MANTIKU’T-TAYR

BERCESTE ÇALIŞMA GRUBU

· 10 dk okuma süresi >

YAZARLAR

¹ Zeynep ÖNDER*

² Zeynep GÜNEY

¹ Damla Nur ERGENOĞLU

³ Hayrunnisa BÜKE

  1. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Fakültesi
  3. Ankara Üniversitesi Tıp fakültesi

*İletişim: zeyneponder1997@gmail.com 

İçindekiler

KİTAP HAKKINDA

Mantıku’t-Tayr, “Vahdet-i Vücut” anlayışının temsili bir anlatısıdır. Yaklaşık 5000 beyitten oluşur ve tasavvufi mesnevi türünün bir örneğidir. Attar’ın eserleri arasında en meşhuru olan bu kitap başlangıç, otuz bir bölüm ve bitiş bölümünden oluşmaktadır.

Başlangıç bölümünde geleneğe uygun olarak peygamberlere ve dört halifeye övgü vardır. Sonraki otuz bir bölümde kitabın esas hikayesi olan Simurg’a yolculuk yer alır. Her bölümde bu hikâyenin bir kısmına ve konu ile alakalı kısa hikayelere yer verilmiştir.

Bu hikayeler geçmiş erenlere ait menkıbeler veya zamanında yaşayan yahut çağdaşı olanlardan duyulan hikayelerdir. Üç tanesi Bektaşilere ait birer fıkra, iki tanesi de halk hikayesi olarak söylenmektedir. Bitiş bölümü, kitabın hicri 583 yılı Receb ayının 20. günü (25 Eylül 1187) tamamlandığı kaydedilen bir hâtime ile sona erer.

Burada anlatılan asıl hikâye daha önce Muhammed el-Gazzali tarafından Risaletü’t-Tayr adlı eserinde işlenmiştir. Mantık kelimesi “söylemek, konuşmak, lisan-ı hal ile anlatmak”; tayr ise “kuş” anlamına gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen (en-Neml 27/16) “mantıku’t-tayr” terkibi İbn Sînâ, Hâkānî ve Muhammed el-Gazzâlî tarafından da kullanılmıştır.

HİKAYE

Hüdhüd-ü kuşlar-u Simurg’a misal

Akl-u halk-u Tanrı oldu zülcelal

Binlerce kuşun toplanıp “hiçbir sürünün çobansız, hiçbir ülkenin padişahsız kalmadığı gibi bizim de kendimize bir önder bulmamız gerekir” demeleriyle başlar bu hikâye. Uzun bir yolculuğa çıkarır aslında bizi. Bizi bize anlatır, tıpkı hikayedeki Simurg gibi. Ara ara anlatılan masal tadındaki hikayelerle gönül dünyamızı zenginleştirir, bizi bambaşka alemlere sürükler. Kuşlarla uçarız, engebelere takılırız, vazgeçmek üzereyken tekrar kalkar ve yola devam ederiz. Her şeyin bir sonu vardır ya yolun sonu da gelir nihayetinde. İşte böyle bir yol böyle bir hikaye. Aslında hepimizin hikayesi tüm bu yaşananlar ve anlatılanlar.

Kuşlar, dünya hayatına aldanıp, gerçeklerden uzak yaşarken bir gün Hüdhüd çıkagelir. Şöyle seslenir bu başıboş kuşlara:

“Ben Tanrının habercisiyim, yaradılışın sırrını biliyorum. Süleyman Peygambere yoldaş oldum, onunla birlikte bu alemi dolaştım; padişahımızı biliyorum, benimle birlikte gelirseniz onu bulursunuz. O, Kaf Dağının ardındadır, adı da Simurg’dur. Fakat yol uzun, denizler derin karalar da sarptır. Kendimizden geçip yola düşelim. Eğer ondan bir iz bulabilirsek ne mutlu bize!”

Kuşlar padişaha ulaşacak olmanın sevinci içindedirler artık. Fakat çok geçmeden fark ederler ki bu yol uzundur, zahmetlidir, dağlar denizler aşmak gerekir. Yol gözlerinde büyür ve zahmetli bir hal almaya başlar, hepsi Hüdhüd’e birtakım mazeretler sunar. Hüdhüd bu mazeretlere karşı hepsine gereken cevabı verir ve yolculuğa ikna eder. Böylelikle yolculukları başlamış olur.

