TEVEKKÜL

KAVRAM ÇALIŞMA GRUBU

· 23 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1 Gülhan DEDE

2 Hicret Ravza AYTEMİZ

2 Merve KARACA

3 Mervenur GÜRER

2 Ravza İMAMOĞLU *

4 Zülal DURU

  1. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
  3. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  4. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi

* İletişim: imamoglu.ravza@gmail.com

İçindekiler

TEVEKKÜL (لتوكّل ) KAVRAMININ DİLSEL İNCELEMESİ

Tevekkül, Allah’a güvenip dayanma manasına gelmektedir. Tevekkül; Arapça kökenli olup, “birine güvenmek, bir işi güvenilir birine bırakmak” anlamındaki “vekl” fiilinin tefa’ul babının mastar halidir.

Bu kelime sözlükte; bir işin tamamını başkasına ısmarlamak, birini vekil kılmak, bir işte aciz olduğunu gösterip onu yapmayı başkasına verip beklemek, işi kendisi üstesinden gelemeyeceği için başkasına havale etmek, Allah’ın kuvvet ve kudretinde olana mutlak surette güvenmek ve ümit bağlamaktır.

Tevekkül dinî ve tasavvufî bir terim olarak ise “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi, bir hedefe, bir amaca ve bir gayeye ulaşmak için gerekli olan maddi ve manevi sebeplerin hepsini yerine getirdikten ve insani planda yapacak bir şey kalmadıktan sonra Allah’a dayanıp O’na güvenmesi” şeklinde tanımlanmaktadır.

Kişinin, kendini her durumda Allah’ın irade ve takdirine teslim ederek O’ndan gelene rıza göstermesi tevekkülün özünü meydana getirir. Allah’ın takdirine rıza ve teslimiyeti tamamen pasif bir hayat sürülmesi veya her türlü tedbirin terk edilmesi şeklinde anlayan mutasavvıflar olmuşsa da mutasavvıfların çoğu amelî planda sebeplere başvurmayı tevekküle aykırı görmemiştir.

Tevekkül kavramı insan sa’yı (çabası) ile doğrudan ilişkilidir. Buna örnek olarak; Yüce Allah, açıkça ve genel bir ifadeyle, “Tedbirinizi alın. ” (Nisa suresi, 71. ayet) buyurur. Yine savaştaki korku namazı sırasında bile, “Silahlarını yanlarına alsınlar. ” (Nisa suresi, 102. ayet) diye emreder. Müminlerden, düşmana karşı güçlerinin yettiği kadar hazırlık yapmalarını ister. (Enfâl suresi, 60. ayet) Hz. Musa’ya tedbir olsun diye, ümmetini geceleyin yola çıkarıp Firavun’dan kurtarmasını emretmiştir. (Duhan suresi, 23. ayet) Bir mucize eseri olarak Hz. Meryem’e hurma dalını meyve ile donattıktan sonra bile, kalkıp silkelemesini istemiştir. (Meryem suresi, 25. ayet) Böylece, çalışmanın ve sebeplere başvurmanın önemine işaret buyurmuştur.

Tevekkülde itirazın nedeni nefsin benlik taslamasıdır, Allah’ı tanımamasıdır. Yüce Allah’ın gücünü, kudretini, ilmini, bu dünyaya ve insanlara tasarrufunu bilen bir insanın tevekkül hususunda sıkıntı yaşaması mümkün değildir.

Tevekkül kavramının anlamını daha iyi anlamak ve kavramak için sözlükte ‘’vekl’’ kökünden gelen günlük hayatımızda kullandığımız diğer kelimelerin anlamlarını inceleyelim:

VEKÎL: “Vekl” fiilinin mastar halidir. Allah’ın isimlerinden biridir. İşin havale edildiği kimse demektir. Terim olarak “bütün yaratıkların işlerinin görülmesinde güvenilip dayanılan, bu konuda tam yeterli olan varlık” manasına gelir.

MÜVEKKİL: “Vekl” fiilinin tef’il bâbı ism-i mef’ûlüdür. Vekâlet veren, birini kendine vekil olarak seçen kimse anlamına gelir.

VEKÂLET: Fıkıhta bir kimsenin birine kendi adına hukukî işlem yapma yetkisi vermesini ve bu yetkiyi ifade eder. Kendisine iş tevdi edilen tarafa vekîl, tevdi edilen işe müvekkelün-bih, işin sahibine müvekkil, vekil kılmaya tevkîl denir.

MÜTEVEKKİL: ‘’Vekl’’ fiilinin tefa’ul bâbı ism-i mef’ûlüdür. Allah’a tevekkül eden, işini Allah’ın iradesine, kadere bırakan, Allah’tan gelene razı olan.

TEVEKKEL: ‘‘Vekl’’ fiilinin tefa’ul bâbı çekimidir. Her şeyi oluruna bırakan anlamına gelmektedir.

KURAN-I KERİM’DE TEVEKKÜL KAVRAMI

İslâm inancına göre; yaratılan varlıkların bütün fiilleri, halleri ve sözleri yüce Allah’ın takdiri ile meydana gelir. Onun için İslâm alınması gereken tedbirleri aldıktan sonra, insanlara ve aracılara değil, sadece Allah’a dayanma anlamındaki bir tevekkülü emreder. Bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Müslümanlar sadece Allah’a dayanıp güvensinler.” (Âl-i İmrân, 3/122).

