YAZARLAR
1Damla Nur Ergenoğlu
1Zeynep Önder*
2Zeynep Güney
3Kübra Tayyibe Kalaycı
- Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
- Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
- Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi
*İletişim:zeyneponder1997@gmail.com
İçindekiler
HAYATI
İslam alimi, filozofu, mutasavvıfı ve müderrisi olan Gazzâlî asıl adı Muhammed b. Muhammed 1058’de İran’ın Tus şehrinde dünyaya geldi. Fars asıllı olduğu düşünülen Gazzâlî’nin doğduğu çevre ve ailesi hakkındaki bilgiler son derecede sınırlıdır. Ahmed el-Gazzâlî adlı sufi kimliği ile tanınan bir erkek kardeşiyle birkaç tane de kız kardeşi vardır. Babasının tasavvufa ilgisi olduğu için oğullarının bu alanda iyi eğitim görmelerini istiyordu ancak ömrü yetmediğinden eğitimlerini devam ettirmesi için sufi bir arkadaşına onları emanet etti. Gazzâlî henüz çocukluk döneminde bulunmasına rağmen manevi dünyası şekillenmeye başladı ve bu eğitimler ileride oluşacak olan tasavvufi kişiliğine büyük katkı sağladı. Daha sonra eğitimine Tûs’ta er-Râzkânî adlı alimden fıkıh dersleri alarak devam etti. Sonrasında Cürcân’da eğitim aldı. Gazzâlî kaynaklarda belirtilene göre üstün bir zekaya ve kuvvetli bir hafızaya sahipti, uzun yıllar aldığı eğitimlerin üzerine daha fazlasını koymak ve tartışma ekollerinde bulunabilmek amacıyla Nîşâbur’a giderek buradaki Nizâmiye Medresesine girdi. Orada dönemin en tanınmış kelam âlimi olan İmâmü’l Harameyn el-Cüveynî’nin öğrencisi olma şansını elde etti. Cüveyni’nin ölümünden sonra (1085) Nizâmü’l-Mülk’ün karargâhında altı sene geçirdi. 1091 yılında vezir tarafından Bağdat Nizamiye Medresesi müderrisliğine tayin edildi. Burada dört senelik bir müderrislik dönemi geçirdi, bu dönem Gazzâlî’nin hayatında altın çağ denebilecek kadar verimliydi. Çünkü bir yandan öğrencilerine ders veriyor, kitap tasniflerini yapıyor ve en önemlisi düşünce dünyasını farklı şekillerde destekleyip, etkileyecek felsefe üzerine incelemelerde bulunuyordu. Felsefe, tasavvuf, kelam vb. konuları üzerinde yaptığı çalışmalar altın çağ olarak adlandırıldı.
El-Munkız’da bahsettiğine göre, şüphecilik onun fıtratında vardı. Dört yıllık müderrislik döneminde dolap arkasına attığı şüpheciliği gölgelerin arasında gün geçtikçe büyüyordu ve Bağdat Nizâmiye Medresesinde dışarıdan mutlu ve huzurlu görünen hayatı, gün geçtikçe içten içe büyüyen şüphelerle, zihni bunalımlarla altüst oldu. 1095 senesinde başlayan bu bunalımlar Gazzâlî’de psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklar ortaya çıkardı. Bir süre fiziksel tedaviler alan Gazzâlî sorunun psikolojik olduğuna kanaat getirince Bağdat ile tüm ilişiğini kesmeye karar verdi. Kendisine ve ailesine fazla gelen tüm eşya, mal mülkünü ihtiyaç sahiplerine verdi. Esasen Suriye ve Filistin taraflarına gitmek üzere hazırlık yaptığı hâlde, ayrılmasına rıza göstermeyeceklerini düşündüğü sultana ve dostlarına, Hacca gideceğini söyledi. 1095 senesinin Zilkade ayında Bağdat’tan ayrıldı.