Yolun meşakkatini gören kuşlar yine bir şüphe duyarlar. Hüdhüd ise önlerinde “istek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve fakr-u fena” adı verilen yedi vadi daha bulunduğunu, bunları geçince nihayet Simurg’a ulaşacaklarını söyler. Kuşlar son bir gayretle düşer yollara. Lakin vadileri geçmeye kalkınca her biri bu yolda feda olur. Kimi yolda kalır, kimi açlıktan ölür, kimi yolun uzunluğundan korkarak geri döner. Geriye ise sadece otuz kuş kalır.

Otuz kuş hasta ve bitkin bir şekilde dağlar, yollar, vadiler aşarak sonunda yüce bir dergaha varır. Kuşlar varır varmaz yanlarına postacı kuş gelir ve bu otuz kuşa kim olduklarını, nereden geldiklerini sorar. Kuşlar dillerinin döndüğünce anlatırlar. Sonra önlerine birer kağıt koyar ve okumalarını söyler. Kuşlar şaşırmışlardır çünkü o zamana kadar yaptıkları her şeyin kağıtlarda tek tek yazılı olduğunu görürler.

Tam bu sırada ona varabilmek için dağlar, denizler aştıkları Simurg tecelli eder. Simurg’da kendilerini, kendilerinde Simurg’u görürler. (si:otuz, murg:kuş manasına gelmektedir)Şöyle bir ses işitirler. “Siz buraya otuz kuş geldiniz, bu aynada otuz suret belirdi, otuz kuş göründünüz, burası bir aynadır.” Kuşların tümü bu makamda, Simurg’da yok olur; artık ne yol, ne yolcu ne de kılavuz kalır. Böylece biter otuz kuşun macerası. Geride ise bizi bize anlatan muhteşem hikayeleri kalır.

Kendimizi bulmak için çıktığımız bu yolculukta, karşılaştığımız bin bir zorluğu atlatarak kendimizden bir parça bulma serüvenidir. Ulaştığımız şey ise “vahdet-i vücud” (varlığın birliği) anlayışıdır.

YAZAR HAKKINDA

Horasan Selçukluları’nın son zamanlarında kesin olmamakla birlikte 1142-1145 yılları arasında 12. yüzyılda Nişabur’da doğmuştur. Eczacılık ve tıpla ilgilendiği için “Attár” lakabını almıştır. Asıl adı Ebû Hâmid Feridüddin Muhammed bin Ebî Bekir İbrahim-i Nisaburi’ dir. Çocukluk ve gençlik dönemi hakkında yeterli bilgi yoktur. Eserlerinden gençliğinde bir taraftan attârlıkla uğraştığı, diğer taraftan da ilim tahsil edip tasavvufi bilgiler öğrendiği anlaşılmaktadır.

Kaynakların verdiği bilgilerden ve bazı şiirlerinden anlaşıldığı üzere Attâr, küçük yaştan itibaren özellikle kendisini tasavvufa verdikten sonra birçok seyahatte bulunmuştur. Irak, Şam, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Türkistan’ a yaptığı ziyaretlerden sonra Nişabur’ a dönüp inzivaya çekilmiştir. Uzun yıllar süren bu inzivanın ardından Moğollar tarafından 1221 yılında şehit edilmiştir.

Attâr’ ın tasavvuf terbiyesini kimden aldığı kesin olarak bilinmemektedir. Esrarname’sinin önsözünde aşırı derecede övdüğü Ebû Said-i Ebû’l Hayr’ mânen intisap ettiği ve kendisini terbiye eden zatın o olduğunu söyleyip, “Üveysi” olduğunu belirtmiştir.

Eserlerinden, devrindeki birçok mutasavvıf ile tanıştığı, onlarla dostluk kurup eserlerini okuyarak irşad makamına ulaştığı anlaşılmaktadır. Bir tarikata girmediği kabul edilmektedir. Tasavvuf erbabının sırlarını öğrenip makam ve hâllerini incelemekle yetinmemiş kendisinden sonra yaşayan birçok İranlı mutasavvıf ve edibe önderlik etmiştir. Bunlar arasında Mevlana, Sa’di, Hafız ve Molla Cami sayılabilir. Özellikle Mevlana Attâr’ ı aşıkların önderi saymış, kendisini küçük onu büyük görüp Attâr’ dan ruhun “iki gözü” olarak bahsetmiştir.

