MEDENİYETLERİN TIP TARİHİ

ŞİFA (GETAT) ÇALIŞMA GRUBU

· 27 dk okuma süresi >

YAZARLAR

Şifa (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) Çalışma Grubu

3 Aişe Gül GÜNEŞ

1 Kübra YILMAZ

1 Nihan Elif TEKİN

2 Songül GÖKŞİN 

1 Ulviye Esra ERBAŞ*

  1. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  3. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

* İletişim: ueserbas9816@gmail.com

İçindekiler

TIP TARİHİ

İnsanlığın başlangıcından beri var olan tebabet, zaman geçtikçe yeni keşiflerle beraber çeşitli disiplinlere  bölünmüştür. Bu bölünme tıp eğitiminde uzmanlaşmayı da beraberinde getirmiştir. Lakin genelden özele doğru ilerleyen bu süreç, beden ve ruhtan oluşan insana bütüncül bakabilme yetisini azaltmıştır.

Geleneksel dünyada ‘ilm-i küll’ olan bütüncül bakışın önemi Mesnevi’de (Mevlana, Cilt III) geçen şu hikaye ile anlatılabilir; “Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar. Birisin eline kulağı geçti, ‘Fil bir oluğa benzer’ dedi.  Başka birisinin eline ayağı geçmişti, dedi ki: ‘Fil bir direğe benzer.’ Bir başkası da sırtını ellemişti, ‘Fil bir taht gibidir’ dedi. Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif. Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık kalmazdı.” Hikâyeden de anlaşılacağı üzere; bütünün parçaları tek başına bir anlam ifade etmede yetersiz kaldığı ancak bütün olarak bir anlam ifade ettiğinde amacın yerine getirildiği söylenebilir.

Birbirinden farklı ilimlerde önemli olanın bütüncül yaklaşım olduğunu çeşitli medeniyetlerin tıp tarihi içerisinde görmekteyiz. Bu ayki çalışmamızın amacı ise, geleneksel ve tamamlayıcı tıp tedavilerini anlamaktır. Bundan mütevellit İslam, Mısır, Hint, Çin ve Yunan medeniyetlerinin tıp anlayışları ve tedavi yöntemleri araştırmalarımızın kapsamını oluşturmuştur.

İSLAM MEDENİYETİNDE TIP

İslam tıbbı, ilk dönemde Hz. Peygamber’in hadislerinden pratik olarak yararlanmış olup dönemin geleneksel Arap tıbbından olduğu kadar, antik Helen, antik Hint ve antik İran tıbbından da etkilenmiştir. Bu etkileşimleri de kapsayarak, İslam tıbbının gelişimi üç evrede incelenebilir.

Yaklaşık olarak MS 7-8. yüzyıllara tekabül eden yabancı kaynakların Arapçaya tercüme edildiği ilk evrede; Sushruta kitabının çevrilmesiyle Hint tıbbı;  Hipokrat ve Galen gibi Grek bilginlerin yapıtlarının çevrilmesiyle de Yunan tıbbı İslam dünyasına girmiştir. MS 9-13. yüzyıllardaki ikinci evrede ise Ali İbn Abbâs, Râzî, Zehrâvî, İbn Sînâ, İbn Zuhr, İbn Nefîs gibi Müslüman tıp adamlarının katkılarını görmekteyiz. MS 13. yüzyıl sonrasındaki üçüncü evredeyse diğer bilim alanlarında olduğu gibi tıp alanında da bir durgunlaşma söz konusu olmuştur.

İslam tıbbının dokuzuncu asırdan önceki bilgi birikimine bakacak olursak, Arap dili ve edebiyatıyla ilgilenen Halil b. Ahmed’in Kitâbü’l-Ayn’daki tıbbi terimleri bu konuda bize rehber olabilir. Kitapta anatomi, cerrahi, tıbbi malzeme, ilaç ve botanik terimleri yanında çeşitli tedavi yöntemleri de yer almıştır. Yeni doğan çocuğun anne karnında yuttuğu siyah sümüğümsü ifrazatı (mekonyum) çıkarmak için çocuğa bal ya da ilaç içirilmesi, baş yaralanmalarında oluşan kanın beyin zarına doğru inmesini engellemek için eritilmiş tereyağının yara üzerine dökülmesi kullanılan tedavi yöntemlerine; yemeği hazmettiren ilaca hâdûm, ilaç olarak hazırlanan en yumuşak nesneye merhem denilmesi ilaç terimlerine; amniyona çağnak, meatusa geçenek denilmesi anatomi terimlerine örnek olabilir.

Ayrıca anatomik bozukluklar, dahiliye ve hariciye alanlarına ait bir takım hastalıklar, cilt hastalıkları, göz hastalıkları, kadın hastalıkları, psikolojik rahatsızlıklar da kitapta geçmektedir.

Bunun yanı sıra; ağrı, üşüme, kan birikmesi, boğuk ses, yüksek ateş, ter,  hezeyân, kan akması, uyuşukluk, irin, derinin şişmesi veya kuruması, felç, kanın sütün kesilmesi gibi ip biçimini alması, nabız değişiklikleri, karın şişliği, idrar değişiklikleri gibi belirti ve bulgulardan yararlandıkları da görülmektedir.

İslam tıbbının çeşitli etkenlerle oluşan bilgi birikiminin yanında hastane oluşumları da zamanla gelişmiştir. Toplumsal yaşamın düzeni için, bedensel ve ruhsal sağlığını kaybetmiş kimseleri bir arada tutmak, bakımlarını yapmak ve iyileştirmek büyük önem taşır. Bundan hareketle 707 yılında cüzzamlı, kötürüm, kör, yatalak ve kimsesizleri barındırmak amacıyla İslam dünyasında ilk hastane kurulmuştur. İslam dünyasında kurulan bu ilk hastanenin ardından eğitim ve tedavi kurumu olarak hizmet verecek hastaneler kurulmuştur. Bu hastanelerde hastalar hastalıklara göre farklı koğuşlara konulmaktaydı, akıl hastalığı batıdaki gibi dini bir cezalandırma olarak nitelendirilmiyordu, sterilizasyon önemliydi, vakıf geliriyle ücretsiz tedavi uygulanmaktaydı, tedaviler bilimseldi. Batı’da ise bu özelliklere sahip hastanelerin kurulması çok sonraları gerçekleşmiştir.

İSLAM MEDENİYETİNDE TIBBA BAKIŞ

İslam tıbbında Arap, Yunan, Hint ve İran tıbbının izleri görülse de, sağlığa bakış açısı Hz. Peygamberin (s.a) ve dinin getirdikleriyle şekillenmiştir. Dini söylemin bir parçası olarak, bize emanet edilen bedenin korunması ve hastalanmaması için önlem almak önemsenmiştir. Bu nedenle koruyucu hekimlik öne çıkan ilk konu olmuştur.  Sağlığın korunması için ileri sürülen ilke İslam öğretisinde de olan temizliktir. Temizliğin yanı sıra aşırı yemek yemeden sakınılması, gerektiğinde perhiz yapılması vurgulanmıştır. Bu amaçla “Hıfzıssıhha” başlıklı birçok makale kaleme alınmış, halk bilgilendirilmeye çalışılmıştır.