Bağdat’tan Şam’a gitti, yaklaşık iki sene Emeviyye Camii’ne çekilerek nefsini terbiye etmek, ahlakını iyileştirmek, kalbini vesveselerden ve şüphelerden arındırmak için riyazet yaptı. Daha sonra Kudüs’e gitti. Belli bir süre orada da inziva hayatı yaşadı. Ardından hac görevini yerine getirmek ve Resulullah (s.a.v)’in mezarını ziyaret etmek düşüncesiyle Hicaz’a gitti. Vatan hasreti ve çocuklarına duyduğu özlem memleketine dönmesine sebep oldu. Bu bilgilere rağmen, Gazzâlî’nin 11 yıl süren inzivada bulunduğu dönemler, yeterince berrak değildir. Kaynaklarda ve rivayetlerde hangi tarihlerde nerelerde bulunduğu hakkında farklı bilgiler yer almaktadır. Birçok değerli eserini inziva döneminde yazdığı bilinmektedir.
1106 senesinde Nişâbur’da Nizamiye Medresesindeki öğretim görevine geri döndü. Muhtemelen sağlığının hocalık faaliyetlerini zorlaştıracak derecede bozulması sebebiyle üç yıl eda ettiği görevini bırakıp Tus şehrine döndü. Bu sırada telif çalışmalarına aralıksız devam etti ve birçok değerli eser yazdı. Ömrünün son dönemini; ders okutmak, tasavvuf ehlinin sohbetlerine katılmak ve eser tasnifiyle geçirdi. O zamana kadar yeterince birikime sahip olmadığı hadis ilmiyle de ilgilendi. 1111 senesinin Cemâziyelâhir ayında hayata gözlerini yumdu.
TASAVVUF ANLAYIŞI
Tasavvuf; kutsal olana ulaşmayı hedefleyen bir yaşayış şeklidir. Gazzâlî el-Munkız adlı eserinde açıkladığı gibi hakikati anlama arzusu onu tasavvuf yoluna yönlendirmiştir. Onun için tasavvuf tüm ilimlerin ruhunu oluşturur. Bilgi elde etmek için metod, nefs mücâhedesi, kötü sıfatları yok etmek, masivaya rağbet etmemek ve bütün varlığı ile Allah’a yönelmektir. Allah, her şeyden ilgiyi keserek bütün benliğiyle kendisine yönelen kulunun kalbine hâkim ve sahip olur, bilgi nurlarıyla onun kalbini aydınlatmaya kefil olur. Allah kalbe hâkim olunca, oraya rahmet rahat akar ve nur kalpte parlar, sadr inşirah bulur, melekût sırrı ona açılır, rahmet nuruyla birlikte kalpten perde kalkar, ilâhî esrarın hakikatleri kalpte parlamaya başlar. Burada kula düşen görev, Allah’ın açacağı rahmet kapısında kalbi temizlemek, iyi niyetli bir irade ile ona hazırlanmak ve Allah’ın rahmetini gözetlemektir.
Bu sözlerle Gazzâlî tasavvuf ilminin, sadece okuyup yazma ile değil de kendini tamamen Allah’a yöneltmekle öğrenileceğini ifade etmektedir. Ona göre ilim araştırılmış bir hâl, iman ise o hâli yaşamaktır. Ateşi görmek ilim ise, ona dokunmak imandır.
Gazzâlî de tasavvuf ’un vazgeçilmez kavramlarını ele almıştır:
Akıl
Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmek ile görevli olan insan, bu görevi akıl, ruh, kalp ve nefs ile yerine getirebilecek şekilde yaratılmıştır. Bu dört unsuru başlarda ayrı ayrı sonradan birleştirerek ele alan Gazzâlî böylece insanın bütünlüğünü korumayı amaçlamıştır.