Dönemin en büyük şairlerinden olan ve din bilginlerinden sayılan Attâr, zühd (dünya nimetlerine yüz çevirme) ve takva (Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınma) sahibi bir insandır. Küçüklüğünde Şadbah kasabasında babasının yanında Attârlık mesleğini öğrenirken Kutbuddin Haydar adlı din büyüğünün sohbetlerine devam etmiştir. Bütün ömrünü takva sahibi olmaya ve edebi eserlere ayırmış olan Attâr otuzdan fazla eser bırakmış ve bir de kısa şiirlerinden oluşan bir Divan yazmıştır. Pendname, Tezkiretû’l Evliya ve Mantıku’t Tayr en çok bilinen eserlerindendir.

Klasik nazım şekillerinin hepsini kullanan Attâr, daha çok mesnevi ve gazelde başarı sağlamıştır. Sözü akıcı ve süssüz, dili sıcak ve tatlıdır. Eserlerinin hemen hepsini tasavvufi konuları açıklamak için yazmıştır. Şiirlerinin hepsinde insana ömrünü nasıl geçireceği konusunda hatırlatmalarda bulunmuş, insanı iyi iş yapmaya ve hak yoluna hizmete çağırmıştır. Ona göre ilahi cevheri içinde yaşayan insan, ancak üzerindeki varlık perdelerini kaldırdıktan sonra Allah’ı bulabilir ve O’nu görebilir. Peygamberler dahil biz insanlar aklımızla Allah’ı bulamaz, anlayıp kavrayamayız. Allah’ı bulmak için tek yol vardır; o da kendini bilme, nefsini ıslah etme, şehveti yenip yutma ve Hakk’ın varlığında yok olmaktır. Feridüddin Attâr der ki: “Ey gâfil! Sen nefs sahibisin. Bu dünyada kendini hesaba çek. Kalbindeki pislikleri temizlemek için mücadele et. Büyükleri de kendinle kıyaslama. Zira bir veli, zehir yese de o zehir bal olur.”

“Söyle bana, insan nedir? Bir sefil mahluk, bir avuç toprak ve iki günlük bir varlık… Bir soluk onu hayat ile ölüm arasında tutmaktadır. Bütün varlığı bu soluk, bu nefes sayesindedir. Varlıkla yokluk arasındaki fark bir kıl kadardır. İnsan her gün biraz daha ilerlediğini sanır; hayâl, o, gözü bağlı değirmen çeviren deveye benzer, gözlerinden bağ alınınca görür ki, hâlâ ilk başladığı yerdedir. Ya da kumar oynayan Yahudi öyküsünün bir benzeridir: Parası kalmayınca gözlerinden biri üzerine oynamayı kabul eder de dini üzerine oynama teklif olunca kızar.”

Mantıku’t Tayr adlı kitabı eserlerinin en önemlisidir. Asıl konusu Gazzali’nin bir mesnevisini oluşturduğu yapıtta; kuşların yani mutasavvıfların, kendilerine kral, yani Tanrı seçmek istedikleri mitolojik Simurg (Anka) kuşunu aramalarını anlatmıştır. Son bölümünde hayatta kalan kuşlar, Simurg’ un aynayı andıran çehresindeki görüntülere bakarak, Simurg’un kendileri olduğunu anlarlar. Attâr bu yapıtıyla, Tanrı’yı arayan kişinin bütün evreni dolaştıktan sonra da ancak kendi içinde bulabileceğini vurgulamak istemiştir. Kesin olmamakla birlikte; Musibetnâme, Muhtarnâme, Esrarnâme, Cevher’üz Zat ve Bülbülnâme diğer bazı eserleridir.

