AFET TIBBI ETİĞİNDE DAMGALAMA VE AYRIMCILIK

AFET TIBBI ETİĞİ ÇALIŞMA GRUBU

· 12 dk okuma süresi >

YAZARLAR

1 Fatma Nur DURMAZ

2 Hatice Hilal POLAT

3 Rabia YÜCEL *

4 Tuba SEYHAN

  1. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  3. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
  4. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi

*İletişim: rabiayucel@gmail.com

İçindekiler

DAMGALAMA (STIGMATIZATION) NEDİR?

Günümüzde damgalama; semantik köküne yakın bir anlamda, gözden düşmenin, aşağılanmanın ve itibar düşüklüğünün bir ifadesi olarak kullanılmaktadır. TDK Sözlüğü’nde mecazi anlamıyla “bir kimsenin adını kötüye çıkaran, yüz kızartıcı durum” olarak tanımlanmıştır. Damgalanan kişi, bir grup ya da topluluk içerisinde bütünün bir parçası, normal biri iken; lekeli ve sakat, dikkate alınmayacak kadar değeri düşmüş bir konuma indirilmektedir.

DAMGALAMANIN TARİHÇESİ

Damga (stigma) kavramı, ilk kez Yunanlılar tarafından ahlâki anlamda kötü görülen, normal kabul edilmeyen kişilerin, kölelerin, suçluların, hainlerin bedenlerine kazıdıkları ya da demirle dağladıkları işaretlerle birlikte kullanılmaya başlanmıştır. Ömürleri boyunca bu işaretleri taşıyan kişiler lekelenmiş kabul edilmelerinden dolayı, diğerlerinden kolayca ayırt edilmişlerdir. Tarihsel süreçte tıbbi yönden de damgalama oldukça fazla yaşanmıştır. Toplumlar, özellikle geniş çaplı etkisi olan salgın hastalıklarda ve ruhsal hastalıklarda daha fazla damgalamaya meyilli olmuşlardır. Aslında insanlar her dönem, kötülükle ve günahla özdeşleştirecekleri bir hastalık keşfetmişlerdir. 

  • İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip olan cüzzam, tanrının insana verdiği bir kötülük olarak nitelendirilmiştir. 
  • 1300’lü yıllarda kara ölüm olarak da bilinen veba, tanrının insanlara günahkar davranışları yüzünden gönderdiği bir ceza olarak görülmüş, toplumun normlarına aykırı yaşayan gruplar, günah keçisi ilan edilmişlerdir. 
  • 15. Yüzyılda tüm Avrupa kıtasını kasıp kavuran frengi, Orta Doğu’ya sıçramış, hastalığa yakalananlar tarih boyunca lanetlenmişlerdir. 
  • 18. Yüzyılda tanımlanan tüberküloz, tamamen aşağı sınıfın bir hastalığı olarak bilinmiştir.
  • 1980’lerde çıkan ve önceleri homoseksüel hastalığı olarak bilinen AIDS hakkında günahkarlara verilen bir ceza şeklinde yorumlar yapılmıştır. 

Damgalamanın etkileri açısından günümüzde HIV\AIDS hastalarının daha fazla damgalamaya maruz kaldıkları saptanmıştır. HIV\AIDS ‘ in sosyal yapısı onu modern tarihin en damgalayıcı tıbbi konularından biri haline getirmiştir. Bunun en önemli nedenleri ise ilk AIDS vakasının rapor edilmesinden bu yana hastalık etkeninin hızla yayılması, yol açtığı kayıpların fazla olması, etkili bir tedavi veya aşının henüz bulunamamış olmasıdır. 

Yaşanan süreçte hastalığa karşı toplum ve bireylerce gerçek ve gerçek olmayan korkular sonucunda sosyal ön yargılar gelişmiştir. Bu durum, hastaların korku, sessizlik, şiddet, inkâr, damgalanma gibi olumsuz tutumlara maruz kalmasına neden olmuştur.  Damgalama ve ayrımcılığa kadar uzanan bu olumsuz tutumların herhangi bir hastalık nedeniyle kullanılması aslında tamamıyla toplumun hastalıklar üzerinden bireylere yansıttığı yüklemelerdir. Bu olumsuz durum; hasta bireyin sağlık hizmetlerinden yararlanma, iyileşme gibi bir dizi hakkını kesintiye uğratmaktadır. Hasta ve ailesi sağlık açısından eşitlik ilkesinin gerektirdiği hizmetler bütününden yararlanamamaktadır.

