MEDİNE-İ MÜNEVVERE

İSLAM ŞEHİR ESTETİĞİ ÇALIŞMA GRUBU

· 30 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1 Aysel Bozkurt

2 Betül Benek *

3 Beyza Sena Bağcı

4 Ebru Bürkük

5 Hatice Duzlu

6 Kübra Nur Altıntaş

7 Leyla Dönder

8 Zeynep Balık

1. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi

2. Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi

3. Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi

4. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi

5. Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

6. Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi

7. Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi

8. Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü

* İletişim: b.benek65@gmail.com

İçindekiler

İSLAM MİMARİSİ ÖZELLİKLERİ VE ESERLERİ

İslam mimarisi, İslam dinini benimsemiş halkların oluşturduğu mimari yapıtların tümünü kapsar. Dinin yayılmasının geçirdiği aşamalar ve bunun güzel sanatlara yansıması bakımından İslam mimarlığı tarihsel olarak üç aşamada incelenebilir.

İLK DÖNEM İSLAM MİMARLIĞI 

İslam’ın öğretilerine bağlı olarak oluşturulmaya çalışılan yeni kültürün eserlerini gördüğümüz dönemdir. Müslümanların kendinden önce geleni yıkmaması ve üzerine inşa etmeyi benimsemesi bu dönemi anlamayı zorlaştırmaktadır.

Emeviler döneminde Şam, Abbasilerin ilk zamanlarında Bağdat, yoğun Müslüman nüfusuyla İslam kültürün gelişme merkezleri olmuştur. Emevi halifesi Velid dönemi ilk dönem İslam mimarisinde ön plana çıkan dönemdir (706-715)

Bu dönemde gelişen yapılar: Cami ve mescidler, ribatlar, türbeler, medreseler ve saraylardır.

Cami, İslam mimarlığının en önemli ve en özgün yapı tiplerinden biridir. İlk yıllarda Müslümanların ele geçirdiği her merkezde yeni mescitlerin yapılması en önemli gelişmedir.

Ribat; İslam imparatorluğunun sınır savaşlarına katılan askerlerinin konakladığı kale benzeri yapılardır. İslam İmparatorluğunun 8. yüzyıldan başlamak üzere sınırların korunmasını murabitun denilen inanç savaşçılarına bırakmıştır.

ORTA DÖNEM İSLAM MİMARLIĞI 

İslam sanatının orta dönemi 11.yüzyılın ilk yıllarında başlar, merkezî devletin yerini çok sayıdaki hanedanlara bıraktığı 1500’lere değin uzanır. Bu dönemde Türk ve Moğol yayılmasıyla gelen yeni halklar ve kurumlar İslam dünyasına katılmıştır. Bu dönemde politik bakımdan olduğu kadar, dinsel ve kültürel açıdan da karışıklık görülmektedir. Şii ayrılığı, tasavvuf düşüncesinin ortaya çıkması yine bu döneme tekabül eder. Bu süreçteki büyük çeşitlilik şaşırtıcı bir sanatsal gelişimin de hazırlayıcı unsuru olmuştur. Fatımiler, Memlükler, İlhanlılar ve Timurlular eserleri ön planda bahsedilecek gruplardır.

SON DÖNEM İSLAM MİMARLIĞI

Politik ve düşünsel bir bağımsızlık ortamında oluşturulan son dönem İslam mimarlığının örnekleri Osmanlılarda, Safevilerde ve Hint-Türk İmparatorluğu’nda ortaya konmuştur.  Kültürel açıdan birbirine benzemeyen bu üç imparatorluk, ortak bir geçmişe, atalarıyla ve buna bağlı sanatsal biçimlerle ilgili ortak bir bilince sahiptir.

CAMİİ MİMARİSİ

İslam dünyasında inşa edilen ilk cami örneği: Medine´deki Mescid-i Nebevi’dir. İlk safta namaz kılmanın daha önemli olmasına binaen dikdörtgen plana sahip bu cami diğer camilere de yön vermiştir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer devrinde fethedilen yerlerde de ordugah camileri inşa edilmiştir. Kerpiç duvarlarla çevrili bu camilerin güneyi örtülüp gölgelik yapılmıştır. Bugün bildiğimiz anlamda minare bulunmayan ilk camilerde, müezzin ezanı çardağa çıkıp okumuştur.

Emeviler devrinde eski camiler yenilenip büyük camilerin yapımına başlanmıştır. Abbasiler devrinde tuğla kullanılmış, cami dışında ‘malviye’ denilen minare bu devirde ortaya çıkmıştır. Bu dönemin temsili camileri: Samarra Ulu Camii,Ebu Dulef Camii’leridir.

Büyük Selçuklulara gelindiğinde mihraplar alçılarla süslenmiş, dört eyvanlı camiler ve tuğladan eyvanların üzerinde sathi kemerler ortaya çıkmıştır. Atabeğlerden Zengiler zamanında ise camilerde mermer kaplama ve mozaikler dikkat çekmektedir. Memlüklülerde Türk-Arap üslubunun sentezi ile ortaya konulan camiiler görülmekteyken Safevilerde göz alıcı taç kapılar, çiniler, yazı firuzenleri dikkat çekmektedir. Hindistan´da kurulan Türk-İslam devletlerindeki camilerde yan yana üç kubbenin örttüğü enine genişleyen bir mekânda, dantela gibi örülmüş mermer işçiliği ve Hind saray mimarisinin unsurları dikkat çekmektedir.

Anadolu Selçukluları’nda ise cami mimarisi üç devir geçirmiştir:

1.Ağaç ve taştan sütunlu ve düz damlı camiler

2.Tonoz ve kubbelerle örtülü camiler (Küçük de olsa üstü açık avlular da bulunmaktadır.)

3.Üstü tamamen örtülü camiler

Anadolu Beylikleri döneminde Selçuklu´dan Osmanlı´ya geçiş dönemi yaşanmıştır. Tek kubbeli camilerin ortaya çıkışı, camilerin önüne son cemaat yerinin eklenmesi ve cephenin mermer levhalarla kaplanması devrin özelliklerindendir.

Cami mimarisinin en parlak devri Osmanlı döneminde olup çeşitli üslupların uygulandığı görülmüştür:

1.Bursa Üslubu (1335-1501): Selçuklu´nun devamı niteliğindedir. Ters T Planı uygulanmış, çini kaplamalar kullanılmıştır.

2.Klasik Üslup (1501-1703): Kubbeler kasnak üzerine oturtulmuş, karnaslı ve baklavalı sütunlar kullanılmıştır. Merkez kubbenin yanında yarım kubbelerle de mekânın genişliği sağlanmıştır

3.Lale Üslup (1703-1730): Klasik üslubun ağırbaşlı ve sert çizgileri yerine çiçek ve nebat kıvrımları hâkim olmuştur.

4.Barok Üslubu (1730-1808): Avrupa´nın taklid edilmeye başlandığı dönemdir. Mimari klasik üslubundan tamamen ayrılmış, sütunlar incelmiş, başlıklarda karnas yerine barokun kıvrımlı yaprakları, duvarlarda çini yerine freskler yer almıştır.

5.Ampir Üslubu (1808-1875): Fransa´da Napoleon devrinde ortaya çıkan bir üslubun taklididir. Bu üslubun karakteri: gömme düz yarım sütunlar,daire kavsi pencereler ve palmetlerle süslü başlıklardır.

6.Yeni Klasik Üslub (1875-1923): Barok ve Ampir usüllerine karşı mimariyi millileştirmek için ortaya çıkmıştır.