İslam dünyasında koruyucu hekimlik anlayışı dışında Ahlat-ı Erbaa anlayışı da hakimdir. Mısır ve Yunan medeniyetinden gelen bu anlayışa göre evren toprak, su, hava ve ateş olmak üzere dört temel unsurdan oluşmuştur. Aynı zamanda bu dört temel unsur soğuk-kuru, soğuk-nemli, sıcak-nemli, sıcak-kuru özelliklerini de yansıtmaktadır. Bu unsurların insan bedenindeki karşılıkları ise kara safra, balgam, kan ve sarı safradır. Bu anlayışa göre sağlık vücuttaki bu sıvıların dengede oluşuna, hastalık ise bu dengenin bozulmasına bağlıdır. Bundan dolayı tedavide kirli sıvıların boşaltılması (kan almak. müshil vermek vb.) yoluna gidilir. Nitekim bugün de modern tıpta kan ve safra kirliliğinin hastalıklara sebep olduğu bilinmekte, bunların giderilmesi için kan aldırma, safra boşaltma, müshil kullanma gibi usullere başvurulmaktadır.


Dört Unsur

TOPRAK

SU

HAVA

ATEŞ

Fiziksel
özelliği

Kuru-Soğuk

Nemli
Soğuk

NemliSıcak

Kuru-Sıcak

Dört Hılt
(sıvı)

Kara safra

Balgam

Kan

Sarı safra
Organı
Dalak-Mide

Beyin

Kalp-
Akciğer

Karaciğer
Öd
MevsimiSonbaharKışİlkbaharYaz
Yaş DönemiErişkinlikİhtiyarlıkÇocuklukGençlik
RengiSiyahBeyazKırmızıSarı
TadıEkşiTuzluTatlıAcı
ZamanıİkindiAkşamSabahÖğle
Karakteriİçine
kapanık
SoğukkanlıSıcakkanlıÖfkel
BurcuTeraz,-Akrep-YayBalık-Kova-
Oğlak
İkizler-Boğa
-Koç
Başak-Aslan-Yengeç
Musiki
Makamı
Irak- Bûselik- ZengûleHüseynî-
Uşşâk-
Nevrûz
Şehnâz-Isfahân-NevâRast- Hicaz -Büzürk
TedavisiNemli, sıcak ilaçlarKuru, Sıcak
ilaçlar
Kuru, Sıcak
İlaçlar
Nemli, soğuk ilaçlar

Dört sıvı ve onlara nispet edilen nitelikler, İslam dünyasında İbn-i Sina’nın Kanun Fi’t-Tıbb adlı eserinde, duygusal, zihinsel durumlar, tavır ve rüyalar da eklenerek mizaç teorisi geliştirilmiştir. Demevi, balgami, safravi ve sevdai terimleriyle ifade edilen psikolojik tiplemelerin yanı sıra; sıcak tabiatlı, soğuk tabiatlı, kuru tabiatlı ve yaş tabiatlı şeklinde dört niteliğe dayalı karakter tasniflerine de gidilmiştir.

OLGULARSICAKSOĞUKNEMLİKURU
Marazi
Haller
İltihap/
Yangı Ateş’eyol açar
Ateş ciddi
bir unsur
sorunudur
YorgunlukEnerji kaybı
İşlevsel GüçEnerji
eksikliği
Hazım gücü eksikliğiSindirim
zorluğu
 
Öznel
Duyumlar
Acı tat,
aşırı
susuzluk,
midede
yanma
İştah KaybıUykululukUykusuzluk
Fiziksel
İşaretler
Yüksek
nabız artışı,
yorgunluk
Zayıf
eklemler
İshal, gözde kızarıklık,
şişlik,
pürüzlü cilt, bağımlılık
Pürüzlü cilt,
bağımlılık
Yiyecekler&İlaçlarZararlıFaydalıZararlıFaydalı
Havayla
İlişkili
Durumlar
yazın daha
kötü
kışın daha
kötü
 sonbaharda
kötü

(tablo2) Olgular

Mizaç teorisine göre kişiye sahip olduğu niteliklere uygun tedavi verilmelidir. Örneğin vücudun dengesini korumak adına sahip olunan tat özelliklerinin zıddında diyet önerilirdi. Nitekim bu anlayış günümüzün ‘hastalık yoktur hasta vardır’ anlayışı ile de örtüşmektedir.

NEBEVİ TIBBI

Tıp, sözlükte yumuşaklık ve bir işte maharet sahibi olmak anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber’in(s.a) merhamet ve şefkatinin bir tezahürü olan tıbbi tavsiyeleri zamanla müstakil kitaplarda bir araya getirilmiş, İslam tıbbını şekillendiren tıbbi nebevi ortaya çıkmıştır.

Hz. Peygamber’in tıpla ilgili hadisleri, hadis kitaplarının kitâbu’t-tıbb bölümünde tasnif edilmiştir. Buhârî’nin kitâbu’t-tıbbı üç ana kısma ayrılmıştır: İlk kısımda şifânın Allah tarafından indirildiği, kadınların erkekleri tedavi etmesinin caiz olduğu, şifâ veren bitki, gıda ve içecekler gibi tıbbın temel konuları ile ilgili hadisler vardır. Ayrıca hacamat, karantina, dağlama ve kül koyarak kan kaybının engellenmesi gibi tedavi metotlarını anlatan hadisler de yine bu kısımdadır. İkinci kısımda da, rukye (şifa niyetiyle ayetleri okuyarak dua etme), nazar, uğursuzluk, fal ve sihir gibi psikolojik hastalıklar ve tedavi yöntemleri konusundaki hadisler yer almıştır. Son kısımda ise hastalıkların bulaşması, zehirlenme, zehirden korunma ve su kabına sinek düşmesi gibi mikrobik hastalıklar, kimyevî terkipler yani eczacılıkla alâkalı konulardaki hadisler yer almaktadır.

Hz. Peygamber’in tıbbî hadislerinin bağlayıcılığı konusunda İslâm âlimleri arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Hz. Peygamber’den tıp konusunda rivayet edilen haberlerin bir kısmının vahiyle kendisine bildirildiği, diğer kısmının ise Arapların âdetlerinden tecrübe ile elde edilen bilgiler olduğu İslâm bilginlerinin çoğu tarafından benimsenmiştir. Ancak bazı bilginler, Hz. Peygamber’in dünyevî konular olarak adlandırdığı tıpla ilgili meselelerde vahyî bir bilgiye dayanmadığı, kendi tecrübesini ve duyduğu, öğrendiği bilgileri ashâbına nakletmekle yetindiğini iddia etmiş; bu nedenle Hz. Peygamber’in tıpla ilgili hadislerinin bağlayıcılığının bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.  Ancak bunu savunanlardan bazıları bu yaklaşımlarına rağmen, tıbbî uygulamalar hadislerle çeliştiği zaman genelde hadisleri tercih etmiştir. Bunun yanında “Mantar, kudret helvasındandır; suyu göze şifadır (el-Buhârî,Tıbb, 20)” hadisine bakıldığında mantar suyunun göz hastalıkları için kullanılması Araplar ve Yunanlılar tarafından bilinmemektedir. Dolayısıyla bazı hadislerin vahiy olduğu düşünülmektedir.