Bir kişi ya da grup hakkında sahip olunan beklentiler, onların gösterdiği davranışları etkiler ve bu durum kendini gerçekleştiren kehaneti oluşturur. Örneğin; kendilerinden düşük performans beklenen askerlerin düşük bir başarı gösterdiği görülmüştür. Bu durum, literatürde Golem Etkisi olarak ifade edilir. Bu nedenle bir kişiyi ya da grubu damgalama,  kendini gerçekleştiren kehaneti etkiler.

DAMGALAMANIN AŞAMALARI

Etiketleme

Etiketleme, damgalamanın ilk aşamasıdır. İnsanlar, farklı olanı reddetme eğiliminde olduğundan, etiketleyerek onları sosyal ortamlardan ayrıştırmayı amaçlarlar.

Kalıp Yargılar (stereotipler)

Bu aşama. önyargıların oluşmasına zemin hazırlayan aşamadır. Kalıp yargılar, grup üyelerinin davranışları ve özellikleri ile ilgili inançlardır. Kalıp yargı, aralarında fark olup olmamasına bakılmaksızın grup üyelerinin hemen hemen hepsi ile ilgili aynı karakteristik özellikleri onlara atfederek, genelleme yapmaktır. 

Bilişsel ayırma / Önyargılar

Bir nesne ya da durum konusunda, bazı yargılar ve stereotipler üzerinde oluşur. Etiketlenmiş kişilerin “biz” ve “onlar” diye ayrılarak kategorilere yerleştirilmesi aşamasıdır.

Duygusal Reaksiyonlar

Bu aşama, damgalayan ve damgalanan arasındaki ilişkinin anlamlandırılmasında kritik bir aşamadır. Stereotip ve önyargıların bir araya gelmesi ile öfke, korku, acıma, sinirlilik, anksiyete gibi duygular oluşur. Duyguların gösteriliş tarzı, damgalanan kişiye etkili bir şekilde tesir eder. Bilişsel ve duygusal reaksiyonların sonucunda, toplum içerisinde yerini kaybeden kişiler kendilerini damgalamaya karşı savunmasız hissedebilir.

Sosyal Konum Yitimi

Gerek bilişsel, gerekse duygusal reaksiyonlar sonucu, damgalanan kişiler artık toplumda eski konumlarında olamayacaklardır. Toplum, bu kişilerden uzak durma eğilimde olduğu gibi hastaları da kendilerinden ve toplumdan uzak tutmak istemektedirler. 

Ayrımcılık

Basit olarak, stereotiplere ve önyargılara göre değerlendirilen bir durum sonucu ortaya çıkan bilişsel ve duygusal yanıtlar, davranışa yansır. Hastalar öncelikle toplumsal yaşamda birçok kısıtlamalara maruz kalır ve ardından somut ya da mecazi anlamda toplum dışına atılır. Ayrımcılık, yakın olmak istememe, karşı olma durumundan başlayarak hastaların kısıtlanması, engellenmesi ve toplumdan dışlaması süreçlerini içermektedir.

Damgalama, bir etiket ile başlayan ve ayrımcılık, dışlama ile sona eren bir süreçtir. Bunun sonucunda hastalar, özelliklerine bakılmaksızın tehlikeli ve ne yapacakları belli olmaz kişiler olarak algılanmaktadırlar. Korku uyandıran bu algı da hastaların dışlanması ve sosyal olarak reddedilmesi ile sonuçlanmaktadır. Bir adım ötesi ise hastaların yok edilmesidir.

AYRIMCILIK (DISCRIMINATION) NEDİR?

Ayrımcılık en basit ifadeyle kişilerin cinsiyet, dil, din, renk, ırk ya da etnik köken gibi nedenlerle farklı muameleye tabi tutulması olarak tanımlanabilir. Ayrımcılık, farklı olanlara aynı davranmak ya da aynı olanlara farklı davranmak sonucunda oluşan adaletsizlik halidir. Bu düşünce, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (İHEB)’nin 1, 2, 4 ve 7. maddelerinde genel olarak, bütün insanların özgür, onur sahibi ve eşit olduğu, hiçbir sebeple hiç kimseye ayrımcılık yapılamayacağı, kölelik ve köle ticaretinin yasaklandığı ve herkesin yasa önünde eşit olduğu şeklinde söylenmektedir.  Bir yerde ayrımcılıktan söz edilebilmesi için öncelikle ayrımcılığa söz konusu olan şeylerin başlangıç durumunda aynı değere sahip oldukları kabul edilmektedir. 