Son dönemden itibaren caminin ana unsurları mihrab ve minber, müezzin mahfili, vaaz kürsüsü, hünkâr mahfili, son cemaat yeri, minare ve şadırvan olarak belirtilebilir.

MEDİNE’NİN KURULUŞU VE TARİHİ

Medine kelimesi Arapçada ‘yerleşmek, şehir kurmak, kale inşası yapılan yüksek yer’ gibi anlamlara gelmektedir. Farabi, Medine kelimesini belli bir gaye ile bir şehirde toplanmış olan kimselerin meydana getirdiği topluluk (şehir) olarak tanımlamaktadır. Medeniyet sözcüğü de Medine kelimesinden türetilmiştir.

İslamiyet zuhur ettikten sonra İslam şehirleri anlayışı da oluşmaya başlamıştır. İslam ülkelerinin en bariz vasfı, şehirlerinin görünüşüdür ve bu İslam fıkhına dayalı bir yapılanmadır. Müslümanların ilk şehri ise Medine’dir.

Medine, Mekke’nin yaklaşık 440 km. kuzeyinde yer alır. İslam öncesi adıyla Yesrib, verimli ve düz bir arazi üzerine kurulmuştur. Yesrib’in ilk sakinleri Hz. Nuh’un soyundan gelen ‘İbîl (veya Ubeyl) olup daha sonra Amâlika kavmi buraya yerleşmiş ve burada hâkimiyet kurmuştur. Arap ve Yahudi kavimler ile ilgili birçok rivayete göre Babil ya da Roma baskınından kaçan Benî Kurayza, Benî Kaynukâ ve Benî Nadîr Yahudileri Medine’yi yurt edinmişlerdir.

Müslümanların hicret ettiği dönemde (ms. 620) Medine’deki yerleşim düzeninin Kabile öbekleri şeklinde olduğu bilinmektedir. Kültürel bir homojenliğin, ortak bir inanç sistemi veya merkezi bir otoritenin olmaması sebebiyle sosyal hayata tamamen kabile gelenekleri hâkimdi. Her kabile (Arap ve Yahudi) kendine ait bir mahallede otururdu ve kendilerine ait tarım arazileri mevcuttu. Bu yaşam şekli nedeniyle teşkilatlı bir alt yapı mevcut değildi. Hz. Muhammed (s.a.v) teşkilatlı bir sosyal alt yapının İslam’ın tebliği açısından elzem olduğunun farkında olduğu için ilk icraatları bu yönde olmuştur. Bu nedenle teşkilatlanmanın ilk adımı olarak dini ve siyasi bir merkez niteliğini taşımakta olan Mescid-i Nebevi’nin inşaatına başlanmıştır. Caminin tamamlanmasından sonra Mekkeli muhacirler için yapılacak evlerin yerlerinin tespiti için kent mahallelerinin hudutlarının tasarımı, tespiti ve planlanması yapılmıştır. Bu aşamada Hz. Peygamber (sav), birçok konutun yerini tespit etmiş, kent planlaması ve bazı evlerin inşasında işin içerisinde olmuştur. Hz. Peygamber (sav) hicret etmeden önce Yesrib’de yollar mevcuttu. Ancak, Medîne’nin şehir planından bahseden kaynaklar incelendiğinde, yolların çoğuna Hz. Peygamber(sav) devrinde isim verildiği görülür. Hz.Peygamber devrinde, yol ve caddeler, Mescid-i Nebevî’nin kapıları esas alınarak düzenlenmiştir. Mescid’in kapılarından başlayan bu yollar, mescidin çevresinde meskun Muhacir ve Ensar’ın evlerine açılacak şekilde planlanmıştır. Hz.Muhammed’in yolların genişliklerinin 7 zira‘ (~3.5m.)’dan az olmamasını uygun bulduğu rivayet edilmiştir. Bu şekilde inşa edilen Medine daha sonraki dönemlerde kurulan İslam şehirleri için büyük bir örnek teşkil etmektedir.

Medine, Hz. Muhammed’in vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanlarında da devlet merkezi olarak kalmıştır. Hz. Ali’nin halifeliği zamanında devlet merkezi Kûfe’ye taşınmış ve bu tarihten sonra Medine bir ilim merkezi hâline gelmiştir.

4 halife devrinden sonra Emeviler ve Abbasiler sırası ile Medine’yi hakimiyeti altına almıştır. 974 (H. 364)’de Medine’nin etrafı Fatımi tehdidi sebebiyle surlarla çevrilmiştir. Bedevi saldırılarının artması sonrası Nûreddîn Mahmûd Zengî, 1162 (H. 557)’de şehrin daha büyük bir kısmını içine alan, kapı ve burçları bulunan ikinci ve daha muhkem bir sur yaptırmıştır. Memlûklerin idaresi altında da bulunduğu sırada Medîne-i Münevvere, Hicaz emîri tarafından idare ediliyordu. Hicaz emîri Şerîf Ebü’l-Berekât, oğlu Ebû Numme’yi göndererek Osmanlı pâdişâhı Yavuz Sultan Selim Hân’a bağlılığını bildirmesi sebebiyle 1517 (H. 923)’de Türk hâkimiyetine girmiştir. 1804 (H. 1219)’de Vehhâbîlerin işgaline uğrayan Medine,1812’de Tosun İbrahim Paşa tarafından tekrar Osmanlı idaresine geçirilmiştir. 1914-1918 (H. 1333-1337) seneleri arasında meydana gelen Birinci Cihan Harbi sonunda Suûdoğullarının hakimiyetine girmiştir.                               

MESCİD-İ NEBEVİ MİMARİ ÖZELLİKLERİ

Mescid-i Nebevi’nin inşa edildiği alan, Hicret sırasında Hz. Muhammed’in üzerinde bulunduğu devenin çöktüğü yerdir. Yapımına 622 yılında başlanmış 623 yılında tamamlanmıştır.

İLK PLAN VE ÖZELLİKLERİ

Yapı ilk inşa edildiğinde tek sıra kerpiçten, yaklaşık 1.60 m kadar yükseklikte çevre duvarı ile kuşatılmış üzeri açık 60 x70 zira (1022 metrekare) bir alana sahiptir. İlk yapı basit ve sade bir görünüme sahiptir. Kıble yönünün Kudüs olduğu bu ilk dönemde yapıya doğu, batı ve güney yönde olmak üzere 3 kapıdan girilmekte olup ortada üstü açık bir avlu kuzey duvarı boyunca kapalı bir kısımdan oluşmaktadır. Bu kapalı mekan İslam mimarisindeki ilk sahın örneklerindendir. Daha sonra güney yönde başka bir kapalı mekan inşa edilmiştir. Bu kapalı kısma suffe denilmekte olup yoksul muhacirlerin kalması için inşa edilmiştir. Avlunun ortasında bir kuyu, doğu ve güney tarafında Hz.Muhammed ve eşlerine ait odalar bulunmaktaydı.

Kıble istikameti Kudüs’ten Mekke’ye çevrilince Mescidi Nebevi’nin planı da değişmiştir. Kuzey duvarı boyunca yer alan kapalı kısım güneye alınarak, güneyde yer alan suffe de kuzeye alınmıştır. Avlusunda bir kuyu bulunmaktadır. Bu kuyu daha sonraki camilerde, şadırvan, havuz ve çeşme geleneğini başlatmıştır. Mescidin harim kısmının üzeri hurma dalları ile örtülmüştür. Bu çatı kısmı, camilerde, ahşap tavan geleneğini başlatmıştır.