Bu çalışmada Kuran-ı Kerim’de “tevekkül” kavramının içinde geçtiği ayetleri; konuları, içerikleri ve nüzul sebepleri göz önünde bulundurarak başlıklar halinde inceledik.

A) Mü’minlerin özelliği olarak Allah’a güvenmek:

*Gerçek müminler şu kimselerdir ki, Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürperir kendilerine O’nun ayetleri okunduğu zaman imanları güçlenir ve daima Rablerine güveniler. (Enfal: 2)

B) İnsanlar tarafından yargılanmaya karşı Allah’a güvenmek:

*O zaman münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar, (sizin için), “Bunları, dinleri aldatmış” diyorlardı. Halbuki kim Allah’a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. (Enfal: 49)

C) Vekil ve idareci, yarattıklarının ihtiyaçlarını giderici olduğu için Allah’a güvenmek:

*Dediler ki: Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz.

Biz “Tanrılarımızdan biri seni fena çarpmış!” demekten başka bir söz söylemeyiz! (Hûd) dedi ki: “Ben Allah’ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.”

“O’ndan başka (taptıklarınızın hepsinden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin!”

“Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır.” (Hud: 53-56)

*O, doğunun da batının da Rabbi’dir. O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O’nun himayesine sığın. (Müzzemmil: 9)

D) Bir insan olarak aciz kaldığımız durumda Allah’a güvenmek:

*Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! “Başüstüne” derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah’a dayan; sana vekil olarak Allah yeter. (Nisa: 80-81)

*Yakub sonra şöyle dedi: Oğullarım! (şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O’na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O’na dayansınlar. (Yusuf: 67)

E) Kuran ayetlerinin hükümlerini kabul etmekte zorlanarak inkar eden insanlara ve onlardan gelebilecek manevi ve maddi zarara karşı Allah’a güvenmek:

*Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Sizden önce kendilerine Kitap verilenlere ve size “Allah’tan korkun” diye emrettik. Eğer inkâr ederseniz biliniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah hudutsuz zengindir, ziyadesiyle övgüye lâyıktır. Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa: 131-132)

*(Ey Muhammed!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O yüce arşın sahibidir. (Tevbe: 129)

*İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” Şu kadar var ki, İbrahim babasına: “Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez.” demişti. (O müminler şöyle dediler:) “Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” (Mümtehine: 4)

F) Savaşa hazırlanırken Allah’a güvenmek:

*Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir. O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler, yalnız Allah’a dayanıp güvensinler. (Al-i İmran: 121-122)

*Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” dediler. (Al-i İmran: 173)

G) Bir meselede karar verdikten sonra sonucu Allah’a bırakarak güvenmek:

*O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. (Al-i İmran: 159)

H) Bize gelmiş ve bize gelebilecek türlü zararlardan kurtardığı için Allah’a güvenmek:

*De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler. (Tevbe: 51)

*Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O’na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O’na dayansınlar. (Yusuf: 67)

*Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir. Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler. (Teğabun: 13)

HADİSLERDE “TEVEKKÜL” KAVRAMI

Tevekkül kavramı ayetlerde çokça zikredildiği gibi hadislerde de sıkça bu bahse değinilmiştir. Tevekkülün önemi, nasıl ve niçin tevekkül edilmelidir sorusunun cevabı Hz. Peygamberin (sav) olaylar karşısındaki tutumunda ve bize bu konuda verdiği öğütlerde gizli.

Hz. Peygamber (sav) tevekküle, İbn Abbas’a verdiği şu nasihatlerinde dikkat çekmektedir: “Evladım! Sana bazı sözler öğreteceğim: Allah’ı(n hakkını) koru ki Allah da seni korusun. Allah’ı(n hakkını) gözet ki O’nu hep yanında bulasın. Bir şey isteyeceğinde Allah’tan iste. Yardım dileyeceğinde Allah’tan yardım dile. Şunu bilmelisin ki bütün toplum (varlık alemi) bir konuda senin yararına bir şey yapmak için bir araya gelse ancak Allah yazmışsa sana destek verebilirler. Yine bütün toplum (varlık alemi) sana zarar vermek için bir araya gelse ancak Allah yazmışsa sana zarar verebilirler.”

Hz. Peygamber bir hadisinde de ; “Eğer siz gereği gibi (hakkıyla) Allah’a tevekkül etmiş olsaydınız, tıpkı sabahleyin kursakları boş olarak çıkıp (akşam) doymuş bir şekilde dönen kuşların rızıklandırıldığı gibi sizler de rızıklandırılırdınız.”diyerek tevekkülün hakkıyla yapılması gerektiğini çok güzel bir benzetme ile vurgulamıştır. (T2344 Tirmizi, Zühd, 33; İM4164 İbnMace, Zühd, 14)