Nebevi tıbbından birkaç hadisi inceleyecek olursak:

‘Sen kalp hastası bir kişisin. Sakîfli Hâris b. Kelede’yi getirt, o tedavi etmesini bilen birisidir. Medine’nin acve hurmasından yedi tane alsın, çekirdekleriyle birlikte dövsün; sonra onları sana içirsin.’ (Ebû Dâvud,Tıbb, 12)  hadisiyle hastalanıldığında doktora gidilmesini;

‘Sizin ilâçlarınızdan herhangi bir şeyde şifâ varsa, bu kan almada ve ateşle dağlamadadır. Fakat ben dağlamayı sevmiyorum.’ (Buhârî,Tıbb,17) hadisiyle de Hz. Peygamber’in dönemin yöntemlerini eleştirdiğini görmekteyiz diyebiliriz.

GELENEKSEL ÇİN TIBBI

Geleneksel çin tıbbının(GÇT) oluşumu 3000 yıl önceye dayanır. 3000 yıldır süregelen bu uygulama, çeşitli kitapların ve usta çırak eğitimi sayesinde günümüze ulaşmayı başarmıştır. En çok bilinen kaynak olan Huang Di Nei Jing ya da Sarı İmparatorun Dahiliye Klasikleri, milattan önce üçüncü yüzyılda yayımlanmış ve son iki bin yılda uygulayıcılara ışık tutmuştur.

Tarih boyunca bu ilmin öğrenilmesindeki en büyük sorunun çeviri olduğu görülmüştür. Çin dili olan “pin yin” bilindiği üzere bir kelimenin birden fazla anlamının olduğu, dolayısıyla bir cümlenin bir çok farklı şekilde yorumlanabildiği bir dildir.

GÇT’DE MEKANİZMA

Geleneksel Çin Tıbbı batı tıbbından çok farklı temellere dayanmaktadır ve izlediği yollar da farklıdır. En genel farklarını açıklamak gerekirse GÇT bir etkinin sebebini araştırırken batı tıbbı daha semptom odaklıdır, kronik ve dahili hastalıkların tedavisinde daha büyük başarı gösterirken batı tıbbı ilk yardım ve cerrahi müdahalelerde daha başarılıdır, müdahaleleri 2000 yıllık bir geçmişe ve tecrübelere dayanırken batı tıbbı klinik deneylerle desteklenmektedir, uygulamaları masaj, bitkisel terapi gibi nispeten zararsız uygulamalarla iyileştirmeye odaklanırken batı tıbbının uyguladığı yöntemler daha kimyasal bazlı ve yan etkisi fazla olan uygulamalardır.

GÇT felsefesinden bahsetmek gerekirse; çin tıp felsefesinde en önemli konsept Çin mitolojisine göre ilk imparator olan Fu-Hsi tarafından kurulan yin ve yang teorisidir. Çin filozofları ve şifacılarına göre dünya ve içindekiler daima bir bütünün parçasıdır. Bir bölüm yin iken onu tamamlayacak daima yangdır. Kırmızı renkle sembolize edilen yin karanlık, soğukluk, dişilik, sükunet gibi özeliklere sahiptir. Mide, safra kesesi, mesane, ince bağırsak ve kalın bağırsakta bulunur; ilkbahar ve yazda artar. Siyah renkle sembolize edilen yang ise aydınlık, sıcaklık, erkeklik, hareketlilik gibi özelliklere sahiptir. Kalp, akciğer, karaciğer, dalak ve böbrekte bulunur; sonbahar ve kışta artar. Alınan nefes içindeki enerji yang ile esas, yin ile yardımcı organlara dağıtılır. Yin-yang organlarda belli oranda denge içinde bulunduğunda vücut sağlıklıdır.

Fizyolojik açıdan bakıldığında da vücudun içi yin, dışı yang olarak kabul edilir. Yin enerjiyi içte tutarken yang dışarıdaki kötü enerjiden korur. Yin ve yang ikilisindeki denge her nerede bozulursa bozulsun bir probleme işaret eder. Örneğin Yin soğuk, yang sıcağı temsil eder, bu da bize vücut sıcaklığı hakkında ipucu verir; fazla yin varsa vücut üşür, fazla yang varsa ateş yükselir. Ayrıca sistol ve diastol gibi zıt mekanizmalar da yin-yangın iki kutuplu olması ile açıklanır.

GÇT felsefelerinden biri de “qi”, kan ve vücüt sıvıları üçlüsüdür. İlk olarak qi basitçe enerjiyi ifade etmektedir ve bu enerjinin bütün aktivitelerin merkezi olduğu kabul edilir. Qi eksikliği minimal fonksiyona sebep olurken fazlalığı tıkanmalara sebep olur. İkinci olarak kan, vücut sıhhatini gösteren önemli bir etkendir. GÇT’ye göre üç farklı kan hastalığı vardır; kan durgunluğu, kan eksikliği ve kan sıcaklığı. Kan durgunluğu menstrual ağrılarda, koroner arter hastalığında, bölgesel şişliklerde, hematomalarda ve travmatik yaralanmalarda gözlenmiştir. Tedavi etmek için kanı aktifleştirmek gerekir. Kan eksikliği ani kan kaybını ya da yetersiz kan üretimini gösterir. Anemi, kronik yorgunluk, fibromiyalji, düzensiz menstrual siklus, kırılgan tırnaklar, açık renkli dil ve zayıf nabızla kendini gösterir. Hamilelik ve doğumla beraber de görülür. Tedavi etmek için kanı artırıcı tedaviler uygulanmalı ve enerji kuvvetlendirilmelidir. Kan sıcaklığı ise daha kompleks hastalıklarda görülür. Kızıl hastalığı, kızamık, ensefalomiyelit, aplastik anemi, lösemilerde gözlenmiştir. Kan sıcaklığı kendini burun kanaması, mental depresyon, su isteği, kırmızımsı idrar, konstipasyon ya da siyah feçes, ateş, sarı tabaka kaplı kırmızı bir dil ve hızlı nabız ile gösterir. Tedavi etmek içinse kanı soğutacak tedaviler uygulanır.

Üçüncü olarak vücut sıvıları vücütta normal koşullarda bulunan su miktarıyla ilgilidir. Bu vücut sıvılarının dengesi de sağlık için oldukça etkili bir faktördür.

GÇT’DE UYGULAMA

GÇTnin uygulanması uzmanlaşmış kişiler tarafından kontrollü olarak yapılır. Bir GÇT uygulayıcısının öncelikli öğrendiği kısım ise vücudun anatomisidir. GÇT uygulayıcısı anatomik olarak vücudu bir batı tıbbı hekiminden farklı inceler. GÇT nin anatomik tabirlerini anlamak için bazı terimleri öğrenmek gereklidir.