MESCİD-İ NEBEVİ’NİN GENİŞLETİLMESİ


MESCİD-İ NEBEVİ’NİN BÖLÜMLERİ

A) Hücre-i Saadet

Hz.Muhammed’in Hz.Aişe’nin odasına defnedilmesinden sonra burası hücre-i saadet adıyla anılmaya başlanmıştır. Hz.Ömer ve Hz.Osman Mescid-i Nebevi’yi genişletirken hücre-i saadeti ve diğer odaları olduğu gibi bırakmışlardır. Hücre-i saadetin dışındaki diğer odalar Velid zamanındaki genişletmede mescide dahil edilmiştir. Mescid-i Nebevi ile ilgili bütün onarım  faaliyetlerinde  Hücre-i Saadete öncelik verilmiş, burası Hz. Peygamber’in minberinin bulunduğu yerle bütünleşerek mescidin en önemli bölümü haline gelmiştir.

B) Minber

Hz.Muhammedin Mescid-i Nebevi’ de cemaate hitap ederken dayanması için hurma ağacından bir kütük konulmuş, cemaatin Hz. Peygamber’in yüzünü görememesi ve sesini işitememesi üzerine ılgın ağacından arkasında üç sütunu bulunan üç basamaklı ilk minber yapılmıştır. Bu ilk minber 1256 yılındaki bir yangında yanınca yerine Yemen Hükümdarı el-Melikü’l-Muzaffer Şemseddin tarafından gönderilen minber konulmuştur. Memluk Sultanı Berkuk’un 1395’de gönderdiği minberi 1417’de Memlük Sultanı Şeyh el-Mahmud değiştirmiştir. Bu minber 1481 yılındaki yangında hasar görerek kullanılamaz duruma gelince Medineliler tuğla ve alçıdan yeni bir minber yaptırmış, bu minber Kayıtbay tarafından mermer minberin Mescid-i Nebevi’ye konulmasına kadar kullanılmıştır. Kayıtbay’ın minberi daha sonra Mescid-i Kuba’ya taşınarak yerine lll. Murad’ın yolladığı mermer minber konulmuştur.

C) Mihrap

Mescid-i Nebevi mihrabı bugün süsleme açısından verilebilecek en güzel örneklerden biridir. Her ne kadar Mescid-i Nebevi ilk inşa edildiğinde bir mihraba sahip değilse de  1483 yılında Memlük Sultanı Kayıtbay’ın siyah-beyaz ve renkli mermer malzeme kullanılarak, geometrik motifler, madalyon ve şerit halinde celi sülüs yazılarla süslettiği mihrap bugünkü abidevi görünümüne kavuşmuştur.

Mescid-i Nebevi’ de Hz.Muhammed’in mihrabından başka mihraplar da vardır. Hz. Osman, mescidde zemini yükseltilerek çevresi kuşatılan ve maksure adı verilen bir yer yaptırmış ve burada namaz kılmayı adet edinmiş­tir. Ömer b. Abdülaziz, Mescid-i Nebevi’yi imar ederken bu maksurenin yerine niş tarzında bir mihrap yaptırınca burası Hz. Osman’ın mihrabı olarak anılmaya baş­lanmıştır. Maksurenin kuzeyinde Hz. Peygamber’in gece namazı kıldığı yerdeki “mihrabü’t-teheccüd” olarak tanınan mihrap Kayıtbay ve Abdülmecid devirlerinde yenilenmiştir. Mushaf konulan ahşap dolabı dışında bugün de mevcut olan bu mihrabın üzerinde altın süslemeler ve teheccüd ayetleri yazılıdır. Mescid-i Nebevi ‘de farklı mezhepler için ayrı ayrı mihraplar konulmuştur. Bunların en meşhuru Hanefi mihrabıdır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından beyaz ve siyah mermerden yaptırılarak tezyin edilen ve üslubu Kayıtbay mihrabına benzeyen bu mihrap Süleymaniye adıyla meş­hur olmuştur. Memluk ve Osmanlı dönemlerindeki mihrapların kademeli girift kemerinde ve köşelerindeki mermer kaplamalarda ince bir işçilik göze çarpmakta, üzerlerinde kıbleyle ilgili ayetler yer almaktadır.

D) Minare

Memluk sanatının en önemli örneklerinden biri olan güneydoğu köşesindeki minare bugün ayaktadır. Osmanlı döneminde mescidin kuzeydoğusundaki minare yıkılarak, Kanuni Sultan Süleyman’a nisbetle Süleymaniye olarak adlandırılan üç şerefeli bir minare inşa edilmiştir. Abdülmecid döneminde kuzeybatıda Mecidiye, güneybatıda Babüsselam. Batıda ise Babürrahme diye anılan minareler yapılmıştır. Mescidin Reisiyye dışındaki minareleri tamamen Osmanlı tarzını yansıtmaktadır. Mescid-i Nebevi’nin 1994’te tamamlanan son imarında minare sayısı 10’a çı­karılmıştır. Yeni eklenen altı minare  dörder şerefelidir.

E) Kapılar

1. Babüsselam Kapısı

Mescid-i Nebevî’nin batısında yer almaktadır. İlk Suudi genişlemesi sonunda her ne kadar önceki kapı yıkılmasa da Mescidin genel formuna uydurmak amacıyla tamamen giydirilmiştir. Kapının cepheden iki sütun üzerine yuvarlak bir kemer ve kemer üzerinde iki adet silme ve en üstte bir tepelik görülmektedir. Bu tepeliğin ortasında Abdülmecid’in tuğrası yer almaktadır.

2. Babür Rahme Kapısı

Hz. Muhammed’in Batı yönünde açtırdığı bu kapı mescidin batı yönündeki o zamanki sınırıdır.  Hz. Ömer’in evinin de bu kapı ile Babüsselam arası bir yerde olduğu rivayet edilir. Dışarıdaki kapı iki sütun üzerinde düz bir Lento taşı ve onun üzerinde dikdörtgen bir alınlık, silmeler ve tepelik yer alır.

Babül Cibril Kapısı, Babül Nisa kapısı, Babül Mevt Kapısı, Babül Baki Kapısı da doğu cihetindedir. Bunlar, üzerindeki yazılar hariç adeta aynıdır.

3. Süsleme Özellikleri

Yapılan ekleme ve onarımlarla tezyinat açısından oldukça gelişen yapı günümüzde ihtişamıyla göz kamaştıracak niteliktedir. Tezyinat niteliğindeki ilk düzenlemeler Hz. Osman döneminde eklenen sütunlarla olmuştur. En kapsamlı düzenlemelerin yapıldığı Sultan Abdülmecid devrinde ise Mescid-i Nebevi’nin zemini mermer malzeme ile kaplanmış, sütun başlıkları altınla süslenmiş, kıble duvarı ise Osmanlı çinileriyle kaplanmıştır. Aynı zamanda Hattat Abdullah Zühdü tarafından mescidin bütün kubbesi, kıble duvarları ve kapılarının üstü, birbirinden kıymetli hat sanatı örnekleriyle donatılmıştır.  Hücre-i Saadet odası ise yine Osmanlı döneminde bir takım değişiklikler geçirerek 4. Murat tarafından kubbesi yeşile boyatılmış ayrıca hücrenin dış duvarlarını çinilerle kaplatmıştır.