KUŞLAR HAKKINDA

Bülbül birçok tasavvufi eserde gül ile birlikte anılmaktadır. Bülbülün gülü delicesine sevdiği hatta dikeninden bile kıskandığı üzerinde durulan konulardır. Feriddün Attar da eserinde bülbülü aynı şekilde tasvir etmiştir. Attar bülbülün aşkını ilahi aşk yanında mecazi aşk ve nefsin zaafı olarak anlatmıştır. Bülbülün sadece gözüyle baktığını ve cisme aşık olduğunu, aslında gülün de bir ayna misali üzerinde gösterdiği tüm güzel şeylerin Allah’a ait olduğunu hikayeleri ile anlatmıştır. Hikayede de bülbülün ilk başta itiraz edenlerden olsa da mecazi aşk ile ilahi aşk arasında seçim yaparak Simurg’a ulaşan 30 kuştan biri olduğunu görüyoruz.

Dudu kuşu insanların söylediklerini tekrar edebilir ve konuşabilir. Bu yüzden insanlar onları eğlendirsin ve onlarla konuşsun diye dudu kuşunu kafese koyarlar. Attar’ın eserinde dudu kuşu kafesin içinde kalmaktan bıkmış ve özgür bir hayatı düşlemektedir. Ona Simurg’a gitmek teklif edildiğinde ise reddeder çünkü ab-ı hayata kavuşmak istiyordur. Bu metafor bize insan bedeninin dünya zindanında kendi bedenine hapsolmasını hatırlatır. İnsanlarda kendi bedenlerinde hapislerdir ve Allah’ın onlara verdiği hakikatleri nefisleri yüzünden görmezden gelerek cenneti bile reddedecek konuma gelirler.

Tavus Kuşu cennet kuşu olarak da geçer. Cennetten şeytana yardım ettiği gerekçesiyle kovulmuştur. Ve her ne kadar güzel olsa da cennetten kovulmasını hatırlatması için ayakları ve sesi çirkinleştirilmiştir. Tavus Kuşu Attar’ın eserinde Simurg’a olan yolculuğunu sadece cenneti istediğini söyleyerek reddetmiştir. Bu metafor bize insanların Allah rızası için değil de cennet sevdası ya da cehennem korkusu ile yapılan ibadet ve davranışlarını göstermek için yapılmıştır.

Kaz tasavvufta beyaz oluşundan dolayı temizliğe işaret eder. Ayrıca suya olan düşkünlüğü ile bilinir. Kaz Simurg’a olan yolculuğu susuzluğu bahane ederek reddetmiştir. Kendinin en temiz olduğunu söyleyen ve benden üstünü var mı ki tarzı beyanlarda bulunan kaz bize kendini beğenmiş ve kendini en üstün varlık zanneden insanı anlatmaktadır.

Keklik gagasının kırmızılığından dolayı mücevhere düşkünlüğü ile anılmıştır. Attar da dünya malına düşkünlüğü yüzünden kekliği yermiştir. Keklik ise Simurg’a olan yolculuğu mücevher aşkı yüzünden reddeder ve mücevherden başka bir şeyin ona faydası olmadığını söyler. Bu metafor ise dünya malından, süsten ve mücevherat sevgimizden vazgeçmemiz gerektiğini çünkü Hakk’tan başka bir şeyin değeri olmadığını göstermektedir.

Hüma devlet kuşu, saadet ve kutluluk anlamlarına gelmektedir. Çok yükseklerde yaşadığı ve makam sahibi olduğu düşündüğü için Feridüddin Attar Hüma’yı yazdığı eserde kibir ve gurur sahibi olduğu şeklinde işlemiştir. Kıssada Hüma Simurg’a yolculuğu, kendisinin padişah olduğunu ve hiç kimseye ihtiyacı olmadığını söyleyerek reddetmiştir. Bu metafor ise bize kibir ve gururun hastalıklı bir hal olduğunu göstermektedir.

Eski dönemlerde padişahlar avlanmaktan hoşlanırlardı. Doğan, yapısı ve özellikleri gereği bu iş için çok uygundu ve ava çıkarken avcı kuşlar padişahın kollarında dururulardı. Attar’ın eserinde Doğan makam, mevki ve rütbe heveslisi bir kuştur. Padişahının onu el üstünde tuttuğunu, padişahından başka hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını söyleyerek Simurg’a olan yolculukta Hüdhüd’ü reddetmiştir. Bu metafor yine bize dünya hayatında makam mevki sevdasının bizi manevi hayatımızda ne kadar zedeleyip hatta yoldan çıkarabileceğini göstermektedir.

