik konusuyla da doğrudan ilgili olan en önemli kelimelerden birisi “huld” kelimesidir. Bu kelime sözlükte “sabit olmak, sürekli kalmak,bir yerden çıkmaksızın orada devamlı kalmak, bir şeyin bozulmaya ait şeylerden uzak olup ilk hali üzere kalması, kalışının sürekliliği” gibi anlamlara gelmektedir. Bu itibarla “huld” kelimesi, “uzun zaman ve süreklilik” anlamında isim olarak da kullanılmıştır.

Bekâ: Sözlükte, “bir şeyin ilk hâli üzere kalması, devam ve sebat içinde bulunma, kesintiye uğramadan geleceğe doğru sürüp gitme” gibi anlamlara gelir ve fenâ (yok olma) sözcüğünün zıddıdır.

Vakt: Bir şeyin zamanda veya bir başka şeydeki sınırına delalet eden, herhangi bir iş için varlığı kabul edilen zaman dilimi şeklinde tanımlanan vakt kavramını sûfîler genelde bireyin manevi gelişimi ile ilişkisi yönünden kula hâkim olan o anki baskın psikolojik durum şeklinde tanımlamışlardır.

Dem: Soluk, nefes, an, vakit, zaman, Arapça’ da kan gözyaşı, ağlama manalarına gelmektedir. Dem, tasavvufta “Tecellinin zuhur ettiği an” olarak değerlendirilir. “ Dem bu dem” deyişi de bu manadan kaynaklanmaktadır.

Yevm: Genel lügatlerde zaman olarak güneşin doğması ile batması arasındaki süreyi ifade etmektedir. Kimi zaman da süre dikkate alınmaksızın herhangi bir zaman dilimini anlatmaktadır. Çoğulu ‘eyyam’ dır.

Seher Vakti: Sözlüklerde, tan yeri ağarmadan biraz önceki vakit; sabah açılmaya başladığı vakit; sabahın güneş doğmadan önceki zamanı, tan ağartısı şeklinde tanımlanmıştır.

Leyl ve Nehâr: Gece ve gündüz demektir. Leylâ: Arabi ayların son gecesi/ Çok karanlık gece

Şeb: Farsça bir kelime olup “gece ” için kullanılan terimlerden biridir. Örneğin Mevlana’nın ölüm günü Allah katına yükselmesini simgelediği için ‘şeb-i arus’ yani düğün gecesi olarak kabul edilir.

Duhâ: Kök anlamı “bir şeyin ortaya çıkıp görünmesi” demektir. Diğer anlamları bu semantik kökten türemiştir. Güneşin yayılması, güneş doğduktan sonra yükselip ışığının tam anlamıyla parladığı zaman, güneşin doğduğu vakit gibi manaları ihtiva etmektedir.

Asr: İsim olarak dehr (mutlak zaman), sabah ve akşam, öğleden sonra güneşin kızarmasına kadar olan ikindi vakti, gece ve gündüz, ikindi namazı gibi anlamlara gelmektedir.

Fecr: Mastar olarak “bir şeyi geniş bir şekilde yarmak” demektir. Bu semantik kök anlamından hareketle geceyi yardığı için, sabaha fecr denir. İsim olarak tan yeri, güneşin doğmasından önceki tan yerinin ağarması anlamındadır.

Sabah ve Subh: Lügatte fecr/tan yerinin ağarması, gündüzün başlangıcı demektir ki o da güneş ışığıyla ufkun kızıllaştığı vakittir. Aslında subh sözcüğü semantik köken olarak kırmızı rengi ifade etmektedir. Zaman belirten sabaha bu ismin verilmesi ise sabah olmak üzereyken ufukta meydana gelen kırmızılıktandır.

Şehr: Ay, 30 günlük süre. Örneğin ; Şehr-i Ramazan.

İstikbal: Gelecek, karşılayış, kıbleye dönme

Lahza: Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman, bir an

Emed, Encam, İntiha: Son, nihayet

Hîn: An,zaman, sıra,çağ,kıyamet anlamlarında kullanılır.