Süslemesine özel bir önem verilen kıble duvarının alt kısmı mermer malzeme, üst kısmı ise uzaktan mozaik gibi görünen altın parçalarıyla kaplanmıştır. Doğu ve batı duvarlarının avluya dönük yüzleri renkli dekoratif oymalarla süslenmiştir. Yapıya ait minareler ise son görünümüne Osmanlı döneminde kavuşmakla birlikte farklı dönemlerde sayıları artarak bazı değişiklikler geçirmiştir. Bugün güneydoğu köşesinde  hala mevcut olan minare Memlük sanatının en güzel işçiliklerini yansıtır. Osmanlı devrinde Kanunî ve Sultan Abdülmecid taraflarından inşa ettirilen diğer minareler tamamen Osmanlı mimari üslûbunda inşa edilmiştir. Yapının dış cephesi renkli taş ve mermer malzemeyle bezenmiştir.  Sütun başlıkları altın renkli olup, kule görünümünde sütunlar kazıma ve kabartma tekniği kullanılarak biçim verilmiştir.  Yüzey bezemelerinde geometri ve bitkisel motifler sıkça kullanılmıştır

MEDİNEDEKİ DİĞER MESCİTLERİN TANITIMI VE YAPILAN RESTORASYON ÇALIŞMALARI

A) KUBA MESCİDİ YAPIM VE RESTORASYON ÇALIŞMALARI

Yeri: Mescid-i Nebevi’nin güneyindedir

Tarihi: 1543 tarihli tamir belgesine rastlanmıştır

Bugünkü Durumu: Günümüzde tamamen yenilenmiş ve mimari özellikleri büyük orada değiştirilmiştir

Mimarı: 1699 tarihinde Süleyman Bey isimli bir mimardan bahsedilmektedir

Mescidin sol köşesinde Hz.Muhammedin daima orada ibadet ettiği küçük bir mihrap olup ona Mihrab-ı Mekşif denilmektedir. Kanûnî sultan Süleyman 1543’de Kuba mescidinin tavan ve minaresini yıktırıp yeniden inşa ettirmiş ve bu düzenleme 1699 yılına kadar devam etmiştir.

1699’da mescidin eskiyen duvar ve minareleri yenilenmiş, II. Mustafa da Mebrekün-nâka üzerine dört direkli bir kubbe, mescidin dışına bir sebil ve abdest alma yerleri yaptırmış, su ihtiyacını karşılamak için derin kuyular kazdırmıştır. II. Mustafa Döneminde Kuba mescidine Süleyman Bey adlı bir Türk Mimarı bir kubbe yapmıştır. Mescid 1985 yılında yenilenmek üzere tamamen yıkılmadan önce batı duvarındaki kapının cephesinde Osmanlı Tuğraları mescide işaret bulunan ayetle birlikte Sultan II. Mahmut’un tuğrası da kitabenin altına yerleştirilmiştir. II. Mahmut döneminde Mescid-i Kuba’nın duvarları yenilenmiş üstü düz ahşap tavan yerine sütunlar üzerinde kemerlere oturan ve basık yarım küre kubbelerden oluşan tavanla örtülmüştür. Planda arka kısımdaki çift sıra sütunlu revak tek sıraya düşürülmüş böylece yapı İstanbul’daki selâtin camilerin revaklı düzenine benzetilmeye çalışılmıştır. Abdülmecid de Kuba mescidinde bazı çalışmalar yaptırmıştır. Bugünkü Kuba mesciti tamamen farklı bir yapıdır

B) MESCİD-İ SEB’A

Yeri: Hendek Savaşı’nın yapıldığı bölgede yer alan yedi küçük mesciddir

Tarihi: 1853-1854’te yeniden yaptırılmıştır.


Bugünkü Durumu: Günümüzde bir kısmı ayaktadır.


Mimarı: Bilinmiyor yalnız Abdûlmecit emriyle yeniden yapıldığı bilinmektedir.

Genel Bilgiler: Hicretin 5. yılında Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasındaki Hendek savaşının yapıldığı bölgede birbirine yakın küçük küçük yedi mescid bulunmaktadır. Bunlara Mescid-i Fetih de denilmektedir. Hz.Muhammed Hendek savaşında bu mescidlerin olduğu yerlerin dördünde namaz kıldırmıştır. Mescid-i Fetih, Mescid-i Salman-ı Farisi, Mescid-i Ebubekir Es-Sıddık, Mescid-i Ömer b. Hattab, Mescid-i Ali b. Ebû talib, Mescid-i Sa’d bin Muâz. Bu altı mescidin dışında yedinci mescidle ilgili olarak bu mescidlerin biraz güneyinde XX.yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen Mescid-i Benî haramın bir bütünlük oluşturması ile yedi Mescidler ifadesinin ortaya çıktığı savunulmaktadır. Fetih Mescidi Osmanlı döneminde Sultan Abdülmecid tarafından yeniden yaptırılmıştır. Fetih Mescidinin Güneyinde Selmân-ı Farisî Mescidi halen mevcuttur. İsmini hendek savaşından önce Hz. Muhammed’e Hendek kazılması yönünde tavsiyede bulunan Selman-ı Farisi’den almıştır. Mescid-i Feth ve Selman-ı Farisi dışındaki mescidler yıktırılmıştır.

C) MESCİD-İ KIBLETEYN

Yeri: Mescid-i Nebevi’nin kuzeybatısındadır.


Tarihi: 1543-1544


Mimarı: Bilinmiyor. Kanuni döneminde yeni baştan yaptırılmıştır.

Genel Bilgiler: Mescid-i Nebevî’nin kuzeybatısında yer alır. İlk adı içinde bulunduğu bölgedeki yaşayan kabilenin isimden dolayı Beni Selime’dir. Hz. Muhammed’in namaz kıldırdığı sırada nazil olan Bakara suresi 144. ayeti sonrasında yönünü Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye çevirmesi üzerine “iki kıbleli mescid” ismini almıştır. Ömer bin Abdülaziz, Memluk sultanı Kayıtbay döneminde kıbleteynin tavanını ve avlusu yeniletmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde neredeyse baştan yapılı denilecek restorasyon çalışmaları yapılmıştır. Kıbleteyn mescidinde kalın kısa bir minare dikkati çekmektedir. Alt kısmı kare biçiminde yükselen minare üste doğru çok köşeli bir şerefeye ulaşmaktadır.

D) MESCİD-İ CUMA

Yeri: Kuba yolu üzerinde Rânevnâ vadisinde yer alır

Tarihi: II. Mahmut döneminde yeni baştan yaptırılmıştır

Mimarı: Bilinmiyor

Bugünkü Durumu: Tamamen yenilenmiştir

Genel Bilgiler: Hz. Muhammed Mekkeden-Medineye hicreti sırasında yolda Cuma namazını Avf’un oğlu Benisalim kabilesi meskenleri yakınlarında idrâk etmiştir. Rânevnâ vadisi denilen bu yere daha sonra Cuma mescidi yapılmıştır. İlk Cuma namazı burada kılınmıştr. Cuma mescidi ilk kurulduğundan itibaren Osmanlı dönemine kadar, yarım adam boyunda taş duvarlarla çevrili açık bir ibadetgâh olarak kalmıştır. Plan itibarıyla dikdörtgen bir mekân üzerine konulmuş tek kubbeli bir mesciddir.

E) MESCİD-İ MUSALLA

Yeri: Menâha Meydanı denilen yerde bulunmaktadır.


Tarih: II. Abdûlhamit döneminde büyük bir tamir görmüştür.

Bugünkü Durumu: Yapı halen mevcuttur.


Mimarı: Bilinmiyor.

Genel Bilgiler: Hz. Muhammed Medine’deki ilk bayram namazını bugün bu mescidin bulunduğu menaha meydanında kıldırdı. Mescidin esas adı “Mescid-i Musallâ”dır. Hz. Muhammed namaz kılarken bir bulutun gölgelik etmesinden dolayı “Gamame (bulut) Mescidi” de denilmiştir. Mescid-i Nebevî’nin batısında yer alır. Ömer ibn-i Abdülaziz Medine valisi iken Emevî halifesi Velîd İbn-i Abdülmelik tarafından H.91-93 yıllarında inşa edilmiştir. Mescid-i Gamame’nin Güney tarafındaki dış duvarı üzerinde yer alan kapalı sivri kemerler içindeki pencere formu, Medine gar binasındaki pencerelerle benzer yapıdadır.