‘Hakkıyla tevekkül etmek’ aslında maddi ve manevi sebeplerin hepsine başvurduktan ve alınması gereken bütün tedbirleri alıp yapacak başka bir şey kalmadıktan sonra, Allah’a güvenip dayanmak ve sonucu Allah’a havale etmektir. Nitekim Enes b. Malik’in anlattığına göre, bir adam, “Ey Allah’ın Resulü! Devemi bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?” diye sordu. Resulullah (sav) da, “Önce onu bağla, sonra Allah’a tevekkül et!” buyurdu. (T2517 Tirmizi, Sıfattü’l-kıyame, 60)

Yine bir defasında Peygamber (sav), iki kişi arasında hüküm vermişti de bunlardan aleyhine hüküm verilen adam dönüp giderken, “Allah bana yeter. O, ne güzel vekildir.” dedi. (Bunu duyan) Hz. Peygamber (sav) de ona, “Allah, ihmalkarlık ve gevşeklikten hoşlanmaz. Senin akıllı davranman gerekir. Fakat artık yapabileceğin bir şey kalmadığı zaman, ‘Bana Allah yeter. O, ne güzel vekildir.’ de!” şeklinde hakkıyla tevekkül etmesi konusunda tavsiyede bulunmuştu.

Çalışıp çabalamadan kuru bir tevekkülle bir şeyler elde edeceğine inanan kimselerle karşılaşan Hz. Ömer’in onlara verdiği cevap da, tevekkülün ne olduğu ve nasıl olması gerektiği konusunda sahip olmamız gereken anlayışı ortaya koymaktadır. Bir gün Hz. Ömer, Yemen halkından (boş gezen) bazı insanlarla karşılaştı. Onlara, “Siz kimsiniz?” diye sordu. Onlar da, “Biz tevekkül edenler (mütevekkiller)iz.” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer onlara, “Aksine siz hazır yiyiciler (müteekkiller)siniz. (Gerçek anlamda) Tevekkül eden, tohumunu yere atıp (sonra) Allah’a tevekkül edendir.” dedi.

Peygamberimizin (sav) hicret arkadaşı Hz. Ebubekir ile Sevr mağarasında saklanırlarken müşriklerin kendilerini bulmasından endişelenen yol arkadaşına söyledikleri de tevekkülün ve Allah’a sonsuz güvenin en güzel örneklerindendir. Kafirler onların izini bulup mağaranın önüne gelip dayandıklarında Hz. Ebu Bekir, “Onlardan birisi ayaklarının dibine bakacak olsa kesin bizi görür.” diyerek endişelenmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), “Üçüncüsü Allah olan iki kişiye sen ne olacağını zannediyorsun?” diyerek onu teselli etmiş ve Allah’ın kendilerini koruyacağına olan güvenini ve tevekkülünü göstermiştir. Arkadaşını, “Üzülme! Çünkü Allah bizimle beraber.” sözleriyle teskin etmiştir. Peygamberimiz gece vakti yola çıkarak ve Medine’den ters istikamette olan Sevr mağarasına sığınarak müşriklere yakalanmamak için elinden geleni zaten yapmıştı, onlar kapıya dayandıklarında ise gerçek ve hakkıyla edilen tevekkülün nasıl olması gerektiğini bize öğretmiştir. Onun hicreti bizlere başlı başına bir tevekkül örnekliği teşkil etmektedir.

Bir başka hadisinde de Hz. Peygamber(sav) mütevekkillere şu müjdeyi vermiştir: “Ümmetimden yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden cennete girecektir.” Orada bulunanlar, “Onlar kim ey Allah’ın Resulü!”dediklerinde Hz. Peygamber (sav), “Onlar (vücutlarını kızgın demirle) dağlamayanlar, üfürükçülük yapmayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir.” diye buyurmuştur. Bu hadisteki yetmiş bin kişi ifadesiyle, belirli bir sayı kastedilmemekte, aksine bu niteliklere sahip olan pek çok kişinin cennete gireceği anlatılmaktadır. (M524 Müslim, İman, 371)

Tevekkül; O’na güvenmek, işi O’na havale etmek ise günlük hayatımızda her işimizde, dualarımızda bu inancı ve güveni dile getirmeliyiz. Ateşe atıldığı zaman, Hz. İbrahim (as), duaların en güzeliyle Rabbine tevekkül etmiş, “Hasbünallah ve ni’me’l-vekil” (Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!) demişti. Aynı duayı Peygamber Efendimiz ve ashabı da yapmıştı. Uhud Savaşı sonrasında bir kısım insanlar, müminlere, “insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun.”dediklerinde bu, onların imanlarını arttırmış ve “Hasbünallah ve ni’me’l-vekil” (Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!) demişlerdi.

Allah Resulü’nün yatağa yatarken okunmasını tavsiye ettiği teslimiyet dolu dua ise şu şekildedir: “Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim. İşimi sana havale ettim. Azabından korkup, sevabını umup sırtımı sana dayadım. Senden (azabından) korunmanın ve güvende olmanın tek yolu, ancak sana (rahmetine) sığınmaktır. İndirdiğin Kitabı’na ve gönderdiğin Nebi’ye inandım. Beni öldürürsen (bozulmamış) fıtrat üzere öldür. Bu kelimeleri son sözlerim eyle.”