Hergâh: Her vakit, her an

ZAMAN KAVRAMI VE ESMÂ-İ HÜSNÂ

El- Âhirالآخر (Celle Celaluhu)

“Son” manasına gelen Ahir, Esmâ-i Hüsna’dan biri olarak Kur’an’da bir ayette geçer ve “ilk” manasındaki Evvel ile birlikte Allah’a nisbet edilir (bk. el-Hadid 57 /3).

İlk, varlığın (vücud) ve dolayısıyla zamanın geriye doğru, “son” ise ileriye doğru uzanmasıdır. Bu kavramlar Allah’a nisbet edildiğinde Evvel “varlığının başlangıcı olmayan” yani “ezeli olan”, Ahir de “varlığının sonu olmayan” yani “ebedi” manasına gelir. Esma-i Hüsna’dan olan Bâki de Ahir’e yakın bir anlam taşır. Evvel ve Ahir’in bu karşılıklı manaları sebebiyledir ki bunlar tek başlarına değil ikisi birlikte Allah’a nisbet edilir ve her iki isim de Allah’ın selbî sıfatları içinde yer alır.

El-Evvel الأوّل (Celle Celaluhu)

“İlk ” manasına gelen evvel kelimesinin kökü hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kur’an-ı Kerim’de Hadid süresinin 3. ayetinde Ahir ile birlikte Allah’a nispet edilir. Kelam, felsefe ve tasavvuf literatüründe Evvel- Ahir yerine aynı anlamda Kadim- Baki, Ezeli- Ebedi terimleriyle LemYezel – Lâ Yezâl tabirleri de kullanılır.

Kur’an ‘da Hadid sûresinde yer alan Evvel isminden başka birçok ayette yaratmayı başlatma, devam ettirme ve yenileme fiilleri ayrıca göklerle yerin ve aralarındaki her şeyin yani kâinatın icat edilişi de Allah’a izafe edilir. Yaratmayı ilkin başlatan ve onu sürdüren bütün nesne ve olaylarıyla birlikte tabiatı meydana getiren varlığın kendisi elbette yaratılmış olamaz. Buna göre söz konusu ayetler Allah’ın, varlığı zatının gereği olup (vacibü’i-vücûd) başkalarını icat eden bir Evvel olduğunu vurgular.

Hadid süresinde (57 / 3) yer alan birbiriyle bağlantılı dört ismin (evvel-âhir-zâhir-bâtın) kelâm ve tasavvuf açısından ifade edebileceği mana ve muhteva üzerinde eski dönemlerden itibaren durulmuş ve ilgi çekici yorumlar yapılmıştır.

Fahreddin er-Razi Evvel-Ahir ilişkisini çok güzel açıklamıştır: Allah Teâlâ, her şeyin yaratıcısı ve ilk illeti olması itibariyle Evvel, her şeyi yaşatan ve yok eden olması bakımından Ahir’dir; ilk bilinmesi itibariyle Evvel, en son varılan olması bakımından Ahir’dir. Dünyada lütfunu esirgememesi bakımından Evvel, ahirette mağfiretiyle muamele etmesi itibariyle Ahirdir. Bu sonuncu yoruma göre Evvel Rahman adıyla Ahir de Rahim ismiyle yakın anlamlı kabul edilir. Allah (cc), varlığının başlangıcı olmaması itibariyle Evvel, sonu olmaması itibariyle Ahir’dir. Kalplerden geçeni en baştan bilmesiyle Evvel, kusurları -dilediği takdirde- sonuna kadar örtmesiyle Ahir’dir. Yaratmayı başlatıp sürdürmesiyle Evvel, yol göstermesi ve nihaî saadete erdirmesiyle Ahir’dir.

El-Bâki الباقي (Celle Celaluhu)

Sözlükte “sebat ve devam etmek, kesintiye uğramadan geleceğe doğru sürüp gitmek” anlamındaki bekâ kökünden türeyen bir sıfattır. Esma-i Hüsna’dan biri olarak “gelecekte varlığının sona ermesi düşünülemeyen” anlamına gelir ki “Allah’tan başka her şeyin gelip geçici olduğu” manasını ifade eden fâninin zıddıdır.