Mescidin kuzeyinde beş adet sivri kemerli ve üzeri beş tane kubbe ile örtülü son cemaat yeri yer almaktadır. Toplam 11 kubbe bulunmaktadır. Güney kısmında yer alan kubbenin kasnak kısmında küçük pencereler sıralanmıştır. Dış yüzünde siyah granit taşlar kullanılmıştır. Güney duvarında mihrap dışarıya doğru çıkıntı yapmıştır. Osmanlı eseri olarak Medine’de en iyi korunmuş olan yapılardan birisidir.

F) EBUBEKİR SIDDÎK MESCİDİ

Yeri: Mescid-i Nebevi’nin 100 metre kadar batısındadır.

Tarihi: 1838

Bugünkü Durumu: Eski hali ile mevcuttur

Mimarı: Bilinmiyor. II. Mahmut döneminde yaptırılmıştır.

Genel Bilgiler: Mescid-i Nebevî’nin yaklaşık 100m. kadar Batısında bulunmaktadır. Hz. Muhammed’in bu yerde Bayram namazı kıldırdığı rivayet edilmektedir. Ömer bin Abdülaziz’in Medine valisi olduğu dönemde (709) yapılmış ve Osmanlı padişahı II. Mahmut (1838) yeni baştan yaptırmıştır. Kapının üst kısmında II. Mahmut’un Tuğrası yer almaktadır.

Minarenin uzunluğu ise 15 m. dir. Minaresi çok dikkat çekicidir. Ebubekir mescidinin minaresinin kaidesi olmayıp pabuç kısmından itibaren cami beden duvarının üzerinden yükselmektedir. Ebubekir mescidinin minaresinin pabuçluğunun üzerine doğru gövdeye geçerken bir şişkinlik meydana getirilmiştir. Bunun üzerinde Mazgal pencereler açılmıştır. Gövde de dikey ve yatay geometrik süslemeler yer alır.

G) HZ. ÖMER MESCİDİ

Yeri: Mescid-i Nebevi’nin güneybatısındadır

Tarihi: II. Mahmut ve Abdulmecit döneminde yenilenmiştir

Bugünkü Durumu: Eski durumu ile ayaktadır

Mimarı: Bilinmiyor

Genel Bilgiler: Mescid-i Nebevî’nin güney batısındadır. Bu yerde Hz. Muhammed’in bayram namazı kıldığı düşünülmektedir. Daha sonra Hz. Ömer’e nispet edilen bir yer olmuştur. H.850-M.1446 senesinde ilk kez Şemşüddin Muhammed bin Ahmet es- Selavî tarafından yapılmıştır. Daha sonra II. Mahmut ve Abdülmecit dönemlerinde yenilenmiştir.

Mescid kare şeklinde inşa edilmiştir. Gövdesinin uzunluğu 8m dir. Bazalt taşları ile inşa edilmiştir. Kubbe yüksekliği 12 m. dir. Minare ana kütlenin dışında avlunun güneybatı köşesinde yer alır. Kaide kısmı dikdörtgen prizma şeklinde olup minarenin gövdesine geçişi sağlayan papuçluk kısmı köşelerinden üçgen şeklinde düzenlenmiştir. Gövde kısmı sekizgen şeklinde köşelendirilmiştir. Petek kısmına gelindiğinde hem incelir hem de silindirik özellik kazanır. Külah kısmı ise yeşil renklidir. Yıpranmış olmasına rağmen mescid ayaktadır. Fazla müdahale edilmemiş bir Osmanlı eseridir.

H) HZ.ALİ MESCİDİ

Yeri: Ayniye caddesi üzerindedir

Tarihi: Bazı kaynaklarda 1838 tarihi geçmektedir

Bugünkü Durumu: Büyük oranda değiştirilmiştir, ama halen ayaktadır

Mimarı: Belli değil yalnız II. Mahmut döneminde yaptırıldığına dair kaynaklar mevcuttur

Genel Bilgiler: Ali İbni Ebu Talib Mescidi, Mescid-i Nebevî’nin Babüsselam ve Babürrahme kapıları önlerinde açılan ayniyye caddesinin hemen üzerinde sol tarafında bulunmaktadır. Medine Kumandanı Fahrettin Paşa bu caddeyi açmıştır. Hz. Ali’nin bu bölgede bayram namazı kıldırmasından dolayı bu ismin verildiği düşünülmektedir. Bugünkü mescidin kubbeler ve minare dışında Osmanlı karakteri değişmiştir. Doğudan batıya uzunluğu 31 m. genişliği 22m. dir. Bir revak üzerine yapılan mescidin üstü yedi kubbe ile örtülüdür. En büyük kubbe mihrabın üstüne gelen kubbedir. Minare doğu yönünde yer almaktadır. Minarenin gövde kısmı köşelidir. Sekiz köşeli gövdeden şerefeye geçişlerde köşelendirilmiştir.

I) ŞÜHEDA MESCİDİ (HZ. HAMZA MESCİDİ)

Adı: Şuheda Mescidi (Hz. Hamza Mescidi)


Yeri: Uhut Şehitliğinin yakınında bulunuyordu

Tarihi: 1670 tarihli belgelerde burada bir mescidden bahsedilmektedir

Bugünkü Durumu : Eski mescit mevcut değil yerine yeni bir mescit yapılmış.

Mimarı: Bilinmiyor.

J) MESCİD-İ SUKYA

Yeri: Medine Tren Garı’nın yakınında bulunmaktadır

Tarihi: Ömer ibni Abdûlaziz döneminde yapılmıstır

Bugünkü Durmu: Mevcut

Mimarı: Bilinmiyor

Genel Bilgiler: Ambariye’deki Medine Tren garının güneyinde bulunmaktadır. İmâm-ı Ahmet’in Ebû Katâde’den rivayet ettiğine göre Hz. Muhammed haradaki sukya evlerinin bulunduğu yerde Sa’d ibni Ebi Vakkas’a ait olan bahçede namaz kılmış ve namazda da Medine ve Medine halkına dua etmiştir. Bu olayın anısına daha sonra bu mescid yapılmıştır. Yapı Ömer ibni Abdülaziz döneminde yapılmıştır. Plan itibariyle üç sıralı kubbeden oluşur. Kuzey kısmında iki adet giriş kapısı vardır. Doğu ve batı kısmında da birer adet kemerli kapı mevcuttur.

Medine’de Osmanlı’daki hali ile bize ulaşabilen yapılar: 1-Hamidiye cami, Hz.Ömer Mescidi, Hz.Ebubekir Mescidi, Gamame Mescidi, Mescidi Nebevi’nin güney kısmı olmak üzere toplam 5 mescit. 2-Medine Tren istasyon binaları 3-Haşimi el Kayyib Kalesi, Urve Kalesi, Uyun Kalesi ve Kuba Kalesi olmak üzere 4 yapı ve su mimarisinde bahsettiğimiz 15 adet kuyu.

OSMANLI DÖNEMİNDE MEDİNE’DE YAPILAN ESERLER

A) MEDİNE SURLARI

Yeri: Medine şehrinin çevresi

Tarihi: 1541 senesinde tamamlanmış

Mimarı: 1585 tarihinde bir belgede nakkaş başı Lutfullah’ın ismi geçmektedir. Kanuni döneminde tamir görmüştür.