GÇTye göre insan vücudu meridyen adı verilen kanal sistemlerine ayrılmıştır, ve bu kanal sisteminde denge bozulduğunda hastalık ortaya çıkar. Bu meridyen sistemi boyunca bazı özel noktalar bulunur (akupunktur noktaları) ve bu noktalar vücutta bazı semptomları dindirmek ve dengesizlikleri düzeltmek için kullanılır. Toplam 12 tane olan bu meridyenlerden “qi” (enerji) düzenli bir akış içerisinde yol alır. Bu meridyenleri kullanarak hastalıkların tedavi edilebildiği pek çok vakada gözlenmiştir.

Bir GÇT uygulayıcısı hastayı tedavi etmeden önce muayeneler ve sorular süzgecinden geçirir. Bu muayeneler dilin yapısını ve nabzı özellikle inceleyici biçimdedir. Özellikle sorulan sorular şunlardan oluşmaktadır:

  • Soğuk sıcak hissiyatı,
  • Terleme,
  • Baş ve boyun ağrıları,
  • Idrara çıkma ve bağırsak hareketleri,
  • Beslenme düzeni,
  • Göğüs rahatsızlığı,
  • Duymada farklılık,
  • Su isteği,
  • Nabız özellikleri
  • Dil rengi,
  • Ruh hali.

Şekilde görüldüğü üzere dilin arka kısmı böbrek, idrar kesesi ve bağırsaklar; yanlar, karaciğer ve safra kesesi; orta, dalak ve mide; uç, akciğerler; en uç ise kalp hakkında bilgi verir.

Örneğin; dilde solukluk, ince beyaz bir tabaka ve diş izleri varsa enerji eksikliğini gösterir. Yorgunluk, iştah kaybı, ani terleme, nefes darlığı, fazla düşünme ve kaygı ile birlikte ortaya çıkabilir. Dilde beyaz yağlı bir tabaka varsa vücut nemi tutuyordur. Kişi şiş hisseder, göğüste ve karında dolgunluk hissi vardır. Kişide ağırlık hissi vardır. Dil soluk renkteyse ve bir tabaka gözlenmiyorsa kansızlık vardır. Kişide baş dönmesi, yorgunluk, çarpıntı, konsantrasyon ve hafıza bozukluğu, uykusuzluk görülür.

GÇT uygulayıcısı teşhis koyarken, sekiz farklı sendromdan birini seçer. Bunlar yang veya ying sendromu, yüzeysel veya derin sendrom, sıcak ya da soğuk sendrom, eksiklik ya da fazlalık sendromudur. Bu sekiz sendromu tedavi etmek için sekiz farklı yol izlenir.

GÇT uygulayıcısı muayeneyi bitirdikten sonra tedavi sürecine geçer. Geleneksel Çin tıbbında bilinen çok fazla tedavi yöntemi vardır. Bunlardan bazıları akupunktur, diyet takibi, bitkisel tıp, masajla tedavidir. Egzersizle tedavi yöntemleri de “Qi Gong” ve “Tai Chi”dir.

  • Akupunktur: Latin kökenli acus (iğne) ve puncture (batırmak) kelimelerinden gelmektedir, vücutta belirli noktalara belirli amaçlarla iğne batırılmasıdır.
  • Diyet takibi: Kişiye özel yiyecek listesi ile vücudu düzene sokmayı amaçlar.
  • Bitkisel Tıp: Çeşitli bitkilerin tedavi amacıyla kullanıldığı tedavi yöntemidir.
  • Masajla tedavi: Vücuttaki çeşitli özel noktalara basınç uygulanan tedavi yöntemidir.
  • Qi Gong: Vücuttaki enerjiyi harekete geçirmesi ve düzene sokması için yapılan egzersiz benzeri hareketlerdir.
  • Tai Chi: Aslen bir dövüş sanatı olduğu kabul edilir ancak qi gong gibi vücudu düzene sokar.

AYURVEDA (YAŞAM BİLGİSİ) TIBBI

Geleneksel ve tamamlayıcı tıp yöntemleri çoğu zaman toplumların yaşayış biçimleriyle şekillenmiştir. Örneğin rahip veya şaman gibi dinsel öğelerin fazla önemsendiği toplumlarda büyü ve dua ile tedavi öne çıkıyordu. Avcı ve toplayıcı toplumlarda kullandıkları keskin aletlerin getirdiği kabiliyetle cerrahi tedaviler, tarımla uğraşan toplumlarda ise şifalı otlarla tedavi göze çarpıyordu. Çünkü insanoğlu ulaşılabilirliği kolay malzemeleri seçmeye yatkındı. Lakin zaman geçtikçe toplumların gelişmesiyle dini inanışlara dayanan tedaviler, bitkiler ve cerrahi yöntemler hemen hemen her toplumun tıp tarihinde görülmüştür. Bunlardan biri Ayurveda adı verilen geleneksel Hint tıbbıdır.

Ayurveda tıbbı Mezopotamya, Yunan ve İslam tıbbını etkilemiştir. Bu topraklara ilaç ve tıbbi bilgi aktarılmıştır. Hipokrates bile Hintli hekimlere ait ilaç bilgilerini kitabında kullanmıştır. Yunan tıbbının humoral patoloji teorisi (su, ateş,toprak ,hava) Hint felsefesinden esinlenerek oluşturulmuştur.

Felsefe ve kozmik yapılardan etkilenerek insanın ruh ve beden dengesinin bozulması halinde hastalık durumunun ortaya çıkacağı düşüncesi Ayurveda tıbbının temel yapı taşıdır. Bu yapı taşını da etkileyen beş önemli element vardır: su, toprak, hava, ateş ve boşluk. İnsan vücudunu bu elementlerle özdeşleştirmişlerdir. Beş elementin özelliklerini taşıyan ve insan vücudunu 3 bölmeye ayıran Ayurveda tıbbı, bu bölmelere “dosha” ismini vermiştir.

“Vata dosha”, hava ve boşluktan oluşur. Kalın bağırsak, eklemler, merkezi sinir sistemi, idrar kesesinde bulunur. Sindirim sistemi hareketlerini kontrol eder. Hastalık durumlarında korku, depresyon ve sinirlilik yapar. En önemli hastalık örnekleri bel ağrısı, eklem iltihabı, nevralji, sinir ağrısıdır. Hastalıkların tedavisinde bitki ve yiyecek ağırlıklı yöntemler kullanılır. Eğer hastanın vata dosha kaynaklı bir hastalığı varsa hasta diyetinde tuzlu, ekşi, yakıcı, sert tatları olan yiyecekleri tercih edebilir.

“Pitta dosha” su ve ateşten oluşur. Karaciğer, dalak, ince bağırsak, kan, safra, ter ve gözde bulunur. Metabolizma ve sindirimde görevlidir. Safra esaslı hastalık, karaciğer bozuklukları, mide ülseri en belirgin hastalık örnekleridir. İnce bağırsak bir sorun olduğunda belirtilerin çıktığı ilk organdır. Pitta doshanın hastalıkları öfke ve saldırganlık yapar. Hastalar diyetinde tuzlu, ekşi, yakıcı tatlar tercih edebilir.