Ayrımcılığa maruz kalan bireyler, Dünya Sağlık Örgütü’ne’göre, 45 milyon insan olup, bu bireyler aynı zamanda ruhsal sorunlarla da mücadele etmektedir. Genetik ayrımcılık (sarı, kızıl, beyaz ırk vs.), sigortasız nüfusun büyüklüğü ve engellilik ayrımcılığa verilebilecek örneklerdendir.

Biyoetik ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 11. maddesi insan haysiyetinin ihlalleri, insan hakları ve temel özgürlükleri ile ilgili olarak tanımlanan iki bağlantılı meseleyi; ayrımcılığı ve damgalamayı ele almaktadır. Ayrımcılığa ve damgalamaya ilişkin bir ilkeyi benimseme ihtiyacı, bildirgeyi geliştirmek amacıyla en erken ele alınan sorunlardan biri olmuştur. 

AYRIMCILIKLA MÜCADELEDE NASIL BİR YAKLAŞIM GELİŞTİRMELİYİZ?

Ayrımcılığı bir ‘sorun’ olarak kabul ettiğimizde onun bir ‘neden’ olduğunu da kabul etmiş oluruz. Temel haklara erişememede bir ‘neden’ olduğunu, dışlanma ve yok sayılmada bir ‘neden’ olduğunu da kabul ederiz. Ancak çoğu zaman ayrımcılığın aynı zamanda bir sonuç olduğunu gözden kaçırırız. Ayrımcılık, ayrımcılık yapanın karşısındakini ‘insan’ kimliğiyle görememesi sonucunda gerçekleşen bir olgudur. 

İnsan haklarının etik temelleri iki aşamalı bir eğitimdir. İlk kısım teorik ve kavramsal çerçeveye dayalı, eğitilenlerde insan kimliği bilinci uyandıran ve eğitilenlere insan hakları bilgisi sağlayan bir eğitimdir. İkinci kısım ise kişinin bir durumda insan haklarını koruyacak biçimde eylemde bulunmasını sağlayacak değerlendirme eğitimidir. Bu eğitimin amacı kişilerde hak ihlallerinin sonuçlarını gidermeye yönelik eylemde bulunmak için bir isteme oluşturmak ve belirli bir durumda ne şekilde insan haklarını koruyarak eylemde bulunulacağının bilgisinin sunulmasıdır. Ayrımcılıkla mücadelede de geliştirmemiz gereken en önemli araç insan hakları eğitiminin yaygınlaştırılması ve eğitimin içeriğinin doğru şekilde belirlenmesidir.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN ROLÜ NEDİR?

Ayrımcılık yapılmaması yardım kuruluşları için yol gösterici bir ilkedir. Uluslararası Kızılhaç Komitesi Davranış Kuralları’na göre yardım; insanlara ırk, inanç veya milliyeti ne olursa olsun hiçbir şekilde olumsuz bir ayrım gözetilmeksizin verilir. Yardım öncelikleri, yalnızca ihtiyaç temelinde hesaplanır. Yardım, belirli bir siyasi veya dini inanışı empoze etmek için kullanılmamalıdır. Stehrenberger ve Goltermann, Afet Tıbbı’nın 1945’ten ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra artan oranda batılı ajanslar tarafından güneyde yürütülen yabancı operasyonlara dönüştüğünü söylemektedirler. Bu şekilde insani yardımın araçsallaştırılması,  sivil toplum örgütlerinin asıl amaçlarının ne olduğu sorusunu tekrar akıllara getirmektedir.