Genel Bilgiler: Osmanlı Kanuni Sultan Süleyman tarafından H.937 (1530) yılında Medine’nin etrafına sur yapımına başlanıp 948 (1541) senesinde tamamlanmıştır. Uzunluğu 3072 amirli ziradır (2304m).

Kanuni Sultan Süleyman’ın inşa ettirdiği Medine surları tamamlandıktan sonra Medine’nin batısında ve surların dışında kalan bazı evlerin himaye altına alınması için ilâve surlar inşa edilmiştir. Bu ilave surlarda 5 kapı açıldı, kapılardan ikisi Cennetü’l Bâki yönünde olup birine El-Avalî kapısı diğerine de Sed kapısı adı verilmiştir.

Sed kapısına Baki kapısı da denildi. 3. kapı güney tarafında Kuba kapısı,  4. kapı Cidde ve Mekke yönüne açılan El-Anbariye kapısıdır. 5. kapı da El-Küme kapısıdır. Cuma (Bakî) kapısı, Cennetül Bakîye çıkan kapı idi. İkinci bir kapı Hz. Hamza şehitliği istikametine çıkan Şam kapısıdır.

Küçük Şam Kapısı: Kuzeyden Şam kapısından girenler için menâha kesimine çıkış kapısıdır.

Mısır (Mecidiye)Kapısı: Mescid-i Nebevi’den ve El-Hidre çarşısından gelenler için menâha kesimine çıkış kapısıdır. Evliya Çelebi Mısır Kapısından bahsetmektedir.Çift kule vardır.

Yine Osmanlılar zamanında surlara hamam kapısı adında bir kapı daha eklenmiştir. Sühaymi caddesine ve Babülmecidi mahallesine çıkan Basra kapısı açılmıştır. Menâha kesiminden Şüna’ya çıkan Kasımıye kapısı adında bir kapı açılmıştır. Hamam kapısı Ba Fakih oğulları tarafından Kasımiye kapısı da El-Medeni oğulları tarafından açılmıştır. Bu iki kapı Osmanlı’dan sonra açılan kapılardır.

1905 yılında yapılan diğer bir yapı ise Yeni Anbariye kapısı Hamidiye (Anbariye)  ,Camiinin yanındadır. İstasyon binaları yapılırken kurulmuş bir yapıdır. Diğerine göre sadedir.

Bütün bu sur kapıları değişik aralıklarla 1950 yılında başlatılan ve hâla devam eden şehre yeni yollar açma genişletme ve imar çalışmalarının sonucu olarak şu an mevcut değildir. Yalnız bazı yüksek yerlerde belirleyici olmayan taş kalıntılarına rastlanmaktadır. Bazı kaleler şu an hala ayaktadır zaman geçtikçe bunlar da yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 

B) MEDİNE KALELERİ

B.A) Sultana Kalesi

Yeri: Mescid-i Nebevi’nin kuzeybatısında Cebeli Sel Dağı’nın üzerinde yer almakta idi.

Tarih: 1541

Bugünkü Durumu: Mevcut Değil

Mimarı: Bilinmiyor.

Genel Bilgiler:  Medine surlarının bir parçası durumunda idi ve surların en yüksek mevkiinde idi. Yapım tarihi genel olarak surların yapımı ile aynı tarihlerdedir. H.937 (1530) yılında başlanmış 948 (1541) yılında bitirilmiştir. Kanunî Sultan Süleyman döneminde Mısır Valisine emir verilerek yaptırılmıştır.

Sultana Kalesi’nin 1919 yılında üç gün aralıklarla devam eden patlamalar Medine halkına büyük zarar verdiği ve bu tarihte Osmanlı’nın elinden çıktığı bilinmektedir. Günümüzde çok az miktarda kalıntılar göze çarpmaktadır.

B.B) Kuba Kalesi

Yeri: Kuba Yolu üzerinde bir tepenin üzerinde şehrin dışında bir kaledir

Tarihi: 1915-1918 

Bugünkü Durumu: Mevcut

Mimarı: Belli değil. Yalnız Fahrettin Paşa’nın emri ile yaptırılmıştır

Genel bilgiler: 1915-1918 arasında Medine Kumandanı Fahrettin Paşa’nın döneminde Medine halkı ve askerlerinin de bulunduğu bir ortamda açılmıştır. Mescidi Nebevî’nin güneyindedir. Kuba camiine yakındır. Güneyden Medine’ye gelebilecek tehlikeleri görmek ve bunlara karşı koyabilmek için Fahrettin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Özellikle o dönemde “Urban” denilen  İngilizlerle işbirliği içindeki çölde yaşayan bedevilerin saldırılarına karşı bir tedbir olarak inşa edilmiştir.

Diğer kalelerden farklı bir mimari tarzda yapıldığı görülmektedir. Alta doğru geniş yukarıya doğru daralan bir yapıda, üç kat olarak inşa edilmiştir. Siyah volkanik düzensiz taşlar, beyaz çimento ve kireç yapılar kullanılmıştır. Bu yapıların benzerini ordugâh olarak kullanılan Yemen’deki bazı yapılarda görmekteyiz.

B.C) Uyun Kalesi

Yeri: Medine-i Münevverenin kuzeyinde Uyun Yolu üzerindedir.

Tarihi: 1915-1918

Bugünkü Durumu: Mevcut

Mimarı: Belli değil. Fahrettin Paşa emri ile yapılmıştır

Genel Bilgiler: Medine-i Münevvere’nin kuzeyindedir. 1915-1918 yılları arasında inşa edilmiştir. 

Uyun Kalesi küçük bir kaledir. Geniş olan silindirik biçimdeki kısımda giriş kapısı doğudadır. Batı tarafında yani yola bakan kısım daha küçük bir ön kule şeklindedir. Kapının kemeri beşik kemer şeklinde olup yay şeklinde konulmuş taşlardan meydana gelmiştir. Bu taşlar düzenli yontulmuş taşlar değildir. Bölgedeki mevcut olan volkanik taşlardan yapılmıştır.

B.D) Avali Kalesi

Yeri: Mescid-i Nebevi’nin güneydoğusunda idi

Tarihi: 1868 tamir ve restorasyonunun yapıldığı tarih

Bugünkü Durumu: Mevcut değil

Mimarı: Bilinmiyor.

Genel Bilgiler: Bu kale batı tarafından evlerle birleşik hale getirilmiş ve yapısından tuğla kullanılmıştır. Ayrıca Medine surlarının devamı şeklindedir. Bu kalenin restorasyonu ve yükseltilmesi Sultan Abdülaziz döneminde 1868 yılında tamamlanmıştır.

B.E) El Katibi Kalesi

Yeri: Medine-i Münevvere’nin güneybatısında El Ambari Caddesi’nden 65 metre içeride idi

Tarihi: 1834 yılında yenilendi

Bugünkü Durumu: Mevcut değil

Mimarı: Bilinmiyor.

Genel Bilgiler: Surların devamı ile surların bir parçası durumunda olup 1834 yılında Sultan Mahmud döneminde yenilenmiştir. Yakınında Al-Khatibî mescidi olması dolayısıyla adının bu şekilde söylendiği anlaşılmaktadır.

B.F) Urve Kalesi

Yeri: Ömer İbni HadtabYolu’nun Medine’den çıktıktan sonra sağ taraftadır. 

Tarihi: 1915-1918

Bugünkü Durumu: Mevcut

Mimarı: Bilinmiyor  yalnız Fahrettin  Paşa’nın emri ile yapılmıştır.

Genel Bilgiler:  1915-1918 yılları arasında Fahrettin Paşa’nın görevi sırasında yapılmış bir kaledir. Omer ibn al Hattab yolunun Medine’den çıktıktan sonra sağ tarafında yolun üzerinde görülmektedir. Kare planlı bir yapıdır.