“Kapha dosha” su ve topraktan oluşur. Kalp, göğüs salgıları, yağ dokusu, burun, baş ve dilde bulunur. İnsan fizyolojisinin düzenli işleyişini sağlar. Balgam esaslı hastalıklar, sinüzit, bronşit gibi hastalıklar örnekleridir. Hastalar diyetlerinde tatlı yiyecekleri tercih edebilir. Kıskançlık ve oburluk kapha dosha da sorun olduğunda ortaya çıkabilir.

AYURVEDA TIBBINDA HASTALIK, TEŞHİS VE TEDAVİ

Ayurveda tıbbında hastalıkların insanların yaşadığı çevreden, yaşam stillerinden, beslenme alışkanlıklarından doğan birtakım düzensizliklerden dolayı ortaya çıktığı esas alınır. Sadece bunların değil tabiat olaylarının da insanın yaşam ve sağlık kalitesini son derece etkilediği düşünülmektedir. Bulutlar, nem ve rüzgar insanın ruh ve fiziksel dengesini önemli ölçüde etkileyen tabiat olayları olarak kabul edilmektedir.

Hastalıkların teşhisi idrar, gaita, kusmuk ve nabız muayeneleri ile yapılırdı. Mevsimlerin hastalığın üzerinde etkisi olduğuna inanılır ve bunu takiben hangi mevsimdeyse onun getirdiği gerekli önlemler alınırdı. Örneğin kusturucu, idrar söktürücü, ishal yaptırıcı maddeler tedaviden önce verilirdi.

Ayurveda tıbbı hastalığı önceden önleme esaslı bir sistemdir. Hastalığın önlenmesinde ve kişi hasta olduğunda tedavi edilme sürecinde ağırlıklı olarak bitkileri kullanmaktadır. Bitkisel çözümlerin yanında, hastalığın insan temelli olduğunu düşündüğünden, hastanın yaşam stilini değiştirmeye yönelik özellikle diyette yapılan kısıtlamalarla veya arttırmalarla kişiyi tedavi etme yolunda çalışmaktadır.

Örneğin, tatlı tatlar “kapha”da bulunur. Balgam söktürücüdür, ishali ve mukus tabakası sorunlarını yatıştırır. Dokuları yapılandırır ve güçlendirir. Mart ve nisan aylarında tüketilmesinin iyi geleceği düşünülmektedir. Çünkü mevsimlerin de insanların metabolizmasını etkilediği ve tatlının bu aylarda yenilirse hastalığı iyileştirmede daha etkili olacağı düşünülmektedir. Tuzlu tatlar ise kaphada ve pittada bulunmaktadır. Yumuşatıcı ve sulandırıcıdır. Aşırı alımı kusmaya neden olur. Ekşi tatlar da pittada ve kaphada bulunur. Mayalanmış ve asitli yiyeceklerde ağırlıklıdır. Uyarıcı, besleyici ve susuzluk gidericidir. Yakıcı tatlar pittada ve vatada bulunur. Uyarıcı ,gaz giderici ve terleticidir. Metebolizmayı iyileştiricidir. Son olarak sert ve kekremsi tatlar vatada bulunur. Kanamayı, ter ve ishali durdurur.

Diyetin yanı sıra bitkiler de tedavide kullanılmıştır;

  • Pueraria tuberosa: Toniktir, yaşlanmayı önleyici ve enerji vericidir.
  • Amalaki(Hindistan Bektaşi Üzümü): Kronik kabızlığı olanlarda ve irritabl bağırsak sendromlarında kullanılır.
  • Triphala: Amalaki, bibhitaki ve haritaki adı verilen üç meyvenin karışımından oluşan bileşendir. Kabızlık gidermede, gastrik boşaltmayı arttırmada kullanılır.
  • Papatya, nane limon: Şişkinliği azaltmada kullanılır.
  • Tarçın, kakule körfez: Bağırsak gazını azaltmada kullanılır.
  • Ipomoea digitata: Sütün artmasında, tüberkülozda, karaciğer büyümesinde kullanılır.
  • Isırgan: İlk yardım tedavisinde, yılan sokması gibi ısırıklarda kullanılır.
  • Kuşkonmaz: Gastrik ülser ve hazımsızlık tedavisinde aynı zamanda kök ekstratı laktasyonunu arttırmada kullanılır.

Bununla birlikte değerli taşlar, metaller tedavilerde oldukça yaygın kullanılmaktadır. Ruhsal dengeyi sağlaması açısından meditasyon ve yoga da kullanılırdı. Bir nevi nefes egzersizi olan “prada” bu uygulamaların örneklerinden birisiydi. Ses titreşimleri (dini ses ritüelleri) de kullanılan tedavi yöntemlerinden biridir. Bazı cerrahi yaklaşımlar da vardı. Katarakt, sezeryan gibi kompleks işlemler cerrahi aletler kullanılarak uygulanabilmekteydi.

AYURVEDA TIBBINDA HEKİMLER VE ÖNEMLİ KİŞİLER

Ayurveda tıbbına göre hekimler belli koşulları sağlamalıdır. Hekim doğru sözlü, kannaatkar olmalı hayatı pahasına bile olsa kendisini hastasına adamalıdır. Hekim mesleğe başlamadan önce hocaları, din adamı olan brahmanlar ve diğer hekimler önünde söz verir. Kanunlarından Manu kanununa göre mesleğini kötüye kullanan hekim para cezasına çarptırılır, Zoroastre Kanununa göre de hekimliği yetersiz olduğu tespit edilenler  mesleklerine devam ederse parçalanarak öldürülürdü. Hastanın durumu bir jüri tarafından takip edilir, durumundan hekimin sorumlu olup olmadığına bu jüri karar verirdi.

Ayurveda tıbbının önemli hekimlerinden biri olan Caraka’nın yüzlerce yıllık tıbbi bilgileri topladığı Carakasamhita adlı eserinde şeker, tüberküloz, sarılık gibi hastalıklara değinilmiştir. Ayrıca 600’den fazla ilaç ve 121 cerrahi alet anlatılmıştır. Susruta adlı hekim de Sushruta-Samhita kitabında hastalıklar, hastalıkların objektif belirtileri gibi konulara değinmiştir.

MISIR MEDENİYETİNDE TIP

Bereketli Nil Nehrinin kenarında gelişen Mısır Medeniyeti, etkisini tıpta da göstermiştir. Mısır tıbbı diğer toplumlarda da olduğu gibi toplumun dini ve sosyal yaşantısından etkilenmiştir.

Eski Mısır tıbbının pnömotik bir anlayış sistemi vardır. Bu anlayışa göre solunum en önemli hayat belirtisi olup, soluk kesilince ölüm meydana gelirdi. Mısırlılar için solunumun durması kan dolaşımındaki bir bozukluğu ifade ederdi. Kalp ise damar sisteminin, aklın, duyguların merkezi; idrar, balgam, gözyaşı gibi vücut sıvılarının kaynağıydı ve bu sebeple mumyalamada yerinde bırakılırdı.