EL-VEKÎL

LUGATİ ÇERÇEVE

Vekîl, vav-kef-lâm harflerinden türetilmiştir. Vekele, “güvendi, dayandı, itimat etti, sığındı” anlamına gelir. Vekâlet, “işini başka birine güvenmek ve ısmarlamak” demektir. Tevekkül, bir işte acziyet gösteren birinin o işi daha iyi yapan birine dayanıp onu kendisine vekil kılmasıdır. Vekîl olan, kendisine tevekkül edeni savunma konusunda tam ehliyet ve liyakat sahibi olandır. Avukat kelimesi yaygınlaşmadan önce Tükçe’de “avukat” yerine “vekil” kullanılırdı. Zira dava sahibi hakkını almak veya kendisine yönelik bir haksızlığı başından savmak için avukatı vekil kılmıştır.

Allah el-Vekîl’dir. Bunun tam açılımı şudur; sonsuz güven veren tek koruyucu otorite. O özünde el-Mu’min’dir. Mutlak güven verir ve güvenilmeyi ister. Güven verdiği için kulun da kendisine güvenmesini ister. Yani, kulunun vekîli olmak ister. Kulu tevekkül edip O’na vekalet verdiğinde, o fiilen kulunun “koruyucu otoritesi” olur.

Vekîl, aynı vezinden olan tüm sıfatlar gibi zattan çok fiile dönük bir sıfattır. Üstelik hem fail, hem de mef’ûl anlamı vardır. Fail anlamıyla “vekîl olan”, mef’ul anlamıyla “vekîl kılınan” demektir. Sonsuz güven veren tek koruyucu otorite olan el-Vekîl’in koruyup kollaması için O’nu vekil edinen kişinin tevekkül etmesi gerekir.

Bazı alimler el-Vekîl ile yine Esmâ-i Hüsnâ’dan olan el-Kefîl sıfatını eş anlamlı saymışlardır. Bu iki sıfat Kuran’da farklı formlarla yer aldığı için iki ayrı sıfattır. Fakat her iki sıfatın da iki harfi müşterektir: kaf ve lâm. Bu ise tıpkı sad ve mim harfleri müşterek olan samed, samt, savm kelimeleri arasındaki ortak anlamda olduğu gibi her iki sıfatı ortak bir manada buluşturmaktadır. O mana da vekâlet ve kefaretin birleştiği ‘niyabet’tir.

NAZARİ ÇERÇEVE

Vekîl sıfatının Kuran’daki kullanımından şu tespit çıkar: Bu sıfat doğrudan tevhîd ile alakalıdır. Bunun anlamı açıktır: Allah Vekîl sıfatı ile sadece eşsiz ve benzersiz değil, aynı zamanda tek ve biriciktir. Zira Kuran’a göre Vekîl sadece Allah’tır.

“De ki: Ey insanlar! Size Rabb’inizden Hak (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum).” (Yunus-108)

“Belki de sen (müşriklerin:) “Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!” demelerinden ötürü sana vahyolunan ayetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.” (Hud-12)

 “Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah’a güvenip dayan, vekîl ve destek olarak Allah yeter.” (Azhab-48)

KURANİ ÇERÇEVE

Vekîl Kuran’da hem Allah için hem de insan için kullanılır. Allah’tan başkaları için kullanımı iki başlık altında toplanabilir.

”Bekçi, koruyucu, gözetici, şahit” anlamlarına gelen kullanım. Bu anlamlardaki kullanımların Esmâ-i Hüsnâ ile ilgisi doğrudan değil dolaylıdır. Mesela Hz. Musa ile Hz. Şuayb kıssasında Hz. Musa’nın “Allah söylediklerimize vekil olsun.” cümlesi “Allah bu söylediklerimize şahit olsun.” manasındadır.

Vekîl sıfatının insandan olumsuzlamak için kullanımı. Bu maddeye giren kullanımlar doğrudan ilişkilidir. Birinci maddenin dışındaki tüm kullanımlar bu türdendir. Bu türe giren kullanımların hepsinde de, insanın Vekîl olmadığı ve olamayacağı sadedinde gelir.

Vekîl sıfatı 14 ayette doğrudan Allah için gelir. Bunlardan 8’i Mekkî sûrelerde 6’sı Medenî sûrelerdedir. İlk yılda Müzemmil-9 olmak üzere tek yerde kullanılır. 2. ve 10. yıllar arasında hiç Allah için kullanılmaz. 10. yılda kullanım sıklığı artar ve tam 5 kez gelir. 11. yılda 2 kez gelir. Hicri 3. yıla kadar kullanılmayıp Hicri 5. yılda bir kez daha zirve yaparak 5 kez gelir. Mekki yıllar içerisinde 10. yıl, Medeni yıllar içerisinde 5. yıl dönüm noktalarıdır. Allah’ın güven veren tek koruyucu otorite olmasının bu dönüm noktalarında hatırlatılması hayli manidardır.

Vekîl sıfatı Kuran’ın nüzûl sürecinde ilk kez Müzzemmil suresinin 9. ayetinde geçer. Nüzûl sıralaması açısından sıfatlar içerisinde 7. sırada yer alır.

İlginç olan nokta şudur; Vekîl ismi geldiği hiçbir yerde bir başka ilâhi isim ve sıfatla birleşmemiştir. Bu isim geldiği her yerde müstakil gelmiştir. Bunun sebebi Vekîl isminin kendisine manaca yakın olan Kefil, Hafîz, Kafî, Mü’min, Rab, Şehîd gibi isimlerin manasını içinde barındıran cami bir isim olmasındandır.