Yine Allah’ın isimlerinden olmak üzere Kur’an’da yer alan Ahir ve Samed kelimeleri de (el-Hadid 57 / 3; el-İhlas 12/ 2) Bâki’nin manasını destekler niteliktedir. Allah’ ın isim ve sıfatları başlangıçsız (ezeli) ve nihayetsiz (ebedi) olma özelliği taşıdığına göre O’nun Hayy ismi “ezeli ve ebedi bir hayatla diri” anlamına gelir ve bu manasıyla Allah’ın sonsuzluğunu vurgulamış olur. Nitekim bir ayette Cenab-ı Hak ölümden münezzeh (lâyemût) olmakla nitelendirilmiş (el-Furkan 25 / 58) ve bir bakıma Bâki ismi tefsir edilmiştir.

Gazzali’nin de belirttiği gibi “kendinden ötürü varlığı zaruri olan Allah’ın, zamanın hem geçmişi hem de geleceği açısından nihayetsiz olması aklen de zorunludur. Çünkü mevcudiyetini kazanıp sürdürebilmesi için başkasına muhtaç olmaktan münezzeh bulunan Allah’ın zatı değişime maruz kalmayacağı gibi zamana da bağımlı değildir. Ancak değişim kanunlarına tabi bulunan insanın zihni, zamanı geçmişe ve geleceğe bağlı olarak idrak eder. Bu sebeple de kelamcılar yaratıcının sonsuzluğunu geçmiş açısından kadim ve ezeli, gelecek açısından da baki ve ebedi kavramlarıyla ifade etmek istemişlerdir.

ŞAHSİYET İNCELEMESİ

Mevlana Celaleddin Rumi ve Mesnevi’den İbnü’l-Vakt , Ebu’l-Vakt Kavramları üzerine

İBNU’L-VAKT VE EBU’L-VAKT KAVRAMLARI

Kur’ân’ın önemine sıkça vurgu yaptığı¸ Hz. Peygamberin muhafazasına dikkat çektiği zaman olgusuna, tasavvuf ehli ayrı bir önemle yaklaşır. Her şeyden önce onlar¸ ânı yaşamaya davet ederler. Dünle avunmak¸ yarının kaygısına gömülmek yerine kişinin içinde bulunduğu ânı fırsat telakki etmesini ister, bu nedenle vaktin kılıç gibi keskin olduğuna dikkat çekerler. Zamanın izafiliğini kabul edip zaman kaydıyla kayıtlanmamaya davet eder; fevt-i vakti fevt-i ruhtan daha acı görür ve zaman bilincine sahip olunmasını isterler.

A) İbnu’l-Vakt

İlk dönemlerden itibaren İbnü’l-vakt (vaktin çocuğu¸ vaktin uşağı) deyimini kullanan sûfîler¸ bununla¸ bir vakitte yapılması en uygun olan işi gerçekleştiren ve belli bir zamanda kendisinden isteneni yapmakla meşgul olan kişiyi kastetmişlerdir. Geçmiş ve gelecek zaman dervişin umurunda değildir. Onun önem verdiği içinde bulunduğu ândır. İlahî irade ile yönetildiği ve her vakitte¸ vaktin gerektirdiği şeyleri yaptığı için ona ibnü’l-vakt denilmiştir.

Tasavvuf klasiklerinde vakt kavramı genelde hâl cihetinden ele alınmaktadır. Yani vakit sözüyle¸ “kendi iradeleriyle değil Hakk’ın iradesiyle yaşadıkları hâli” kastederler. Sûfî yaşadığı İlahi tecellilerin tasarrufu altında olduğundan¸ hâllerin hükmüne tâbîdir. Bu sözün mânâsı, kulun kendi irâdesinden alınıp Hakk ile beraber olması demektir.