Eski Mısır’da ölümden sonraki hayata olan inanış ölüyü en iyi şekilde korumalarını sağlamış fakat mumyalama işlemini hekimlerin yerine özel görevlilerin yapmasıyla anatomi ve fizyoloji bilgilerine katkıda bulunulamamıştır. Yapılan mumyalama yöntemiyle vücudun içine sedir likörü şırınga edildikten sonra tuz içinde bekletilir, likörün etkisiyle sıvı hale gelmiş olan iç organlar vücuttan bir şırınga yardımıyla tekrar çekilirdi. Bu tekniğin pahalı olması sebebiyle sadece tuz içinde bekletilip ailesine teslim edilen ölüler de mevcuttu.

 

MISIR TIBBINDA HEKİMLİK

Mısır’da hekimlerin, astronomların, matematikçilerin, mühendislerin, mimarların ve katiplerin birçoğu rahip sınıfından çıkardı. Hekimler iki şekilde eğitim alırdı; bir hekimin yanında, papirüslerdeki bilgilerle hayat evi(pir ankh) adı verilen okullarda eğitim görerek veya din adamı niteliğinde mabetlerde yetiştirilerek.

Eski Mısır’dan kalan belgelerde sinular, büyücüler ve sekhmet rahipleri olmak üzere 3 tip sağlık personelinden bahsedilir. Sinular din adamı olmayıp ampirik tıp ve cerrahi uygulayıcısıydılar. Ayrıca çeşitli ilaçlarla da hastaları tedavi ederlerdi. Sekhmet rahipleri tapınaklarda küçük cerrahi operasyonlar yapardı. Tedavi esnasında ve ilaç yapımında sihrin kullanılması büyücüleri de bu sınıflamaya dahil etmiştir. Bu sınıflamanın dışında en çok değer verilenler ise saray hekimleridir.

Eski Mısır tıbbında hekimler göz, baş, diş, bağırsak, anüs ve sebebi bilinmeyen hastalıklar gibi çeşitli dallarda uzmanlaşmışlardır. Her hekim ihtisası içindeki konudan sorumlu tutulmuştur. Ebers Papirüsü gibi derleme yapıtlar bu uzmanlaşma şeklinin kanıtları niteliğindedir. Ancak daha sonra tıpta uzmanlaşma uygarlığın zayıflamasıyla gerilemiştir.

Eski Mısır’da doktorlar arasında kadınlar da mevcuttu. Bunun yanında tapınaklarda kurban edilecek kutsal hayvanlarla ilgilenen veterinerler bile vardı. Bu durumların, zamanın şartları düşünüldüğünde dönemin mısır medeniyetinin temel bir yapıtaşının da tıp olduğu görülmektedir. Mısır doktorları tıp mesleğindeki başarılarından ötürü Mısır dışında da tanınırlardı. Hatta bazı yabancı Kral ve Prensler Mısırlı doktorlardan tedavi görürlerdi. Bazı kaynaklara göre Mısır kenti “Thebes” tıp kelimesinin orjinali olarak gösterilmiştir. Şehrin toteminin yılan olması bunun kanıtlarından sayılmıştır.

MISIR TIBBINDA HASTALIK, TANI VE TEDAVİ

Eski Mısır medeniyetinde ruhlar ve şeytanlar hastalık nedenleri olarak kabul edilirdi. Çeşitli büyüler ve dualar tedavi yöntemi olarak kullanılırdı. Dini tedavide bir ana temel olan doğaüstü inanışların, hastalıkların iyileşmesinde etkili olduğu düşünülürdü. Bundan dolayı bazı tanrılar bütün hastalıklara karşı bir koruma aracı olmalarına rağmen bazı tanrılar da özel hastalıklar içindi. Seth, salgın hastalıklara yol açıyordu. Aslan başıyla sembolize edilen Sekhmet veba salgınlarının müsebbibiydi. Doğumu kolaylaştıran anneyi ve bebeği kötü ruhlardan koruyan ise Bes’ti. Sonuç olarak hastalığı veren tanrı onun tedavisini de yapar anlayışı hakimdi.

 

Dini inanışların yanında, aşırı beslenme de Mısır tıbbında hastalıkların en önemli sebebiydi. Bu düşüncelerini şöyle ifade ederler: “Yediklerimizin dörtte biriyle vücudumuzu, diğer dörtte üçüyle hekimleri besleriz.”

Aşırı beslenmenin vücut sıvıları arasındaki dengeyi bozup hastalıklara sebep olduğu gerekçesiyle kan alma, masaj yapma, vantuz çekme, dağlama, lavman, kusturma gibi tedavilerle sıvı dengesi sağlanmaya çalışılırdı. Bu düşünce sistemi Antik Yunan da humoral patoloji teorisinin oluşmasına yardımcı olmuştur.

Diğer hastalık sebepleri arasında ise ham meyve tüketme, fazla içki, rüzgar, toz, iklim değişikliği ve parazitler vardı. Bu sebeplere rağmen koruyucu tedaviyi de önemserlerdi. Koruyucu tedavi yaklaşımları temizlik üzerineydi. O dönemde yaşayan toplumlar göz önüne alındığında ileri seviyede hijyen anlayışına sahiptiler. Hangi ekonomik ve sosyal seviyede olursa olsun her gün yıkanmaya, vücut kıllarını tıraş etmeye, zararlı sayılan hayvan etlerini yememeye  özen gösterirlerdi.

Mısır tıbbında tedavi metodu hastanın şikayetine ve mizacına göre belirlenirdi. Edwin Smith ve Ebers Papirüsüne göre bu durum şöyle açıklanabilir; nabız, elle yoklama, gözle muayene ile kalp, karaciğer, safra kesesi, karın boşluğu, bademcik ve göz hastalıkları ayırt edilirdi. Manipülasyon, ilaçlar, sihri formüller ve dualar gibi gerekli tedavi yöntemlerinin endikasyonu göz önünde bulundurulurdu. Genel olarak hastalığın tanı ve seyri ile de tedavi metodu belirlenirdi.

Mısır eski devirde Nil Nehrinin de katkısıyla çeşitli bitkilere sahipti. Dolayısıyla ilaçları, zehirleri ve parfümleriyle meşhurdu. Papirüslerdeki reçetelerden anlaşıldığı üzere bitkisel (firavun inciri, hurma, pelinotu, reçine, safran…), hayvansal ve madensel (deniz tuzu, güherçile, deniz tuzu, şap) maddeler ilaç olarak kullanılırdı.