“Yara aldıktan sonra yine Allah’ın ve Peygamber’in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takva sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır. Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler.” (Al-i İmran-172,173)

Hasbunallah ve ni’me’l-vekil demek, özünde şeytana galip gelmektir. Şeytanın insan üzerinde hiçbir gücü yoktur fakat şeytan insanın zaaflarını yine kendisine karşı kullanır. Bu zaaflardan biri de korkudur. Bu ayetlerin indiği ortamda müminlere karşı korkuyu kullanmıştır. Yukarıdaki ayetin devamında:

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” (Al-i İmran-175)

Allah Rasûlü “hasbunallah ve ni’me’l-vekil” demekle, korkuya teslim olmayıp korkuyu teslim alma dirayetini gösterdi. Allah’ı vekil edinmek, her türlü korku ve kaygıdan emin olmaktı. İnsan “Allah bana yeter” dediği an her şey değişir. Bu, kendi kendine yetmediğinin itirafıdır. Bu kulluğun itirafıdır. Bu, Allah’a bağlanmaktır. Bu, Allah’ı yardımca çağırmaktır.

“Derken (Firavun ve adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler. İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın adamları: İşte yakalandık! dediler. Musa: Asla! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir. Bunun üzerine Musa’ya: Asan ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu. Ötekilerini de oraya yaklaştırdık Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. Sonra ötekilerini suda boğduk.” (Şuarâ-60,66)

Hz. Musa Firavun’un zulmüne karşı el-Vekîl olan Rabb’ine tam bir teslimiyet göstererek, yalnız ona güvenmiştir. Tıpkı Hz. İbrahim’in Nemrut’un ateşine atılırken göstermiş olduğu teslimiyet gibi. Allah bize yeter o ne güzel Vekîl’dir.

TEVEKKÜL İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

“ İman tevhidi, tevhid teslimiyeti, teslimiyet tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni (iki cihan saadeti) iktiza eder.”   demiştir Bediüzzaman. 

Saadet-i dareynin adresinde ilk basamak imandır. İman tevhid ile mümkündür. Tevhid ise teslimiyeti gerektirir. Teslim olana Müslüman denir ve tevhid Müslüman’ın inancıdır.

 Bu kavramlar öyle iç içedir ki aslında, emeğini sarfettikten sonra bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi manasına gelen tevekkül kavramını izah ederken tevhid, teslimiyet, sabır, dua ve emek kavramlarına kısaca değinmek gerekir.

TEVHİD

Arapça “vahhade” fiilinden türeyen tevhid; sözlükte ‘birlemek, tek kılmak’ anlamına gelir. Terim olarak ise; Allah’u Teala’yı (zatında, rububiyetinde, uluhiyetinde, isim, sıfat ve fiillerinde tek kabul ederek) ibadetle birlemeyi ifade eder. Kuvvetli bir iman akabinde sebepler perdesinin şeffaflaşması ve Allah’ın isim ve sıfatlarıyla buluşmaktır. Yani yaşamımızda karşımıza çıkan maddi-manevi her şeyde Allah’ı görebilmek ve sebeplere takılmayıp her şeyde Allah’ı müşahede edebilmektir. Ayrıca tevhid, içerisinde şu güzel manaları da ihtiva eder:

Tevhid; Allah’u Teâlâ’nın isim ve sıfatları konusunda şirki reddetmektir.

Tevhid; Allah’u Teâlâ’nın hak ilah olduğunu kabul edip, insanların kafalarındaki ve yaşantılarındaki tüm batıl ilahları red etmektir.

Tevhid; “la ilahe” ile red ettiren, “illallah” ile de kabul ettiren inanç sistemidir.

Tevhid; inancı, ameli ve ahlakı ihtiva eden ilahi çağrıdır.

Tevhid; insanları muvahhidler ve kâfirler olarak iki kısma ayıran bir rabbani ayırıcıdır.

Tevhid, Müslüman’ın (teslim olanın) inancıdır. Ya da diğer bir ifade ile ancak tevhid inancının sahipleri Müslüman’dırlar.

TESLİMİYET

Teslîmiyet; se-le-me kökünden gelir. Teslimiyet; teslim olmak, boyun eğmek ve başa gelen hadiseleri, Allah’ın kaderden bize ayırdığını (bu bir bela ve musibet olsa bile) gönül rızasıyla kabul etmektir. Teslimiyet aklı iptal etmek değil, aklını, seni aşan konuları senden daha iyi bilenin rehberliğine güvenerek kullanmak demektir. Geminin kaptanına, uçağın pilotuna, ameliyatı yapan cerraha, tavsiyesini istediğimiz bilgenin tecrübesine güvendiğimiz gibi kainatın sahibi, bütün noksanlardan münezzeh olan, tek olan, bir olan, El-Vekil olana güvenmek, teslim olmaktır.