Bülbül nasıl güle sevdalandıysa Ala Üveyik kuşu da o derece denize bağlıdır. Tek derdi ve sevdasının deniz olduğunu deniz kenarında hayatını sürdüğünü kimseye bir zararı olmadığını ve Simurg’u istemediğini söyleyerek Hüdhüd’ü reddeder. Ama deniz çalkantılarla dolu ve Üveyik için tehlikelidir. Üveyik’in bunlardan haberi olmaması sevgilisini hiç tanımadığının göstergesidir. Attar burada beşeri aşkı her şeyin önüne koyarak ve surette takılı kalarak gerçek aşkı bulamayanları tasvir etmiştir.

Puhu kuşu viranelerde yaşayıp hazine peşinde koşan bir kuş olarak anlatılmaktadır. Puhu gözüyle göremeyeceği hiçbir şeyin peşinde koşulabileceğine veyahut ona aşık olunabileceğine inanmadığı için Hüdhüd’ü reddeder. Ayrıca puhu kuşu hadise1 uyduğunu o yüzden yıkık mekanlarda bulunduğunu izah etse bile hikayeden anladığımız kadarıyla Puhu hazineleri putlaştırmıştır ve Allah’ın önüne koymaktadır. Bu metafor da bizlere hayatımızda Allah’a olan sevgimizden daha fazlasını para, makam ve kişilere verdiğimiz de onu putlaştırıp aslında Hakk yolundan saptığımızı göstermektedir.

Kuyruksalan kuşu Hüdhüd’ü aciz, zayıf olduğunu ve takati olmadığını iddia ederek reddeder. Hüdhüd ise bunların hepsinin birer bahane olduğunu, onun riyakar olduğunu söyler. Kuyruksalan kuşunun burada yaptığı; ibadette bulunmasa bile dışarıya karşı aciz ve zayıf olduğunu söyleyerek, inandığı yolda bütün varlığını harcadığını, bu yüzden aciz duruma düştüğünü düşünmelerini istemekten başka bir şey değildir. Attar nefsini olduğundan farklı göstererek rahatlık peşinde koşmayı tamamen riya olarak görür.

Attar’ın Hüdhüd’ün ağzıyla dersler verdiği bütün kuşlar aslında belki de hiç farkına bile varmadan kendine putlar edinmiş insanları tasvir eder. Yazar Allah’a bilerek ya da bilmeyerek şirk koşanları eleştirmiş ve mürşid dilinde uyarmıştır.

Hüdhüd kuşu Türkçede ibibik olarak anılır ve ilk olarak karşımıza Kuran’da Neml2 Suresinde çıkar. Hüdhüd, Mantıku’t Tayr’ da ise Simurg yoluna davet eden bir rol üstlenir. Ve her kuş reddettiğinde onları ağır dillerle eleştirerek onların yolculuğa katılmalarında aracı olur. Hüdhüd kelime anlamı olarak da “orada orada” demektir bu da gizli şeyleri ortaya çıkarmaya çalıştığı şeklinde yorumlanmıştır.

Simurg kuşu Allah’ın kendini gösterdiği ve ortaya çıktığı halidir. Hüdhüd’ün önderliğinde 30 kuş Simurg’u aramaya çıkarlar. Yolculuğun sonunda bu otuz kuş vahdet-i vücudun kemaline erişirler.

KAYNAKÇA

  1. DARICI, Zeynep, FERİDÜDDİN-İ ATTAR’IN MANTIKU’T-TAYR İSİMLİ ESERİNDE METAFORİK ÜSLUB, Ankara, 2014.
  2. ŞAHİNOĞLU, M. Nazif, ATTAR, Feridüddin, TDV İslam Ansiklopedisi, 1991, c:4, s:95-98.
  3. ATTAR, Feridüddin, MANTIK AL-TAYR, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006.
  4. SEVGİ, H. Ahmet, MANTIKU’T-TAYR, TDV İslam Ansiklopedisi, 2003, c:28, s:29-30.