Akıl sadece insana verilmiş hakikati idrak edebilecek tek güçtür. Düşünmek ise sağlam bilgilerle beslenmiş bir akıl ile mümkündür. Düşünmek ve akıl etmek insanı yükümlü ve sorumlu kılmaktadır, böylece aklı olmayanın dinî yükümlülüğü kalkmaktadır. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt etmemizi, verilen nimetler hakkında düşünmemizi ve bu doğrultuda amel etmemizi sağlayan akıldır. Özü bakımından Hz. Âdem (as)’den günümüze kadar verilen akıl aynıdır, değişen ise bilgidir.
Böylece akıl olmazsa olmazdır. Gazzâlî’ye göre saf akıl da yetersizdir. Çünkü akıl, ilaç ve hastalıklardan uzak göz, Kur’an ise, ışık saçan güneş gibidir. Kur’an nuruyla iktifa edip akıldan yüz çeviren kimse, gözlerini yumarak ışığa bakan kimse gibidir. Şeriatla birlik olan akıl ise, nur üzerine nurdur.
Akıl sınırlıdır, tek başına hakikate ulaşamaz. Bunun için kalbe ihtiyaç duyar. Gazzâlî akıl ile yetinenin aldandığını, düşünmeden taklit edenin ise cahil olduğunu belirtmiştir. Aklî ilimler besin, şer’î ilimler ise ilaç gibidirler. İnsan kalbini önce hastalıklardan arındırmalı sonra beslemelidir, zira tersi zarar verecektir. Kur’an’da birçok yerde Allah insanoğluna akletmeyi emreder. Dinde çelişki olsaydı bu emir olmazdı. Buna rağmen akıl edip çelişkiye düşen nefsinin kölesi olmuştur.
Nefs
Tasavvufta da nefs iki manada kullanılır. Birincisi, Allah’ın emirleri ışığında eğitilmediğinde insana zarar veren ve kötülük yaptıran nefistir. İkincisi ise kalp ve ruh anlamında insanın hakikati ve kendisi demektir. Nefsin yedi mertebeleri vardır, şehvet, kötülük ve dünyalık olandan uzaklaşıp Allah’a yöneldikçe ilk mertebe olan Nefs-i emmâre’den son mertebe olan Nefs-i Kâmile’ye yani eğitimi tamamlanmış nefse kadar yükselebilmektedir. Bu mertebeleri geçerek nefsini temizleyip tamamen Allah’a teslim olan kişinin kalbi O’nun vereceği bilgileri almaya hazır hale gelmiştir.
Gazzâlî nefsinin peşine düşüp onu terbiye etmeyene ilmin ve aklın fayda vermeyeceğini, onun kendi heveslerinin kölesi olacağını, ayrıca şeytandan daha fazla zarar vereceğini belirtmiştir. Bazı tasavvufçular nefsi ata, aklı atın üzerindeki insana benzetmektedir. Atı doğru yol üzerinde sürmek için dizginleri sıkı tutmak gerekir.
Gazzâlî nefis terbiyesini İhyâ adlı eserinde şöyle anlatır: “Zira kendisine denir ki, neyi seversen sev, nihayet ondan ayrılacaksın. Nefis, böyle sevdiği her şeyden sonunda ayrılacağını ve onun hasretini çekeceğini anlayınca, ayrılığı muhakkak olan her sevgiliye karşı isyan eder ve ayrılığı olmayan bir sevgili ile meşgul olmak için araştırma yapar ki, o da Allah’ı zikir ve tezekkürdür. Bu zikrullah mezarda bile kendisinden ayrılmaz ve kendine yoldaş olur. Tabi bu neticeye varmak zor olsa da birkaç günlük sabra bağlıdır.”
Nefsi eğitmek için onu iyi tanımak gerekir. Eğitiminde kullanılan başlıca metotlar şöyledir; az yemek, az uyumak, az konuşmak ve eziyetlere katlanmak. Bu nefsi uysallaştırıp aklın emirlerine uyup Allah’a itaat ettirecektir. Nefsine uyan insan hayvanlardan daha değersiz hâle gelecektir, nitekim hayvanların nefislerini terbiye edecek akılları yoktur.