 Teslimiyet insanı dosdoğru olmaya götüren sağlam bir güçtür. İnsan bir kez teslim oldu mu başta şeytan olmak üzere bütün çeldiriciler birer birer güçlerini yitirir, zayıflar ve tesir edemez hale gelirler. İmanla teslimiyet birbirini tamamlayan kavramlardır. İman edene mümin, teslim olana Müslüman denir. Teslimiyeti olmayan mümin tam mümin olamayacağı gibi, imanı olmayanın da zaten teslimiyeti söz konusu değildir.

SABIR

“Sa-be-ra” kökünden mastar olan sabır kelimesi sözlükte, “hapsetmek, tutmak, birini bir şeyden alıkoymak, dayanmak, kefil olmak, cüret ve şecaat” anlamlarına gelmektedir. Bunun yanında gelecek olan bir şey için acele ve telaş etmeyip beklemek, sükûnet, sebat, metanet, kendine hâkim olma, kendini tutma, başa gelen acıya karşı telaş ve üzüntü göstermeyip dayanma, yakınmamaktır sabır. İtidali muhafaza etmek, tahammül, ağrı ve acıya dişini sıkmak, edebi bozmamak, sıkıntı ve belalara sızlanmayı terk etmek, dili şikâyetten uzuvları yanlış hareketlerden korumaktır.  Kader ve kazaya teslimiyettir.

Kul, karşılaştığı sıkıntı ve belaların verdiği üzüntüyü sadece Allah’a arz eder ve O’nun yardımını ister. İnsanın altından kalkamayacağı musibetler ile zor eda edeceği mükellefiyetler karşısındaki hâlini Allah’a arz etmesi, O’ndan yardım istemesi ve günahlardan korkup O’na sığınması olarak tanımlanabilecek olan şekvâ, yani şikâyeti Allah’a sunma hâli ise kazaya rıza gösterme hâline aykırı bir hâl değildir. Böyle bir tavır insanın niyetine göre bazen tevekkül ve teslimiyet bile sayılabilmektedir. Sabır, musibetle karşılaşılan ilk andan itibaren söz konusudur. Aynı zamanda sabır, haramlardan uzak kalmada ve dini emirlere uymada da gereklidir.

DUA

Sözlükte; “çağırmak, seslenmek, davet etmek, istemek ve yardım talep etmek” anlamlarına gelir. Dua kavramı; “saygı” ve “Allah’ı anma” (ta’zîm ve zikir) ile “çağrı” ve “istekte bulunma” (nidâ ve istiâne) anlamlarını birlikte içerir.

Dua; sınırlı, sonlu ve aciz olan insanın bütün benliğiyle sınırsız, sonsuz ve kudret sahibi olan yüce Allah’a yönelip O’ndan istek ve dilekte bulunması, O’nunla arasında bir köprü ve diyalog kurmasıdır. Dua eden insan; bütün zayıflığı, acizliği ve ihtiyaçları içinde, Yüce Allah’ın sonsuz kudretinin ve yüceliğinin, isteklerini ancak O’nun lütfu ve yardımıyla elde edebileceğinin bilincindedir. Bu bilinçle yapılan dua; insanın Yaratan’ına olan inancının, güveninin ve O’na teslim oluşunun bir göstergesidir. İşte bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.s.); “Allah’a duadan daha değerli bir şey yoktur.” buyurmuştur.

Tevekkül; O’na güvenmek, işi O’na havale etmek ise günlük hayatımızda her işimizde, dualarımızda bu inancı ve güveni dile getirmeliyiz. Ateşe atıldığı zaman, Hz. İbrahim (as), duaların en güzeliyle Rabbine tevekkül etmiş, “Hasbünallah ve ni’me’l-vekil” (Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!) demişti.

EMEK

Emek; bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücüdür. Diğer bir ifadeyle emek; insanın bir amaca ulaşması, bir yarar elde etmesi için zihinsel ve bedensel olarak çaba sarf etmesi, gayret göstermesidir.

İslam dini, insanın her alanda çaba göstermesini istemiştir. Yüce Allah bir ayetinde çalışmanın gereğini şöyle vurgulamıştır: “Gerçekten insan için kendi çalışmasının karşılığından başka bir şey yoktur.” Bir başka ayette ise herkesin kazancının karşılığını alacağı şöyle dile getirilir: “Allah, gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.” Allah’ın insanlara örnek olarak gönderdiği peygamberler, emekleriyle geçimlerini sağlamışlar ve çalışmanın karşılıksız kalmayacağı bilinciyle hareket etmişlerdir. Hz. Adem çiftçilik, Hz. Musa çobanlık, Hz. İdris terzilik, Hz. Davut demircilik ve Hz. Muhammed ise ticaret yapmıştır. Hiç kimse çalışmadan, emek vermeden istediğine ulaşamaz. Önce çaba sarf eder emek gösterir sonra işin sonucunu Allah’tan bekler. Allah’a teslim olur, tevekkül ise orada başlar.

BİR MÜTEVEKKİL – HZ. YAKUB

Kuran’daki peygamber kıssalarını düşündüğümüzde, yaşamının bizimle paylaşılan kısmı tamamen “tevekkül” kavramıyla bağdaşan Kuranî şahsiyet olarak Yakub Peygamber’i görüyoruz.