Vaktin gereğini yerine getirmeyen sûfîyi Mevlân⸠tarikat anlayışına aykırı hareket etmekle suçlamaktadır. Şöyle ki:

“Ey arkadaş¸ sûfî¸ bulunduğu vaktin oğludur. Bu iş yarın olsun¸ yarına kalsın demek¸ tarîkat anlayışına uymaz. Yoksa sen¸ sûfî bir er değil misin? Veresiye veriş ile elde bulunana yokluk gelir.” (Mesnevi Beyit 133-134)

Arifler genel anlamda telvin ehli kabul edilen ibnü’l-vakt erbabını yolun yarısında görürler. Asıl pâyenin ise ebu’l-vaktte olduğunu düşünürler.

B) Ebu’l-Vakt

İbnü’l-vakt her an değiştiğinden o¸ telvin (renkten renge girme) makamındadır. Bu güzel ve zevkli bir makam olmakla beraber en üstün makam değildir. Bunun üzerinde temkin (istikrarlı ve sabit olma¸ yani renksizlik) makamı vardır. Bu makama erenlere Ebu’l-vakt (vaktin babası) denir. Bunlar zamanla değişmezler¸ zamandan etkilenmezler. Tersine zamanı değiştirir ve etkilerler. O hâlde İbnu’l-vakt zamana ve hâline mahkûm ve mağlub iken¸ Ebu’l-vakt zamana hâkim ve galibdir. Temkin ehli olan metin ve istikrarlı sûfîlere dıştan bakıldığında sıradan bir insandan farklı gözükmezler¸ onlarda herhangi bir fevkalâdelik de gözükmez. Mevlânâ bu makam ehli için: ‘Sûfî İbnü’l-vakt’tir¸ ama sâfî (kâmil insan) vaktin ve hâlin üstündedir.’ der.

Mevlânâ telvin ve temkin ehli kişilerin gelişim serüvenini Mesnevi’sinde şu şekilde anlatmaktadır:

“O söyleyince¸ hâl¸ onun buyruğu altına girer. O isteyince¸ gölge varlık olan bedenleri can hâline getirir. Hakk yolunda oturup kalmış¸ hâli beklemekte olan kişi¸ işin sonuna varmamıştır. Hâle hakim olan kâmil insanın eli¸ hâl kimyasıdır. Elini oynatınca bakır¸ onun sarhoşu olur¸ yâni altına çevrilir. Dilerse söyler, hale ferman eder;  dilerse hükdiken ve neşter, nerkis ve ağustos gülü kesilir. Hâle bağlı kalan insan ise¸ hâl gelince yücelir¸ yükselir; hâl gelmeyince eksilir¸ aşağılara düşer.

“Sûfi”¸ “hâle” kavuşup değeri arttığı için “vaktin oğlu” olmuştur. Yâni¸ geçmişi geleceği düşünmez¸ bulunduğu vaktin gereğini yapar. Fakat “sâfî” olan kişi¸ “vakf’ten de¸ “hâl”den de kurtulmuştur.

Gönlü tertemiz olan “sûfi” kişi¸ vaktin oğludur(ibn-ul vakt)¸ ama babası imiş gibi vakti avucu içine almıştır. Onu sımsıkı tutmuştur.

“Sâfî” olan (ebu-l vakt) kâmil insan ise¸ tamamıyla Allâh’ın aşk denizine batmıştır. Aslında o¸ kimsenin oğlu (yâni kimseye bağlı) değildir. Vakitlerden de¸ hâllerden de kurtulmuştur. O¸ doğurmayan bir nûra batmıştır. Doğmamak¸ doğurmamak ise Allah’ın vasfıdır.