Kalp
Gazzâlî’ye göre kalp, organlar içerisinde tehlikesi en fazla olanı, etkisi en çok olanı, durumu en önemli olanı ve ıslahı da en zor olanıdır. Kalp, Allah’ın nazargâhıdır. Ayıplarını örtmek için insan dışını temizler ve süsler de Allah’ın gördüğü iç alemi olan kalp ile ilgilenmez. Efendimiz (sav)’in dediği gibi: “Vücudun içinde bir et parçası vardır. Eğer o doğru olursa bütün vücut doğru olur. Eğer o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası kalptir.” (Müslim, III/1220, Hadis No. 1599)
Bahsettiğimiz kalp ise tüm uzuvların itaat ettiği nuranî kalptir. Yaratılış itibariyle meleğin ilhamını da şeytanın vesvesesini de kabul edebilecek hâldedir. Kalbi şeytanın vesvesesinden koruyan ise Allah’ı anmaktır.
Aklın ulaşamadığı yerlerde iman ve bilgi ile aydınlanmış kalp, Allah hakkında vasıtasız bilgi sahibi olabilir.
Gazzâlî kalp huzuru için dünyalıkla ahiretin bir arada bulunamayacağını söylemiştir. Bunu yağ ile dolu bir bardağa su dökmeye benzetmiştir. Kalp ikisiyle birden dolamaz, biri girerse diğeri çıkacaktır. Allah’a yaklaşan da Allah’tan uzaklaşan da kalptir. Allah’a itaat eden de isyan eden de kalptir. İçinde ne taşıyorsa dışa onu yansıtır. Kötü huylar kara duman gibidir. Gönül aynasına yükselir, aynaya uğraya uğraya onu karartır ve kör bir hâle, ilahî nuru alamaz vaziyete gelir. İşte bu, kalbin mühürlenmesi ve kalbin kararması demektir.
Daha önce de belirtildiği gibi ibadetlerin esas unsuru kalptir. Şeytan ise özellikle ibadetin ve zikrin başı olan namaz esnasında vesvese vermektedir. Bundan korunmak için kalbi haset ve kibir gibi hastalıklardan korumak gerekir.
Ruh
Ruhun özü hakkında ne Kur’an’da ne de hadislerde yorum yapılmadığı için tasavvufta da daha çok fonksiyonları üzerinde durulmuştur. Gazzâlî, “Hz. Peygamberin konuşmadığı ruh hakkında başkasının söz etmeye hakkının olmadığını ve hiç kimsenin ruhun gizemliliğini çözmeye güç yetiremeyeceğini, bu yüzden gayesinin aslında ruhun mahiyetini bildirmek değil, niteliklerini anlatmak olduğunu ifade eder.”
Gazzâlî’ye göre, ruh iki manada kullanılır. İlki kalpte bulunup tüm bedene dağılan, doktorların “ruh” dediklerinde kastettiğidir. İkincisi ise Allah’ın emrinde olan, O’ndan gelen ve O’na giden görülmez bir parçasıdır. Ruhu; Nebatî Ruh, Hayvanî Ruh ve İnsanî Ruh olmak üzere üç mertebeye ayırmıştır. Nebatî Ruh, bitkilerde olandır. Hayvanî Ruh, bitkisel ruhta bulunanlara ek olarak duyarlılık ve hareket etme gücüne sahiptir. Ancak bedenle birlikte ölüp gidecektir. İnsanî Ruh, en yüksek derecede bulunandır. Diğer iki derecenin fonksiyonlarını kapsar, ayrıca bildiği ile amel edecek güce sahip olduğu için dini sorumluluk taşır.
GAZZÂLÎ’YE GÖRE KELÂM, FELSEFE VE BÂTINÎLİK
Tasavvuf alanında yazılan eserlerde sufiler genellikle kendilerinden bahsetmezler, daha çok talebeleri tarafından yazılmış eserlerden bilgi edinilir. El-Münkız mine’d-Dalâl ise Gazzâlî’nin düşünce dünyasında meydana gelen değişimleri bizzat kendisinden öğrenebildiğimiz otobiyografik bir eser olması sebebiyle önemli bir yere sahiptir. Nitekim bu eser ile onun kelâm, felsefe, bâtınîlik ve tasavvufa bakış açısı hakkında bilgi sahibi oluruz.