Hz. Yakub’un yaşamı oğlu Hz. Yusuf’un hikayesi içinde 4 sahnede Yusuf Suresi içinde karşımıza geliyor. Bu 4 sahnede de olaylarla bağlantı kurabileceğimiz en güçlü kavramlardan biri tevekkül oluyor.

Sırayla bu 4 sahne üzerinden Hz. Yakub ‘un kıssası içinde “tevekkül” kavramını inceleyelim.

BİRİNCİ SAHNE

İlk sahne, gördüğü rüya üzerine Hz. Yusuf ve babası Hz. Yakub arasında geçen konuşmayı anlatıyor;

*Hani Yusuf babasına “Babacığım; ben rüyamda on bir yıldızın, güneşin ve ayın önümde secde ettiklerini gördüm” dedi.

Babası ona dedi ki; “Yavrum bu rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın açık bir düşmanıdır. Tıpkı rüyanda gördüğün gibi Rabb’in seni peygamber olarak seçecek, sana olayları (ya da rüyaları) yorumlamaya ilişkin bazı bilgiler öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ile İshak’a yönelik nimetini nasıl tamama erdirdi ise, sana ve Yakub’un soyuna yönelik nimetini de tamama erdirecektir. Hiç kuşkusuz Rabb’in her şeyi bilir ve her işi yerinde yapar.” (Yusuf:4-6)

Yakub Peygamber oğullarını tanıyor ve Yusuf’un gördüğü rüya üzerine ona zarar vermelerinden endişe ediyor bu yüzden Yusuf’tan rüyasını ağabeylerine anlatmamasını istiyor. Tam da bu noktada tevekkül kavramıyla karşılaşıyoruz. Allah’ın Peygamberi elbetteki Allah’ın bu noktada takdir ettiğinin gerçekleşeceğini biliyordu, ama o oğlunu uyararak elinden geldiği ölçüde tedbir almış ve sonuç noktasında Allah’a güvenmiş oldu.

İKİNCİ SAHNE

*Akşam olunca ağlayarak babalarına geldiler. Dediler ki; “Ey babamız, Yusuf’u eşyalarımızın yanında bırakarak yarış yapmaya gitmiştik, o sırada onu kurt kapıverdi; her ne kadar söylediğimiz doğru ise de, bize inanmayacaksın. ” Yusuf’un yalandan kana bulanmış gömleğini getirdiler. Babaları Yakub dedi ki; “Anlaşılan nefsiniz sizi kötü bir işe sürükledi, bana düşen yaman bir sabırdır, anlattıklarınız karşısında Allah’ın yardımına sığınıyorum. ” (Yusuf:16-18)

Kardeşleri nefislerine yenik düştüler ve kıskançlıklarından dolayı Yusuf’tan kurtulmak istediler, bunu kardeşlerini kuyuya atarak gerçekleştirdiler. Daha sonra da onu kurdun kaptığını söyleyerek babalarını kandırmaya çalıştılar. Yakub Peygamber oğullarının kendine yalan söylediğini biliyordu. Ancak bulunduğu durumda ortadan kaybolan oğlu için yapabileceği tek şey Allah’a güvenmek ve sabretmekti. Bir yanda kaybolan oğlu Yusuf diğer yanda nefislerinin kendilerini yanlış bir işe sürüklediği diğer oğulları karşısında, bu zor durumda, Allah’ın Peygamberinin gösterdiği güçlü tevekkül örneğini görüyoruz.

ÜÇÜNCÜ SAHNE

*Yusuf’un kardeşleri babalarının yanına dönünce dediler ki; “Ey babamız, erzak almamız yasaklandı, kardeşimizi bizimle birlikte gönder ki, erzak alabilelim, biz onu kesinlikle koruruz. “

Babaları Yakub dedi ki; “Daha önce kardeşi konusunda size duyduğum güvenin aynısını şimdi de onun hakkında mı size duyayım? En iyi koruyucu Allah’tır. O merhametlilerin merhametlisidir. “

Zahire yüklerini açıp da ödemiş oldukları bedelin kendilerine geri verildiğini gördüklerinde dediler ki; “Ey babamız, senden yanlış bir şey istemiyoruz. İşte ödemiş olduğumuz bedel bize geri verilmiş. Ailemize erzak getiririz, kardeşimizi koruruz, böylece bir deve yükü daha fazla zahiremiz olur. Bunu sağlamak kolay bir iştir artık. “

Babaları “Hep birlikte ölüm çemberine düşmeniz ihtimali dışında, onu kesinlikle geri getireceğinize ilişkin bana Allah adına sağlam bir güvence, bağlayıcı bir söz vermedikçe onu sizinle birlikte göndermem.” dedi. Oğullarının istediği güvenceyi vermeleri üzerine dedi ki; “Bu söylediklerimize Allah vekildir.” (Yusuf: 63-66)