AFETLERDE DAMGALAMA VE AYRIMCILIK ÖRNEKLERİ

2011 FUKUSHİMA DAİİCHİ NÜKLEER SANTRAL KAZASI

2011 Büyük Doğu Japonya Depremi sonrasında uzun süreli elektrik kesintisine bağlı olarak Fukushima Daiichi Nükleer Santralinde patlamalar sonucu Fukushima’da geniş bir bölgeye radyoaktif madde sızıntısı yaşanmıştır. Bu yüzden tedbir amaçlı o bölgede yaşayan 100.000’den fazla kişi güvenli bölgelere tahliye edilmiştir. Radyasyona maruziyeti, evlerinden uzaklaştırılmaları gibi sebepler bireylerin toplum içinde damgalanmalarına sebep olmuştur. Örneğin Fukushima’daki birçok kadın radyasyonun hamilelik ve genetik aktarım üzerindeki etkileri nedeniyle insanların kendilerine daha farklı baktığını hissettiklerini söylemiştir. Hatta bazı bireyler radyasyona maruz kalan kadınların evlenmelerine veya çocuk doğurmalarına izin verilmemesi gerektiğine inanmaktadır. Bu yargılamalar nedeniyle başka bölgelere tahliye edilen birçok kişi daha önceden Fukushima’da yaşadığını gizlemektedir. Bir başka örnek ise nükleer kaza sonrası santral çalışanları halkın ağır eleştirisine maruz kalması ve kazaya onların sebebiyet verdiği şeklinde damgalanmasıdır. Afetten 2-3 ay sonra yapılan bir çalışmada ayrımcılığa uğramış ve hakarete maruz kalmış işçilerin maruz kalma durumlarına göre olumsuz psikolojik sonuçlara sahip olma ihtimali iki ila üç kat daha fazla olduğu ortaya konmuştur.

2014 BATI AFRİKA EBOLA SALGINI

Bu salgın ebola virüsü 1976 yılında ilk tanımladığından bu yana gerçekleşen en kötü ebola salgını olarak kabul edilmektedir. 2014 yılında bildirilen ilk vaka Nijerya’nın Liberia kentinden  Lagos kentine seyahat etmekte olan çifte vatandaşlığa sahip bir bireyde ortaya konmuştur. Bu indeks vakanın özel bir hastaneye başvurduğu rapor edilmiştir. Klinik ve laboratuvar incelemeleri yapılırken hastaya sıtma tedavisine başlanmıştır. Ebola virüsü tespit edildiğinde, hastanedeki bazı sağlık çalışanları çoktan enfekte olmuştur. Bu durum Lagos eyaletinde altı ölümle sonuçlanmış, 362 kişinin enfekte olduğu tanımlanmıştır. 21 gün boyunca bölge karantina altına alınmış/gözetim altında tutulmuştur.  İndeks vaka ise Port Harcourt’a kaçarak orada bir otelde genç bir doktor tarafından tedavi edilmiştir. Bunun sonucunda indeks vaka hayatta kalmış ancak doktor ebola virüsünden dolayı hayatını yitirmiştir.

Salgın sırasında Port Harcourt ve Lagos’daki ebola vakalarının isimleri, tedavi gördükleri hastaneler, bu kişilerin ziyaret ettiği kiliseler medyada paylaşılmıştır. Hatta indeks vakanın kimliği, onu bir otel odasında gizlice tedavi etmeye çalışan doktorun kimliği yayın organları tarafından paylaşılmış ve doktor devlet yetkilileri ve medya kuruluşları tarafından davranışının kötü niyetli olduğu ve kasıtlı olarak enfeksiyonu yaymayı düşündüğü yönünde suçlanmıştır. Kesin tanı konmuş bazı ebola vakalarına yerel satıcılar yiyecek içecek satmayı reddetmiştir. 21 gün boyunca karantinaya alınan bireyler karantina sonunda ellerinde eboladan kurtulduklarına dair pankartlar taşıyarak bunu kutlamış ve bir yandan da toplumdaki ebola damgasından kurtulmaya çalışmışlardır.

Psikososyal ve sosyal mobilizasyon ekipleri damgalanma sorununu çözmek için toplantılar düzenlemiş, üç ila beş kişilik bir ekip toplumun liderleri ile bir araya gelerek ebolanın bulaş yolları, semptomları, inkübasyon süresi, karantina ve damgalama tehlikesi konusunda bilgilendirmeler yapmıştır. Topluluk liderlerinin kaygıları dinlenmiş ve çözüme kavuşturulmuştur.

Böyle durumlarda etik açıdan hastaların mahremiyetinin korunması, toplum tarafından damgalanmalarına ve ayrımcılığa maruz kalmalarına sebebiyet vermemek için isim verilmeden kamuoyunu bilgilendirmek daha doğru olacaktır. 