Bu eserde değişim sürecinden şu şekilde bahsetmiştir. “Ergenlik çağına yaklaştığımdan beri, yirmi yaş öncesi delikanlılık döneminden bugüne kadar -şimdi yaş elliyi aştı- bu derin denizin dalgalarıyla boğuşmaya, çekingen ve korkak değil cesurca derinliklerine dalmaya, karanlık olan her şeyle didişmeye, her zorluğun üzerine gitmeye, her tehlikeye atılmaya, haklı ile haksız olanı, sünnete bağlı olanla bid’atçıyı ayırmak için her fırkanın inancını araştırmaya, her kesimin mezhebine ait inceliklerini keşfetmeye devam etmekteyim. Bütün bunları yaparken hiçbirini peşinen dışlamaksızın bir Batınî’nin batinîliğinin içyüzünü öğrenmek isterim; bir zahirinin zâhirîliğinin sonucunu bilmek dilerim; bir felsefecinin felsefesinin mahiyetine vakıf olmayı amaçlarım; bir kelamcının tartışma ve mücadelesinin amacından haberdar olmaya çalışırım; bir sufinin sufiliğinin sırrına ermeyi çok arzularım; bir âbidin ibadetinden ne elde ettiğini gözetip görmek isterim; pasif bir Tanrı anlayışını benimseyen bir zındığın bu görüşe cüret edişinin arkasındaki sebepleri araştırıp öğrenmek isterim.”
Gazzâlî olağanüstü bir zekâ ve hafızaya sahiptir. Hocası Cüveynî onun için “Gazzâlî derin bir denizdir” demiştir. Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere bir fikir üzerine eser yazacağı zaman öncelikle çok derin bir araştırma yapmış, üzerinde düşünmüş ve o fikri bütün yönleriyle anladıktan sonra çalışmasını tamamlamıştır. Örnek olarak felsefe ile ilgili bir çalışmaya giriştiğinde konu üzerine yazılan kitapları iki seneye yakın bir zaman incelemiş, anlamış ve yaklaşık bir sene de felsefe üzerine düşünmüştür.
Gazzâlî hakikati arayanları kelâmcılar, felsefeciler, bâtınîler ve sufîler şeklinde sınıflandırmıştır. Bunun dışında insanları, ilahî Nur’a kavuşma hususundaki konumlarına göre üç sınıfa ayırmıştır. Ayrıca aklı veya nakli esas almaya göre de tasnif yapmıştır.
Gazzâlî’ye göre kelâmcılar gerçeğe aklî delillerle ulaşılacağına inananlardır ve kelâm ilmi ile meşgul olmak farz-ı kifayedir. Yeni ortaya çıkan bid’at ve tartışmalarla uğraşmak, Ehl-i sünnet inancını muhafaza etmek zarurîdir. Bu yüzden kelâm öğretiminin yapılması gerekir lakin bu dersler umuma açık olmamalıdır. Çünkü kelâm ilaç gibidir, bir hastaya faydalı olurken bir başkasına zarar verebilir. Zamanla kelâm âlimlerinden bir kısmının felsefeden etkilenmesiyle insanlar arasında doğan itikâdî ihtilâfları ortadan kaldıramaz hale gelmiştir.
Kelâmdan sonra felsefe üzerine çalışan Gazzâlî, filozofları; dehriyyûn (materyalist), tabîiyyûn (natüralist) ve ilâhiyyûn (ilahiyatçı) şeklinde üç ana grupta ele almıştır. Sokrat, Eflatun ve Aristo üçüncü gruptandır ve bunlar dehriyyûn ve tabîiyyûn filozoflarını reddetmişlerdir. Aristo, diğer ilâhiyyûn felsefecilerinden ayrı bir yol tutmuştur. İbni Sina ve Farabi gibi filozoflar da Aristo’nun görüşlerini aktarmışlardır.