Papirus Adı,
Dönemi
Bahsettiği
Konular
Papirüste Adı
Geçen
Hastalıklar
Papirüste İlaç Yapımında
Kullanılan
Bitkisel,
Kimyasal,
Hayvansal
Ürünler
Kahun
Papirüsü
(İ.Ö. 2000)
Jinekolojiden
ve veteriner
hekimlikten
bahsedilir.
Gebelik ve
doğacak çocu-
ğun cinsiyetine
ilişkin bilgi ve
tavsiyeler vete-
riner hekimlikle ilgili hastalıklar.
Gebeliği
önlemek için,
timsah gübresi, 45 ml. bal ve
ekşi sütten
meydana gelen
bir karışım
önerilmektedir.
Smith Papirüsü (İ.Ö. 1600)Baştan başlayarak aşağılara inen, yara ve berelerin tedavisi hakkında yazılmış bir kitap şeklindedir. Beyinden ilk defa burada bahsedilmiştir. Sihirli büyü formülerinden bahsedilmektedir.Baş yaraları, kol kırıkları, burun yaraları, alt çene kırıkları, boyun yaraları, bel kemiği kırıkları ve meme yaraları.Cerrahi aletlerin kullanılmış olduğu, kırıkların atellerle tedavi edildiği ve yaralara ilk gün taze et sarıldığı bilgisi elde edilmekte.
Ebers
Papirüsü
(İ.Ö. 1550)
Tedavi yöntemleri ile birlikte ilaçların hazırlanma tarzlarını ve kullanım şekillerini anlatmaktadır.İç hastalıklar, bazı göz hastalıklar, deri hastalıklar, ekstremite (el ve ayak) hastalıklar, jinekolojik hastalıklarHint yağı, Kurşun mürekkepleri, Kolşik, zambak, geyik boynuzu, Antimon, Kaz yağı, Su aygırı, aslan, timsah, Yılan, İbex yağı.
Hearst
Papirüsü
(İ.Ö. 1500)
Bu papirüs genel olarak Ebers ve Smith papirüsüne benzemektedir.Kırık ve çıkıkların sarılması ve tedavisi.Un, bal, kaymak karışımından elde edilen karışım kırık ve çıkıklara uygulanmakta.

(tablo3) Papirüsler ve İçerikleri

Örneğin sindirim sistemi gazlarında anason, kişniş, kimyon; idrar söktürücü olarak ardıç; kabızlıkta bal ve hint yağı; gece körlüğünde sığır karaciğeri; cilt kesiklerinde küflü ekmek, paçavra ve tuz; böcek ısırmalarında ve cilt tahrişlerinde sarımsak kullanılmıştır. Menfis taşının, vücuttaki hasta kısımlara konulduğunda, ağrı hissettirmeden cerrahi operasyonun kolaylıkla yapılmasını sağladığı metinlerde yer almaktadır.

İlaçlar çoğunlukla basittir ama miktarları belirtilir, nasıl hazırlanacağı anlatılırdı. Bununla beraber ilaçlar hazırlanırken büyü ve sözler söylenirdi. Hazırlanan ilaçlar toz haline getirilip ekmek hamurunun, bira ve hurma şarabı, süt gibi sıvıların içinde verilirdi. Bu bilgiler sadece hekimlikte değil Eski Mısır tıbbında eczacılıkta da uzmanlaşıldığını gösterir.

Mısır tıbbının bu zengin kodeksi, etkili maddeleri içerdiğinden yakın zamana kadar Batı tıbbında kullanılmıştır. Mısır tıbbında kullanılan maddeler, Dioskorides’in “Materia Medica” adlı eseriyle Roma, İslam ve Avrupa tıbbına aktarılmıştır. Günümüz hekimliğinde kullanılan bazı hastalık isimleri(katarakt, migren) ve eczacılık kelimesinin karşılığı olarak kullanılan pharmacon(pharmaki) Mısır tıbbının hatıraları olarak yaşamaktadır.

YUNAN MEDENİYETİNDE TIP

Antik Yunanistan’daki tıp bilgileri genel olarak, milattan önce 9.yüzyılda yaşamış olan Homeros’un İlyada ve Odysseia adlı eserinde geçmektedir. Eserdeki tıp bilgilerinin yanında, Yunan tıbbı ikiye ayrılarak incelenebilir; mitolojik ve bilimsel dönem.

MİTOLOJİK DÖNEM

Mitolojik dönemde hastayı tanrılar ile hekimlerin birlikte iyileştirdiğine inanılırdı. Örneğin, Asklepios sağlık konusunda en önemli tanrıyken, Afrodit kadın cinselliği ve sorunları ile ilgileniyordu. Hera, gebe kadınların koruyucusu, Eileithyia ebeliğin tanrıçasıydı.

Yunan tıbbında sağlık tanrıçaları olmasına rağmen, kadınlar alınıp satılan varlıklardı. Kadının tıptaki rolü ilk kadın hekim Agnodice ile incelenebilir. O dönemde kadınların hekim olması yasak olduğundan, erkek kılığına girerek mesleğini uygulayan Agnodice kadın olduğuna dair yapılan söylentiler sonucunda mahkemeye çıkarıldı. Ancak kadın birliğiyle Agnodice’nin cezalandırılması ortadan kalkmış, kadınların da hekimlik yapabilmesi sağlanmıştır.

Mitolojik dönemde öne çıkan tanrıça ve tapınaklara, hekimlerin tıbbi ve cerrahi yaklaşımları, bitkisel ilaç deneyimleri işe yaramayınca başvurulurdu. Tapınaklarda rahip-hekimler ve dini görevi olmayan hekimler çalışırdı. Tapınaklardaki rahipler, tanrının soyundan sayılmışlar ve bilgilerini babadan oğula aktarmışlardır.

Önceleri tapınaklarda hastaların yalnız fiziksel rahatsızlıkları ile ilgilenilirdi. Sonraları ruhsal etkinin değeri anlaşılmaya başlandı ve hastaların ruh ile fizik tedavileri beraber işlenir oldu.

Tapınaklarda tedavi yöntemi olarak uykuya yatma, rüyaların yorumlanması, sıcak su banyoları (fizikoterapi), beden ve ruh eğitimi, tiyatro, müzik gibi meşguliyet tedavileri, diyet ve basit bitkisel ilaç uygulamaları görülürdü. Uygulamalardan önce hastalar tapınağa adak sunarlardı. Yalnız bazı tapınaklarda her hastaya müdahale edilmez hastalar seçilirdi. Örneğin, dönemin hastane niteliğindeki Asklepionlarda ‘Bütün Tanrıların Ululuğu İçin Mukaddes Yere Ölümün Girmesi Yasaktır’ yazılı olup hamilelerin de doğumda ölme ihtimali olduğu için hamile  ve ölüm eşiğinde olan hastalar alınmazdı. İçeride durumu kötüleşenler de hemen dışarı çıkarılırdı.

BİLİMSEL DÖNEM

Bilime dayalı olan ve büyük hekimlerin yetiştiği bu dönemde, Kos ve Knidos adında tıbbi açıdan farklı bakış açılarına sahip iki okul vardır. Kos Tıp Okulu, hekimliğin bir yetenek olduğunu ve mesleğin usta-çırak ilişkisiyle öğrenilebilineceğini savunmuş; Knidos Tıp Okulu ise hastalardaki bulguların benzerlik ve ortak yanları esas alınarak ortaya konan teorilerle hekim yetiştirmeyi ve hasta tedavi etmeyi üstlenmiştir. Knidos Tıp Okulu bir süre sonra etkisini kaybetmiştir çünkü Kos Tıp Okulunun büyük üstadı Hipokrat’ın şahsiyeti ve fikirleri tıbba hâkim oldu.