Bir önceki Yusuf’un kaybolması olayındaki güvensizlik üzerine Yakub Peygamber, küçük kardeşlerini diğerleriyle beraber göndermek istemiyor. Ancak içinde bulundukları durum gereği buna mecbur kalıyor. Bu durumda da yine Yakub Peygamber’in aldığı tedbirleri görüyoruz; ilk olarak önceki Yusuf olayını oğullarına hatırlatıyor ve daha sonra Allah huzurunda oğullarından kardeşlerini koruyacaklarına dair söz istiyor, daha sonra bu söze Allah’ı şahit tutuyor. Tedbirin bu kısmı Hz. Yakub ve oğulları arasındaki hukuka dair ve küçük kardeşlerine ağabeylerinden gelecek bir güvensizliği önlemek için. Daha sonra çevreden gelebilecek zararları önlemek adına oğullarından birkaç tedbir almalarını istiyor;

“Yavrularım, şehre aynı kapıdan girmeyiniz, değişik kapılardan giriniz. Gerçi ben Allah’ın size ilişkin hiçbir ön kararını başınızdan savamam. Egemenlik sadece Allah’ın tekelindedir. Ben yalnız O’na güveniyorum. Tüm dayanak arayanlar da yalnız O’na güvenmelidirler. ” (Yusuf: 67)

Hz. Yakub elbette Allah’ın takdir ettiğinin gerçekleşeceğini biliyordu, ancak oğullarına tedbir almalarını söyledi. İşte tam da burada, tedbir almak ve Allah’a güvenmek noktasında tevekkül kavramına bakışımızı nasıl inşa etmemiz gerektiğini anlamış oluyoruz.

DÖRDÜNCÜ SAHNE

*Hz. Yakub dedi ki; “Herhalde nefsinizin kışkırtması ile bir komplo düzenlediniz. Bana yaman bir sabır düşüyor. Belki de Allah bana tüm oğullarımı birlikte kavuşturacaktı. Hiç şüphesiz O, her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir. “

Hz. Yakub, yüzünü başka tarafa çevirerek; ‘Vah Yusuf’um vah!’ diye inledi. Gözleri hüzünden ağarmıştı, buna rağmen acısını içine gömüyor, belli etmiyordu.

Oğulları; “Vallahi, Yusuf Yusuf diye diye ya yatağa düşeceksin, ya da helâk olacaksın” dediler.

Hz. Yakub, oğullarına dedi ki; “Ben acımı ve ızdırabımı yalnız Allah’a şikayet ediyorum ve ben Allah hakkında sizin bilmediklerinizi biliyorum. “

“Ey oğullarım, gidiniz Hz. Yusuf’u ve kardeşini arayınız, Allah’ın lütfundan ümit kesmeyiniz. Çünkü Allah’ın lütfundan, sadece kafirler ümitsiz olur. ” (Yusuf: 83-87)

Hz. Yakub bir kez daha oğullarıyla Yusuf’un kayboluşunu hatırlatacak bir olay yaşıyor. Bu sahnede Hz. Yakub’un sabrını ve tevekkülünü en iyi özetleyen ayeti görüyoruz;

“Ben hüznümü ve kederimi yalnız Allah’a arz ederim ve Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim. “

KAYNAKÇA

  1. Türk Dil Kurumu. Büyük Türkçe Sözlük; Türk Dil Kurumu Yayınları; Ankara
  2. Feyizli H.T. Feyz’ül Furkan; Server Yayınları; İstanbul; 2016
  3. Kutub S. Fi Zilal’il Kuran; Dünya Yayıncılık; İstanbul; 1991
  4. Karaman H, Çağrıcı M, Dönmez İ.K. ve ark; Kuran Yolu Türkçe Meal ve Tefsir; Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları; Ankara; 2007
  5. İslamoğlu M . Kuran’a Göre Esma-i Hüsna; Düşün Yayınları; İstanbul; 2011
  6. Diyanet İşleri Başkanlığı. Hadislerle İslam 1; “Hadislerin Hadislerle Yorumu”;Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları; Ankara
  7. Kuran’ı Kerim Diyanet İşleri Başkanlığı Türkçe Meali; Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
  8. Yazır EH.  Hak Dini Kuran Dili; Azim Yayınları;İstanbul; 2007
  9. Yüksel N. Konularına Göre Kur’an-ı Kerim Fihristi; Bayrak Yayınları; İstanbul; (1991)
  10. Abdülbaki M.F. El-Mu’cemü’l-Müfehres Li-Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim; Çağrı Yayınları; İstanbul; 1990
  11. Esed M. Kur’an Mesajı Meal-Tefsir; İşaret Yayınları; İstanbul; 2002
  12. Karaman F.  ; Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi; “Tevekkül İnancı Üzerine Bir Araştırma”;  sayı: 1, s 67-92; 1996
  13. Çağrıcı M, Uludağ H. İslam Ansiklopedisi; “Tevekkül”; cilt:41, s1-2; 2012
  14. Aybakan B.  İslam Ansiklopedisi; “Vekâlet”; cilt:43; s1-6; 2013
  15. Topaloğlu B. “Vekîl”;İslam Ansiklopedisi; cilt:43; s9-10; 2013
  16. Deri M. Kur’anî Hayat Dergisi; “Kur’anî Terminolojide Tevekkül Kavramı”; sayı Mayıs-Haziran 2012
  17. Hatip A. “Tevekkülün Hakikati, Fazileti ve İnsan Sa’yi (Çabası) İle Bağdaşabilirliği Problemi” ; Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi; sayı: 17; s 41-58; 2006
  18. Kuran’dan Hayata Derneği;  El-Vekîl