B.G) Haşimi El Kayyib Kalesi

Yeri: Uhud Dağının batı tarafında, kayalıklar üzerindedir.

Tarihi: 1915-1918

Bugünkü Durumu: Mevcut

Mimarı: Bilinmiyor.

Genel Bilgiler: 1915-1918 yılları arasında yapılan bir dizi kalelerden biridir. Fahrettin Paşa döneminde yapılmıştır. Uhud dağının batı tarafında son kısmında yüksek kayalıkların üzerindedir. Medine’nin kuzeyindedir. Değişik yolların üzerine kurulmuş son dönem kalelerindendir. Plan itibariyle Uyûn kalesinin aynısıdır. Ana yol üzerinden kayalıklardan patika bir yolla kaleye ulaşılmaktadır.

B.H) Şüheda Kalesi

Yeri: Medine’nin kuzeyinde Hz. Hamza Mezarlığı’nın yanında idi.

Tarihi: 1915-1918  

Bugünkü Durumu: Mevcut değil

Mimarı: Bilinmiyor.

Genel Bilgiler: Kare plânı bir yapı idi. Tek giriş yeri batı tarafında yer alır. Kapının üzeri iki adet köşeli taş sütun üzerine düz bir örtü ile örtülmüş bir giriş kısmı olup iki katlıdır. Bu bölge hac zamanı Medine’ye gelen hacıların ziyaret yeri olan Şüheda mezarlığına yakındır. Hz.Muhammed Döneminde Uhud savaşında şehid düşen 74 kişinin bulunduğu mezarlıktır. Bunlardan biri de Hz. Hamza’dır. Bu önemli bölgenin adeta bir karakol görevi gören şüheda kalesi ile korunması planlanmıştır.

B.I) Telsiz İstasyonu Kalesi

Yeri: Medine’nin kuzeyinde idi.

Tarihi: 19. yüzyılın sonları

Bugünkü Durumu: Mevcut değil

Mimarı: Bilinmiyor. 

Genel Bilgiler: Medine’nin kuzeyindedir. Telsiz mesajlarının gönderilmesi ve posta işlerinin yürütülmesi amacıyla yapılmış binalardır. Medine’den bazı Müslüman ülkelere hacıların posta işlerini de buradan yürütüyorlardı. Binanın yapım şekli ve malzemelerin kulanımı açısından baktığımızda tren garındaki binaların benzerliği aynı dönemlerde yapılabileceğini düşünülmektedir.

Posta merkezlerinin 1882’deki sayısı 700 civarında olduğunu, kaynaklardan her posta merkezinde 40-50 kişilik Tatar (ulak) bulunduğunu bilinmektedir. Bu kale tipi binalar, hem burayı koruyan muhafızlar ve yaklaşık 40-50 kişilik ulak grubunu barındıran binalardır.

C) MEDİNE TREN İSTASYON BİNALARI

Yeri: Ambariye semti

Tarihi: 1900-1908

Bugünkü Durumu: Mevcut

Mimarı: Bilinmiyor

Genel Bilgiler: 1892 Şubat ayında Bahriye Nezaretine Arap İzzet Ahmet Paşa bir rapor hazırlamış II. Abdülhamit’e sunulmuştur. Erkan-ı harbiye Feriki Mehmet Şakir Paşa’yı görevlendirmiştir. II. Abdülhamit’te projeyi uygulama emri vermiş, ancak 8 yıl sonra uygulanmaya geçilebilmiştir. 323 Km’lik El Ula Medine hattı Mühendis Hacı Muhtar Bey’in çalışmalarıyla tamamlanmıştır.

Birçok saldırılar ve engelleme çalışmalarına rağmen 01.09.1908’de Yaver Müşir Abdullah Paşa refakatinde 4.Ordudan Mirliva Sait Paşa Medine’ye hattın açılışına gitmişlerdir. Suudi Arabistan toprakları içinde kalan 26 adet istasyon binası mevcuttur. En önemli görülen bina Medine-i Münevvere veya Anberiya istasyon binasıdır. 

Medine-i Münevvere istasyonu tamir ve bakım atölyeleri, genel hizmetleri ifa eden gar binası ve idari hizmetlerin yürütüldüğü binalar olarak geniş bir külliye şeklinde sıralanmaktadır.

Ana bina genel olarak iki bölümden oluşur. Alt kattaki bölümler üst kat odaları olmak üzere binanın dört bir yanı revakla çevrilidir. Dikdörtgen bir yapıdır. Binanın cephe kısmında ve binanın gerisinde on yedişer adet kemer mevcuttur. Duvar ve kemer örgüsünde kullanılan iki renkli kesme taşlar bina cephesine dekoratif bir hususiyet kazandırmıştır.

Üst kattaki cephe düzenlemesinde sağ ve sol tarafta iki adet simetrik kule yer alır. Bu iki kulenin arasına koyu renk taşlarla panolar oluşturulmuş bunların içlerine ise pencereler sıralanmıştır. Pencerelerin şekli Mısır’da 1744 yılında yapılmış olan Muhammed Abdül Dhab caminin kubbe kasnağında görülen pencerelerin hemen hemen aynısıdır. 

İstasyon binası 1999 yılında Kültür ve Anıtlar yönetimine bağlanmış ve Müze olarak düzenlenmiştir. Bu müze bölgede uzun yılların birikimi olan eserleri barındırmaktadır.

MEDİNE MİMARİ DOKUSU ARAŞTIRILIRKEN KARŞILAŞILAN MİMARLAR

Yapılan araştırmalar sonucunda Medine’de, XVI. yy’a kadar mimari eserleri yapan mimarlar ile ilgili bilgi ve belge bulunamamıştır. Bununla birlikte XVI.yy’da Kutsal Toprakların Osmanlı himayesine geçmesiyle birlikte elde edilen belgelerde Medine’deki bazı çalışmalardan ve bu çalışmalara katılmış bazı mimarlardan bahsedilmiştir. Bunlar: Mimar Zeynizade, Mimar Davut Ağa, Abdulhalim Efendi ve hattat Abdullah Zühdî Efendi’dir.

MİMAR ZEYNİZADE

Medine-i Münevvere kadısı Mevlâna Ahmed ve Şeyhülharem, Divan-ı Hümayun’a gönderdikleri mektupta, Mescid-i Nebevi mimberinin köşelerinden ayrılmaya başladığını ve kırılmalar nedeniyle neredeyse çökmek üzere olduğundan yenilenmesi gerektiğini bildirilmiştir.  Divan-ı Hümayun’a bu mimberi yapan kişinin Zeynizade adlı bir ustanın olduğu ve halen Mısır’da mimarbaşı olarak çalıştığı haber verilmiştir. Bunun üzerine, Mısır Beylerbeyine 9 Receb 987 / 20 Ağustos 1579 tarihinde bir emir yazılarak, mimar Zeynizade’yi yeni mermerlerle Mescid-i Nebevi’nin mimberini yeniden yapması için acilen Medine’ye gönderilmesi istenmiştir.

Bu bilgilere göre, Zeynizade eyalet mimarı olmasına rağmen, Divan-ı Hümayun’un isteği doğrultusunda Medine’deki Mescid-i Nebevi’nin minberini yapmakla, emri altındaki diğer mimarlar veya ustalar değil de, bizzat kendisi görevlendirilmiştir. Bu görevlendirmede esas unsurun, önceki minberin kendisinin eseri olmasının etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Araştırmalarda, Mimar Zeynizade’nin Mısır eyaleti mimarlığına ne zaman atandığı, Mısır’daki faaliyetleri ve ölüm tarihiyle ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Ayrıca, Zeynizade’nin 1579 yılında harap olan Mescid-i Nebevi’nin minberini hangi tarihte yaptığı da kaynaklarda bulunmamaktadır.