Eğer diri isen¸ git de böyle bir aşkı ara! Yoksa sen¸ çeşitli (değişip duran) vakitlerin kulusun¸ kölesisin. Sen kendi şeklinin¸ bedeninin çirkin ve güzel olmasına bakma da¸ kendinin aşkına ve isteğine bak! “ (1420-1437. Beyitler)

KİTAP TAHLİLİ ÇERÇEVESİNDE

Yazarlığını Faiz KALIN’ ın yaptığı ‘Felsefe ve Bilim Işığında Kuran’da Zaman Kavramı’ kitabı üzerine:

Zaman, gündelik yaşamda çok sık kullanılıp anlaşıldığı zannedilen, fakat bir türlü tam olarak anlaşılamayıp anlatılamayan, varlığını yine varlığında bulabildiğimiz bir kavram. Mitolojik anlayıştan Yahudiliğe, Hıristiyanlıktan Kuran’ın nüzul çağındaki insana kadar yüzlerce yıldır hakkında fikir yürütülen ve günümüze kadar üzerinde yapılan izahlarla daha da karmaşık bir hale dönüştüğünü gördüğümüz zaman kavramı temelde şu sorularla karşımıza çıkıyor: Zamanın dış dünyada bir varlığı var mıdır, eğer yoksa zaman sadece zihinde mi vardır, genel olarak dinlerin ve insanlığın zamana bakışı nedir, mutlak bir zaman var mıdır, yoksa zaman rölatif midir, Allah’tan başka zamansız bir varlıktan söz edilebilir mi, varlık ve zamanın birbirine önceliği var mıdır? Zamanın kökeni, kıdemi, mahiyeti, sonlu ve sonsuz oluşu, zamanın durdurulması yüzyıllardır cevap aranan sorular.

Felsefe ve Bilim Işığında Kuran’da Zaman Kavramı, öncelikle ‘Genel Olarak Zaman’ isimli giriş bölümüyle zamanın ne olduğu, tanımı, mahiyeti üzerine yüzyıllardır yazılmış, söylenmiş görüşleri bir araya getirmiş. Zaman kavramının kökeni ve Zerdüştlüğün bir uzantısı olan Zurvanizm’deki zurvan kelimesi sınırsız zaman anlamına gelmektedir. Geç dönem Yunan düşüncesinde ise ebed sınırsız zaman anlamındadır. Museviliğe göre zamanın bir başlangıcı vardır, sonu da olacaktır. Yahudi ve Hristiyan geleneğinde ise zaman, kutsal bir tarihin aracısı olarak bilinir. Ancak 19. yy. dan itibaren bu dinlerde zamanın genelleştirilmesi, evrenselleştirilmesi ve laikleştirilmesi için bir dizi girişim yapılmıştır. Araplar ise zaman kavramı hakkında çok net bir anlayış ortaya koymaz. Kuran öncesi dönemde hayat anlayışı karanlık ve esrarengizdir. Zaman sadece insanı yıpratan, yıkıcı bir kuvvet olarak görülmüştür ve ölümden sonraki hayata inanış yoktur. Uzak geleceğe ait bir inanç olmadığı için yakın geçmişle ilgilenmiş ve parçacı bir yaklaşımla şirke girmişlerdir. Ancak Kuran’da Allah, zamana ve asra yemin ederek zamanın ve asrın kendisinde kusur bulunmadığını, mükemmel bir nimet olduğunu belirtmiştir. 

Ardından ‘Felsefi Düşünce ve Bilimde Zaman’ isimli birinci bölümde karşımıza zamanın gerçekliği ile ilgili teori ve tartışmalar, bir varlığı olup olmadığına dair görüşler çıkıyor. Bilim zamanı varlıkla kabul ederken, felsefecilerin ve kelamcıların bir kısmının bu fikri desteklediği bir kısmının ise varlıktan mücerret/soyut zaman fikrini benimsediğini görüyoruz.

Kuran’da Zaman Kavramının Sunuluşu kısmına geçtiğimizde öncelikle Kuran’ın zaman kavramını nasıl bir dil kullanarak sunduğu nedenleriyle karşımıza çıkıyor. Ve ardından zaman kavramını ifade eden kelimelerle zihin yormaya başlıyoruz. Kozmolojik zamanı ifade eden kelimeler; yevm, fecr, sabah, duha, asr, leyl, vakt, an, sa’at, dehr… Biyolojik zamanı ifade eden kelimeler; ‘umur, ecel, tıfl, mehd, sağir, sabiyy… Süresizlik ifade eden kelimeler; ezel ve ebed.