BURUNDİ SEL FELAKETİ

Burundi Doğu Afrika’da geçtiğimiz 50 yıl boyunca iç savaşların olduğu bir ülkedir. İç savaşlar ve diğer politik sorunlar ülkenin doğal afetlerle başa çıkmasını zorlaştırmıştır. Şubat 2014’ te başkent Bujumbura’nın çeşitli bölgelerinde su baskınları olmuştur. 12.500’den fazla kişinin geçim kaynakları imha olmuş ve en az 64 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu yüzden  travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireylere Burundi Üniversitesi psikoloji öğrencileri tarafından öyküsel yüzleştirme terapisi uygulanmıştır. Kişiler travma sonrası stres bozukluğundan dolayı damgalanmış hissedebilecekleri gibi bu tedaviyi aldıklarında da damgalanmış hissedebilirler. Özellikle de kamplar gibi afet sonrasında mahremiyetin olmadığı yerlerde daha çok damgalama olabilir. Bu yüzden kamptakilere toplu bir psikoeğitim sağlanmıştır. Araştırmaların sonucu göstermiştir ki; öyküsel yüzleştirme terapisi alanlar, almayanlara göre daha az damgalanmış hissetmiştir. Bu tedavi sonucu damgalamaya bağlı günlük stresler azalmış hatta ortadan kalkmıştır.  

AFETLERDE ENGELLİ BİREYLERİN KARŞILAŞTIĞI DURUMLAR

Ne yazık ki felaketler, engelli bireylere karşı ayrımcılık düzeyini artırma eğilimindedir. Örneğin, depremlerde tekerlekli sandalyedeki bireyler masalara sığınamazlar, asansörler çalışmadığı için merdivenleri kullanamazlar.  İşitme veya görme engelli bireyler, acil durum ışıklarını göremez ya da tahliye için verilen sözlü emirleri duyamazlar. Ayrıca, elektrikli cihazlara (diyaliz makineleri vs ) bağımlı kişiler, acil durumlarda elektrik kesintileri olduğunda çok zorlanırlar. Mesela Hindistan’da, tsunamiden etkilenen engelli bireyler tahliye merkezlerinde tuvaletlere erişememişlerdir. Tsunaminin olduğu diğer ülkelerde de benzer şekilde ayrımcılık söz konusu olup, çok az sayıda sivil toplum kuruluşu engelli bireylerin özel ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmaktadır. IFRC (2007), ABD’deki 1994 Northridge depreminin hemen sonrasında, paralizili birçok kişinin, uyuşturucu ya da alkol nedeniyle sarhoş olduğu düşünüldüğü için sığınma evlerine erişimin engellendiğini bildirmiştir. Bu hem bu konudaki araştırmaların hem de uygulamaların yetersiz olduğuna işarettir. 

AFET MÜDAHELELERİNDE KADINLARIN ROLÜ

Ayrımcılık yalnızca yardımların ihtiyacı olan tüm bireylere cinsiyet, din, etnisite vb. ayrımı gözetmeksizin dağıtılması sırasında ya da önceki örneklerde olduğu gibi damgalamanın son evresi olarak AIDS, travma sonrası stres bozukluğuna vs. sahip bireylerin toplumdan damgalanıp ayrıştırılmasında değil; aynı zamanda yardımın sağlandığı sivil toplum örgütleri tarafında da olabilmektedir. Doğal afetlerle ilgili araştırmalara göz atıldığında geleneksel, ataerkil toplum modelinin ortaya çıktığı görülmektedir. Afet sonrası faaliyetlerde kadınların daha arka planda yer aldığı özellikle erkek egemen bölgelerde aktif olarak arama kurtarma çalışmalarına katılmak ya da afet müdahale planlaması gibi durumlarda karar almak yerine daha geleneksel olarak yaşlı, çocuk, hasta bakım görevlerinde yer aldıkları tespit edilmiştir. Ayrıca afet durumlarında çoğu zaman kadınların temsilleri erkeklere bırakılmıştır. Kadınların afetlerdeki özel ihtiyaçlarını tespit etmek ve bu ihtiyaçlara cevap vermek için afet görevlisi olarak daha fazla sayıda kadına ihtiyaç vardır. Bu, kadınların erkeklerle etkileşiminin ciddi biçimde kısıtlandığı toplumlar için daha da acil bir ihtiyaçtır. Böyle durumlarda, arama kurtarmada kadın personelin bulunmaması, kadınların ciddi şekilde yardımdan mahrum bırakılmasına neden olabilir. Bu nedenle,  ayrımcılık yapmamak, kadınların ihtiyaçlarını karşılamak, afet hazırlık ve müdahale planlarının tasarlanması ve uygulanması aşamalarında kadınların da katılımını sağlamak büyük önem taşımaktadır.