MİMAR DAVUT AĞA

Hasbahçe’deki mimarî mektepte yetiştiği tahmin edilen Mimar Davud Ağa, aynı zamanda Mimar Sinan’ın tecrübelerinden ve verdiği derslerden de yararlanmış bir mimar olarak bilinmektedir. Suyolu nazırlığı da yapan Davud Ağa, Mimar Sinan ile birlikte İstanbul’da tamir ve inşa edilen pek çok eserin keşiflerine katılmış, ayrıca Mimar Sinan’ın maiyyetinde Hassa Mimarı olarak da, bazı önemli mimarî ve inşaî hareketlerin içerisinde aktif rol almıştır. Örneğin, Üsküdar’da Valide-i Atik Camii’nin 1584’de inşasında, 1585’de Yenisaray’da oda ve hamamın yapılmasında, Fatih Çarşamba’da 1586’da Mehmed Ağa’ya ait hamamın inşasında büyük hizmetlerde bulunmuştur. 1588’de Mimar Sinan’ın vefatı üzerine Mimarbaşılığa getirilmiş ve bu görevi 1599’daki vefatına kadar sürdürmüştür. Davud Ağa’nın Mimarbaşılığı döneminde İstanbul’da, Mehmet Ağa Camii, Cedid Nişancı Mehmed Paşa Camii, Mesih Mehmed Paşa Camii, Cerrah Mehmed Paşa Camii gibi camilerin yanı sıra pek çok türbe, İncili Köşk ve Sepetçiler Köşkü ile diğer yapılar yapılmıştır. Ayrıca, İstanbul dışında Mescid-i Nebevi’nin tamiri dışında pek çok önemli imar, inşa ve tamir faaliyetlerini yürütmüştür.

ABDULHALİM EFENDİ

Kaynaklarda daha çok Mimar Seyyid Abdülhalim Efendi adıyla geçmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda şehreminliğine bağlı olarak vazife yapan Hassa Mimarlar Ocağı’nın 1824-1831 yılları arasında idareciliğini yapan son başmimardır. Abdülhalim Efendi, Ebniye-i Hâssa müdürlüğü sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun mimari faaliyetlerini yürüten bu teşkilât ile, mimarlık mesleğinin son dönemlerdeki gerileyişi ve içine düştüğü çöküşü önleyebilmek için büyük gayretler sarfetmiştir. Bilhassa 1834’te Sultan II. Mahmud’a arzettiği bir raporunda, mimarlık okulunun kurulmasını teklif etmesi buna güzel bir örnektir. Sultan II. Mahmud’un bu raporu olumlu bularak gereğinin yapılmasını istemesine karşılık, bilinmeyen sebeplerle, okul açılamamıştır. Ancak bu teklif, Osmanlı mimarlık tarihinde ilk okul açma teşebbüsü olması bakımından önem taşımaktadır. Mimar Abdülhalim Efendi’nin 1833 yılında Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’un ders programına resim dersinin konulması yolundaki bir diğer teşebbüsü de resim tarihimiz açısından dikkate değer bir hadisedir.

ABDULLAH ZÜHDİ EFENDİ

Aslen Arap olmakla birlikte Türk hat sanatının namlı simaları arasına girmeyi başarmış olan Abdullah Zühdî Efendi, Harem-i Şerîf-i Nebevî’nin yazılarını yazmak üzere Bâb-ı Âlî tarafından H. 1274/M. 1858’de tertib olunan müsâbakaya iştirâk ettiğinde, kaderini de belirlemiştir. Sultan Abdülmecîd’in bizzat yaptığı değerlendirme neticesinde, “Allah feyzini müzdâd etsin” duası ile Harem-i Şerîf’in yazılarını yazmaya memur edilmiştir. Bu dönemde kesilmiş olan maaşını yeniden bağlatmak için yaptığı girişimler de sonuçsuz kalmış, Mısır’a giderek Hidiv İsmail Paşa’nın himâyesine girerek, “Mısır Hattatı” ünvânı ile camilerin ve resmî dairelerin yazılarını yazmak ve mekteplerde verilen yazı derslerine nezâret etmekle görevlendirilmiştir. Eyüp Sultan türbedârı Eyyubî Mehmed Râşid Efendi’den ve daha sonra da Kazasker Mustafa İzzet Efendi‘den talim görerek, Türk hattatları arasında iştihar etmiş ancak “Mısır Hattatı” olarak vefat etmiştir.

Medine mimarisini sivil ve dini mimari olarak incelemek mümkündür. Sivil mimari evler ve kasırları kapsarken; dini mimari Ravzai-i Mutahhara, mescidler ve mezarları (meşhed) kapsar

FAHRETTİN PAŞA

Asıl adı Ömer olan Fahreddin Paşa 1868’de Rusçuk’ta(Bulgaristan) doğdu.93 Harbi’nden sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen Ömer Fahreddin Paşa 1888’de Harp Okulu’nu, 1891’de Erkan-ı Harbiye’yi bitirdi ve kurmay yüzbaşı olarak orduya katılmıştır. Musul’da bulunduğu sırada İngilizlerle anlaşan Mekke şerifi Şerif Hüseyin’in isyana hazırlandığı haberinin alınması üzerine Fahreddin Paşa 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa tarafından 28 Mayıs 1916’da Medine’ye gönderilmiştir. Şerif Hüseyin ve dört oğlu, 3 Haziran 1916’da Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip ederek isyanı başlamış, 5- 6 Haziran gecesi Medine karakollarına saldırmalarına rağmen Fahreddin Paşa’nın aldığı tedbirler sayesinde başarısız olmuşlardır. İngilizler’in desteğinde isyana girişen Şerif Hüseyin ordusuna karşı, kısıtlı imkanlara rağmen yaptığı Medine müdafaası ile büyük takdir toplamıştır.

Medine’nin etrafı isyancıların eline geçmeye başlayınca İstanbul Hükümetinin, Medine’nin boşaltılması talebini “Peygamberin kabrinin bulunduğu Medine’deki Türk Bayrağını kendi elimle indiremem.’’ diyerek kabul etmeyip; herhangi bir yağma ihtimaline karşı da tedbir olarak, Medine’deki 30 parça Kutsal Emaneti 2000 askerin koruması altında İstanbul’a göndermiştir.

30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesini imzalamasına rağmen dikkate almayarak Mondros Mütarekesinden sonra da teslim olmayıp şehri 72 gün daha savunmaya devam etmiştir. Fahreddin Paşa yiyecek, ilaç ve cephanenin bitmesinden sonra kendi askerlerinin de ısrarıyla 13 Ocak 1919’da teslim oldu. Kuşatma sırasındaki açlık ve susuzluk sonrasında askerlerine çekirge yemelerini söylediği kaynaklarda mevcuttur.

Medine’yi 2 yıl 7 ay savunmuştur. Böylece Medine’de 400 seneden beri süren Türk hakimiyeti sona ermiştir. İngilizler tarafından Türk Kaplanı ismi verilen Fahreddin Paşa, savaş esiri olarak önce Mısır’a daha sonra da Malta’ya gönderilmiştir. 8 Nisan 1921’de Malta’dan kurtulduktan sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Ankara’ya gelmiş, 9 Kasım 1921’de TBMM tarafından Kabil Büyükelçiliğine tayin edilen Fahreddin Paşa, 1936’da Tümgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliliğe ayrılmış, 1948’de vefat etmiştir.