Son olarak ‘Kuran’da Varlık ve Zaman Stratejisi’ kısmında ise yaratılış stratejisi, temel aşamaları, planlama ve tedriciliği, hayatın başlayışı, varlıkların yaratılışı ve insanın yaratılışı Kuran ayetleriyle bize sunuluyor.

Ve kitaptan Kuran ve zaman üzerine bir kesit:

‘Kuran geçmişi asla ihmal etmez. Ona göre geçmiş ders alınması açısından önemlidir. Bu yüzden O, geçmişi tahlilci ve seçmeci bir yöntemle ele alarak değerlendirir. Yine Kuran geçmişin olumsuzluğuna takılıp kalmaz. Bireysel ve toplumsal olarak geçmişteki negatif bir tavrın, tövbe ile ıslah edileceğini, geleceğe taşınmayacağını belirtir. Kuran’a göre gelecek, son derece önemlidir. O uzak ve yakın gelecek için hazırlanmayı, tedbirli olmayı, plan yapmayı ve gelecekte daima ilerlemeyi emreder. Kuran koyduğu plan ve stratejilerle birey ve toplumu daima ileriye, ‘takva’ hedefine, dünya ve ahiret saadetine taşır. Kuran’a göre kâinatta birdenliğe yer yoktur. Başarı, tedricili ve planlama gibi önemli bir stratejiyi gerektirir. Dünya hayatı ve insana verilen ömür bunun kanıtıdır. Kuran ve kâinat kendisine yönelen her insana mutluluğun ve başarının sırlarını öğretmektedir. Lezzeti ve acıyı fark edebilecek olan, varlığın somut yapısıdır. Bu yüzden soyut bir yaklaşıma yer yoktur. Fiziki âlem, metafizik âlemin delilidir.’

KAYNAKÇA

  1. Döner E. Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman; Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi; 17 (1), 227-247; 2017.
  2. Sözen K. Ebu’l-Berekât el-Bağdadi’nin Zaman Teorisi; Dini Araştırmalar; C. IV; S.X; Ankara; 2001
  3. Dağ M. İslâm Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşü; A.Ü.İ.F.D; C. XIX; Ankara; 1973.
  4. Kutluer İ. Zaman; TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 44,  sayfa: 111-114, 2013
  5. Karadaş, N. Zaman Kavramına Kuramsal Yaklaşımlar ve İnternet’te Şimdiki Zaman Olgusu; folklor/edebiyat; cilt:21; sayı:83; 2015/3.
  6. Martı H. Türcan Z. Candan A. Demir M. Harmancı M. Asar M.A. Türcan S. Çimen A. Erdem E. Ürkmez E. Çeçibaşı H. Oral K. Erkaya M.E. Aydoğdu R. Şengezer S. Koca S. Kaplan Y. Türker Y. 1. Hadislerle İslam- Hadislerin Hadislerle Yorumu, DİB Yayınları, Ankara, 2014
  7. Kocaer A.F. Sahih-i Buhari Muttasarı Tacrîd-i Sarîh; Hüner Yayınevi, Konya, 2006
  8. Sönmez R. Hayat Rehberi Hadisler; Hüner Yayınevi, Konya Mayıs 2007
  9. Topaloğlu B. ÂHİR. İslam Ansiklopedisi; Cilt:1, sayfa:542,1988
  10. Topaloğlu B. EVVEL. İslam Ansiklopedisi; Cilt:11, sayfa: 545, 1995
  11. Topaloğlu B. BÂKİ. İslam Ansiklopedisi; Cilt:4, sayfa:536-537, 1991       
  12. Mevlana,  Mesnevi/III; MEB Yayınları Şark-İslam Klasikleri İstanbul,1991   
  13. Özköse K. İbnu’l Vakt ya da Ebu’l Vakt Olabilmek; Sufi Perspektif Dergisi 64. Sayı
  14. http://www.biyografi.info/kisi/mevlana
  15. Kalın F. Felsefe ve Bilim Işığında Kuran’da Zaman Kavramı; Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005
  16. Esed M. Kuran mesajı; İşaret yayınları; İstanbul;2013