Gazzâlî’ye göre dehriyyûn filozofları Yaratıcıyı inkâr ettikleri, tabîiyyûn filozofları ise ahiret gününü inkâr ettikleri için hakikatten uzaktır. İlâhiyyûn filozofları ise Hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı birbirine katmışlardır. Yeterli bilgisi olmayan insanlar bunları ayırt edemeyeceği için bu ilimlerle meşgul olmanın olumsuz yönleri vardır. Matematik gibi tabii ilimlerle ilgilenenler zamanla felsefecilere meyledebilir ve Gazzâlî, felsefecilerin hallerinin olumsuz bir şekilde bu kişilere sirayet etmesinden çekinmiştir. Ahlak ilminde ise fikirlerini büyük ölçüde tasavvuf ehlinin görüşleri ile kendi görüşlerini birbirine katarak sunmuşlardır. Bunları hem kabul edenler hem de reddedenler için tehlikeler vardır.
Bundan sonra Gazzâlî o devirde toplumsal ve siyasi açıdan önemli etkileri olan ta’limiyye mezhebini araştırmaya koyulmuştur. Ta’limiyye mezhebi, Şia’nın bir alt koludur ve nasların bâtınî mânalarını benimsemeleri sebebiyle Bâtıniyye olarak da anılmışlardır. Hasan Sabbâh’a nisbet edilen ta’lîm düşüncesinin temeli “Biz her şeyin manasını, hakkı öğretmekle vazifeli mâsum bir imamdan öğrendik.” iddiasıdır. Gazzâlî bu grubun kitaplarını incelemiş, onlara katılan kişilerle konuşmuştur. Sonuçta mezhebin görüşlerini güzel bir şekilde tanzim etmiş ve gerekli cevapları vermiştir. Hatta onlara bu şekilde tertipli bir kaynak sunması bazıları tarafından doğru bulunmamıştır. Ama Gazzâlî’ye göre halk arasında yayılmış böyle bozuk fikirlere cevap vermek gerekir ve cevap vermek için de önce şüpheyi anlatmak gerekir.
Daha sonra yaşadığı inziva döneminde manevi hallerle karşılaşan büyük İslam âlimi, hakikati arayanların en doğru yolunun tasavvuf olduğuna kanaat getirmiştir. Bu yol hâl ve zevk yoludur. Ancak bizzat yaşayarak bu hâlden nasiplenen kimse hakikate ulaşabilir.
Tasavvuf ehli, Allah Teâlâ’nın yolunda olan kimselerdir. Onların hâlleri, hâllerin en iyisidir. Yolları, yolların en doğrusudur. Ahlakları ahlakların en temizidir. Dinin esasına vâkıf olan âlimlerin ilmi, hükemânın hikmeti, onların hâllerinden ve ahlaklarından bir kısmını değiştirmek, daha iyi bir hâle getirmek için bir araya gelse, buna imkân bulamazlar. Daha iyisini ortaya koyamazlar. Onların zahiren ve batınen bütün hâl ve hareketleri, nübüvvet kandilinin ışığından alınmıştır. Yeryüzünde ise, nübüvvet ışığından başka aydınlanacak bir nur yoktur.
ESERLERİ
İmam Gazzâli en çok eser veren İslâm düşünürlerinden biridir. Hüccetü-l İslâm olarak bilinen Gazzâlî’nin eser sayısı tam olarak bilinmemekle beraber kendisine birçok eser nisbet edilmiştir.
İhyâ’u Ulûmi’d-Dîn
Gazzâli’nin tasavvuf, ahlâk, fıkıh, kelâm gibi ilimlere yeni bir soluk getiren en önemli eseridir. Gazzâlî’nin bu eseri müslümanlar için bir uyarı niteliğinde kaleme aldığı kabul edilmektedir. Eserde, İslam ümmetinin yaşadığı dinî ve ahlâkî çöküşün incelendiği ve buna karşılık çözüm önerileri sunulduğu görülür. Eserin batı dillerine yapılmış birçok tercümesi de bulunmaktadır.