Hipokrat’ın fikirlerinden biri humoral patoloji teorisiydi. Bu teoriye göre canlılık, bedenin sıvı kısımlarını oluşturan su, katı kısımlarını oluşturan toprak, solumayı sağlayan hava ve canlılığın özü olan ruhu oluşturan ateştir. İnsan da bu dört elementten dünyaya gelmiştir ve dört sıvı barındırır. Kan havaya, balgam suya, safra ateşe, kara safra ise toprağa karşılık gelir.

Hipokrat’ın asıl fikri ise hastalıkların doğal süreçler olduğu ve belirtilerin vücudun hastalığa verdiği tepkiler olduğudur. Sonuç olarak bu fikirle hastalar günahları nedeniyle tanrılar tarafından cezalandırılan kişiler konumunda düşünülmeyip, hastalıklar akılcı bir biçimde açıklanmaya başlanmıştır.

Hipokrat’a göre hastalıklar dört konsepttir. İlk konsept insan bedeni ve çevresi, bunlar arasındaki ilişkinin bozulmasını kapsar. İkincisinde hastalık beden bütününün bozukluğunun sonucudur. Üçüncüde bedenin vital fonksiyonu organizmanın neşrettiği dört elemente  bağlıdır ve elementler arasındaki denge bozulduğunda hastalık olur. Sonuncusunda ise hastalık temel dengedeki kırılmaya, hastanın kendisindeki içsel faktör veya dışsal faktörlere (atmosfer, yaşam tarzı, beslenmeye bağlı) ya da her ikisinin bir arada olmasına bağlıdır.

HİPOKRAT’IN ESERLERİ VE TEŞHİS TARZI

Hipokrat’ın eseri olduğuna kesin gözle bakılanlardan en önemlileri şunlardır: Tanı, Özlü Sözler, Havalar, Sular ve Yöreler, Kalbe Dair, Bulaşıcı Hastalıklar ve Kutsal Hastalık (epilepsi). Bu eserleri dikkatli gözlemlere dayanarak oluşturup klinik gözlemlerini eserlerinde açıkça belirtmiştir.

Salgın Hastalıklar adlı eserinde hasta muayenesini şu satırlarla anlatmıştır: “Hastalıkları şöyle teşhis ederiz: Bilgimiz ortak insan tabiatına, her kişinin kendi özelliğine, hastalıklara, hastaya, bedene zerk edilen maddelere, o anda yaşanılan iklim şartlarına; hastanın alışkanlıklarına, hayat standardına, yaşına, uğraşlarına, konuşmalarına, davranışlarına, düşüncelerine, uyku durumuna, rüyalarına, ellerinin düzensiz hareketlerine, kaşıntılarına, gözyaşlarına, idrarına, dışkısına, balgamına ve kusmuğuna; hastada ardarda meydana gelen hastalıkların niteliklerine ve onlardan kalan izlere; terleme, üşütme, öksürme, hıçkırma, geğirme, sesli sessiz yellenme, kanama ve basurların incelenmesine dayanır. Bir hastada dikkatle araştırılacak bu veriler hastalığı kavramaya imkân verir.” Teşhis için ise, “hekimin ilk günden itibaren dikkatini bulguların tümü üstünde toplaması gerekir” demiştir.

Yunan tıbbı Hipokrat’ın katkılarıyla kalmamış, Hipokrattan sonra da dört ekol gelişmiştir:

Dogmatizm ekolünde Hipokratın görüşlerinin ve bilimsel bilgilerinin mantıklı, iyi bir anlatımla verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ekolün temel amacı hastalığı anlamak olduğu için cansız vücudun açılmasını savunmuş, bu sayede anatomi, farmokoloji gibi birçok alanda gelişme görülmüştür.

Ampirizm ekolü ise tecrübe ve deneme, klinik olgular, analoji olmak üzere üç temele dayanmaktadır. Bu ekoldekiler dogmatizm ekolüne karşı tecrübeyle uygulamayı savunmuşlardır.

Metodizm ekolündekiler bazı hastalıklarda birkaç genel durum söz konusu olduğundan, bunların her birinin tedavisi için farklı metotlar gerektiği anlayışındadırlar ve bütün karmaşık teorileri reddederek diyeti esas almışlardır.

Pnömatizm ekolü dogmatiklerden ayrılıp pneuma ve dört sıvı teorisine dönen bir grup hekim tarafından oluşturulmuştur. Bu ekole göre pneuma (nefes/ruh), hayatın kaynaklandığı temel madde olup vücuttaki bozukluğu sıvılarda dengesizliğe yol açıyor, böylece hastalıklar ortaya çıkıyordu.

KAYNAKÇA

  1. Bayat AH. “Tıp Tarihi”; İstanbul; 2016
  2. Demirhan E A. “Ahlat-ı Erbaa”
  3. Tekineş A. “Alternatif İslami Tıp, Tıbb-ı Nebevi”; 1998
  4. Yılmaz N, Erdem R. “Uzmanlaşma ve Tıpta Bütüncül Yaklaşım Üzerine Bir Değerlendirme”; 2016
  5. Topdemir HG. “İslam Dünyasında Tıp”; 2012
  6. Öztürk L. “Halil b. Ahmed’in Kitabü’l-Ayn Adlı Eserinde Yer Alan Tıbbi Terimler Işığında Erken Dönem İslam Tıp Tarihine Yeniden Bir Bakış”; 2004
  7. Bhikha R, Dockrat A. “The Medicine of the Prophet”; 2015
  8. Tokyürek H. “Eski Uygurcada Ayurveda Tıbbı ve Beş Unsur”; 2014
  9. Tunç N,Yalnız M. “Komplementer Tedavinin Fonksiyonel Gastrointestinel Sistem Hastalıklarda Yeri”; 2017
  10. Diri M,Yarsan E. “Süt Verimini Artıran (Galaktojen) Bitkiler”; 2014
  11. Nestler G ve ark. “Traditional Chinese Medicine, Complementery and Alternative Medicine”; 2002
  12. Lam T P. “Epidemiol Community Health”; 2001
  13. Dong JC. “The Relationship between Traditional Chinese Medicine and Modern Medicine”; 2013
  14. Hsu E. “The History of Chinese Medicine in the People’s Republic of China and It’s Globalization”; 2009
  15. Ceran B. “Antik Mısır ve Eski Anadolu Uygarlıklarında Tıp”; 2008
  16. Doğan Alparslan M. “Haberler Dergisi”; Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü; s. 22, 2006
  17. Demirhan A. “Kısa Tıp Tarihi”; s13-16; Bursa; 1982
  18. Erdem A. “Dünya ve Türk Tıp Tarihi”; s41-45; Aydın; 2007
  19. Akça T. “Eski Yunan Tıbbı” ders notu; Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi
  20. Aktuna G. “Tıbbın Evrimi Kadın Hekimlerin Devinimi” ders notu; Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2016
  21. Karataş M. “Antik Yunan Tıbbı” ders notu; İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi
  22. Atar S. “Geçmişten Günümüze Kadın Doktorlar” ders notu
  23. http://www.felsefetasi.org/asklepionlar/ [E.T. 03.12.2018]