KAYNAKÇA

  1. Yıldız, M., Özten, E., Işık, S., Özyıldırım, İ., Karayün, D., Cerit, C. vd., Şizofreni hastaları, hasta yakınları ve majör depresif bozukluk hastalarında kendini damgalama, Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2012. 13: 1-7
  2. Akdemir DŞ. Ayrımcılığın insan hakları boyutu ve pozitif ayrımcılık. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2014;3(4) : 890-908
  3. Özmen S, Erdem R, Damgalamanın kavramsal çerçevesi. Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi. 2018; 23(1):185-208
  4. Glionna JM. A year after tsunami, a cloud of distrust hangs over Japan: the Fukushima nuclear disaster has left residents doubting their government, their source of energy, even the food they eat. 2012. Los Angeles Times
  5. Hasegawa A, Tanigawa K, Ohtsuru A, et al. Health effects of radiation and other health problems in the aftermath of nuclear accidents, with an emphasis on Fukushima. Lancet. 2015 Aug 1;386(9992):479-88.
  6. Save the Children. Fukushima families: children and families affected by Fukushima’s nuclear crisis share their concerns one year on. 2012 (http://www.savechildren.or.jp/jpnem/eng/pdf/news/20120307_Briefing_Fukushima.pdf
  7. Tanigawa K, Chhem R. Radiation disaster medicine perspective from the fukushima nuclear accident. Switzerland: Springer International Publishing; 2014
  8. Gatherer D. The 2014 Ebola virus disease outbreak in west africa. Journal of General Virology. 2014;95(Pt 8):1619–24
  9. Gostin LO, Lucey D, Phelan A. The Ebola epidemic: a global health emergency. JAMA 2014; 312:1095-6
  10. Piot P, Muyembe JJ, Edmunds WJ. Ebola in West Africa: from disease outbreak to humanitarian crisis. Lancet The Lancet Infectious Diseases. 2014; 14:1034–5.
  11. Maduka O, Odia O. Ethical challenges of containing ebola: the nigerian experience. Journal of Medical Ethics. 2015 November; 41(11):917-9
  12. Civaner MM, Vatansever K, Pala K. Ethical problems in an era where disasters have become a part of daily life: a qualitative study of healthcare workers in turkey. PLoS One. 2017 March 2012(3):e0174162.
  13. ICRC. The Code of Conduct for The International Red Cross and Red Crescent Movement 1994 [July17, 2016)]. http://www.ifrc.org/Global/Publications/disasters/code-of-conduct/code-english.pdf.
  14. Stehrenberger CS, Goltermann S. Disaster medicine: genealogy of a concept. Social science & medicine.2014; 120:317-24.
  15. Alexander D. Disability and disaster. The Routledge Handbook of Hazards and Disaster Risk Reduction. , Routledge 2012
  16. Crombach A, Siehl S. Impact and cultural acceptance of the narrative exposure therapy in the aftermath of a natural disaster in burundi. BMC Psychiatry. 2018; 18: 233.
  17. International Strategy for Disaster Reduction. Women’s human rights in disaster contexts: how can cedaw help. 2001 (https://www.un.org/womenwatch/daw/csw/env_manage/documents/EP4-2001Oct25.pdf )-Accessed 10 June 2019
  18. Akpınar A. Cinsiyet kimliği veya cinsel yönelim temelli ayrımcılık ve damgalanma. Türkiye Biyoetik Dergisi, 2014; 1(3): 149-53
  19. MSF. Dışlanmış İnsanlar URL: http://sinirtanimayandoktorlar.org/hakkimizda/kriz-mudahalesi/dislanmis-insanlar/
  20. UNESCO. Biyoetik ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesİ 2008 URL:http://www.unesco.org.tr/Content_Files/Content/Sektor/Sosyal_ve_Beseri_B/evrensel_bildirgesi.pdf