El-Münkız Mine’d-Dalâl
Bu eser Gazzâli’nin kendi iç dünyasına yönelişini anlatan, fikir ve düşünce gelişimlerini incelediği otobiyografik bir eserdir. Eser aynı zamanda 5.yy İslâm dünyasının inanç ve fikir hareketlerini değerlendiren, İslâm düşünce ve felsefe tarihinde büyük bir ilgi gören eserlerinden biridir.
Tehâfütü’l-Felâsife
Filozofların fikirlerini yetersiz görüp hatalı kabul eden ve bunları bid’at sayan Gazzâlî, filozofların tutarsızlığını göstermek amacıyla bu eseri yazmıştır. Bu eserde İbn-i Sina ve Fârâbi gibi müslüman düşünürlerin bazı konular hakkındaki düşüncelerini eleştirmiştir.
Makâsıdü’l-Felâsife
Gazzâli’nin Tehâfütü’l-Felâsife adlı felsefi eserine mukaddime olarak yazdığı eserdir.
El-İktisâd Fi’l İtikâd
Gazzâlî’nin kelâma dair eseridir.
Kimya-i Saadet
İman ve ahlaka dair konuları içeren Kimya-i Saadet dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm ibadet, ikinci bölüm adâb-ı muaşeret, üçüncü bölüm saadete giden yoldaki engeller, dördüncü bölüm ise mutluluğa ermeye dair konular içermektedir. Aynı zamanda İhya’u Ulûmi’d Dîn adlı eserin kısa bir Farsça çevirisi niteliğini taşımaktadır.
Bidayetü’l Hidaye
Gazzâli’nin din ve ahlak konularına dair bilgiler içeren öğretici eseridir. Göz, kulak, dil, cinsiyet uzuvları, eller ve ayakların güzel kullanılması konusunda tavsiyeler yer alır. Son kısımlarında ise kalbin iki yüzlülük ve kibir gibi kötülüklerden temizlenmesi konularına değinmektedir.
Mişkatü’l Envar
Nur Suresi 35. ayetin tefsîridir. İlahî nurların sırları hakkında yazılmış tasavvufî eserdir.
KAYNAKÇA
- Akın, H. (2011). Gazâlî’nin Hayatı. Tyb Akademi Dil Edebiyat ve Sosyal Bilimler Dergisi, 1(1), 9-15.
- Altınsoy, H. S. (2019). Gazzâlî’nin Düşünce Evreleri ve Bu Bağlamda Felsefe
- Eleştirisinin Değerlendirilmesi Necmettin Erbakan Üniversitesi].
- Altuntaş, S. (2006). Gazali’de Tasavvuf Felsefesi Selçuk Üniversitesi].
- Çağrıcı, M. (2000). İhyâü Ulûmi’d-Dîn. Tdv İslâm Araştırmaları Merkezi. Retrieved 03.04.2021 from Https://İslamansiklopedisi.Org.Tr/İhyau-Ulumid-Din
- Karlığa, H. B. (1996). Gazzâlî Eserleri. Tdv İslâm Araştırmaları Merkezi. Retrieved 03.04.2021 from Https://İslamansiklopedisi.Org.Tr/Gazzali#5-Eserleri
- Öz, M. (2010). Ta‘Lîmiyye. Tdv İslâm Araştırmaları Merkezi. Retrieved 03.04.2021 from Https://İslamansiklopedisi.Org.Tr/Talimiyye
- Sayar, K. (2015). Sufi Psikolojisi. Timaş Yayınları.
- Yildirim, B., & Karakuş, A. (2018). Medrese-Tekke Bütünlüğünde Yetişmiş Bir Âlim Tipi: İmam Gazzâlî Örneği. Akra Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, 67-106. Https://Doi.Org/10.31126/Akrajournal.451018